Suriye’de cihatçıların kullanımı ve Antakya operasyon odasının rolünün kısıtlanması

Suriye’de cihatçıların kullanımı ve Antakya operasyon odasının rolünün kısıtlanması
Askeri alanda Fetih Ordusu’nu normal bir orduya dönüştürecek şey, Suudilerin temin ettiği Tow füzeleridir, dolayısıyla Türkiye'nin buradaki rolü kısıtlıdır. Suriyeli askeri bir yetkili, Suriye ordusunun sahip olduğu araçların ve Cisru’ş Şuğurdaki mevzilerinin 700 antitank Tow füzesinin saldırısına uğradığını ifade etmektedir.

 

Suudi Arabistan Türkiye ve Katar, Amerikan baskısından kurtuluyor:

 

Suriye'de cihatçıların kullanımı ve Antakya operasyon odasının rolünün kısıtlanması

 

 

Muhammed Bellut

 

 

Es Sefir

 

 

“Her biriniz Suriye'deki işinizi kendini düşünün.” Bu, Amerika'nın Suudi Arabistan ve Katar'a özellikle de Başkan Barack Obama'nın Camp David'deki başkanlık kampına davet ettiği misafirlerine verdiği mesajdı.

 

Obama'nın görev dönemi sona ermeye her yaklaştığında Amerika'nın stratejisi ortaya çıkıyor: Türkiye ve Suudi Arabistan'ın kendilerine sunduğu öneri ve planlara kolay kolay kendini kaptırmama stratejisi. Amerika Birleşik Devletleri'nin kurmaya ya da inşa etmeye çalıştığı herhangi ılımlı bir güç yok. Dolayısıyla yapılacak olan şey, görevi sadece Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) ile mücadele etmek ve ona karşı çatışma stratejisi geliştirmek ve  Suriyelilerden oluşan 90 kişilik bir güç oluşturmaktan ibaret.

 

Tampon bölge ya da güvenlikli bölge de söz konusu değil, çünkü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Rusya'nın kullanacağı veto engelini göz önünde bulundurmaksızın bunları gündeme getirmek tek taraflı bir yaklaşım olacak ve Amerika Birleşik Devletleri'nin bunu ajandasına koyması Amerika tarafından iki nedenle kabul edilmeyecektir: Birincisi Suriye hava kuvvetlerine ait olan hava savunma sistemlerinin yok edilmesi öncelikli bir şart olarak konmaktadır, zira Suriye'nin sahip olduğu hava savunma sistemleri aktif bir şekilde çalışmakta ve yaklaşık 800 kilometrekarelik bir alanı kapsamaktadır. İkincisi ise operasyonun tamamlanması için kara birliklerine ihtiyaç duyulmasıdır ki Amerika bunu böyle bir gücü göndermeyi kesinlikle kabul etmemektedir.

 

Bilakis özellikle geçtiğimiz günlerde meydana gelen Ömer Petrol Kuyusu Operasyonu, Suriye istihbaratıyla Amerikan istihbaratı arasındaki koordinasyon ve işbirliğinin canlılığına bir kanıttır. Bu şekilde Amerika, bölgedeki aşiretlerden IŞİD güçlerine ilişkin bilgiler elde etmektedir. Söz konusu aşiretler IŞİD tarafından katliama uğramış olan aşiretlerlerdir ve bu aşiretlerin içerisinde Şuayyıt aşiretinin farklı bir yeri vardır ve IŞİD emirleri onların petrol kuyularını el koymuştur. Bütün bunlar ABD'nin IŞİD örgütünü Suriye ile Irak arasındaki bir bölgeye sıkıştırma operasyonunda çok can alıcı bir unsuru teşkil etmektedir ve bu noktada Amerika Suriye'de IŞİD'e karşı hedeflerini güncellemektedir. Bunu da şahıslardan elde ettiği doğrudan bilgiler üzerinden yapmaktadır yoksa insansız hava araçları ile elde ettikleriyle değil.

 

Aynı şekilde Amerika Birleşik Devletleri, İran ve Suriye'yi provake etme noktasına kadar gitmeyecektir, özellikle de nükleer konuda yapacakları anlaşmaya son bir dönemeç kalmışken. Buna ilaveten İranlılar IŞİD'e karşı mücadelede çok merkezi bir role sahiptirler. Bağdat'ın kuşatılmasını engellemişlerdir ve sahada insiyatifi ele almışlardır. Geçtiğimiz sene Haziran ayında bu operasyon Curfu's Sahr savaşından itibaren başlamış ve IŞİD'in Erbil'in kenarlarından uzaklaştırılması operasyonuna kadar devam etmiştir.

 

Irak'ta 3 bin Amerikan askerinin bulunduğu bilindiği halde Suriye ordusuna karşı darbeler gerçekleştirilmesinin Amerikan askerlerini, Suriye ordusunun yanında çarpışmakta olan Iraklı gruplarla İran güçlerinin gözünde meşru askeri hedefler haline getireceğininin farkındadır. Öte yandan Amerikan askeri yetkililer, el Kaide'ye yakın ya da onun ideolojisi doğrultusunda faaliyet gösteren grupların yeniden eğitime tabi tutulması ve bunların yeniden silahlı muhalif gruplar içersine entegre edilmesini destekleyecektir, zira zaten ABD'nin temel isteği, gerek Nusra Cephesi gerekse İslami Cephe'ye karşı mücadele edecek ılımlı güçlerin inşa edilmesi ve kurulmasıdır. Unutmamak gerekir ki Suriye Devrimcileri Cephesi'ni tasfiye eden ve sonra da Hazm Hareketi'ni ortadan kaldıranlar işte bu İslami Cephe ve Nusra'dır.

 

Körfez ülkeleri Amerikan baskılarından kurtulduğu zaman büyük ihtimalle Suriye muhalefetini cihatçı gruplar ekseninde yeniden inşa edecektir ki bu cihatçı grupların esasını da bilindiği gibi Nusra Cephesi ve Fetih Ordusu oluşturmaktadır. Nusra Cephesi'nin yükselişinin önünü açmak için Türkler ve Suudiler, Antakya'daki operasyon odasının rolünü kısıtlamaya çalışmaktadır. Nitekim bu operasyon odası farklı ülkelerin istihbarat örgütlerine Suriye içerisinde faaliyet gösterme imkanı tanımasının yanında finanse edilmesi gereken ve Suriye ordusuna karşı gerçekleştirilecek askeri operasyonlarda kullanılacak olan silahlı grupların merkezi kararların alınmasına gerek kalmadan ve çok büyük bir koordinasyona ihtiyaç duymadan seçilmesine imkan veriyordu.

 

Türkler, Suudiler ve diğer Körfez ülkelerinden bu cihadi grupları finanse eden ülkeler, söz konusu silahlı grupların Suriye'nin kuzeyindeki askeri faaliyetlerin tamamını onların gerçekleştirmesini istiyorlar. Buradaki amaç İslami-selefi gruplar ekseninde gerçekleşecek olup tamamen Nusra Cephesi ve bu örgütler içerisindeki yabancı savaşçılara dayanacak olan yapının kullanılması esasına dayanmaktadır. Özellikle Türk istihbaratının üzerinde etkili olduğu bu grupları saymak gerekirse: Çeçenlerden oluşan Şam Askerleri Grubu yani Cünuduş Şam ve ayrıca Şam Tugayları, Şam Savaşçıları, Aksa Askerleri ve Ensaru'l İslam gruplarıdır.

 

Kuzey Suriye'de faaliyet gösteren Batılı kaynaklar Türklerin Şam Cephesi adlı örgütün finansal kaynaklarını kesmesinin, Fetih Ordusu'nun önünü açmak ve bu cepheye katılma noktasında tereddüt eden grupları ona katılmaya mecbur etmek için gerçekleştirilen Halep Savaşı'nın yönetiminde başarısız olmasının ardından geldiğini ifade etmektedir.

 

Müslüman Kardeşler üyesi Abdulaziz Selami -ki kendisi aynı zamanda Tevhid Tugayları'nın lideridir- bu kişinin önderliğini yaptığı Şam Cephesi adlı grubun altında birleşen örgütler, Türkiye'den ciddi bir yardım almadan son dönemde sadece tünellerdeki kaçakçılık faaliyetlerinden ve civardaki fabrikalardan çaldıkları birtakım metaları satarak elde ettikleri gelirlerle yaptıkları bazı operasyonlarda başarılı olmuş, ancak Halep cephesinde kayda değer bir ilerleme kaydetmemişlerdi.

 

Bölgede faaliyet göstermekte olan Batılı bir kaynak, Suudilerin özellikle de Cisru'ş Şuğur ve İdlip gibi bölgelerde gerçekleştirilen operasyonlardaki başarıları başka bölgelerde de tekrar etme ve oralara yayma isteğinde olduğunu ifade ediyor. Tabii her ne kadar bu tecrübenin tekrarı Suudilerle Türkler arasında uzun vadeli bir yakınlaşmayı gerektirse de bu yakınlaşma sağlam ideolojik temellere dayanmıyor. Daha çok Suudilerin darbesini ve her iki ülkenin Washington'ın son tutumuna yönelik ikili başkaldırısını yansıtıyor. Bu başkaldırılardan biri Suudi Arabistan'la ilgili olanlardır: Güvenlik garantisi, İran nüfuzunun ve yayılmasının engellenmesi, İran nükleer dosyası konusundaki Amerika'nın gevşekliği veyahut Amerika'nın Suriye ordusuna yönelik askeri saldırılarda bulunmaktan geri durması gibi eleştiriler. Bunlar içerisinde Türkiye'yle ilgili olanlar da vardır: Tampon bölgenin oluşturulmasına yönelik Washington'ın retçi tutumu, kara operasyonuna Amerika'nın karşı çıkması, Türkiye'nin Suriye'deki ulusal yapının ve Suriye ulus devletinin çökmesine yol açacak planları -ki şu an için Washington bunları istememektedir. Özellikle de Suriye'den gelecek siyasi çözüm yönünde bir düşüncenin henüz daha belirginleşmemiş olması nedeniyle ve aynı zamanda mevcut rejim içerisinde bunları kabul edecek birtakım unsurların bulunması ve ABD'nin sadece kendi çıkarları çerçevesinde bir değişimi kabul etmesi nedeniyle bunlar kabul edilmemektedir.

 

Askeri operasyon ihtimalleri ve cephelerin geleceği büyük ölçüde Suudi-Türkiye yakınlaşmasına bağlıdır. Askeri alanda Fetih Ordusu'nu normal bir orduya dönüştürecek şey, Suudilerin temin ettiği Tow füzeleridir, dolayısıyla Türkiye'nin buradaki rolü kısıtlıdır. Suriyeli askeri bir yetkili, Suriye ordusunun sahip olduğu araçların ve Cisru'ş Şuğurdaki mevzilerinin 700 antitank Tow füzesinin saldırısına uğradığını ifade etmektedir. Nitekim Tow füzelerinin ana kaynağı, geçtiğimiz sene Eylül ayında 13750 adet bu füzelerden satın alan Suudi Arabistan'dır. Satın almayı işini gerçekleştiren kişi ise bizzat Bender bin Sultan'dır ve bu alışverişin sonucunda Amerika Birleşik Devletleri 1 milyar 100 milyon dolar gelir elde etmiştir. Askeri yetkilinin ifadesine göre Suudi Arabistan bu füzelerden 125 bin adet elinde bulundurmakta olup Suriye muhalif silahlı grupları da bu füzelerle donatan yine Suudi Arabistan'dır. Bu füzelerin askeri operasyonlardaki rolünü azımsamamak ve küçük görmemek gerekir.

 

Türk Suudi yakınlaşması, Suudilerin Müslüman Kardeşlerle işbirliği noktasında ortaya koyduğu büyük esnekliğe rağmen müşterek bir stratejiye ulaşacak gibi görünmemektedir. Antakya'daki bir Suudi yetkilisi, Fecrul İslam içerisindeki Ali Şakirli'nin grubu olan Şam Devrimcileri Tugayları'nın, Ceyşul Mücahidin adlı grubun  omurgası olan Divanul Ensar örgütünün, Zengi Tugayları'nın, İhvan'a bağlı Nur Hareketi'nin yeniden yapılandırılması ve finanse edilmesine onay vermiştir. Ve bu örgütle kurduğu ilişki sayesinde aslında Suudi Arabistan, Müslüman Kardeşlerin Yemen kolu olan Islah Partisiyle Kararlılık Fırtınası operasyonları çerçevesinde ihtiyaçlarını gidermek için kurmuş olduğu köprüleri Tunus'taki Nahda Partisi ve Suriye iç savaşına uzatmak için kullanmaktadır. Nitekim Riyad hiçbir zaman onlarla olan köprüleri atmamış ve Suriye İhvanıyla olan bağını hiçbir şekilde kesmemiştir.

 

Şunu ifade etmek gerekir ki Suudi-Katar-Türkiye yakınlaşması bundan daha ileriye gidemez, zira Suudiler Kararlılık Fırtınası operasyonunda Türkiye'nin ihanet ettiğini düşünüyor ve bu yüzden onu eleştiriyorlar. Ayrıca Suudilerin Yemen'i tahrip ederek gerçekleştirmeye çalıştıkları savaşın hedefi aslında Sünni ve Arap dünyasının liderliğini ele geçirmek ve onlara komuta etmektir. Açıktır ki yakınlaşma Türkiye ve Suudilerin beklenti ve planlarının kesiştiği noktada bitmektedir. Bu kesişme noktasında her iki ülke de Arap dünyası denen bu parçalanmış dünyaya liderlik etmek için birbiriyle yarışmaktadır.  Ayrıca İhvan'la olan ilişkiler ve bunun üzerinden Türklerle kurulan köprüler bütünüyle yıkılmamıştır. Suriye dosyasından sorumlu Suudi bir yetkili, Krallık yönetiminde İhvan'ın rolüne ilişkin herhangi bir düşünce değişikliğinin olmadığını, kendilerinin Türkiye ile müttefik olmayıp ancak bölgesel anlamda bir işbirliğinin bulunduğunu, önceliklerinin ideolojik değil jeopolitik öncelikler olduğunu ifade etmiştir. Yine aynı Suudi yetkili, IŞİD, İran ve Müslüman Kardeşler'le aynı anda mücadele etmenin mümkün olmadığını, bütün diğerlerinin bir kenara bırakılarak İran'la mücadele etmenin Suudilerin önceliği haline getirilmesi gerektiğini ifade etmektedir.

 

Nusra Cephesi'nin liderliğinde ve onu eksene alarak Suriye muhalefetinin yeniden yapılandırılması, bir çok zorluklarla karşı karşıya kalacaktır. Nitekim Kuzey Suriye'de faaliyet gösteren Batılı bir uzman, Katarlıların Nusra Cephesi'nin lideri Muhammed Colani'yi, el Kaide lideri  Eymen ez Zevahiri'ye yaptığı biattan vazgeçmesi için ikna etme noktasında başarısız olduklarını ifade etmektedir. Ayrıca Katar'ın el Kaide'ye olan biatından vazgeçirmek için yapılan toplantıya Ahraruş Şam örgütünden de temsilcilerin katıldığı ifade edilmektedir. Yaptıkları toplantı daha çok Nusra'nın Kuzey Suriye'de bağımsız bir emirlik kurulması noktasındaki projesinin başarısızlığı üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu başarısızlığın nedeni ise çevresel baskılar ve başka gruplarla örneğin Hazm hareketi ve Suriye Devrimcileri Cephesi gibi guruplarla meydana gelen çatışmalardır ki bu durum, projelerinin yeniden gözden geçirilmesini beraberinde getirmiştir. Ayrıca yabancı savaşçıların önemli bir bölümü Nusra Cephesi'nden ayrılarak IŞİD'e katılmıştır ki bu da onların el Kaide'ye yönelik biatlarını bozmalarından önce Nusra'ya karşı var olan bağlılıklarından onları muaf tutmaktadır. Muhtemelen biattan vazgeçilmesi talebi artık Colani'ye bir kez daha teklif edilmeyecektir, zira Nusra Cephesi; el Kaide'ye olan biatından vazgeçmediği taktirde Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ekseninin istediği şekilde Suriye'de merkezi bir rol oynayamayacaktır.

Öyleyse Suriye, önümüzdeki aylarda Amerikan yönetiminin öncelikleri arasında olmayacak ve ABD, Suriye'deki gelişmelere IŞİD'le olan mücadelesindeki hedeflerle ve İran'ı provake etmeme yönündeki çizgisiyle çelişmediği sürece Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye'nin Suriye'deki stratejilerine karışmayacaktır. Nitekim Amerika'nın Kuzey Suriye'ye IŞİD'le mücadele için bazı birliklerini gönderdiğini, ayrıca Suriye'ye daha fazla miktarda uzman gönderen Rusya'nın da hatta girdiğini ifade etmek gerekir.

 

Aynı şekilde el Kaide'ye olan biatın kaldırılması farklı sonuçları da beraberinde getirebilir özellikle de IŞİD'e yönelik cihatçı göçü tekrar ettiği takdirde. Hatırlanacağı gibi Halife Ebubekir el Bağdadi ile Muhammed el Culani arasında 2013 Haziran'ında patlayan anlaşmazlık sırasında Nusra Cephesi, üyelerinin üçte ikisini kaybetmişti. Bu noktada Türkler ve Suudiler, Suriye ordusuyla savaşma gücünü muhafaza edecek olan bir Nusra Cephesi'ni tercih edeceklerdir. Suudiler bu örgütün el Kaide'yle ilişkilerini yeniden yapılandırma ve yeniden organize edilerek sahaya sürülmesi şartıyla bunu kabul edecektir.

 

www.medyasafak.net