Ortadoğu’nun kilidinin açılması: İran anlaşması, yeni bölgesel anlatının habercisi

Ortadoğu’nun kilidinin açılması: İran anlaşması, yeni bölgesel anlatının habercisi
Sonuç olarak İran’ın çok az şeyden vazgeçtiği, zira İran’ın nükleer hedeflerinin hiçbir zaman – İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun devamlı iddia ettiğinin aksine – askeri yönelimli olmadığı söylenemez mi?

 

 

 

Catherine Shakdam

 

 

Russia Today

 

 

14 Temmuz tarihli nükleer anlaşması, ABD-İran ilişkilerinde bir dönüm noktası teşkil ettti. Her ne kadar eleştirmenler anlaşmaya şiddetle karşı olmaya devam etse de, İran'ın uluslararası sahneye dönüşü, Ortadoğu için ilham verici fırsatlar sunuyor.

 

Bu, resmi nitelikte. Fransızlar Bastille Günü'nde sahnenin dışına itildi ve bunu yapan İranlılar oldu! Robespierre bu tarih çakışmasında bir şiirsellik bulabilirdi, zira devrimci Fransa'nın özgürlüğü için dillendirilen haykırışları yansıtacak şekilde, emperyalizmin kafasına vuruldu.

 

Özellikle küresel savaş heyulasının def edilmiş olabileceği düşünüldüğünde şüphesiz tarihi bir gün olan bu 14 Temmuz'da İran'ın elde ettiği başarı, bir nükleer silahların yayılmasını engelleme anlaşmasının ortaya konulmasının çok ötesine geçiyor: bu anlaşma kelimenin gerçek anlamıyla, şahin Amerika'nın ve onun alışılagelmiş yedeklerinin (İsrail ve Suudi Arabistan) artık anlatı üzerinde tekel kuramadığı, yepyeni bir karmaşık jeopolitik ilişkiler ağını meydana getirdi.

 

Ve her ne kadar ABD Başkanı Barack Hussain Obama halkının karşısına Amerikan kahramanı olarak çıkıp ülkenin gücünü ve büyük ahlaki duruşunu savunsa da, bu tür siyasi duruşlar kesinlikle, Washington'un kurşunun sıyırıp geçmesi karşısında yaşadığı büyük rahatlama hissini gizliyor.  Burada kimseyle alay etmeyelim: İran nükleer anlaşması, Amerikalıların İran ulusuna verdiği bir hediye değil, pragmatik bir ihtiyacın ürünüydü!  

 

Obama Salı günü Beyaz Saray'da, bu son derece önemli siyasi ve diplomatik dönüm noktasını teyit ederken, “Bugün, Amerika güçlü ve ilkeli bir pozisyonda müzakere yürüttüğü için, bu bölgede nükleer silahların yayılmasını durdurduk… Bu anlaşmadan ötürü, uluslararası toplum İran İslam Cumhuriyeti'nin nükller silah üretmemesini sağlayabilecektir" şeklinde konuştu.

 

İranlılar, gerçek zaferin nükleer silahların dar bir şekilde sivil yönelimli olarak kalacağının teyit edilmesinde değil, yeni gerçeklikte bütün siyasi husumetlerin değilse de bazı siyasi husumetlerin son bulacak olmasında yattığını savunabilir. Sonuç olarak İran'ın çok az şeyden vazgeçtiği, zira İran'ın nükleer hedeflerinin hiçbir zaman – İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun devamlı iddia ettiğinin aksine – askeri yönelimli olmadığı söylenemez mi?

 

 

İsrail Başbakanı Netanyahu'nun söylediğinin aksine, İran olmadan Ortadoğu'da barış olamaz. Bu hayati jeopolitik gerçekliğin inkar edilmesi, dünyanın şu anki halinin oluşmasına yol açtı: bölgesel istikrarsızlık ve mezhepsel gerilimler eşliğinde, IŞİD silahının namlusuyla karşı karşıya olan bir dünya.

 

Bölgesel bir süper güç ve bir siyasi koruyucu olarak İran, gerek Suriye, Lübnan ve Irak'ta, gerek Bahreyn, Yemen, Afganistan, yahut Pakistan'da, on yıllardan beri her türlü gücün kendi girdisi olmaksızın kalıcı barışa ulaşmak için ördüğü bölgesel dinamiklerin yoğun bir şekilde içinde yer alıyor.

 

İran, hikayedeki büyük kötü kurt değil. İranlılar, bütün öteki halklar gibi, barış ve güvenlik istiyor. 

 

Daha önemlisi ve muhtemelen daha geçerli bir şekilde, İran IŞİD'in ortadan kaldırılmasını herkesten daha fazla istiyor!
 

 

Ve her ne kadar Amerika'nın Vehhabi esinli radikalizme karşı Suudi Arabistan'la kurduğu ittifakın hiçbir zaman hiçbir anlamı olmamışsa da, İran'la ortaklığın bir anlamı gerçekten de var. 

 

 

Rusya, ülkenin Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov siyasi iyi niyeti güçlendirmek ve yokluktan doğan sürtüşmeleri gidermek için ekonomik bağların inşa edilmesini önerdiği zaman, taşı gediğine koydu. Ve finansal güvenlik halkın ağzındaki kan ve savaş tadını dağıtmanın bir aracı olduğuna göre, neden Moskova'nın dümen suyuna gidip, bombalar atmak yerine köprüler inşa edilmesin?

 

İran nükleer anlaşması, kusursuz köşe taşı olacaktır.

 

Ve evet, bu zaman alacaktır – kimse bunun olmayacağını söylemedi. Fakat bu durumda bile, ülkelerin savaşlarda aceleci olmak yerine, barış inşasında yavaş olması her açıdan yeğdir.

 

Temel nokta, değişimin meydana gelmiş olması ve eski ABD Başkanı George W. Bush'un kötü şöhretli ve uğursuz “şer ekseni” konuşmasını yapmasından bu yana hepimizin biraz daha rahat nefes alıyor olmamızdır; dünyanın artık tek renkli olmamasıdır.

 

İran, oluşturulmasına P5+1'in yardım ettiği bu yepyeni alanda, uluslararası yuvarlak masadaki yerini yeniden ihya edecek ve aksi durumda Ortadoğu'da baskın olacak olan Suudi anlatısına karşı hem bir tampon hem de bir caydırıcı işlevi görecektir.

 

Suudi Arabistan'ın kendi istisnacılık özelliğinin değişime gitme ihtiyacı duyduğunu ve doktor tavsiyesinin güzel bir siyasi ve askeri çoğulculuk olabileceğini söylemeye gerek yok. Yine bu noktada da İran nükleer anlaşması böyle bir fırsat meydana getirmiştir.

 

Ben kişisel olarak, İran'a yönelik tecritin son bulmasının eski diplomatik fay hatları ve ideolojik kindarlıkların artık bir etkisinin olmayacağı bir tür siyasi rönesansa olanak verebileceğini savunacağım.

 

Belki şimdi, bu yüzyılın gerçek düşmanıyla savaşmaya geri dönebiliriz – terörle, bu kez birlikte savaşmaya!

 

 

www.medyasafak.net