En eski Kuran nüshası Sana-Yemen’de ve Suudilerin bombalaması tehlikesiyle karşı karşıya

En eski Kuran nüshası Sana-Yemen’de ve Suudilerin bombalaması tehlikesiyle karşı karşıya
Bu arada, her ne kadar surelerin sırası sonraki standarttan farklı olsa da, metnin kendisi günümüzdeki Kuran’dan farklılık göstermemektedir. Dolayısıyla da İslam dininin tarihte sağlam bir temelinin olduğunu göstermektedir.

 

 

 

Juan Cole

 

 

Juancole.com

 

 

İngiltere'de bir kütüphanede, muhtemelen M.S. 640'lardan kalma çok eski bir Kuran nüshasının birkaç [gerçekte, 18] sayfasının bulunması, konuyla ilgili epey basın haberi hazırlanmasına yol açtı. Kuran, yaklaşık olarak M.S. 610-632 yılları arasında, Bizans imparatorunun Heraklius olduğu, Çin'i ise Tang hanedanının yönettiği dönemde Hazreti Muhammed'e vahyedildi. Birmingham Üniversitesi'ne bağlı Cadbury Araştırma Kütüphanesi'ndeki bu bulgu önemli ise de, basın, bundan yirmi yıl kadar önce Yemen'in başkenti Sana'da bir Alman ekibi tarafından, 640'lardan kalan ve kitabın yaklaşık yarısını içeren bir Kuran nüshası bulunduğundan habersiz gibi görünüyor.

 

Dünyadaki neredeyse tam olan Kuran nüshalarından en eskileri Sana'nın ortasında bulunuyor ve Birmingham gerçekte buradaki büyük hikaye değil.

 

Ve Sana, Suudi Arabistan tarafından her gün bombalanıyor. Suudi Arabistan, şehirdeki sivil binaları, bir mülteci kampını Sana tarihi şehir merkezinin bir kısmını vurdu. Bu kıymetli kitabın tutulduğu El Yazması Kütüphanesi'ni de vurması ihtimali karşısında donup kaldım. (Tabi, insanların ölümüne yol açan her hava saldırısı karşısında donup kalıyorum, beni yanlış anlamayın. Ama ben bir İslam tarihçisiyim ve bu yüzden kültürel yıkımdan da endişeleniyorum).  

 

İslam, eski Roma İmparatorluğu'nun başkentinin doğuda Konstantinopolis'e (bugünkü İstanbul'a) taşındığı ve Doğu Roma, yahut Bizans İmparatorluğu'nun Ortadoğu'nun (şimdiki Türkiye, Mısır, Filistin, İsrail, Suriye) çoğunu yönettiği bir dönemde, Batı Arabistan'da gelişti. Geri kalan kısımlar, yani Irak ve İran, Zerdüşt inancına sahip Farsların Sasani İmparatorluğu tarafından yönetiliyordu. İslam, Hristiyanlığın ortaya çıkışından yaklaşık altı asır sonra, fakat bu dinin İmparator Konstantin tarafından Roma İmparatorluğu'nun meşru dinlerinden biri olarak tanınmasından yalnızca 300 yıl kadar sonra gelişti.

 

Yemen'deki Sana Büyük Camii, Hazreti Muhammed'in sahabelerinden biri tarafından kurulmuştu. 1965 yılında yağmurun yarattığı hasarın sonucu olarak, kapısı olmayan batı kanadında eski bir saklama odası keşfedildi. Bu oda, eski Kuran yapraklarıyla doluydu. Müslümanlar, eskidikleri zaman Kuran nüshalarını çöpe atmaya çekinirler; oda da, dağılan kutsal metin nüshaları için bir saklama yeri veya depo olarak kullanılıyordu. Bu keşfin hikayesi bu linkte anlatılmaktadır (tıklayın).

 

Yemen, karmakarışık yapraklardan tam halde Kuran nüshaları meydana getirmeleri için bir Alman ekibi getirdi. Ben 1988 yılında Sana El Yazmaları Kütüphanesi'nin Dar el-Kur'an adı verilen kısmını ziyaret ettim.  Bana, her biri farklı boyutlarda ve farklı hatlar ve yazma araçları (kuzu derisi, papirüs, vs.) kullanılmış bir Kuran nüshasını temsil eden yüzlerce çekmece gösterildi. Her bir sayfa, çekmecelerden birinin teknik özellikleriyle eşleştiriliyordu. Alman ekibi bana, bu Kuran nüshalarından bazılarının en azından 600'lerin ikinci yarısına, yani Emevi döneminin (661-750) ilk yarısına ait olduğundan emin olduklarını söylediler, ancak o dönemde kesin bir kanıt yoktu. Eskilik iddiasını ortaya koyan şey yalnızca bitişik Kufi yazısı ve papirüs maddesiydi.

 

Bu benim için heyecan verici bir fikirdi, zira o tarihte John Wansbrough, Michael Cook ve Patricia Crone tarafından, bir kitap olarak Kuran'ın gerçekten 610-632 yılları arasında mı bir araya getirildiği, yoksa birkaç yüzyıl içinde evrim mi geçirdiği konusunda epeyce şüphe ileri sürülmüştü. Prensip olarak teorilerinde yanlış bir şey yoktu – bu yalnızca, Descartes'ın metodunun, yani radikal şüphe metodunun uygulanmasından ibaretti. Ve o tarihte, bir disiplin olarak el yazması Kuran metinleri tarihi disiplini neredeyse mevcut değildi (bugün bile, örneğin Kitab-ı Mukaddes incelemeleriyle karşılaştırıldığında çok az gelişmiş haldedir). Daha sonra bu yazarların yanıldığı ortaya çıktı, ama bilim de zaten böyle ilerler: insanlar ortaya cesur hipotezler atar ve bunların yıkılıp yıkılamayacağını görmeye çalışır.

 

Dar el-Kur'an'daki el yazmalarından bazıları çok eskiydi ve modern Kuran metinlerinden kaydadeğer bir farklılık göstermiyor, böylelikle metnin 600'lerin sonlarından sonra gerçekten de değişmediğini ortaya koyuyordu.

 

O tarihte Alman ekibinin bilmediği şey ise, buldukları Kuran nüshalarından birinin bir “tekrar yazılmış parşömen” olduğuydu. Bu terimin anlamı, parşömenin üzerine yeniden yazılması ve ilk yazının yerini başka bir metnin almasıdır. Fakat günümüzde ultraviyole fotoğrafçılık, altında bulunan orijinal el yazmasını ortaya çıkarabilir.

 

Orijinal el yazması Kuran'dı, fakat Halife Osman'ın (yönetimi: 644-656) emrettiği sıralama içinde değildi. Halife, Kuran'ın resmi bir versiyonunu yayınlamış ve onu kopyalayıp yaymıştı. Bu nüsha, sureleri en uzun olanı en başa gelecek şekilde, uzunluklarına göre sıralıyordu. Bunun yapılması, kitabın şu veya bu düzeyde, kronolojik açıdan geriye doğru sıralanması anlamına geliyordu, zira en eski sureler daha sonrakilerden daha kısaydı. . Bu yüzden Kuran'ı okumaya çalışan Batılılar, en sondan başlayıp geriye doğru okumalı ve bağlam için, iyi bir Hazreti Muhammed biyografisiyle yan yana okumalıdır (Her zaman, Montgomery Watt'ın “Hazreti Muhammed: Peygamber ve Devlet Adamı” kitabını beğenmişimdir [kitabın birkaç ay önce Türkçe çevirisi de yayınlanmıştır – Ç.N.]).

 

Dolayısıyla “yeniden yazılmış parşömen” niteliğindeki Kuran nüshası muhtemelen, Osman'ın resmi versiyonunun yayınlandığı M.S. 650 tarihinden daha eskiydi. Daha sonra radyokarbon yoluyla yapılan tarih belirleme çabası, bu kitabın en azından 640'ların sonu gibi erken bir tarihe ait olduğunun, yani Hazreti Muhammed'in ölümünü takip eden on yıllık dönemden kalma olduğunun, dolayısıyla da şu anda bilinen en eski Kuran nüshası olduğunun kuvvetle muhtemel olduğunu ortaya koydu. Bu arada, her ne kadar surelerin sırası sonraki standarttan farklı olsa da, metnin kendisi günümüzdeki Kuran'dan farklılık göstermemektedir. Dolayısıyla da İslam dininin tarihte sağlam bir temelinin olduğunu göstermektedir.

 

El yazması halindeki en eski Yeni Ahit parçası M.S. 125 yılına, tam el yazmaları ise daha sonraki dönemlere aittir. Bu yüzden şu an elimizde, Hz. Muhammed'in ölümünü takip eden on veya yirmi yıllık döneme ait bir Kuran nüshası(nın çoğu) bulunuyor. Bu, Hristiyanlık için söylenemeyecek olan bir şeydir. Ben eninde sonunda çok eski Yeni Ahit nüshaları da bulacağımızı düşünüyorum. Burada yalnızca, Yemen'deki bulgunun tarihsel öneminin altını çiziyorum. 

 

Bu keşif, Stanford'dan Behnam Sadeghi ve Mohsen Goudarzi tarafından analiz edildi ve yayınlandı -  her ne kadar Yemen'de yayınlanan bir yüksek lisans tezi, onların bilmediği yaklaşık 40 sayfa bulmuşsa da.

 

Neden yeniden yazılmış parşömen Kuran nüshasının daha meşhur olmadığını, yahut neden Sadeghi ve Goudarzi'nin çalışmasının daha iyi bilinmediğini anlayamıyorum. Ortadoğu araştırmaları çevrelerinde bile, Yemen'deki bulguları meslektaşlarımın önüne getirdiğimde çoğu zaman şaşırdıklarını ve bunları bilmediklerini görüyorum. Dahası, Birmingham'daki 2 sayfa hakkında haber hazırlama telaşesi de, Yemen'deki metinleri bilmiyor gibi görünüyor.

 

Yemen'deki sonuçsuz savaşın (bir gerilla hareketini hava bombardımanıyla yenemezsiniz) mümkün olduğunca erken bitmesini, sivillerin tehlike içinde olmaktan çıkmasını ve Yemen'in zengin kültürel hazinelerinin daha fazla yıkıma uğramaktan korunmasını umalım. Bush 2003 yılında Irak'a girdiğinden beri, insanların güvenliği ve hayatları ortadan kalktığı gibi, Ortadoğu tarihi de kayboluyor. İnsanlar tarihe ve kimliğe ihtiyaç duyarlar ve onların elinden bunu çalmak bir suçtur. Suudiler, iki kutsal şehrin, Mekke ve Medine'nin bekçileri olmakla övünüyor. Onlar Kuran'ın da bekçisi olmalı ve Sana'yı vurmaya son vermelidir.

 

 

www.medyasafak.net