Hizbullah’ın askeri lideri: Ya şehit olurum, ya zafer bayrağını dalgalandırırım

Hizbullah’ın askeri lideri: Ya şehit olurum, ya zafer bayrağını dalgalandırırım
Bu meselede yeni olan ve üzerine konuşulması gereken ise, 1982’den beri İsrailli Mossad ve Amerikan İstihbaratı’na karşı yürütülen mücadelede merkezi bir rol oynayan Hizbullah’ın önde gelen Cihatçı Komutanı Mustafa Bedreddin’in hedef alınması. Düşman bıkmadan usanmadan “Zülfikar”a ulaşmaya çalışıyor.

 

 

Al-Akhbar

 

 

 

Hizbullah ve düşmanları arasındaki kadim sessiz savaş artık sadece Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ve bir takım Batılı ülkelerle sınırlı değil. Aksine tedricen Arap ülke ve servislerinin ve hatta bazı Lübnanlıların da dahil olduğu pratik bir işbirliğine doğru evrilmekte.

 

Bu vakada, mesele sadece cihat eden komutanları teröristlermiş gibi tasvir etmekle sınırlı değil, bilakis daha geniş sistemli bir baskı programı söz konusu: Halen mücadeleye devam etmekte olanların ve şehitlerin imajlarını karalamaya yönelik hareketler, onların yakın sosyal çevrelerini baskı altına almak, ya da onlar hakkında söylenen ve ortalıkta dolaşan sözleri istedikleri gibi çekip çevirip yaymak gibi. Özellikle de bu karalama kampanyasında rol alan ve böylesi bir güce hâiz olduklarını gösteren büyük profesyonel partiler, bir yandan da düşmanlıktan daha da tehlikeli bir şeyi açık ettiler: Nefret. Kör bir bağnazlığa götüren nefret.

 

Bu bağlamda, böylesi bir ortamda, Hizbullah Genel Sekreteri Seyit Hasan Nasrallah geçen Cumartesi günü gündem üzerine, Amerikan Senato kararı ya da Hizbullah'ın cihatçı komutanlarının hedef gösterildiği yeni bir liste ile mevcut varlıklarına el koyma ile onlara yönelik finansal yaptırımlar üzerine uzun değerlendirmelerde bulundu. Yine yıllardır Hizbullah yetkilileri, kadroları, ve komutanlarına yönelik yürütülen suikastlerden yeterli sonuç alamadıklarından, onları fiziksel olarak yok edemediklerini gördüklerinden şahsiyetlerini hedef alan morallerini bozmaya yönelik yalanları dolaşıma sokmaya başladılar. Bunun yanında, Hizbullah mücahitleri ve kumandanlarının kişilikleri, ahlakları, finansal bağlantıları ve davranışlarını hedef alan ve çeşitli suçlamalar yöneltmek üzere özellikle kurulmuş İsrailli ve istihbarat bağlantılı internet siteleri var. Bu özellikle, fiziksel olarak öldürmeyi başaramadıkları, cihat geçmişi olan, büyük başarılar göstermiş, sebat ve fedakarlık göstermiş liderlerin kişiliklerine yönelik suikastler şeklinde kendini gösteriyor.

 

Bu meselede yeni olan ve üzerine konuşulması gereken ise, 1982'den beri İsrailli Mossad ve Amerikan İstihbaratı'na karşı yürütülen mücadelede merkezi bir rol oynayan Hizbullah'ın önde gelen Cihatçı Komutanı Mustafa Bedreddin'in hedef alınması. Düşman bıkmadan usanmadan “Zülfikar”a ulaşmaya çalışıyor. Kuveyt hapishanesinden zor kullanarak çıktığı günden beri, cihada ve Direniş'in en hassas güvenlik ve askeri meselelerine liderlik etmeye devam etti. Dahası, bu süreçte Amerikalılar ve İsrailliler de onu katletmek ve ortadan kaldırmak amacıyla takip etmeye de devam ettiler.

 

İmad Muğniye'nin şehit edilmesinin ardından, düşman, bütün o İbrani, Arap ve Batılı şubeleriyle, zaten baştan beri varlık nedeniyle birlikte kendilerinin hedefi olan yeni bir problemle başbaşa olduğuna kâni oldu. Direniş'in, Lübnan, Suriye ve diğer bölgelerde bulunan Amerika-İsrail casusluk ağına yönelik geniş çaplı bir güvenlik politikası başlatması, ve casusluk ağını yok edip hainleri tutuklamasının ardından birkaç yıl sonra, doğrudan Bedreddin'i hedef alan kampanya yenilendi ve tekrar canlandırıldı.

 

Suriye'deki krizin patlak vermesinden bu yana, Direniş ve düşmanlarının çarpışacağı yeni bir mecra da doğdu: Bedreddin'in önderliğinde bulunan Direniş'in bir grup savaşçısı Suriye Ordusu ile beraber Suriye topraklarının kimi bölgelerinde savaşıp, sadece geleneksel Suriye ve Direniş düşmanlarının planlarını alt-üst edip onları sinir krizlerine gark etmekle kalmadılar, bir de Tekfirci grupları doğrudan yaptıkları saldırılarla mahvettiler.

 

Bedreddin'i tüm dünya çapında resmi olarak aranan bir suçlu yapabilmek için Lübnan Eski Başbakanı Refik Hariri'nin suikastçisi olarak göstermeye yönelik bir kampanya düzenlediler. Yine yalancılıklarıyla meşhur olmuş şahitler, ve Uluslararası Mahkeme'ce düzenlenmiş gizli şahitler ve anonim şahitler yoluyla, ona zarar vermeye azmettiler. Bu şahitler verdikleri ifadelerde onu sadece Hariri suikasti dolayısıyla suçlayan hikayeler yazmakla iktifa etmediler, üstüne bir de onu ahlaksız ve yasadışı bir adam olarak tasvir etmeye çalıştılar.

 

Bu süreçte maalesef resmi ve siyasi Lübnan makamlarını da işgal eden bazı kişi ve gruplar Amerikan-İsrail istihbaratına yardım ettiler. Fakat bütün o çabalar, bütün o kaçırma ya da suikast çabaları sonuç vermedi. Yine düşmanın, Suriye, Lübnan ve diğer yerlerdeki Mossad ajanlarına ve Tekfirci gruplara karşı geliştirdiği iş yapma mekanizmasını deşifre etmek için tüm uğraşısı da boşa gitti.

 

Kampanyalarının amacı sadece halkın gözünde Bedreddin'in değerini düşürmek değil, aynı zamanda onu baskı altına alarak, stres altında yanlış adımlar atmaya zorlamak. Fakat Bedreddin onların etkilerine tepki vermiyor ve uydurdukları sözlere gülmekle yetiniyor, tıpkı cihatçı bir Hizbullah komutanının yapacağı gibi.

 

Bedreddin gözlerden ve medyadan uzak olsa da, onunla beraber olanlar ondan şu sözleri naklediyorlar: “Benim görevim onların bütün komplolarına göğüs germek, şehit düşene ya da zafer bayrağı dalgalandıra kadar ne Suriye, ne Lübnan, ne de başka yerlerdeki görevlerimi terkedeceğim.”

 

 

www.medyasafak.net