Halep: Tekfirci teröristlerin ve emperyalizmin harabeye çevirdiği şehir

Halep: Tekfirci teröristlerin ve emperyalizmin harabeye çevirdiği şehir
Halep’teki ilk ve en eski Osmanlı camisi olan Hüsreviye Camii [inşa tarihi 1544], yıkıldı. Milyonlarca dolarlık bir yatırım olarak, yüzyıllık bir binayı kullanan Carlton Hotel de öyle. 12 katlı Belediye binasının yüzde 80’i yıkıldı. Memlük veya Eyyübi döneminden kalma küçük bir camiden ve medreseden [700-1000 yıllık] geriye, kapısı ve kapının üstündeki küçük minare dışında bir şey kalmadı.

 

 

 

 

Crescent-online.com

 

 

 

Bu rapor, ailesinin güvenliği için kimliği tarafımızca saklanan bir Halep sakininden. Aile fertleriyle birlikte, dışarıdan yaratılmış bir savaşın yaşandığı bir bölgede, gündelik zorluklar içinde yaşıyorlar. Su ve elektrik kesintileri, şehrin pek çok bölgesine yerleşmiş NATO ve ABD destekli teröristlerin, keskin nişancı veya top ateşine maruz kalma riskinin bulunduğu rastgele tampon bölgeler yaratması, her gün vuku bulan olaylar. 

 


(Harabeye çevrilmiş bu şehri evi olarak gören birinin anlatısını olduğu gibi – ham ve içten halde – tutmak önemli olduğu için, orijinal raporun mümkün olduğunca fazla kısmını korumak adına metinde düzenleme asgari düzeyde tutulmuştur.)



 

Şehrin öteki tarafına seyahat



Tanıdığımız dost bir taksi şoförü, Halep'in diğer tarafındaki evini ziyaret etmek istedi. Burası, kontrolün teröristlerin ve sözde “isyancıların” elinde olduğu bir bölge.



Suriye savaş uçaklarının, evinin yakınındaki bir bölgeye saldırı düzenleyip burayı bombaladığını duymuştu. Bayram tatilinde (17-19 Temmuz) eşiyle birlikte iki günlüğüne oraya gitti.



Normalde şehrin bir tarafından diğerine, 20-30 dakika sürmesi gereken bir yolculuk, aşağı yukarı 10 saat sürdü, çünkü U dönüşü yapmak ve başka bir bölgeden girmek için şehirden 25 mil uzaklaşmaları gerekmişti. Halep şehrinin doğu kısmına, en sonunda da kendi evlerine ulaşmak için, teröristlerin kontrolündeki pek çok köyden geçmeleri gerekmişti.



Otobüsle gittiler; dostumuz olan taksi şoförü, teröristler zorla elinden alabileceği için arabasını almadı.



Bana, iki günlük seyahatin (yolculuk, yemek, vs.) 70-100 dolara mal olduğunu söyledi. Bundan şikayet ediyordu, çünkü bu onun için çok paraydı, onun en az bir tam haftada kazandığı paraya eşitti.



Onlar (teröristler) hala orada olan kıyafetlerinin çoğunu almışlar. Hala binada yaşayan ve binayı koruyan iki komşuları sayesinde, pek çok şey ise yerinde kalmış. Mahalledeki öteki apartmanlar ve evler ise soyulmuş, içine zorla girilmiş veya teröristler için yuvalanma yerlerine dönüştürüldüğü için hasar görmüş.



Pek çok iyi insan halen şehrin bir tarafından diğerine gidiyor. İnsanlar evlerinden atılmayı hak etmiyorlardı ve bir yerde kalmak veya başka bir yerde mülteci haline gelmek onların seçimi değildi.



Her iki tarafı da ziyaret etmek insanlar için halen mümkün, fakat tehlikeli ve bu benim almak istemeyeceğim bir risk.



 

Kale

 


Anladığım kadarıyla, teröristlerin kontrolünde olan eski sur içinin ortasındaki kadim Halep kalesinin çok stratejik akropol tepesini elinde tutan Suriye ordusu 13-14 Temmuz'da, teröristlerin kale sınırlarının çok yakınına kazdığı ve patlayıcılarla doldurduğu yeni bir tünelden haberdar oldu. 



Ordu bir karşı saldırı düzenledi ve teröristleri telaş içinde tünelden çıkmaya zorladı. Maalesef teröristler gitmeden önce patlayıcıları infilak ettirdi ve bu patlama, kale duvarlarının bir kısmının yıkılması için yeterli oldu.



Ordu bu tüneli fark etmeseydi ve teröristler daha uzun ve daha derin bir tünel kazıp on kat fazla patlayıcı yerleştirseydi, belki de bütün bir kale yıkılacaktı diye düşünmeden edemiyorum.



Halep'teki ilk ve en eski Osmanlı camisi olan Hüsreviye Camii [inşa tarihi 1544], yıkıldı. Milyonlarca dolarlık bir yatırım olarak, yüzyıllık bir binayı kullanan Carlton Hotel de öyle.



12 katlı Belediye binasının yüzde 80'i yıkıldı. Memlük veya Eyyübi döneminden kalma küçük bir camiden ve medreseden [700-1000 yıllık] geriye, kapısı ve kapının üstündeki küçük minare dışında bir şey kalmadı.



Yalbogha al-Nasıri geleneksel Türk hamamı [700-800 yıllık] hala yerinde duruyor, fakat büyük kubbelerinden bazıları çöktü. Bir başka asırlık bina – 15 yıl önce 3-4 saatliğine orada oturduğumu, bitirme projem için kullanacağım bazı bilgileri ellle çoğalttığımı hatırlıyorum –, özellikle de binanın girişindeki ikiz sarmal merdivenler öyle büyük hasar gördü ki, geriye neredeyse bir iz bile kalmadı.  



Şehirde savaşla geçen 4 yıl boyunca bu binaların hepsi aynı terörist tekniklerle yok edildi: tünel kazma, yahut eski Halep'in tamamının altında halihazırda bulunan tünel ağlarını kullanma, üstündeki her şeyi havaya uçurmak üzere bu tünelleri patlayıcıyla doldurma.

 

Bu patlamalar dikkatleri başka tarafa çekerken, terörist birlikleri başka bir hedefe, en çok da, Suriye ordusunun konuşlandığı kaleye saldırmaya çalışıyor. Şu ana kadar Suriye Arap Ordusu'nun elindeki bu önemli mevziyi ele geçirmeyi başaramadılar, ama kalenin gördüğü hasar çok büyük.



Yukarıda anlattıklarım korkunç olsa da ve sabotaja uğrayan ya da tahrip edilen başka meşhur yerler [pazarlar, çarşılar, camiler ve kiliseler] de biliyor olsam da, eski şehirde daha fazla bölgenin ve binanın, bildiğim halleriyle hala mevcut olduklarını görmekten hoşnutluk duydum. Belki onlar o kadar ünlü değil veya birer başyapıt değil, fakat yine de el değmemiş haldeler.



Savaş, Halep'in sembollerini hedef aldı [tabi bütün Suriye'de aynı strateji uygulandı]. M.S. 4. Yüzyıldan beri, Hellenik dönemden beri orada olan Halep çarşısı bir sembol ve bütünüyle kundaklandı. Bir hafta boyunca süren yangında dumanlar bütün şehre yayılırken, bu tarih parçası, zemine dökülmüş küllerden ibaret kaldı.



Büyük Ümeyye Camisi bir sembol; yaklaşık 1000 yıllık minaresi dinamitle yok edildi. Minberi parçalara ayrıldı (parçaların çoğu Türkiye'ye götürüldü).



Birkaç yan duvar tamamen yıkıldı. Camiyi ilk ve en eski kullanımına geri çevirdiler: Hellenik dönemdeki Agora meydanına. Bütün öteki kayıp yerler ve anıtlar için de benzer bir yazgı mevcut.  



Halep'ten geriye kalan son sembol, en ünlü olanı: Kale. Balkonumuzdan kalenin bir kısmını görebiliyorum, ama binanın çatısından daha net görüyorum.



Kale hala orada, teröristlere ve onları finanse eden devletlere direniyor. Fena halde yaralanmış, ama hala orada ve şehrin gökyüzüne hakim. Birkaç yıl önce, Fırtına Tanrısı Tapınağı'nı [M.Ö. 2. Binyıl] buldukları yerde.



Kale, Moğollar ve Haçlılar da dahil olmak üzere nice istilacıya direnebildi. Tarih boyunca birkaç defa ciddi hasar gördü, ancak tarihin yaşayan en eski şehirlerinden birinin sakinlerinin ölümsüz simgesi olarak, tekrar ve tekrar inşa edildi.



Çevresindeki pek çok binada olduğu gibi, onun da tamamen yıkıldığını görmemek için dua ediyorum.

 

 

Sosyal durum

 


Halep, başlangıçtaki büyüklüğünün beşte birine indi, fakat teröristlerin eline geçmesinden sonra kendi bölgelerinden kaçan mültecilerin gelişiyle aşırı kalabalıklaştı.



Her gün şehirde yürüyorum. Kolu-bacağı olmayan çocuklar ve genç kızlar görüyorum; teröristlerin attığı, onları rastgele hedef alan ve hiçbir zaman onları bırakmayacak korkunç yaralara ve korkunç hatıralara yol açan havan toplarının veya şarapnel parçalarının hedefi olmuşlar. 



Bir bacağını kaybetmiş olan kız, sağlam bacağının üstünde durup ekmek satıyor; bir kolunu kaybetmiş çocuk ise sakız satıyor. Bunlar, haberlerde kısaca bahsedilen, teröristlerin saldırılarından sonra bir haber satırında ancak rakam olarak geçen “yaralı” insanlar.



“Yaralı”, çizik almış veya parmağı kanayan kişi değildir; gözünü veya kol-bacağını kaybetmiş kişidir.



Ramazan'da geceleri bazı bölgelerde halen canlı müzik icra ediliyor, izleyiciler nargile tüttürüp soğuk içeceklerini yudumluyorlardı. Krizin bütün çetinliğine direnen bu müzisyenlerin ruhuna hayran kalmamak elde değil.



Savaş ve gelir yokluğu nedeniyle pek çok kadın, para için kendini satıyor. Fuhuş Halep'te çok yaygın ve “normal” bir şey haline geldi ve bütün toplumsal sınıfları ve tabakaları etkiledi. Fuhuş tarih boyunca hep vardı, fakat hiçbir zaman bu ölçekte ve bu yaygınlıkta görülmemişti.



Bu, bütün kaynakları kurutan ve bütün umutları azaltan koşullardaki kıt bir varoluşa boyun eğmeye mecbur bırakılan insanların durumunun derinliğinin sembolü niteliğinde.



Bütün gençler her gün, göçten ve şehri terketmekten bahsediyor. Herkes Avrupa'ya, en çok da devasa sayıda Suriyeli mülteciyi kabul eden İsveç'e gitmek istiyor. Olağan yolculuk Suriye'den Türkiye'ye gidişle başlıyor, arkasından da teknelerle Yunanistan'a gidiyorlar. Bu çok tehlikeli bir yolculuk, çünkü pek çok kişi hayatını kaybetti ve boğuldu.



Yunanistan'a ulaşmalarından sonra, Almanya'ya veya İsveç'e varıncaya kadar zahmetli bir süreç başlıyor. İnsanları illegal yollardan Avrupa'ya kaçırmak için yeni bir “pazar” oluştu. Herkes, İsveç'e ulaştıkları zaman hükümetin onlara bedava ev ve kişi başı 500 Euro vereceği şeklindeki mite inanıyor.



Ben onlara bu meblağın Suriye'de bir servet olabileceğini, fakat orada öyle olmadığını ve hayatın o kadar da ucuz olmadığını anlatıp durdum. Fakat sadece gitmek istiyorlar. Suriye dışındaki hayat bir cennet gibi görünüyor ve çocuklarının emniyette olmasını ve bir geleceklerinin olmasını istiyorlar.



Genel olarak Suriye'de, özel olarak da Halep'te olan şeyler, insanların hala inanamadıkları büyük bir “şok” olarak tanımlanabilir.
 

 

 

Ani para akışı

 


2006-2011 yılları arasında Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve neredeyse Avrupa'nın tamamı ile ABD, Suriye'yle ilişki kurdu ve ülke içindeki pek çok uluslararası yatırımı finanse etti. İnsanları eşi görülmemiş düzeyde para yağmuruna tutup birkaç yıl içinde hepsinin geri alınmasının, bu yağmurun yerini havan ve top ateşlerinin almasının bir tuzak mı, bir şantaj mı, yoksa bir uğursuzluk mu olduğunu tarih eninde sonunda ortaya çıkaracaktır. 



O dönemde birden bire, büyük şehirlerde alışveriş merkezleri mantar gibi türemişti. Porsche, Lamborghini ve Ferrari markaları da dahil olmak üzere yepyeni arabalar sokaklarda görülür olmuştu.



Benim mahallemde ve pek çok başka yerde çok sayıda yeni bina, eskilerin yerini aldı. Tanıdığım pek çok arkadaş bana, fabrikalarda ve müteahhit firmalarında işçilere ücret olarak 20,000 – 25,000 dolar verdiklerini söylüyordu! İşler inanılmaz düzeydeydi, herkes mutluydu.



Şam'da bir Hollanda firması için mimari bir projede çalışmak için Avrupa'dan ayrılıp Suriye'ye dönen bir mimar var. Bütün Suriye ve halk, refahın zirve noktasına gelmişti, sonra her şey, adeta bir deprem önüne gelen her şeyi yıkmış gibi çöktü. İnanılmaz bir trajedi.



Kardeşim, bir zamanlar zengin ve varlıklı olan bir arkadaşının sokakta bir caminin önünde küçük malzemeler [plastik gereçler, sakız, vs.] sattığını görmüş ve inanamamış. Arkadaşı ona her şeyini kaybettiğini, bakması gereken bir ailesi olduğunu ve masaya yemek koyması gerektiğini söylemiş. Türkiye onun fabrikasını dağıtmış ve çalmış.



Arazisi yakılmış, malları ya hasar görmüş ya da çalınmış ve bir anda iflas etmiş.



Her gün kulağıma ve kalbime yeni bir hikaye, gerçek trajediler geliyor. Birden bire her şey bitiyor ve insanların dünyaları başlarına yıkılıyor.


8 milyon dolar değerinde bir fabrika Türkiye tarafından dağıtıldı ve çalındı. Fabrikanın sahibi bu zararlar nedeniyle felç geçirip öldü. Halep'in sanayisi Türkiye tarafından parçalandı ve çalındı.



Bir mimarın veya bir yatırımcının ücret ödediği işçiler, bir “isyancı” müfrezesinin liderleri oldu. Şimdi istedikleri sayıda kadına tecavüz edebiliyorlar; ellerinde milyonlarca ABD doları var ve milisleriyle beraber geri dönüp o mimarların veya o yatırımcıların işyerlerini tahrip edebiliyorlar. Ne uğruna Allah bilir… Öfke? İntikam? Onları kendi halklarına karşı bu tür suçlar işlemeye motive eden şeyin ne olduğunu anlamak imkansız.



Görüştüğüm başka biri bana, kaçırıldığını ve devasa bir fidye istendiğini, bu yüzden parayı ödedikten hemen sonra iflas ettiğini anlattı. Fabrikasını, bütün ticari varlıklarını kaybetmiş ve şimdi diyabet, tansiyon ve kalp sorunları çekiyor.



Herkesin gözünde aynı şeyi görüyorsunuz: ne kadar zengin ve müreffeh olduklarını, eğlence ve gezi için yılda üç defa Avrupa'ya seyahat ettiklerini, Suriye'de hiç olmadığı kadar iyi bir hayata sahip olduklarını ve çocukları için, ülkeyi inşa etmek ve şehirlerini modernize etmek için büyük hayallerinin olduğunu hatırladıklarında yüzlerinde bir küçük bir ışık pırıltısı ve acı bir tebessüm beliriyor… Tüm bunlar varken, birden bire, her şey yok oldu.



Eski bir arkadaşım bana, birkaç ay önce ailesini kıyı ve dağ gezisine götürünceye dek 4 ve 6 yaşlarındaki en küçük iki kızının, denizin ve dağların neye benzediğini bilmediğini söyledi. 4-5 yıl boyunca evlerinden ayrılamamışlar. 



Bir komşunun kızı, şehrin bir diğer “enfekte olmuş” bölgesinde teröristler evini işgal ettikten sonra, üç genç kız çocuğuyla birlikte anne-babasının evine geri dönmüş. Teröristler, yağmalayabildikleri ne varsa yağmalamışlar ve bütün bir evi soyup soğana çevirmeden gitmemişler.



Sabotaj, mobilyaların yakılmasını veya kırılmasını içerebilir, fakat bir insan evindeki odaların, mobilyaların ve aile resimlerinin insan dışkılarıyla lekelendiğini gördüğünde bu, mide bulandırıcı ve aşağılayıcı bir şeydir.



Ben Suriye'nin dışında kalmaya devam ederken bu tür hikayeler duyuyordum, fakat bunların münferit olaylar olduğunu, şehrin bu kısmında insanları aşağılamaya ve evlerini terk etmeye zorlamaya dayalı ortak bir strateji olmadığını sanıyordum.



İşte bu yüzden kızları dairesini satmış ve bir daha görmek de istememiş, arkasından da anne-babasının yanına dönmüş. Ötekiler mülteci haline gelmişler. Daha başkaları, kızlarını fuhuş pazarında satmış…. Birbiri ardına gelen bu hikayeler kalbimi parçalıyor ve bana şu soruyu sorduruyor: Bütün bunlar nasıl olabildi ve bütün bunları kim planladı?

 

 

www.medyasafak.net