IŞİD’e karşı sahte savaş: Suriye’deki durum kızıştırılıyor

IŞİD’e karşı sahte savaş: Suriye’deki durum kızıştırılıyor
Washington ölçülü bir yaklaşım izleyip Türkiye’yi ihtiyatlı bir şekilde destekliyor ve bir yandan da operasyonun kapsamını sınırlı tutmaya çalışıyor gibi görünse de, bu yanıltmaca yalnızca görünüş uğrunadır. Nitekim Brookings Enstitüsü daha geçen ay, Suriye’de yapısökümü: Konfederal bir ülke için bölgeselleştirilmiş bir stratejiye doğru başlıklı bir politika metin yayınlamıştı.

 

 

 

Eric Draitser

 

 

New Eastern Outlook

 

 

 

Temmuz 2015 sonu itibariyle medya, Türkiye'nin Suriye'deki “İslam Devleti” (IŞİD) hedeflerinin bombalanması için üslerini  ABD savaş uçaklarına açacağı haberleriyle dolu. Bu gelişmenin nasıl da “oyun değiştirici” olacağı ve ABD'nin IŞİD'e karşı – yani, ABD istihbaratının 2012 yılında Beşar Esad liderliğindeki Suriye hükümetine karşı rejim değişikliğini kışkırtma yönündeki daimi çabaları dahilinde olumlu bir gelişme olarak görüp iyi karşıladığı  terör örgütüne karşı – yürüttüğü, çokça propagandası yapılmış, fakat kurgusal yanı gerçek yanından fazla olan savaşta açık bir kızışma olacağı konusunda epey söz söyleniyor.

 

Batı kamuoyuna, ABD'li bir askeri yetkilinin Wall Street Journal gazetesine söylediği gibi, “bunun büyük bir değişim, büyük bir olay olduğu” söyleniyor. Şirket medyasının bahsetmediği şey ise, Türkiye'nin Suriye'deki savaşta ve sonuç olarak IŞİD'in gelişminde ve varlığını korumasında temel aktörlerden biri olduğu ve olmaya devam ettiğidir. Dolayısıyla, Washington bu terör örgütüne karşı savaşı ivmelendirme yönünde coşkulu şairane konuşmalar yapıp Ankara'daki müttefiklerinin katılımını alkışlarken, pek de gizli olmayan gerçek Türkiye'nin yalnızca, kendisinin teşvik ettiği bir savaşta kendini daha fazla emniyete aldığıdır.

 

Eşit derecede önemli basit bir gerçek ise, “IŞİD'le savaş”ın Türkiye'nin Suriye'deki ve bölgedeki askeri müdahalesinin bir bahanesinden ibaret olduğudur. Türkiye'nin yeni-Osmanlı rövanşisti Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye'deki rejim değişikliği gündemini ilerletmek için güç gösterisi yapmak istediği gibi, aynı zamanda son yaşanan trajik olayları, bölgedeki Kürtlere, özellikle de Türkiye'nin uzun süredir hasmı olan PKK'ya karşı yeni bir saldırganlık savaşı yürütmek üzere siyasi ve diplomatik örtü olarak kullanıyor.

 

Bu şekilde Türkiye'nin son adımları yalnızca, körüklenmesine yardımcı olduğu bölgesel savaşa müdahalesinde yeni bir safha olarak görülmelidir. Batılı şirket medyasında konuşulanların aksine Türkiye'nin çatışmaya aktif olarak müdahil olması yeni değildir; Ankara yalnızca strateji ve taktiklerini değiştirmiş, örtülü müdahaleden açık katılıma geçmiştir.

 

Aynı savaş, yeni safha

 

Türkiye ve ABD'nin yeni hava saldırıları düzenlemesinin yakın gerekçesi, IŞİD'e karşı savaşın genişletilmesi. Türkiye'nin Kürt yoğunluklu Suruç kasabasında gerçekleşen ve 32 gençlik aktivistinin ölümüyle sonuçlanan bombalı saldırının ertesinde Türk hükümeti, iddiaya göre  hem IŞİD hem de PKK hedeflerini sert bir şekilde vurdu. Bu savaşın yeni safhasına dair her türlü analiz, bu zemin karşısında sunulmalıdır.

 

İlk ve öncelikli olarak, Türk hükümetinin resmi anlatısı – intihar bombacısının IŞİD'le bağlantılı olduğu – kesin olmasa dahi bunu doğru kabul etsek bile, nihai sorumluluk sorusu temel hale gelecektir. Ankara dünyayı ellerinin temiz olduğuna ve uluslararası terörizmin masum kurbanı olduğuna inandırmaya çalışsa bile, gerçekte Türkiye en başından beri IŞİD'in büyümesini teşvik etmek ve yaymak için elinden geleni yapmıştır. Bu haliyle, Suruç saldırısının suçunun çoğunu yüklenmesi gereken Türk hükümetidir. 

 

En azından 2012'den beri Türkiye, Suriye'ye giden silah akışının ana kanalı olageldi. O yılın Haziran ayında NY Times, CIA'in uzun zamandır ABD istihbaratıyla çalışan Suriye Müslüman Kardeşler unsurlarını kullanarak Esad karşıtı güçlere sınırın Türkiye tarafından silah taşıdığını doğrulamıştı. Yine 2012 yılında Reuters, Türkiye'nin “sınıra yakın bir şehirden Suriyeli isyancılara hayati önemde doğrudan askeri yardım ve iletişim yardımı sunmak üzere müttefikleri Suudi Arabistan ve Katar'la birlikte gizli bir üs kurduğunu” açığa çıkarmış ve şunları yazmıştı: “Doha'da bulunan bir kaynak, ‘Üssü askeri olarak Türkler kontrol ediyor. Türkiye, ana koordinatör/kolaylaştırıcı konumunda. Türkiye'nin üstte, Suudi Arabistan ve Katar'ın altta olduğu bir üçgen düşünün' diye konuştu.”

 

Türk istihbaratının El Nusra Cephesi'ni ve öteki terör gruplarını silahlandırmaya ve beslemeye yönelik süregiden kampanyada aktif bir oyuncu olduğu da şimdi belgelenmiş durumda.  Buna ilişkin kanıtları kamuoyuyla paylaşan günlük Cumhuriyet gazetesinin yayınladığı video görüntülerine eşlik eden telefon konuşması dökümleri, pek çok görgü tanığının ifade ettiği şeyi doğruluyor: Türk güvenlik güçleri, başka bölgelerin yanısıra Suriye'nin Keseb kasabası içinde ve civarında Nusra Cephesi ve öteki cihadçı gruplar için düzenlenen bombalama ve destek operasyonlarına doğrudan müdahil oldu. Türk hükümeti tarafından silahlandırılan ve desteklenen aynı teröristlerin pek çoğu bugün Türkiye'nin düşmanları olarak ve Türkiye'nin askeri müdahale ihtiyacının gerekçesi olarak gösteriliyor.

 

Bu yüzden, Türk hükümetinin Suriye'deki terörist grupların baş destekçisi ve sponsoru olduğu kaçınılmaz bir şekilde anlaşıldığında, savaş gerekçesi en iyi ihtimalle çürük hale geliyor. Fakat eğer mesele terörle savaşmak değilse, Ankara'nın hedefi tam olarak nedir? Ne kazanmayı umuyor?

 

Erdoğan'ın gündeminin en tepesinde, Suriye'de dört yıldır gerçekleştiremediği rejim değişikliğini gerçekleştirmek için IŞİD'i bir bahane olarak kullanmak bulunuyor. Silah, para, eğitim alanları ve siyasi destek sunulmasına rağmen Türkiye'nin vekil güçleri; Suriye Arap Ordusu, Hizbullah ve müttefik güçler tarafından kesin olarak yenilgiye uğratıldı. Bu yüzden Erdoğan şimdi, bu işin halledilmesi için gerekli askeri üstünlüğü sağlamaya çalışıyor. Bu, Türkiye-Suriye sınırı üzerinde hava desteği ve “uçuşa yasak bölge” anlamına gelir; bunlar görünürde Türkiye'nin IŞİD'le savaşmasını sağlayacaktır, ancak gerçekte, başka durumda bunu yapamayacak olan teröristler için bölgenin emniyete alınması anlamına gelecektir. Bu, Suriye'ye de facto askeri müdahaledir. Hatta belki de facto da değil, açık savaş ilanıdır – ve açık savaş suçudur.  

 

İkinci olarak varsayımsal “IŞİD'e karşı savaş”, Erdoğan'ın Kürtlere, özel olarak da PKK'ya karşı tam kapsamlı bir savaş yürütmesi için siyasi açıdan elverişli bir örtüdür. Savaşın yeni safhasının ilan edilmesini takip eden birkaç saat içinde Türk savaş uçakları Suriye ve Irak'taki Kürt hedeflerini vurarak, uluslararası hukuku – böyle bir şey ne derecede kalmış olursa olsun – açıkça ihlal edecek şekilde savaş ilan etti. Gerçekten de Erdoğan, şu sözleri söylerken pozisyonunu açıkça ortaya koyuyordu: “Ulusal birliğimizi ve kardeşliğimizi tehdit edenlerle çözüm sürecini sürdürmemiz mümkün değildir.” Temelde Erdoğan, bölgenin bütün Kürtlerine savaş ilan etmiştir.

 

Belki de en önemli ve Batı'da neredeyse hiç tartışılmayan bir gerçek ise, Türkiye'nin sınırda “IŞİD'den arındırılmış bölge” yaratma yönündeki varsayılan stratejisiyle açıkça bir mit oluşturduğudur. Türkiye, bu doğrultuda “ılımlı muhalefet” ve “Özgür Suriye Ordusu” ile birlikte çalışmayı planlıyor. Ancak gerçeklik, “ılımlılar” diye bir şeyin olmadığı ve bir zamanlar bu şekilde adlandırılan teröristlerin ya eve döndüğü, ya ülkeden kaçtığı, ya El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi'ne geçtiği, ya da şu anda IŞİD bayrağı altında savaştığıdır. Bu yüzden Erdoğan, böyle bir planı ifade ederken farkında olmadan, bu makalenin yazarının pek çok defa aktardığı şeyi kabul ediyor: Türkiye, Suriye'de ve şimdi Irak'ta IŞİD ve El Kaide için askeri kas gücü işlevi görüyor.

 

Fakat elbette, Türkiye tek ilgili taraf olsaydı, bu gelişmeler aynı küresel önemi taşımazdı. Gerçekte, bu tırmanışı çok daha tehlikeli hale getiren, ABD ve NATO'nun katılımı ve gizli anlaşmasıdır.

 

Örtülü savaşı açık hale getirmek

 

Bu yazının yazıldığı an itibariyle NATO henüz Türkiye'nin Suriye'yle ve Kürtlerle savaşını tartışmak üzere toplanmamış, fakat Ankara NATO sözleşmesinin istişareyi öngören, ancak her zaman ortak asker eylemi öngörmeyen 4. Maddesi uyarınca toplantı çağrısı yapmıştı. Ancak toplantının nasıl işlediğinden bağımsız olarak Türkiye, savaşında ABD'den, yani gerçekte NATO'dan açık destek almıştır.

 

Her ne kadar ABD Kürtler için ve savaşın yayılması ihtimalinden ötürü kaygılı olduğunu ifade etse de,  Washington gerçekte Türkiye'nin politikasını desteklemiştir. Beyaz Saray sözcüsü Alistair Baskey, ABD'nin yakın zamanda PKK tarafından düzenlenen saldırıları “güçlü bir şekilde kınadığını” belirtti ve Türkiye'nin ABD ve NATO'nun önemli bir müttefiki olduğunu yineledi. Obama'nın ulusal güvenlik meselelerindeki yakın danışmanlarından olan Ben Rhodes ise şunları söyledi: “ABD elbette PKK'yı bir terör örgütü olarak görüyor. Bu yüzden Türkiye, terörist hedeflere yönelik eylemde bulunma hakkına sahiptir.”

 

Washington ölçülü bir yaklaşım izleyip Türkiye'yi ihtiyatlı bir şekilde destekliyor ve bir yandan da operasyonun kapsamını sınırlı tutmaya çalışıyor gibi görünse de, bu yanıltmaca yalnızca görünüş uğrunadır. Nitekim Brookings Enstitüsü daha geçen ay, Suriye'de yapısökümü: Konfederal bir ülke için bölgeselleştirilmiş bir stratejiye doğru başlıklı bir politika metin yayınlamış, bu metin ise yüzsüz bir şekilde, siyasal analist Tony Cartalucci'nin dirayetli bir biçimde, “IŞİD ve terörizm bahanesiyle Suriye'yi bölme, yok etme ve arkasından adım adım işgal etme” olarak tanımladığı bir planı ortaya koymuştu.  İşte şu anda tanık olduğumuz şey tam olarak budur.

 

Fakat Cartalucci de, bu makalenin yazarı da, olayların bu şekilde gelişmesini öngören öteki meslektaşlarımız da müneccim değildir. Bilakis bunlar, gayet beklenen gelişmelerdi. Yukarıda belirtildiği gibi şimdi yeni bir savaş için gerekçe sağlayan bu teröristler, bugün savaşı yürüten ülkelerin daha önce açıkça desteklediği kişilerdir. O dönemde, onların nihai rolünün bu olacağı açıktı. Acı bir şekilde dünya, bu emperyalist savaşı durdurmak için şimdiye kadar harekete geçmedi.

 

Soru hâlâ şu: Suriye ayakta kalacak mı? Bu sorunun cevabı, Suriye Arap Ordusu'nun ve müttefiklerinin devam eden azmine ve küresel direnişin, Suriye'de ve ötesinde İmparatorluk'un etkin bir şekilde karşısında durabilecek şekilde örgütlenme becerisine bağlıdır.

 

 

www.medyasafak.net