IŞİD Afganistan’da: İran ve Çin’e karşı vekalet savaşı

IŞİD Afganistan’da: İran ve Çin’e karşı vekalet savaşı
Bu durum, IŞİD’in Afganistan’da hizmet ettiği amacı, öteki sebeplerden çok daha güçlü bir şekilde açıklıyor. Washington’un perspektifinden bakıldığında ABD’nin emperyal tutkularına, hem işgalin devam etmesini meşrulaştırmak hem de Çin ve İran nüfuzunu bloke etmek için Afganistan’da istikrarsızlığın oluşması kadar hizmet edecek bir şey yoktur.

 

 

 

Eric Draitser

 

New Eastern Outlook

 

 

Afganistan'daki savaşın niteliği, son aylarda çarpıcı bir değişim geçirdi.  ABD ve NATO ülkedeki aktif müdahalesini sürdürürken – ki onların stratejik hedefleri, Bush yönetiminin yaklaşık on beş yıl önce savaşı başlatmasından bu yana çok az değişti – savaş sahasının genel görünümü ve savaşa aktif şekilde katılan taraflar, kaydadeğer düzeyde değişti.

 

ABD-NATO güçlerinin ülkeden çekilmesi yaklaşırken Afganistan IŞİD'inin ortaya çıkışı, Taliban'ı İran'la açık bir ittifaka değilse de, bir mantık evliliğine sürükledi. Birkaç yıl önce akıllara gelmeyecek bir senaryo olarak görünse de, Şii İran'ın tutucu Sünni Taliban'a verdiği destek, savaşın değişen koşulları nedeniyle bir gerçeklik haline geldi. İnanılması güç olsa da, böyle bir ittifak şimdi Afganistan'da sahadaki durumda kritik bir unsurdur. Ancak bunun önemi, salt ülke içindeki güç dengesinin değişmesinden çok daha büyüktür.

 

Bilakis Afganistan şimdi birçok açıdan, bir yanda ABD ve onun Batı ve Körfez ülkelerinden müttefikleri, diğer yanda ise İran ve bazı Batı dışı ülkeler, en başta da Çin arasında bir vekalet savaşına sahne oluyor. Eğer çatışmanın sınır çizgileri ilk bakışta görülemiyorsa, bunun tek sebebi Batı medyasının ve şirketlere bağlı düşünce kuruluşlarının çok zeki olduğu iddia edilen çalışanlarının çatışmayı doğru bağlamda sunamıyor olmasıdır. Afganistan anlatısı, terörizm ve istikrar, ulus-inşası ve “destek” hakkında kalmaya devam ediyor – tabi eğer tartışılırsa. Ancak mevcut savaş ve onun arkasındaki gündem hakkında temel bir yanlış anlama ve yanlış tanımlama söz konusu.

 

Bu yeni ve tehlikeli gündem nedir? Bu, öncelikle, Afganistan ve Orta Asya'nın geleceği meselesidir. ABD ve müttefiklerinin, bölgedeki temel bir tutunma noktası olan bu ülkeye tutunması ve varlıklarını sürdürmek için bahane araması meselesidir. İran ve Çin'in, ABD'nin kaçınılmaz çıkış anını ve Afganistan ekonomisinin açılmasını bekleyerek ülkede konumlanması meselesidir. En temel düzeyde, erişim ve etki meselesidir. Ve dünyanın bu kısmında alışılageldiği üzere, terörizm ve aşırıcılık en tesirli silahlardır. 

 

 

Yeni Afgan savaşı: IŞİD'in girişi

 

Öte yandan birkaç hafta önce IŞİD militanları, ülkenin Kabil-Kandahar yolu üzerinde bulunan ve stratejik açıdan hayati önemde olan Gazne şehrinde kapsamlı bir kafa kesme eylemi gerçekleştirdi. Olay, IŞİD'i resmen Afganistan'daki haritaya yerleştirdi ve ülkedeki çatışmanın niteliğinde oldukça büyük bir değişime işaret etti.

 

Batı medyası, IŞİD ve Taliban gruplarının İslam Devleti bayrağı altında birlikte savaştığı yönündeki haberlerle dolu olsa da, o tarihten beri var olan şeyin gruplar arasında işbirliği değil, Taliban savaşçılarının, çok daha iyi ödeme yaptığı ileri sürülen IŞİD'e doğru akması olduğu anlaşıldı. Nitekim son iki ayda yaşananlar, iki grup arasında gerçekte bir rekabetin olduğunu ve Taliban ve IŞİD gruplarının birbiriyle yoğun çatışmalara girdiğini gösterdi. Afgan parlamentosunun ulusal güvenlik komisyonu başkanı Abdul Hai Akhondzada, Haziran ayında Deutsche Welle gazetesine şöyle konuşmuştu:

 

Yerel sakinler ve güvenlik yetkilileri, “İslam Devleti” (İD) savaşçılarının Nangarhar eyaletinde 10 ila 15 Taliban üyesini öldürdüğünü doğruladı…Taliban uzun zamandır Afganistan'da savaşıyor ve İD'nin ortaya çıkışıyla birlikte kendi konumlarını tehdit altında görüyor. Elbette kolay kolay teslim olmayacaklardır… İD bütün bölgedeki – sadece Afganistan değil – varlığını büyütmek için savaşırken, Taliban Afgan hükümetini devirmek için savaşıyor.

 

Bu tür çatışmalar şimdi, IŞİD ve Taliban grupları arasında büyüyen bir savaşa işaret edecek şekilde, düzenli olarak vuku bulur hale geldi. Savaş giderek artan düzeyde, Taliban'ın Kabil hükümetine ve onun ABD-NATO patronlarına karşı yürüttüğü bir savaş olmaktan çıkıp, rakip grupların savaş sahasında ve ülkenin siyasi hayatında üstünlük için birbiriyle çatıştığı bir savaşa dönüşüyor.

 

Fakat elbette savaşın gerçek niteliği yalnızca, her iki tarafın arkasındaki temel çıkarların incelenmesi yoluyla anlaşılabilir. Terör gruplarının ve vekil orduların sisli dünyasının gün ışığına çıkarılacağı yer de burasıdır.

 

IŞİD'in Batılı istihbarat örgütlerinin ve hükümetlerin bir varlığı olduğu artık bir sır değil. Grup, Suriye ve Irak'ta faydalı bir amaca hizmet etmek üzere doğrudan desteklendi, faaliyetleri kolaylaştırıldı ve/veya engelsiz bir şekilde gelişmesine izin verildi. Judicial Watch tarafından elde edilen ve şimdi kötü bir şöhret kazanmış halde olan 2012 ABD Savunma İstihbarat Ajansı (DIA) belgesinin ortaya çıkardığı gibi, ABD, Esad hükümetine karşı bir silah olarak kullanmak için “İslam Devleti”nin yayılmasını bilinçli olarak teşvik etti. Belgede, “Doğu Suriye'de ilan edilmiş veya fiili bir Selefi Emirliğinin kurulması ihtimali bulunuyor ve bu tam da muhalefet destekçisi güçlerin, Şii yayılmasının stratejik derinliği olarak görülen Suriye rejimini tecrit etmek için istediği şeydir” ifadeleri kullanılıyordu.

 

Dahası, Türk istihbarat teşkilatı (MİT) gibi kuruluşlar, IŞİD militanlarının sınırdan Suriye'ye geçişlerini kolaylaştırdı ve Çin'in Şincan eyaletine kadar geniş bir coğrafyada faaliyet yürüten  bir uluslararası terörist ağını destekledi. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden bile şunları belirtmişti:

 

Bölgedeki müttefiklerimiz, Suriye'deki en büyük sorunumuz oldu. Türkler … [ve] Suudiler, Birleşik Arap Emirlikleri, vs. büyük dostlarımızdı. Peki onlar ne yaptı? Esad'a karşı savaşmak isteyen herkese milyonlarca dolar para ve onlarca ton silah akıttı – Ama desteklenenler El Nusra, El Kaide ve dünyanın farklı yerlerinden gelen aşırıcı cihadçı unsurlardı.

 

Tüm bu verilerin ışığında düşünüldüğünde, IŞİD'in büyük ölçüde ABD'nin ve onun Batılı müttefiklerinin varlığı olduğu şüpheden uzak bir gerçektir. Adeta buna dair daha fazla teyit gerekiyormuş gibi, bizzat kendisi ABD istihbaratının işleyişine yabancı olmayan eski Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai, geçen ay açık açık, IŞİD'in “yabancı bir el olmadan, yabancı desteği olmadan” Afganistan'a yayılmasının mümkün olmadığını söyledi.

 

Suriye ve Irak'ta IŞİD temel olarak, ABD'nin ve onun Körfez ülkelerinden müttefiklerinin ve İsrailli ve Türk müttefiklerinin kirli işini yaptı. Libya'da IŞİD,  belgelenmiş bir ABD varlığı haline gelen hakim bir terörist güce dönüştü. Yemen'de IŞİD bir tutunma noktası elde etti ve Şii Husi isyancılara ve onların müttefiklerine karşı gerçekleşen Suudi – ve dolayısıyla ABD – misyonuna destek amacıyla  terörist eylemler gerçekleştirdi. O halde bütün bunlar dikkate alındığında IŞİD, ABD-NATO-KİK-İsrail gündemini ilerletmede çok etkili olduğunu kanıtlamıştır. Bu, Afganistan'da da böyledir.  

 

 

İran ve Taliban, IŞİD'e ve patronlarına karşı durmaya çalışıyor

 

Ve işte tam bu nedenle Taliban, destek için yüzünü İran'a döndü. Her ne kadar Tahran resmi olarak Taliban'a herhangi bir silah yardımı veya mali yardım yaptığını yalanlasa da, bölgedeki kaynaklar böyle bir yardımın gerçekten de verildiğini doğruladı. Wall Street Journal gazetesine konuşan üst düzey bir Afganistan hükümeti yetkilisi, kısa ve öz bir şekilde, “İran başlangıçta Taliban'ı mali olarak destekliyordu. Ama şimdi aynı zamanda onları eğitiyor ve silahlandırıyorlar” dedi. Afganistan güvenlik kaynakları İran'ın Tahran, Meşhed ve Zahedan şehirlerindeki ve Kirman'daki eğitim kamplarında Taliban üyelerini ağırladığını iddia etti. Eğer doğruysa bu, İran ve Taliban arasındaki işbirliği düzeyinin yepyeni bir seviyeye geldiği anlamına gelir.

 

ABD'li ve Afgan yetkililerin Taliban'a verilen İran desteğiyle ilgili iddiaları karşısında şüphe duymaya devam etmek istenebilirse de, bu ittifak Tahran için bir stratejik anlam taşıyor. İran Suriye'de ve Irak'ta IŞİD'e karşı savaştığı için, bu terör grubunun komşu Afganistan'daki yayılmasını da kontrol altında tutmalıdır.

 

Dahası İran, IŞİD'in gerçekte kendisinin bölgesel rakipleri olan ve her ikisi de Suriye'deki savaşın ve İran-Irak-Suriye-Hizbullah ittifakını kırma çabalarının baş teşvikçilerinden olan Türkiye ve Suudi Arabistan için bir güç taşıma silahı olduğunu anlıyor. Bu yüzden İran'ın perspektifinden bakıldığında Afganistan'da IŞİD'e karşı verilen savaş, temel olarak IŞİD'e ve destekçilerine karşı yürütülen daha büyük savaşta yeni bir sahnedir.

 

İlave olarak, Tahran'ın Taliban'a karşı açıklığının arkasında yatan bir önemli siyasi gerekçe daha var: kaldıraç ve erişim sağlama. İran, ABD-NATO güçlerinin yakında Afganistan'dan çekilmesine hazırlanıyor ve muhtemelen önemli mevkilerde bazı önemli Taliban üyelerinin de bulunacağı yeni hükümette dostlarının olmasını hararetle istiyor. Ve yakın zamanda Taliban'ın barış görüşmelerine girme yönünde attığı adımlar bu noktanın yalnızca daha da fazla altını çiziyor: İran, Afganistan'da IŞİD dışındaki güçleri birleştirebilecek, böylelikle Tahran'a, bağımsız Afganistan'daki karar alma aygıtı üzerinde hem erişim, hem de daha önemlisi nüfuz sağlayacak olan bir barış anlaşmasının parçası olmak istiyor.

 

 

Çin ve Yeni Afganistan

 

İran, Taliban'ın ilgisini çekme yöneliminde kesinlikle partnerlere sahip, bunların en başında da Çin geliyor. Son birkaç ay, Çin'in Kabil hükümetiyle elle tutulur barış görüşmelerine girmeye ilgi gösteren bir Taliban heyetine ev sahipliği yönünde yığınla  söylentiye tanık oldu ki bu adım, Afganistan'daki ve bölgedeki güç dengesini temelden değiştirme ihtimalini getirmektedir. Bu haberlerin gerçek olduğunu varsayarsak – ki bütün göstergeler buna işaret ediyor – Çin kendisini, işgal sonrası Afganistan'daki en önemli oyuncu olarak konuşlandırıyor demektir.

 

Bu ayın başlarında Kabil'den gelen Afgan hükümetinden bir grup yetkili, diyalog sürecini başlatmak üzere Pakistan'ın başkenti İslamabad'da Taliban temsilcileriyle bir araya geldi. Eğer Çinliler bu yılın başlarında müdahil olup doğrudan iletişim kanallarını açmamış olsaydı bu tür görüşmelerin hiçbir zaman gerçekleşemeyeceği kesindir. Bu şekilde Pekin, Afganistan'daki barış sürecinin temel aracısı haline geldi ve bu durum muhtemelen Washington'da belli bir derecede dehşete yol açacaktır. Çin, bu diyalog süreci için bu denli çalışmak için pek çok gerekçeye sahip.

 

Öncelikli olarak Çin, Afganistan'ı Yeni İpek Yolları'ndan Şangay İşbirliği Örgütü'ne kadar uzanan bölgesel, hatta küresel stratejisinin temel anahtarlarından biri olarak görüyor. Stratejik açıdan kritik Orta Asya bölgesinin ortasında yer alan Afganistan, Çin için hem komşusu Pakistan'a, hem de Orta Asya'daki eski Sovyet cumhuriyetlerine uzanan bir köprüyü ifade ediyor. Dahası, potansiyel boru hattı ağlarında ve ticaret yollarında kritik bir göbeği de ifade ediyor.

 

Pekin aynı zamanda Afganistan'ın maden zenginliklerinin işletilmesinde ana oyunculardan biri olmak niyetinde. ABD'deki “Geological Survey” kuruluşunun tahminlerinde göre Afganistan'daki maden zenginlikleri kabaca  1 trilyon dolar düzeyinde ve bu onu dünyadaki en değerli topraklardan biri haline getiriyor. Afganistan'da yüzeyin hemen altında demir, bakır, kobalt, altın, lityum ve pek çok başka maden bulunuyor – bu kuşkusuz Çin için cezbedici bir potansiyel. Nitekim Çin şimdiden, bakır madeni imtiyazlarına ve başka alanlara şimdiden yoğun yatırımlar yaptı.

 

Çin'in ve uzun zamandır rakibi olan Hindistan'ın çatışmaya girdiği alan da burasıdır, zira Delhi de, geniş demir cevheri yatakları da dahil olmak üzere Afganistan'daki temel maden imtiyazları için rekabet eden temel aktörlerden biri. İran da bu denklemin içinde yer alıyor, zira hem Hindistan hem de Çin için önemli bir değer olarak görülen Çabahar limanı, muhtemelen Afganistan'dan çıkarılaracak demir cevherinin destinasyonu olacaktır – özellikle Hindistan'a sevkedilmesi halinde.

 

Elbette güvenlik meselesini de atlamamak gerekir. Çin'in Şincan'daki aşırıcılığa karşı yürüttüğü mücadele, Pekin'de terörizmden kaynaklı istikrarsızlığın her türlü ekonomik planı riske atabileceği yönünde korkulara yol açtı. Şincan, son on sekiz ay içinde bir dizi ölümcül terörist saldırıya tanık oldu; bunların içinde Mayıs 2014'te onlarca kişinin ölümüne ve 100'den fazlasının yaralanmasına sebep olan, araç içinden yapılan menfur bombalı saldırılar, Kasım 2014'teki büyük çaplı bıçaklı ve bombalı saldırılar  Uygur teröristlerinin geçen ay bir trafik kontrol noktasında düzenlediği ve 18 kişinin ölümüne sebep olan ölümcül saldırı da bulunuyor.

 

İşte bu noktada bütün meseleler kesişiyor. Çin, hem ekonomik nedenlerle hem de terörle mücadele nedenlerinden ötürü İran'a ihtiyaç duyuyor. Pekin, Uygur aşırıcılarını destekleyen Suudi destekli ve Türkiye destekli terör şebekelerini ortadan kaldırmak için Afganistan'da ve Ortadoğu'da IŞİD'e karşı mücadelede İran'ın itici güç rolünü oynadığını görmek istiyor.  Çin aynı zamanda hem kendi ulusal güvenliğini korumak hem de bölgedeki merkezi ekonomik güç haline gelmek için Afganistan'da aktif bir oyuncu olmak istiyor. Stratejik zorunluluklar bundan daha açık olamaz.

 

Bu açıdan bakıldığında Afganistan, hem Çin'in hem de İran'ın bölgesel planlarının tam kalbinde yer alıyor.  Ve bu durum, IŞİD'in Afganistan'da hizmet ettiği amacı, öteki sebeplerden çok daha güçlü bir şekilde açıklıyor. Washington'un perspektifinden bakıldığında ABD'nin emperyal tutkularına, hem işgalin devam etmesini meşrulaştırmak hem de Çin nüfuzunu bloke etmek için Afganistan'da istikrarsızlığın oluşması kadar hizmet edecek bir şey yoktur.

 

O halde bir kez daha söyleyelim: IŞİD Batı'nın güç taşıma politikası için uygun araçtır. Şüphesiz Tahran'daki ve Pekin'deki stratejik planlamacılar da bunu görüyor. Soru ise şu: bunu durdurmayı başarabilecekler mi?

 

 

www.medyasafak.net