İran nükleer anlaşmasının içerimleri

İran nükleer anlaşmasının içerimleri
Zafer Bengaş yazdı... "İslami İran, yaptırımlarla ve emperyalist-Siyonist tehditlerle geçen on yılların sonunda ayakta kaldı, çünkü İslami sistemi destekleyen muttaki bir liderliği ve adanmış bir halkı var."

 

 

Zafer Bengaş

 

 

Crescent-online.com

 

 

İslami İran, yaptırımlarla ve emperyalist-Siyonist tehditlerle geçen on yılların sonunda ayakta kaldı, çünkü İslami sistemi destekleyen muttaki bir liderliği ve adanmış bir halkı var.


Anlaşma, “nefes kesici”, “oyun değiştirici” ve “uluslararası ilişkilerde yeni bir safha” olarak tanımlandı. Bunların hepsi ve fazlası doğru. İran ve P5+1 ülkeleri arasındaki anlaşmanın uygulanma sürecini ve geniş içerimlerini tartışmadan önce, süreç ve anlaşmanın içeriği hakkındaki bazı yorumlara bakalım. Siyonist rejimden ve onun nihayet örtülerinden dışarı çıkmış Necdli Bedevi müttefiklerinden gelen olumsuz yorumlar oldu. ABD Kongresi'ndeki Siyonist kuklalar, özellikle de sağcı Cumhuriyetçi Parti'den olanlar da anlaşmaya karşı yumruklarını savurdu.  İsrail büyükelçisi Ron Dermer, ABD Kongresi üyelerine anlaşmayı reddetme çağrısı yapmaya cüret etti. Eğer başka herhangi bir ülkenin büyükelçisi böyle bir talepte bulunsaydı kızılca kıyamet kopardı, ama Siyonistler yanlış yapamaz ve Amerikan Kongre üyeleri ve medyası da işlerine bu şekilde müdahale edilmesini kınamak yerine, bunu “sıradan bir iş” olarak görerek omuzlarını silkti.  



2003 yılından beri İran ile Avrupa Birliği'nin üç üyesi – İngiltere, Fransa ve Almanya (EU3) – arasında görüşmeler yapılıyordu. Tahran'ın meseleyi BM Güvenlik Konseyi'ne götürmeme ve pek çok yaptırımdan kurtulma karşılığında davetsiz teftişlere izin verdiği bir anlaşmaya varılmıştı. İlave Protokol adı verilen bu eşi görülmemiş önleme sadece İran tâbi idi, ancak buna rağmen Avrupalılar anlaşmanın kendi taraflarını ilgilendiren kısmından caydılar. 2005 yılında İran, EU3'ün yaptırımları kaldırmayı reddetmesi nedeniyle İlave Protokol'e olan bağlılığına son verdi.



2006 yılında müzakereler yeniden başladığında EU3 genişleyerek P5+1'e dönüştü. Bu yapılanma, görüşmeleri himayesine alan ABD, Rusya, Çin ve Avrupa Birliği temsilcilerini içeriyordu. Tarafların farklı tellerden çalması nedeniyle bu müzakereler hiçbir yere varamadı. Hasan Ruhani'nin cumhurbaşkanı seçilmesi ve  müzakerelere öncülük etmekle görevlendirilen Dr. Cevad Zarif'in Dışişleri Bakanı olarak atanmasıyla, müzakereler ivme kazandı ve Kasım 2013'te bir ara anlaşma imzalandı. Aynı zamanda bir yıl içinde kapsamlı bir anlaşmanın sonuçlandırılması üzerinde anlaşmaya varıldı. Bu son tarih birkaç kez uzatıldıysa da, katılımcı ülkelerin çoğundan, özellikle de ABD'den üst düzey yetkililerin hazır bulunması umut yarattı.



Süreç hiçbir zaman kolay olmadı ve içimizden müzakereleri dışarıdan izleyenler, P5+1 temsilcilerinin, özellikle de Amerikalıların ve Fransızların mantıksız ve taciz edici talepleri nedeniyle sıklıkla hayal kırıklığına uğradı.  İranlı müzakerecilerin nasıl bir hayal kırıklığına uğradığını tahayyül edebiliriz, ancak takdire şayan bir şekilde, sakinliklerini korudukları gibi müzakereleri başarılı bir sonuca doğru da götürebildiler.



Doğrudur, İran tüm yaptırımların hemen kaldırılması başta olmak üzere, istediği her şeyi elde edemedi, ancak P5+1 ülkelerini tesislerini uluslararası teftişe açma karşılığında İran'ın uranyum zenginleştirme ve araştırma yapma gibi meşru haklarını tanımaya zorladı. Anlaşmanın, koşullarının başka ülkelere uygulanmayacağını belirtmesi çok şey ifade ediyor. Bu açıkça, Siyonist rejimi nükleer tesislerini uluslararası teftişe açmaktan korumak anlamına geliyor. Siyonistler 200'den fazla nükleer bombaya sahip; yalnızca Müslümanlar bu teknolojiye sahip olmayı düşünmemelidir!


Dahası, İran'ın anlaşma yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğinin kontrol edilmesi, inişli çıkışlı bir tarihi olan ve İslam Cumhuriyeti'ne olan husumetini defaatle göstermiş olan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'na (UAEK) bırakıldı. Her ne kadar kurum müfettişleri yalnızca İslam Cumhuriyeti'yle diplomatik ilişkisi olan ülkelerden olabilecekse de, bu durum Siyonist ajanların Avrupa pasaportları alıp bir koklama yolculuğu için gizlice İran'a girme ihtimalini engellemiyor. İslam Cumhuriyeti'nin bu açıdan son derece dikkatli olması gerekiyor. UAEK süreci kolaylıkla esnetebilir ve Tahran'ın anlaşmaya uyum sağladığını tasdik etmediği müddetçe yaptırımlar kalkmayabilir. Bir diğer sıkıntı ise Güvenlik Konseyi'nin herhangi bir üyesinin, anlaşmada en küçük bir ihlal meydana geldiğini hissetmesi halinde yaptırımları yeniden dayatabilecek olmasıdır. Bir ihtilaf çözme mekanizması bulunuyor, ancak bu mekanizmanın kararları, herhangi bir nedenle öfkelenecek herhangi bir P5+1 üyesi tarafından çiğnenebilir. Güvenlik Konseyi'nin 20 Temmuz tarihli bir kararla Ortak Anlaşma'yı oybirliğiyle onaylaması bile bunu önlemeyecektir.



Ancak bu engellerin ötesinde, anlaşmanın anlamı, dünyanın İslam Cumhuriyeti'ni bölgesel bir güç olarak tanımak zorunda kaldığıdır. İran'ın uranyum zenginleştirme ve araştırma yapma hakkı anlaşmada mevcuttur. Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry bile, yaptırımların İran ekonomisi üzerinde sınırlı etkisinin olduğunu ve ülkenin nükleer programının yaptırımlara rağmen epey ilerlediğini kabul etti. Tahran'ı ziyaret eden herhangi biri de, İslami İran'ın yaptırımlar tarafından sindirilmiş olmanın çok uzağında, bütün alanlarda büyük adımlar attığını doğrulayacaktır. İran, Libya ve Irak gibi ülkeler gibi dizlerinin üstüne çökmemiştir.



O halde sormamız gereken soru şudur: başka ülkeler boyun eğerken İslam Cumhuriyeti bu baskılar karşısında nasıl ayakta kaldı? Bunu açıklayacak ilk ve en önemli nokta, İran'ın kişisel çıkar veya grup çıkarları peşinde koşmayan, İslam'ın hakiki prensiplerini izleyen muttaki bir liderliğinin olmasıdır. İkincisi ise halk kitlelerinin büyük çoğunluğunun İslam Devrimi'ni güçlü bir şekilde destekliyor olmasıdır. Kitleler İslami sistemle birlikte olunca, hiçbir güç onu yıkamaz. İran'la bu anlaşmaya girmek suretiyle, P5+1 ülkeleri ve Avrupa Birliği bu gerçekliği kabul etmiştir.



İslam Cumhuriyeti'nin liderliği, yaptırımlar esnasında zor koşullarda geliştirilen yerli sanayilerin altını oyacak açgözlü güçlere karşı kendini korumalıdır. İslam Cumhuriyeti yabancı yatırımlara ve mallara açık olduğunda bile yerel ürünler korunmalıdır. En büyük tehlike ise kültür alanındadır: Batı'nın hedonist/çıkarcı kültürünün, günümüzün dünyasındaki tek İslam devletindeki İslami değerlerin altını oymasına izin verilmemelidir. “Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz….” (Muhammed Suresi: 7).

 

 

 

www.medyasafak.net