Ortadoğu’da “Yeni Otuz Yıl Savaşı”: Batı’nın kaos politikası mı?

Ortadoğu’da “Yeni Otuz Yıl Savaşı”: Batı’nın kaos politikası mı?
Ancak çağımızın yerinde bir sorusu şudur: bu istikrarsızlık ve istikrarsızlaştırma, Batı ülkelerinin beceriksiz stratejisinin bir sonucu mudur yoksa söz konusu olan Batı’nın bölgede kaos yaratma, ülkeleri balkanlaştırma ve mezhepsel gerilimleri arttırma yönünde hesaplanmış bir stratejisi midir?

 

 

Steven MacMillan

 

 

New Eastern Outlook

 

 

 

Ortadoğu yıllardır bir kaos halinde; her yeni yıl bölge halkı için yeni bir istikrarsızlık, kıyım ve insani acı dalgasını getiriyor. Batı'nın dış politikası, Afganistan'dan Irak'a, Libya'dan Suriye'ye kadar bölgede bugün gördüğümüz kaosun çoğuna doğrudan sebep oldu veya durumu kızıştırdı ve büyüyen bir istikrarsızlık eğilimine katkı yaptı.

 

Ancak çağımızın yerinde bir sorusu şudur: bu istikrarsızlık ve istikrarsızlaştırma, Batı ülkelerinin beceriksiz stratejisinin bir sonucu mudur yoksa söz konusu olan Batı'nın bölgede kaos yaratma, ülkeleri balkanlaştırma ve mezhepsel gerilimleri arttırma yönünde hesaplanmış bir stratejisi midir?

   

“Yeni Otuz Yıl Savaşı”

 

ABD devlet yapısından bazı kişiler, günümüzün Ortadoğu'su ile 17. Yüzyılda Avrupa'da yaşanan Otuz Yıl Savaşı arasında karşılaştırma yapıyor. ABD Kara Harp Akademisi'nden Prof. Larry Goodson, bu karşılaştırmayı yapan son kişilerden biri oldu. Avrupa ve Ortadoğu arasındaki paralellikler hiçbir açıdan tam değilse de, bu karşılaştırma Batılı jeo-stratejik çevreler arasında bir konuşma noktası haline geldi.

 

Otuz Yıl savaşı, bir dizi farklı nedenden ötürü bir dizi iktidar bloğu tarafından yürütülen çok sayıda savaşı ve çatışmayı içeren karmaşık bir tarihsel dönemi ifade eder. Encyclopædia Britannica'ya göre: “Her ne kadar bu savaşı meydana getiren mücadeleler birkaç yıl önce patlak vermiş olsa da, geleneksel olarak savaşın 1618 yılında, geleceğin Kutsal Roma İmparatoru 2. Ferdinand, Bohemya kralı sıfatıyla kendi topraklarına Roma Katolik mutlakiyetçiliğini dayatmaya çalıştığında ve hem Bohemya'nın hem de Avusturya'nın Protestan soyluları isyan ettiğinde başladı.”

 

Avrupa tarihindeki en yıkıcı dönemlerden birini ifade eden savaş hızla yayılarak Avrupa'nın büyük güçlerinin çoğunu içine aldı; bu büyük güçler, ya savaşın kendilerine komşu güçlerin topraklarını fethetmek için bir fırsat sağladığına inanıyordu ya da kendi topraklarını istila eden bir güç tarafından çatışmaya sürüklendi. Köyler, kasabalar ve şehirler, farklı iktidar blokları için savaşan ve Avrupa kıtasını harap eden paralı askerler tarafından çiğnendi ve yağmalandı. 

 

Otuz Yıl Savaşı, 1648 yılında Westphalia Barışı olarak bilinen ve Avrupa'da bir arada var olan egemen devletler biçiminde yeni bir siyasi düzen tesis eden bir dizi anlaşmanın imzalanmasıyla sona erdi (her ne kadar bazı tarihçiler Westphalia egemenliğinin anlamı konusunda ihtilaf içinde olsa da). Kanada'nın eski Yugoslavya, Bulgaristan ve Arnavutluk büyükelçisi James Bissett'in  2007 yılında yaptığı bir konuşmada yaptığı tanımlamaya göre Westphalia sistemi “egemenliğin temel prensiplerini – toprak bütünlüğü ve ulusal devletlerin içişlerine karışmama prensiplerini – ortaya koydu. Westphalia düzeni sıklıkla ihlal edildi, ancak çağ, prensiplerin kendisini zayıflatmadı.”  

 

Temmuz 2014'te ABD Dışişleri Bakanlığı'nın eski politika planlama direktörü ve Dış İlişkiler Konseyi (CFR) başkanı Richard Hass da, “Yeni Otuz Yıl Savaşı” başlıklı makalesinde günümüzün Ortadoğu'sunu 17. Yüzyıl Avrupa'sıyla karşılaştırdı. Hass bu makalede, “yeni bir yerel düzenin ortaya çıkmaması” halinde gelecekte Ortadoğu'nun çalkantılı olmasının muhtemel olduğunu söylüyordu:

 

“Şimdi ve öngörülebilir bir gelecekte – yeni bir yerel düzen ortaya çıkıncaya veya tükenme gerçekleşinceye kadar – Ortadoğu, çözülecek bir sorundan ziyade yönetilecek bir durum olacaktır.”

 

Bir yıl önce yazdığım gibi, bu “yeni yerel düzen” bir Ortadoğu Birliği biçimini alabilir.

 

Ortadoğu'nun parçalanması

 

Her yerde bulunan kanıtlar, ABD içindeki en azından bazı stratejistlerin, ulus-devletleri yok etmek ve bölgeyi birbiriyle kavga halinde olan, çok zayıf ve birbirleriyle olan kavgaları nedeniyle yabancı sömürgeci güçlere karşı – en başta da Batılı çokuluslu şirketlere karşı – birleşemeyecek olan parçalı devletlere, mikro devletlere ve mini devletlere bölerek balkanlaştırma gibi bir gündeminin olduğunu gösteriyor. Bölgedeki uzun bir yıkım ve kaos döneminin ardından Ortadoğu halkı belki de savaşın korkunçluklarından o kadar yıpranmış olacaktır ki, savaşı bitirmenin bir aracı olarak Batı'nın empoze ettiği bir düzeni kabul edeceklerdir – her ne kadar tolere edilemez olan bu kaosun çoğunun yaratılmasından sorumlu olan, aynı Batılı güçler olsa da.

 

Balkanlaşma  stratejisinin izleri 1990'lı yılların başlarına götürülebilir. O tarihlerde İngiliz-Amerikalı tarihçi Bernard Lewis, CFR'nin yayın organı ‘Foreign Affairs'in 1992 yılı sayısında yayınlanan, “Ortadoğu'yu yeniden düşünmek” başlıklı bir makale kaleme almıştır. Lewis, bölgenin çözülerek “birbiriyle didişen, kavga eden, savaşan mezhepler, aşiretler, bölgeler ve partilerin meydana getirdiği bir kaosa” düşme potansiyelini öngörür. Her ne kadar Lewis makalesinde bunun çok sayıda başka olasılık arasında yalnızca bir “olasılık” olduğunu yazsa da, bu, bugün Irak ve Libya gibi ülkelerde gördüğümüz durumla çarpıcı bir benzerlik göstermektedir:

 

“Köktenciliğin yol açabileceği bir diğer olasılık da, yakın zamanlarda “Lübnanlaşma” olarak adlandırılması moda hale gelen şeydir. Ortadoğu'daki devletlerin çoğu – Mısır bunun açık bir istisnasıdır – yakın zamanda ve yapay bir şekilde inşa edilmiştir ve böyle bir sürece açıktır. Merkezi iktidarın yeterince zayıflaması durumunda devleti bir arada tutacak gerçek bir sivil toplum yoktur; gerçek bir ortak ulusal kimlik hissi veya ulus-devlete güçlü bir bağlılık yoktur.”

 

Lewis şöyle devam eder:

 

“Devlet bundan sonra – Lübnan'da olduğu gibi – çözülerek birbiriyle didişen, kavga eden, savaşan mezhepler, aşiretler ve bölgeler ve partilerin meydana getirdiği bir kaosa düşer. Eğer işler kötü gider ve merkezi hükümetler güçten düşüp çökerse, aynı şey yalnızca Ortadoğu'da bulunan ülkelerde değil, eski emperyal efendilerin çizdiği sınırlar nedeniyle her bir cumhuriyetin bir azınlıklar mozaiği barındırdığı ve ya komşuları üzerinde şu veya bu iddiada bulunan, ya da komşularının kendisi üzerinde bir iddiada bulunduğu, yeni bağımsız olmuş eski Sovyet cumhuriyetlerinde de olabilir.”

 

2013 yılında Ford Okulu'nda konuşan, eski ABD dışişleri bakanı ve CFR üyesi Henry Kissinger, bölgeyi Avrupa'daki “Otuz Yıl Savaşı” ile mukayese etmeye ilave olarak, Suriye'nin balkanlaşarak “şu veya bu düzeyde özerk bölgelere” ayrıldığını görme arzusunu da ortaya çıkarıyordu:

 

“Üç muhtemel sonuç var. Esad'ın zaferi, Sünni zaferi, yahut çeşitli milliyetlerin, bir arada, fakat birbirlerine baskı yapamayacak şekilde şu veya bu düzeyde özerk bölgelerde yaşamayı kabul edecekleri bir sonuç. Benim görmek istediğim sonuç budur. Fakat popüler görüş bu değildir… Ben de Esad'ın gitmesi gerektiğini düşünüyorum, ama temel meselenin bu olmadığını düşünüyorum. Temel mesele şudur: bu durum, çeşitli Hristiyan grupların birbirlerini öldürüp en sonunda, birlikte ama ayrı birimler içinde yaşamaları gerektiğine karar verdikleri, Otuz Yıl Savaşı sonrası Avrupa'sına benziyor.”

 

Suriye'de bir “Selefi emirliği” yaratılması

 

Bu yılın Mayıs ayında Judicial Watch isimli izleme örgütü, iki hükümet kuruluşuna karşı Bilgiye Erişim Özgürlüğü Yasası'ndan (FOIA) yararlanarak bir dava açtıktan sonra ABD Savunma Bakanlığı'ndan ve Dışişleri Bakanlığı'ndan elde ettiği, önceden gizli olan bir dizi belgeyi açığa çıkardı. Önemli bir belge, 2012 tarihli bir Savunma İstihbaratı Ajansı (DIA) raporunu açığa çıkarıyordu. Bu rapor ise, Suriye muhalefetini destekleyen güçlerin – “Batı ülkeleri, Körfez devletleri ve Türkiye” – “Suriye rejimini tecrit etmek için Doğu Suriye'de bir Selefi emirliği” yaratmak istediğini ortaya koyuyordu:

 

“Muhalefet güçleri, Irak'ın Batı sınırlarına (Musul ve Anbar) bitişik doğu bölgelerini (Haseke ve Deyri Zor) kontrol altına almaya çalışmaktadır. Batı ülkeleri, Körfez ülkeleri ve Türkiye bu çabaları desteklemektedir…. Eğer durum çözülürse, Doğu Suriye'de ilan edilmiş veya fiili bir Selefi Emirliği'nin kurulması fırsatı doğacaktır ki bu tam da muhalefeti destekleyen güçlerin, Şii yayılmasının (Irak ve İran) stratejik derinliği olarak görülen Suriye rejimini tecrit etmek için istediği şeyin kendisidir.” (s.5)

 

Belgede şunlar da ekleniyordu:

 

“IİD [Irak İslam Devleti] de, Irak ve Suriye'deki öteki terör örgütleriyle olan birliği üzerinden bir İslam Devleti'ni ilan edebilir.” (s.5)

 

Irak'ı Balkanlaştırmak

 

Her ne kadar NATO üyesi Türkiye, Irak'ın kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulmasına yüksek sesle karşı çıkmış olsa da, 2003 yılında Irak'ın işgal edilmesinden beri ABD yapısının amacı, Irak'ın üç ayrı bölgeye ayrılması olmuştur. 2006 yılında Yarbay Ralph Peters tarafından yayınlanan, geleceğin Ortadoğu'suna ilişkin potansiyel bir harita, Irak'ı üç bölgeye ayrılmış halde betimliyordu: Batı'da Sünni Irak, Doğu'da Arap Şii Devleti ve Kuzey'de Özgür Kürdistan. 

 

Her ne kadar bu harita resmi Pentagon doktrinini yansıtmasa da, bazı üst düzey askeri stratejistlerin zihnine dair bir bakış açısı sunmakta ve pek çok başka Batılı sesin Irak stratejisini de pekiştirmektedir. Jeopolitik analisti Eric Draitser'ın kısa süre önce New Eastern Outlook için kaleme aldığı bir makalede belirttiği gibi, CFR'nin fahri başkanı Leslie Gelb 2003 yılında NY Times gazetesinde yayınlanan bir makalesinde, Irak'taki en makul sonucun “üç devletli çözüm” olacağını yazmıştı: “Kuzeyde Kürtler, ortada Sünniler, güneyde Şiiler.”

 

Suriye bu haritada halen birleşik bir ülke olarak gösterilmektedir, ancak bunun nedeni o tarihte Suriye'deki vekalet savaşının henüz başlamamış olması olabilir. Önümüzdeki on yıllar içinde İsrail de daha fazla toprağı işgal edebilir.

 

Farklı ülke, aynı strateji

 

Irak ve Suriye'de gördüğümüz balkanlaşma ve kaos modelinin aynısı Libya için de geçerli. NATO'nun bu Kuzey Afrika ülkesine yönelik 2011 savaşının ardından ülke bir kaos uçurumuna sürüklendi ve temel olarak üç parçaya ayrıldı: Sirenayka ülkenin doğusunu teşkil ederken, ülkenin batısı, kuzeybatıda Trablus ve güneybatıda Fizan arasında bölünmüş durumda. Libya şu anda, bir merkezi hükümetten yoksun olan ve bir zamanlar yanyana savaş milis gruplarının şimdi birbiriyle savaştığı aşiret savaşının vurduğu, çökmekte olan bir devlettir.

 

İran nükleer anlaşması, Batı'nın Ortadoğu'daki jeopolitik stratejisi için yeni bir başlangıcı teşkil edebilir ve istikrarı yaymak ve askeri müdahaleden (veya vekil güçler yoluyla müdahaleden) uzak durmak için bölgesel güçlerle birlikte çalışabilirler. Bunun gerçek olmasını ve Batı'nın, yıllardır içinde bulunduğu istikrarsızlaştırma programları bolluğuna bir son vermesini umalım. 

 

Ancak en muhtemel senaryo, hepimizin beklediği balkanlaşma stratejisinin devam etmesi olacaktır – ta ki “yeni bir yerel düzen”, yani, Batı çıkarları tarafından ve elbette onlar için tasarlanmış bir düzen ortaya çıkıncaya kadar.

 

 

www.medyasafak.net