İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki ittifak

İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki ittifak
Ağustos 2014’de Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud El-Faysal, Cidde’deki dünya İslam alimleri kongresinde “İsrail’e karşı nefret ekilmesini reddetmeliyiz ve Yahudi devletiyle olan ilişkilerimizi normalleştirmeliyiz” şeklinde ilanda bulundu.

 

 

Stanislav Ivanov

 

 

New Eastern Outlook

 

 

 

Suudi Arabistan'ın Arap ve Müslüman dünyanın liderlerinden biri olma iddiası, bu ülkenin İsrail devletinin mevcut sınırları içinde varlık hakkını tanımasını engellerken, Tel Aviv de Riyad'ın önerdiği ve 1967 öncesi statükoya geri dönmeyi da içeren Ortadoğu Düzenlemesi (MER) planını reddediyor. Çeşitli iç ve uluslararası faktörlerin sonucu olarak iki taraf da, taban tabana zıt pozisyonlarını değiştirmeyecek ve resmi temas kurmayacaktır.

 

Ancak diplomatik ilişkilerin bulunmaması, İsrail ve Suudi temsilcileri arasında gayriresmi temasların kurulmasını engellemiyor. Yakın zamanda medyada, iki devletin temsilcileri arasında gerçekleşen görüşmelere ilişkin çok sayıda haber yer aldı ve hatta İsrail'in İran'ın nükleer tesislerini bombalamaya karar vermesi halinde Suudilerin İsrail'e kurtarma helikopterleri, yakıt ikmal uçakları ve insansız uçaklar için hava koridoru açmaya ve hava üslerini sunmaya hazır olduğu dahi iddia edildi. Bu haberlerden bazıları yetkililer tarafından yalanlanmış olsa da, bazıları teyit edildi.

 

Özel olarak, her iki ülkenin diplomatik kaynaklarına dayanan bir Jerusalem Post muhabirinin verdiği bilgiye göre 2014 yılının başından beri Suudiler ve İsrailliler arasında Hindistan, İtalya ve Çek Cumhuriyeti'nde beş ayrı gizli görüşme gerçekleşti. Arap basınında, Mossad başkanı da dahil olmak üzere üst düzey İsrail güvenlik yetkililerinin gizlice Riyad'ı ziyaret ettiğine ve orada Suudi mevkidaşlarıyla tartışmalar yürüttüğüne dair haberler çıktı. Göründüğü kadarıyla Cenevre'de Suudi istihbarat teşkilatının o zamanki genel müdürü Prens Bender bin Sultan'la İsrail gizli servislerinin üst düzey temsilcileri arasında müzakereler dahi yürütüldü.

 

5 Haziran 2015 günü İsrail Dışişleri Bakanlığı Genel Müdürü, Washington'daki bir konferans esnasında Suudi general Enver Macid Eşki ile görüştü ve Suudi general burada stratejik MER planını sundu. Bu belgenin temel vurguları, Arap ülkeleriyle İsrail arasında işbirliği tesis edilmesine ve İran rejimini tecrit etmek için ortak çabalara duyulan ihtiyaca yönelik vurgular.

 

Suudi Arabistan Kralı Selman, prens ve önde gelen medya adamı  El-Velid bin Talal'ı, komşu ülkeyle yeniden temas kurmak amacıyla İsrail entelektüel topluluğuyla diyalog kurmakla görevlendirdi. Prens Talal, savaşın yıprattığı Ortadoğu'nun tüm sakinlerine, Yahudi halkına olan nefretlerine son verme çağrısı yaptı. Aynı zamanda Kudüs'e yaptığı ziyaretin, İsrail ile Arap komşuları arasında ‘barış ve kardeşliğin' başlangıcını temsil ettiğini söyledi. Arap medyası, Suudi Petrol ve Maden Kaynakları Bakanı Ali Al-Naimi'nin, ülkesinin İsrail de dahil olmak üzere dünyanın her yerine ‘kara altın' ihraç etmeye hazır olduğunu teyit ettiğini aktardı. Suudi bakan, Arap dünyasının çoğunluğunun ticaret ilişkilerinin önünde herhangi bir engel görmediğine işaret etti. Ağustos 2014'de Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud El-Faysal, Cidde'deki dünya İslam alimleri kongresinde “İsrail'e karşı nefret ekilmesini reddetmeliyiz ve Yahudi devletiyle olan ilişkilerimizi normalleştirmeliyiz” şeklinde ilanda bulundu. Yukarıda bahsi geçen Dore Gold ise, Bloomberg haber ajansına şöyle konuştu: “Bizim bugün bu kürsüye çıkmış olmamız ülkelerimizin yıllardır sahip olduğu bütün farklılıkları çözümlediğimiz anlamına gelmez. Ancak önümüzdeki yıllarda bu farklılıklara tam olarak eğilebileceğimizi ve Riyad'ın Yahudi devletinin stratejik bir ortağı haline gelebileceğini umuyoruz.”

 

Suudi Arabistan ve İsrail temsilcileri arasındaki bu yoğun temasların, uluslararası aracılar ile İran arasında, İran'ın nükleer programı hakkındaki anlaşmanın imzalanmasının hemen öncesinde ve sonrasında gerçekleştiğine dikkat edilmelidir. Tel Aviv söz konusu anlaşmayı ‘tarihi bir hata' olarak adlandırdı; Riyad ise kendi ulusal çıkarlarına doğrudan tehdit olarak gördü. Suudi kralının ve onun Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) içindeki bazı mevkidaşlarının, bu bölgesel örgütün 14 Mayıs 2015'te Camp David'de (ABD'de) yapılan toplantısına katılmama kararı alması tesadüf değildir. Kısa süre sonra, 18 Haziran 2015'te düzenlenen St. Petersburg Ekonomik Forumu'nda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suudi Savunma Bakanı ve Suudi kralının oğlu Muhammed bin Selman El Suud'la görüştü. Bizzat kralın bu yıl bitmeden resmi bir ziyaret için Rusya'ya gelmesi bekleniyor. Bir başka deyişle Riyad  Washington'a, İran'la varılan anlaşmanın Suudi yönetimini yeni müttefikler aramaya zorladığını gösterdi. Bu adımların Suudilerin dış ilişkilerini çeşitlendirme yönünde gerçek bir arzusundan mı kaynaklandığını yoksa sadece ABD yönetimine basınç yapmada kullanılan bir kaldıraçtan mı ibaret olduğunu zaman gösterecek.

 

ABD, stratejik müttefiklerinin ve bölgesel ortaklarının agresif beyanatlarına ve eylemlerine hızlı bir şekide yanıt vermek zorunda kaldı. Washington hem Riyad'a hem de Tel Aviv'e UAEK ve Amerikan özel servislerinin, Tahran'ın Viyana'da imzalanan anlaşmanın bütün koşullarını hayata geçirmesi sürecini çok yakından izleyeceği ve İran'a yönelik yaptırımların ancak kademeli olarak kaldırılacağı teminatını verdi. KİK ülkelerine, artan miktarlarda ve imtiyazlı koşullarda yeni modern silahlar alacaklarının sözü verildi. Çok yakın bir gelecekte, bir bütün olarak KİK için ortak bir füze savunma sisteminin kurulması sorunu çözülmüş olacak. Bu sistem, Arap Yarımadası'na Tahran'dan gelecek olası bir saldırıdan ‘güvenilir korunma' sağlayacak. ABD aynı zamanda Suudi Arabistan'ı, Yemen'deki Şii isyancıları bombalaması konusunda da destekledi. Riyad öncülüğündeki koalisyonun hava operasyonlarına destek için ABD, Suudi savaş uçaklarına yakıt ikmali yaptı ve istihbarat ve teçhizat sağladı. Washington'un talebi üzrine İsrail'in Suudilere Yemen hakkında istihbarat verileri sunduğu dahi aktarıldı.

 

Washington, İran'la yapılan anlaşma sonrasında İsraillileri sakinleştirmek için, ‘Viyana Paktı'nın 10 yıllık süresi boyunca İsrail'e yaptığı yıllık mali yardımı yaklaşık bir buçuk milyar dolar düzeyinde arttırma sözü verdi. ABD ilave olarak, Demir Kubbe füze savunma sisteminin daha fazla geliştirilmesi için ve geçen yıl Gazze'ye düzenlenen askeri harekat sonrasında tükenmiş olan füze tedariklerinin arttırılması için finansman sağlama sorumluluğunu aldı. İsrail hava kuvvetleri ayrıca elverişli koşullarda, en yeni F35 avcı-bombardıman uçaklarından oluşan bir filo edinecek. Eş zamanlı olarak yakın gelecekte, altı yıldan beri ilk defa İsrail, ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin hava kuvvetleri tarafından ortak askeri tatbikatlar gerçekleştirilecek. Bu tatbikatlar, ‘uzak ülkelerde bulunan hedeflere yönelik füze saldırılarını ve bombardımanları' da içerecek.

 

Bu şekilde, uluslararası aracılarla İran arasında nükleer program hakkında varılan anlaşma, yeminli düşmanların her ikisinin de karşı karşıya olduğu İran'dan gelen tehlike karşısında uzlaşma ve ortak zemin aramalarını teşvik etmiş gibi görünüyor. İsrail yönetimi de, Suudi yönetimi de Viyana anlaşmasının İran'ın bölgede daha fazla genişlemesinin sınırlanmasına yardımcı olacağına inanmıyor. Onlara göre ‘Şii kemeri' veya ‘Şii hilali' miti, objektif bir gerçek. Tel Aviv, Tahran'ın her şeye rağmen en sonunda nükleer silahlara sahip olmasından ve İsrail'i Ortadoğu'daki hegemonyasını kırmasından endişe ediyor. Dahası İsrailliler, İran'ın aktif bir şekilde, İsrail karşıtı radikal yarı-askeri yarı-siyasi gruplara (Hamas, Hizbullah ve diğerleri) yardım etmeye başlamasını bekliyor. Riyad ise, sınırlayıcı yaptırımların kaldırılmasıyla İran İslam Cumhuriyeti'nin bilimsel, teknik, ticari, ekonomik ve benzeri alanlarda önemli ilerleme kaydedeceğinden ve silahlı kuvvetlerinin savaşa hazırlık düzeyini ve savaşma kapasitesini geliştireceğinden emin. Bu durumda Tahran'ın Irak'taki Şii çoğunluğu, Suriye'deki Beşar Esad yönetimini ve Fars Körfezi ülkelerindeki, Lübnan'daki ve  Yemen'deki Şii toplulukları destekleme olanakları kaydadeğer bir düzeyde artacaktır. Körfez ülkelerindeki, özellikle de nüfusun üçte ikisinin Şii olduğu Bahreyn'deki, Yemen'deki, bizzat Suudi Arabistan'daki (doğu vilayeti) ve öteki bölge ülkelerindeki yönetici Sünni gruplar açısından gerçek bir tehdit ortaya çıkacaktır. Körfez monarklarının, iktidarı, doğal kaynakları veya finansmanları geniş Şii topluluklarıyla paylaşmaya hazır olmadığı açıktır. Şu anda kitlelerden gizlense de görülebilir halde olan İsrail-Suudi ittifakı, ABD'nin Ortadoğu ve Batı Asya'daki çıkarlarıyla çakışıyor. Washington, bunun Arap ve Müslüman dünyasındaki İsrail karşıtı hisleri zayıflatmasını, İran'ın muhtemel güçlenmesi karşısında bölgede güvenilir bir karşı ağırlık oluşturmasını ve radikal İslamcı Sünni ve Şii grupları mümkün olduğunca tecrit etmesini umuyor. Öyle görünüyor ki ABD, pek çok güç merkezinin (İsrail, Türkiye, Mısır, Körfez monarşileri ve İran) birbirini itip kaktığını, yahut birbiriyle rekabet ettiğini, ancak hepsinin Washington'a bağımlı olduğunu ve Riyad'ın Tel Aviv'le birlikte bölgesel jandarma rolünü üstlendiğini görmekten memnun. Suudilerin Bahreyn ve Yemen'deki isyan bastırma operasyonları ve Suriye'deki muhalefet savaşçılarına verdiği destek, bu tezi doğruluyor.  

 

www.medyasafak.net