Rusya Ortadoğu’ya geri dönüyor

Rusya Ortadoğu’ya geri dönüyor
Erdoğan, kendisine Beşar Esad’ın haftalar içinde düşeceğini söyleyen Amerikalılara ve Avrupalılara inandı. Suriyeli mültecileri ülkesine kabul ve davet etti, onlar için dev mülteci kampları inşa etti. Şimdi Türkiye’de 2 milyondan fazla Suriyeli ve Iraklı mülteci var ve ülke onlarla ilgilenmek için sekiz milyar dolar harcadı.

Rusya Ortadoğu'ya geri dönüyor

 

Israel Shamir

 

 

Global Research

 

 

Sonbaharın bu günleri Ortadoğu takvimindeki en önemli günler. Müslümanlar Kurban Bayramı'nı kutluyor, Yahudiler Yom Kippur (Kefaret Günü) orucunu tutuyor, Doğu Ortodoks Hristiyanları ise Hz. Meryem'in Doğumu'nu kutluyor. Şaşırtıcı bir şekilde, bu günlerde gidilecek en iyi yer ise, Putin'in arka arkaya hızlı bir şekilde İsrail Başbakanı Bibi Netanyahu'yu, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ı ve Türkiye lideri Recep Tayyip Erdoğan'ı ağırladığı Moskova gibi görünüyor.

 

Bu isimler bu hafta Moskova'yı güzelleştiren pastırma yazı için gelmedikleri gibi, isfendan ve huş ağaçlarını kaplayan sarı ve kırmızı yapraklar için de gelmediler – oysa bu muhteşem yeni Xanadu, yılın bu döneminde oldukça çekici: sokakları büyük masraflar yapılarak yeniden düzenlendi, parklar en iyi bahçıvanların elinden geçti, bisiklet yolları ve yaya kaldırımları yenilendi ve hatta çok korkulan trafik yoğunluğu bir düzeyde azaltıldı.

Görünürde Abbas ve Erdoğan, on bin kişinin aynı anda namaz kılabileceği büyük ve görkemli Moskova Merkez Camii'nin açılışı için geldiler. Şehirde, pek çok Müslüman şehrinden daha çok Müslüman var: 14 milyon sakininden iki milyonu Müslüman kabul ediliyor.

Abbas ve Erdoğan caminin açılışına katıldı ve bu fırsatı, Putin'le uzun bir konuşma yapmak için değerlendirdi. Camiyi boşveren İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu da aynısını yaptı ve önde gelen kurmaylarıyla – uzun zamandır görülmeyen askeri istihbarat şefi ve genelkurmay başkanıyla birlikte – geldi.

Moskova'ya gösterilen bu ani ilgi, Rusya'nın Suriye kavgasına girişinin kapalı gişe oynadığının bir göstergesi. Üç hafta kadar önce Kremlin'in bu kararıyla ilgili bir haber hazırladığımda bu haberim, hafif deyimle büyük şüpheyle karşılanmıştı. Rusya, Ukrayna'da tokat yedikten sonra evinden çok uzakta böyle bir tehlikeye atılır mıydı? Kremlin'de, ağır yaptırımların altında suratları asık halde oturmaları, ortalıkta dolanmamaları bekleniyordu. Şimdi sahadaki olgular benim bir önceki haberimi doğruladı. Kıyıda Rus askerleri ve deniz piyadeleri, Rus silahları, jetleri ve botları görünüyor; bu askeri unsurlar yeni bir üs inşa ediyor ve düşmanla savaşıyor, savaşın darbeler indirdiği Suriye devletine yeni bir soluk borusu sağlıyorlar.

Rusya'nın Suriye'den feragat edeceği ve Suriye'nin çökeceği yönündeki dedikoduların vakitsiz olduğu ortaya çıktı. Putin'in Ukrayna'daki (öfkeliler tarafından kınanan) barış adımı, Donbass'ı istikrarlı hale getirmesine olanak verdi. Yarım milyon mülteci bu verimli ve gelişmiş bölgeye, Rusya Ruhr'una geri döndü. Donbass'ta sükunet tesis edildikten sonra Putin'in elleri başka yerde eyleme geçmek için serbest hale geldi ve bunu yaptı da.

Dirençli Rusya Ortadoğu'ya geri döndü ve bu beklenmedik bir durum. Beklenmedik, zira birkaç yıldır Ruslar Ortadoğu'ya olan ilgilerini kaybetmiş gibi görünüyordu. Başka yerlerde meşguldüler: Avrupa'da dostlar kazanmaya çalışıyor, Olimpiyatları hazırlıyor, Ukrayna tehlikesinden mümkün olduğu kadar uzak durmaya çalışıyorlardı. Ardından ABD askerleri ve tankları, Rusya'nın Baltık devletleriyle olan sınırlarına, St. Petersburg'a birkaç saatlik mesafeye konuşlandı. Son anda, Suriye'nin çöküşü birkaç haftada, hatta birkaç günde gerçekleşebilecek bir mesele haline gelmişken Ruslar uyandı ve müttefikleri Beşar Esad'ı kurtarmaya koştu.

Bu adım oyunun kurallarını değiştirdi. ABD bir kez daha Rusya'ya yüzünü döndü ve Başkan Obama, 28 Eylül 2015'te New York'ta yapılacak olan BM Genel Kurulu esnasında Putin'le bir görüşme yapma talebinde bulundu. Daha birkaç gün önce böyle bir görüşme kesinlikle düşünülemezdi bile.

ABD'nin Suriye'yi uygun gördüğü şekilde imha etme planları, Rusya'nın müdahalesiyle darmadağın edildi. Katar'ın ve Suudilerin planları da öyle. Yeni bir gerçeklik haber verilir oldu ve bu, çok da erken bir an değil.

 

Türkiye

 

Putin'in Türkiye lideri Recep Tayyip Erdoğan'la görüşmesi, kritik önemdeki bir anda gerçekleşti. Türkiye, Suriye krizinin ağırlığına katkı yapmasına rağmen, krizin net kurbanıdır. Erdoğan, kendisine Beşar Esad'ın haftalar içinde düşeceğini söyleyen Amerikalılara ve Avrupalılara inandı. Suriyeli mültecileri ülkesine kabul ve davet etti, onlar için dev mülteci kampları inşa etti. Şimdi Türkiye'de 2 milyondan fazla Suriyeli ve Iraklı mülteci var ve ülke onlarla ilgilenmek için sekiz milyar dolar harcadı. Bu yük, Erdoğan'ın ve partisinin son seçimde aldığı yenilginin başlıca sebeplerinden biridir: mülteci operasyonu, o kadar da güçlü olmayan Türkiye toplumu için fazla maliyetli ve yıkıcı olmuştur.

ABD'nin Türkiye'ye sunduğu, kendisinin liderliğindeki koalisyona katılma önerisi tereddüt içinde kabul edildi, ancak kısa süre içinde bu yolun hiçbir yere çıkmayacağı anlaşıldı. Türklerin Suriye-Türkiye sınırı yakınlarında uçuşa yasak bölge kurma planları Rusya'nın müdahalesini tetikledi, zira bunun hayata geçirilmesi sonrasında Beşar Esad ve Suriye devleti kurtarılabilir olmaktan çıkacaktı. Rusya'nın kararı sonrasında Türkler her durumda kaybetmiş oldu.

Türkiye bu duruma, mülteci dalgasını Avrupa'nın üstüne salmak yoluyla tepki gösterdi. Avrupalılar epey şaşkınlık yaşadı, ancak kendi eylemlerinden pişmanlık duymaları gerekiyor. Avrupalılar Beşar Esad'ın devrilmesine yöneldi, Esad karşıtı fraksiyonları destekledi, ancak mültecilerin Türkiye'de kalması için bedel ödemedi. Türkler, ülkelerinin her tarafına yayılmış iki milyon mülteciyi Avrupa'dan kaydadeğer bir destek gelmeksizin tutamazdı, bu destek ise ufukta görünmüyordu. Bu yüzden Türkler, Avrupalıların mülteci akıntısını kendi derilerinde hissetmesine izin verdi.

Muhtemelen buna ABD'nin, Türkiye'nin kendini rahatlatmasına itiraz etmediğini ekleyebiliriz. ABD'li yönetici elitler her zaman için Avrupa ülkelerinin fazla homojen olduğunu ve göçmenlerin yaratacağı belli bir seyrelmenin bu ülkeleri, bileşim açısından ABD'ye daha benzer hale getireceğini düşündü.

Öte yandan Moskova'da Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin'e “sevgili kardeşim” diye hitap etti ki bu sıfat, genellikle bölgenin krallarına ve yakın müttefiklere yakıştırılır. Yetkilileri, ilk defa Putin'in ana fikrini telaffuz etti: Suriye'de yapılacak bir düzenleme, Başkan Beşar Esad'la birlikte yapılmalıdır. Lütfen daha birkaç gün öncesine kadar, yani Rusların devreye girmesine kadar Türklerin, Amerikalıların “Esad gitmelidir” nakaratına inatla sarıldığını hatırlayın.

Şimdi bu önemli zihinsel bariyer aşıldıktan sonra, Erdoğan ve Putin birkaç aydır dondurulmuş olan Güney Akımı doğalgaz boru hattı tartışmalarını yeniden başlattı. Müzakereler tamamlanmadı, ancak bir şeyler değişmeye başlamış gibi görünüyor.

 

İsrailliler ve Filistinliler

 

İsrail için Rusya'nın müdahalesi, eskiden sahip oldukları, canlarının istediği yeri bombalama özgürlüğünün sona ermesi, yahut en azından sınırlanması anlamına geliyordu. İsrail'in son bir yıl içinde bir düzine defa yaptığı gibi, pratikte savunmasız olan Suriyelileri bombalamak başka bir şeydir, S-300 radarlarının ve kokpitte birinci sınıf Rus pilotlarının oturduğu Su-27 avcı uçaklarının engelsiz görüş alanında savaş uçaklarını kullanmak ise bambaşka bir şey. Netanyahu'nun Yom Kippur arefesinde Moskova'ya gitmesinin sebebi budur.

Netanyahu, kendi adına bir ultimatom sunmaya geldi. Buna göre Ruslar ve müttefikleri olan Esad, İran ve Hizbullah, Beşar Esad'ı kurtarmak mı yoksa İsrail'le savaşmak mı istediklerine karar vermeliler. İki görevin ikisi birden başarılamaz. Eğer İsrail'le savaşırlarsa, İsrail Esad'ı yok edecektir.

Putin, İsrail'le savaşmak niyetinde olmadıklarını söyledi. Esad, İsrail'le savaşamayacak kadar zor bir durumda. Tek başına onu kurtarmak bile hayli zor, zira ulusal toprakların ancak %20 ile %30'unu kontrol ediyor – her ne kadar buralar Suriye'nin en yoğun nüfuslu kısımları olsa da ve kalan kısımlar ağırlıklı olarak çöl olsa da.

Netanyahu, kendisi için uygun olan her yerde İranlıları ve Hizbullah'ı bombalama özgürlüğünü savundu. Halen İran saplantısı içinde, zira ona göre İranlılar Hizbullah'ı yeniden silahlandırıyor, Hizbullah'ın cephaneliğini modernize ediyor ve Golan Tepeleri'nde İsrail'e karşı ikinci bir cephe açmak istiyor. İlk iki iddia doğru olabilir, ancak üçüncüsü bütünüyle gerçek dışı.

Netanyahu, gelişkin Rus silahlarının Lübnan'a ulaşmasından, bunun da Tanrı'nın kendisine verdiği Lübnan'ı bombalama hakkını sınırlamasından endişe ediyor. Ruslar da verdikleri gelişkin silahların Suriye'nin dışına çıkmasını istemiyor, bu yüzden de İsraillilerle aralarında büyük bir anlaşmazlık yok. Ancak İsrailliler bu tür sızmaların gerçekleştiğini söylerken, Ruslar bunu hararetli bir şekilde yalanlıyor. Şimdi ve bir önceki karşılaşmalarında İsrail lideri en gelişkin Rus silahlarının Lübnan'a ulaştığını bildiğini (“bana güvenin!”) iddia ederken, Putin dayanaksız olduğunu söylediği bu iddiayı reddetti.

Netanyahu halen savaş için sızlanıyor gibi görünüyor. Amerikan başkanı, onun İran'ı yok etme yönündeki masum isteğini reddetti ve baş düşmanıyla bir anlaşma yaptı. Daha kötüsü, İsrail'in eski savunma bakanı Ehud Barak'tan öğrendiğimize göre Netanyahu'nun generalleri de, Bibi'nin İran'a saldırma planlarına isyan etti. Fakat Netanyahu vazgeçmek istemiyor. İran'ı ya da en azından, bölgedeki en etkili savaşçı güç olan Hizbullah'ı yok etmek istiyor.

İsrail Hizbullah'tan çok daha güçlü ve Hizbullah'ın saldırısından korkması için bir sebep yok. Eğer İsrail saldırmazsa, kimse İsrail'e saldırmaz. Fakat bu denklem Netanyahu açısından kabul edilebilir değil: o, saldırıları için dokunulmazlık ve cezasızlık peşinde. Hizbullah ise bu cezasızlığı reddediyor ve yeni bir bombalama kampanyası için ağır bir bedel isteyebilir.

 

Bir kırmızı hat

 

Netanyahu'nun talebi üzerine Ruslar ve İsrailliler, düşmanca karşılaşma ihtimalini asgariye indirmek için orduları arasında bir kırmızı hat oluşturma konusunda anlaşmaya vardı. Bu normal bir uygulamadır: 1974 yılında savaş halindeki İsrail ve Mısır arasında böyle bir kırmızı hat işlemiş, böylelikle yerel bir çatışmanın istenmeyen genel bir alevlenmeye dönüşmesi engellenmişti.

Bu bir işbirliği de, ortak planlama da, müttefikler arasında yapılan bir düzenleme de değildir. Yalnızca istenmeyen silahlı çatışmaları engellemeye yönelik bir aygıttır. Ve iyi bir şeydir. İsrail ve Rusya müttefik olamaz: birbirine zıt amaçlar peşinde koşuyorlar ve müttefikleri tamamen farklı. İsrail, aşırıcı bir Sünni grup olan, El Kaide'nin Suriye kolu Nusra Cephesi'nin dostu oldu. İki bin Nusra savaşçısı İsrail'de tedavi gördü ve Esad'a karşı savaşmak üzere Suriye'ye geri döndü. İsrail Beşar Esad'a karşı belli bir husumet içinde; Suriye ordusunun mevzilerini bombaladı ve Nusra'nın yardımıyla üslerine saldırdı. İsrail, Rusya'nın Suriye'deki müttefikleri olan İran ve Hizbullah'a karşı acımasızca düşmanlık içinde ve IŞİD'e karşı oldukça kayıtsız. Bu nedenle Suriye'de Rusya-İsrail ittifakından söz edilmesi yalnızca bir yanıltma çabasıdır.

Ancak başkan Putin, İsrail'e ve Yahudilere karşı oldukça dostane bir tutum içinde. Onun dostluğu, Suriye'yi teslim etmesine veya İran'dan kopmasına yol açmayacaktır, ancak bu gezegende İsrail'in en büyük dostu olan ABD bile kendi çıkarlarını düşünüyor. Putin pek çok vesileyle Yahudileri, işlerin onlar için tamamen kötü gitmesi halinde kurtarma sözü verdi. Öyle görünüyor ki aklında, tıpkı 1939 yılında Polonya Yahudilerinin Rusya'ya taşınması ve böylece milyonlarcasının Nazilerin hiddetinden kurtarılması gibi, son çare olarak İsrail Yahudilerinin Rusya'ya doğru tahliye edilmesi var. Tabi böyle bir felaket senaryosundan epey uzak olduğumuzu söylemeye bile gerek yok.

Putin'in İsrail'deki Ruslar arasında bazı yakın şahsi dostları var gibi görünüyor, zira sık sık, İsrail'deki 1,5 milyon kişilik Rus topluluğunun (gerçekte ise bu topluluk en fazla yarım milyondur) dostluklarının köprüsü ve güvencesi olduğunu vurguluyor. Emekli fonu için İsrail'deki Rus Yahudilerine yıllık 5 milyar ruble (90 milyon dolar) gibi cömertçe bir hediye sunuyor. (ABD çok daha fazlasını veriyor, ancak bunu esas olarak silahlar için yapıyor ve bu yardım İsrailli generallere gidiyor).

Putin Netanyahu'yu eski dostu gibi sıcak karşıladı. Amerikalılardan yorulduğunu gösteren Netanyahu da öyle. Fakat Putin bu numarayı yutmadı: Netanyahu'nun ABD'den kurtulmasının ve Ruslarla birlikte samanlığa koşmasının muhtemel olduğuna inanmadı. Ancak her ikisi de dostane hisler gösterme konusunda gayret içindeydi. Putin, Bibi'ye “Hayat Kitabı'na geçmesini istediğini” söyledi, böylelikle de beklenmedik bir şekilde Yahudi geleneklerini bildiğini gösterdi.

 

 

Putin ve Yahudiler

 

Putin Rusya'daki Yahudilerle o kadar dost ki, İsrail'de yayınlanan Haaretz gazetesi, Rusya Yahudilerinin hiçbir zaman bu kadar iyi durumda olmadığını yazdı. Putin, Şabat Hasidilerinin Rusya'da yeni bir Yahudi cemaati inşa etmesine izin verdi, zira eski cemaat, İsrail'e yapılan kitlesel göçün ve asimilasyon ve cemaatler arası evliliklerin sonucunda dağılmıştı. Bu cemaat yalnızca Moskova'da otuz sinagog inşa etti (bunu iki cami ve yaklaşık üçyüz kiliseyle karşılaştırın), oysa Moskova'nın tümünde sinagoga giden, en iyi ihtimalle birkaç yüz Yahudi var.

 

Şabat cemaati, İsrail'den, ABD'den ve Avrupa'dan Yahudi aileleri getirtiyor ve bu aileler sıklıkla şehirde ayırt edici giysileriyle görülüyor. Yeni bir Yahudi cemaati kurmayı mı yoksa bazı insanların iddia ettiği gibi bunu en yüksek gayrimenkul kepçesi olarak kullanmayı mı planladıklarını zaman gösterecek. Pratik olarak her Rus şehrinde bir sinagog ve Şabat tarafından tesis edilen ve yönetilen, en arzu edilir ve pahalı nitelikteki toprak parçası üzerinde kurulmuş bir cemaat merkezi var; geleneksel Yahudi cemaatleri ise Şabat tarafından mülksüzleştirilmiş ve yok olmuş.

Putin bunun iyi bir strateji olduğunu düşündüğü için mi bu kadar Yahudi dostu? Belki. Şimdi bile Batı medyasında sıklıkla yeni Hitler olarak betimleniyor; Rusya'daki veya İsrail'deki Yahudiler onu bir düşman olarak görse her şey çok daha kötü olurdu. Öte yandan St. Petersburg Üniversitesi'nde okuduğu ve pek çok Yahudi dost edindiği düşündüldüğünde, dürüst de olabilir. Putin geçmişte, çevresinde pek çok Yahudi olan St. Petersburg belediye başkanıyla da birlikte çalıştı. Şabat'ı seçmesini gerekçelendirmek kolay değil, ama belki de onlar bir taraftan Yahudi yaşamını inşa etmeye çalışırken diğer yandan politikadan uzak durmaya hazırlanıyorlardı.

 

Judo ustası

 

Putin'in Netanyahu'yla olan iyi ilişkileri de ona zarar vermiyor. Netanyahu halen çok güçlü bir adam; ABD Senatosu'nda çoğunluğu toplayabiliyor ve Arap dünyasının güçlü adamı olan Suudi Arabistan'ın müttefiki. Putin'in tarzı zıtlaşmacı değil; bir Judo ustası olarak, muarızıyla tartışmıyor, görüş ayrılığını ender olarak ifade ediyor. Bu yüzden Netanyahu'nun kırmızı hat, yahut ortak askeri komisyon önerisini kabul etti. Bu komisyonun verimli olacağından şüpheliyim. Eğer Bibi Suriye mevzilerine düzenleyeceği saldırılar için Ruslara önceden ikazda bulunursa bu saldırılar faydasız olur. Ancak komisyon ve kırmızı hat yine de, kasıtlı olmayan çatışma tehlikesini azaltacaktır.

Putin, Netanyahu'yla görüşmesinden neredeyse hemen sonra Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'la da görüştü. Bu görüşme de çok dostane idi. Abbas, Kudüs'te Yahudi fanatik dincilerinin harap ettiği ve çatışmalara sebep olduğu Mescid-i Aksa dolaylarındaki tehlikeden söz etti. Beyt Cala yakınlarındaki Hristiyan topraklarına el konulmasından ve İsrail askerlerine Filistinli çocukları 0.22 kalibre gerçek mermiyle vurma izni verilmesi de dahil olmak üzere pek çok başka tehlikeden de bahsetti. Abbas Putin'i Suriye'yi dağılmaktan kurtarmaya teşvik etti ve Putin'in Rus planları hakkındaki izahatlarını dinledi. Bazı gözlemcilerin beklediğinin aksine, Mahmud Abbas birkaç gün içinde emekli olmayacak ve BM Genel Kurulu'nda Filistinli Ulusal Meclisi'nin anahtarlarını teslim etmeyecek gibi görünüyor.

Bu çifte görüşme, Rus diplomasisini yeni bir seviyeye yükseltti. Şu ana kadar, yalnızca Amerikan başkanları hem İsraillilerle hem de Filistinlilerle dostane bir şekilde görüşebilir ve himayelerini büyütebilirdi. Şimdi Rusya bu en yüksek pozisyona yükseldi ve bu kuşkusuz, Suriye'ye müdahil olma kararını halihazırda meşrulaştıran Putin için büyük bir başarı.

Önümüzdeki günerde Suriye krizi hakkındaki Rus-Amerikan tartışmasını izleyecek ve birbirlerine ne dediklerini göreceğiz.

www.medyasafak.net