Cartalucci: Rusya Suriye’de ne istiyor?

Cartalucci: Rusya Suriye’de ne istiyor?
“Petraeus, ‘Ben Vladimir Putin’in yapmak istediği şeyin Rus imparatorluğunu diriltmek olduğunu düşünüyorum’ dedi.” İronik olan şu ki, dünya çapında yaklaşık 800 askeri üssü bulunan Amerika Birleşik Devletleri, bir yandan da 2001 yılından beri Afganistan’ı işgal altında tutuyor ve Somali’den Yemen’e, Irak’tan Suriye’ye ve Pakistan sınırlarına kadar her yerde silahlı operasyonlar gerçekleştiriyor.

 

Rusya Suriye'de ne istiyor?

 

Tony Cartalucci

 

 

New Eastern Outlook

 

 

Batı medyası, Rusya'nın yakın zamanda Suriye hükümetiyle birlikte başlattığı terörle mücadele amaçlı ortak güvenlik operasyonlarını bu ülkenin nüfuzunu kendi sınırlarının ötesine yaymasının bir aracı olarak betimledi. CNN'in “Petraeus Putin'i Rus İmparatorluğu'nu yeniden kurmaya çalışmakla suçladı” başlıklı makalesinde şunlar dahi söylendi:

 

“Salı günü Amerika'nın eski üst düzey generallerinden biri Suriye'deki durumu tarihi bir nükleer felakete benzeterek, ABD'yi durumun daha da kötüleşmesine izin verdiği için açıkça eleştirdi ve Rusya Devlet Başkanı'nı bir imparatorluğu yeniden kurmakla suçladı.”

 

CNN ayrıca şunları aktaracaktı:

 

“Petraeus, Rusya'nın Suriye'deki adımlarının, Suriye'nin Akdeniz kıyısı üzerindeki deniz üssünü ve iniş pistini destek ve koruma altına almak, aynı zamanda da Rusya'nın Ortadoğu'daki nüfuzunu korumak amacıyla Esad rejiminin çökmesini engellemek üzere tasarlandığını söyledi.

“Petraeus, ‘Ben Vladimir Putin'in yapmak istediği şeyin Rus imparatorluğunu diriltmek olduğunu düşünüyorum' dedi.”  

İronik olan şu ki, dünya çapında yaklaşık 800 askeri üssü bulunan Amerika Birleşik Devletleri, bir yandan da 2001 yılından beri Afganistan'ı işgal altında tutuyor ve Somali'den Yemen'e, Irak'tan Suriye'ye ve Pakistan sınırlarına kadar her yerde silahlı operasyonlar gerçekleştiriyor. Rusya'nın yegane deniz aşırı üssü ise  Petraeus'un sözünü ettiği deniz kuvvetleri üssü. Petraeus, dış politika konusunda Rusya ve Amerika arasındaki bu denli açık farklılığa rağmen, Rusya “imparatorluk” peşinde koştuğu şüphesi yaratırken neden ABD'nin devasa bir imparatorluğu halihazırda kurmuş ve hararetle bu imparatorluğu korumak için savaşıyor olmakla itham edilemeyeceğinden kesinlikle bahsetmiyor.

 

Her ne kadar Rusya'nın Suriye hükümetiyle olan işbirliği şüphesiz Moskova'nın gücünü sınırlarının ötesine yansıtma becerisini gösteriyor olsa da, Rusya bunu ancak Suriye'nin meşru hükümetinin talebi üzerine ve yalnızca bütün öteki muhtemel seçenekler tükendikten sonra yaptı.  

 

Pek çok kişinin Suriye'de süregiden krizi “iç savaş” olarak betimlemesine rağmen, bunun kesinlikle bu niteliği taşımadığı, teröristlerin tüm maddi desteklerini ve savaşçılarının çoğunu Suriye sınırlarının içinden değil, dışından edindiği de yeterince açıktır.

 

Küresel yıldırım harekatının durdurulması 

2011 yılında Amerika Birleşik Devletleri ve onun NATO ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) içindeki işbirlikçileri Kuzey Afrika'da bulunan Libya ulus-devletini yok etmeye koyulduğu zaman, yapılan şey jeopolitik “koruma sorumluluğu” doktrinine dayanan münferit bir müdahale olarak betimlendi – bir başka deyişle, bunun bir insani müdahale olduğu iddia edildi.

 

Kısa süre içinde, daha harekat sona bile ermemişken ortaya çıkan şey ise ABD'nin en başından beri rejim değişikliğini amaçladığı oldu: ABD liderliğindeki eksen tarafından hava saldırıları ve silah sevkiyatları yoluyla desteklenen militan grupların çoğunun gerçekte terör örgütleri olduğu ortaya çıktı ve bunların içinde ABD Dışişleri Bakanlığı'nın yabancı terör örgütleri listesinde bulunan Libya İslami Savaş Grubu (LIFG) da vardı.

 

Trablus'taki Libya hükümetinin düşmesinden kısa süre sonra, ABD'nin Libya'daki askeri saldırganlığının hiçbir açıdan münferit bir müdahale de olmadığı ortaya çıktı. Çatışmaların kesilmesinden neredeyse hemen sonra ABD-NATO-KİK tarafından silahlandırılan ve desteklenen militan gruplar, silahlarını ve savaşçılarını NATO üyesi Türkiye'ye aktarmaya başladı ve burada, Suriye'nin en büyük şehri olan Halep'in istilasına hazırlanıldı.

 

Halep'in istilası, tıpkı Libya'da olduğu gibi Suriye ülkesinin de bölünmesini ve yok edilmesini amaçlayan, daha geniş bir ABD destekli kampanyanın parçasıydı. İlave olarak Afganistan'daki süregiden ABD-NATO işgali, Irak'ın 2003'teki ABD saldırısı sonrasında bölünmesi ve yıkılması ve o tarihten beri devam eden işgal var. Bunlar düşünüldüğünde açığa çıkan şey, Kuzey Afrika'dan Orta Asya'ya yayılan ve hem Rusya hem de Çin sınırlarını zorlayan bölgesel bir askeri fetih kampanyasıdır.

 

Aynı zamanda 2011'deki sözde “Arap Baharı”nın ABD Dışişleri Bakanlığı'nın önceden tasarlanmış bir işi olduğu, bakanlığın protestolar başlamadan yıllar önce hedef alınan hükümetlere karşı olan aktivistleri eğitmeye, teçhizatlandırmaya ve düzenlemeye başladığının eninde sonunda ortaya çıktığı da hatırlanmalıdır. Bu, 2011 yılında New York Times gazetesinde yayınlanan bir makalede de kabul edilecekti. “ABD'li gruplar, Arap ayaklanmalarının beslenmesine yardım etti” başlıklı makalede şunlar yazılacaktı:

 

“Mısır'daki 6 Nisan Gençlik Hareketi, Bahreyn İnsan Hakları Merkezi, Yemen'deki gençlik liderlerinden Entsar Kazi gibi taban aktivistleri de dahil olmak üzere, bölgeyi sarsan isyanlara ve reform süreçlerine doğrudan doğruya dahil olan bir dizi grup ve birey, Uluslararası Cumhuriyetçi Enstitüsü, Ulusal Demokratik Enstitü ve Washington'da bulunan kâr amacı gütmeyen bir insan hakları örgütü olan Özgürlükler Evi gibi gruplardan eğitim ve finansman aldı…”

 

New York Times aynı zamanda Washington'daki bu kurumların hepsinin ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından finanse edildiğini ve yönlendirildiğini de kabul ediyordu:

 

“Cumhuriyeti ve Demokrat enstitüler, Cumhuriyetçi ve Demokrat Partilerle gevşek bağlara sahip. Enstitüler Kongre tarafından kuruldu ve 1983 yılında gelişmekte olan ülkelerde demokrasiyi savunma amaçlı hibelerde bulunmak üzere kurulan Ulusal Demokrasi Vakfı üzerinden finanse ediliyor. Ulusal Vakıf, Kongre'den her yıl yaklaşık 100 milyon dolar alıyor. Özgürlükler Evi de sahip olduğu paranın büyük bölümünü Amerikan hükümetinden, temel olarak da Dışişleri Bakanlığı'ndan ediniyor.

 

Benzer rejim değişikliği operasyonları, Rusya'nın batı sınırındaki Ukrayna'da da yürütüldü: bu ülkede ABD destekli Neo-Nazi militanlar, Kiev'deki seçilmiş hükümeti şiddet yoluyla devirdi. Darbenin hemen ertesinde cunta, siyasi partilerden Neo-Nazi militanlara karşı kaçınılmaz olarak kurulmuş silahlı gruplara kadar, her türlü muhalefeti ezmeye koyuldu.

 

Ve bu ABD destekli küresel istikrarsızlaştırma, savaş ve rejim değişikliği dalgası, başlangıçtaki başarılarıyla gezegenin yüzeyini sarstı. ABD'nin böbürlenmesi, zorlukla durdurulabilir türdendi.

 

2011 yılında Atlantic'te çıkan “Arap Baharı: ‘Moskova ve Pekin'e saldıracak olan bir virüs'” başlıklı makalede, Washington'un aklındaki nihai aşamanın tam olarak ne olduğunu açığa çıkarıyordu:

 

“[ABD'li Senatör John McCain,] “Bir yıl önce, Bin Ali ve Kaddafi iktidarda değildi. Gelecek yıl bu zamanlarda Esad iktidarda olmayacak. Bu Arap Baharı, Moskova ve Pekin'e saldıracak bir virüstür” dedi. McCain daha sonra kürsüden ayrıldı.

 

Arap Baharı'nı bir virüse benzetmek Senatör açısından yeni bir şey değil – fakat bildiğim kadarıyla, bu yoruma Rusya ve Çin'in de eklenmesi yeni bir şey.

 

Senatör McCain'in sunduğu çerçeve, bu konferansın her yerine sinmiş olan zafer göstericiliğini yansıtıyor. Arap Baharı'nı Batı tasarımının bir ürünü – ve potansiyel olarak, demokratik olmayan öteki hükümetlerle uğraşmanın bir aracı – olarak görüyor.” 

 

ABD'li politikacıların yorumları, sözde “Arap Baharı”nın imal edilmiş niteliğine dair belgelenmiş kanıtlar ve Ukrayna'daki rejim değişikliği operasyonları dikkate alındığında, gerçekten de “Arap Baharı”nın “Batı tasarımının bir ürünü” ve ABD'nin Moskova ve Pekin de dahil olmak üzere gezegenin geri kalanına karşı kullanmak üzere her bakımdan aradığı “araç” olduğuna şüphe yoktur.

 

2011 yılında, askeri güç kullanımının geride ABD tarafından desteklenen siyasi istikrarsızlık bıraktığı tam olarak anlaşılmamıştı. Şimdi, ABD'nin doğrudan veya vekaleten askeri güç kullanımıyla  Libya, Suriye, ve Ukrayna'yı yıkmasıyla beraber, ABD'nin  “blitzkrieg” denilen yıldırım harekatının –Nazi Almanyası'nın 1930'larda ve 40'larda Batı Avrupa'yı, Kuzey Afrika ve Doğu Avrupa'nın bazı kısımlarını fethetmek ve Rusya'yı fethetmeyi denemek için giriştiği şimşek hızındaki askeri saldırının – ağır çekim, dördüncü nesil bir versiyonuna giriştiği açıktır.

 

O halde Rusya'nın bugün peşinde koştuğu şeyin bir “imparatorluk” inşa etmek değil, kabul edildiği üzere son kertedeki hedefi Moskova'nın kendisi olan aşikar bir Batı fethi dalgasını durdurmak olduğu açıktır.

 

Rusya denge istiyor 

 

Rusya'nın Suriye'yle olan ilişkisi, NATO'nun şu anda Ukrayna'nın başkenti Kiev'i işgal eden cuntayla olan ilişkisinden tamamen farklıdır. Suriye, uzun süre önce inşa edilmiş kendi bağımsız kurumlarına ve politikalarına sahip olan egemen bir ülkedir. Kiev cuntası ise Ukrayna'nın ve halkının kaderini doğrudan kontrol eden yabancıları içermektedir. Rusya'nın partnerler, Washington'un ise itaatkar vekiller araması arasındaki fark, Batı'nın kalıcı hale getirmek istediği tek kutuplu dünya ile Rusya'nın ve öteki yükselen ülkelerin onun yerine geçirmek istediği çok kutuplu dünyayı birbirinden ayıran temel unsurdur.

 

Rusya'nın Suriye'ye müdahil olması, öncelikle bizzat Moskova'yı da hedeflediği açık olan bir istikrarsızlık ve askeri fetih dalgasını durdurmayı, ardından da gelecekte bu tür dalgaların yaratılmasını imkansız kılacak şekilde dünya çapında bir güç dengesi tesis etmeyi amaçlamaktadır.  

 

Bu yalnızca Rusya'nın beyan edilmiş politikası değil, aynı zamanda jeopolitik sahnesinde aşikar bir şekilde peşinden koştuğu şeydir. Bunun meşruiyetinin ve büyüyen etkisinin temeli, uluslararası hukukun ilkelerine bağlılığı, ulusal egemenliğe saygısı ve çok kutuplu geleceği savunmasıdır. Moskova bu ilkelere ihanet etmesi halinde sahip olduğu nüfuz ve meşruiyeti yitirecek ve Batı gibi dünya sahnesinde ilgisizlik ve tecritle karşılaşacaktır. 

 

Batı'da ise hem siyaset hem de medya çevreleri, Rusya'nın çok kutuplu gelecek vizyonundan bahsetmekten imtina ettiği gibi, Rusya'yı da gerçekte Batı'nın içinde bulunduğu neo-emperyalist kurgu içinde betimleme konusunda olağanüstü adımlar attı.

 

Libya'nın halihazırda yıkılması ve Irak'ın yok olmama mücadelesi içinde olmasıyla birlikte, Suriye'nin düşmesi halinde, ABD'nin kendi politika metinlerine göre bile bir sonraki durak İran olacaktır. Haritaya bakıldığında, İran'dan sonra ABD destekli terörist güruhlarının Rusya'nın güneyine akmasını engelleyecek pek bir şey olmadığı görülebilir. Moskova'nın bir nokta seçmesi, bir çizgi çizmesi ve Batı'nın kendisine karşı planladığı şeyi durdurmak için o noktaya tutunması gerekiyordu. Bu noktanın Suriye olduğu görülüyor.

 

Haritaya baktığımızda imparatorluğunu genişleten bir Rusya değil, Rusya'nın bizzat kendisini hedef almadan önce etrafındaki her şeyi istikarsızlaştırma yönündeki kabul edilmiş girişimlere karşı mücadele eden bir Rusya görüyoruz. Rusya Suriye'de ne arıyor? Bütün öteki ülkelerin aradığı ve hakkının da olduğu şeyi arıyor: kendini koruma.

 

Rusya bir imparatorluk inşa etmiyor; kendisini tehdit eden bir imparatorluğun, Neo-Naziler ve teröristler de dahil olmak üzere vekil güçlerle ve bizzat  NATO güçlerinin kendisiyle sınırlarına ulaşmasını engellemeye çalışıyor.

 

 

www.medyasafak.net