Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (56)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (56)
İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre o şöyle demektedir: Ömer’in şöyle dediğini işittim: “Vallahi, ben sizin muta nikâhı yapmanızı nehyediyorum. Kuşkusuz muta nikâhı Allah’ın Kitabı’nda geçiyor. Şüphesiz Resulullah (s.a.a.) da bunu uyguladı.” Rivayet sahih bir isnada sahiptir.

 

- Rahman Rahim Allah'ın Adıyla ve O'nun yardımıyla. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine olsun.

 

Değerli izleyiciler es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu. Saygıdeğer efendim,  konumuz Sekaleyn hadisinin sened ve delaleti, 56. bölüm. Buyurun. Tabi konumuza geçebilmemiz için son programın bir özetini sunmalıyız önce.

 

- Kovulmuş şeytandan her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığınır, Rahman Rahim olan Adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Allahumme salli alâ Muhammedin ve Âl-i Muhammedin ve accil feracehum.

 

Azizlerim, önceki programda Sekaleyn hadisiyle ilgili olan temel önemdeki bir nokta üzerinde durduk. Bu nokta, davetin ve bu yüce şeriatın geleceğinin istikamet üzere kalışı ve sapma göstermemesi için gerekli olan şeyler hakkındaydı. Davetin sapmaması ise ancak Hz. Peygamber-i Ekrem'e yüklenen vazifeleri ikame edecek dinî bir merciliğin varlığıyla tahakkuk edebilir. Önceki programda Hz. Peygamber'in (s.a.a.) en önemli vazifelerinden birinin dini beyan etmek olduğunu dile getirmiştik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için” (16/en-Nahl/44). Ayrıca O'nun en önemli mesuliyetlerinden biri de sahabe ve ümmet arasında dinin tefsiri ve anlaşılması noktasında çıkacak ihtilafların çözümünü sunmak ve sorunları halletmektir. “Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından daha güzeldir. (4/en-Nisa/59)

  

Ayrıca dinin istikamet üzere kalışının korunabilmesi için Hz. Resulullah'tan sonra ihtilafları giderecek ve dini açıklayacak bir mercinin mevcudiyetinin zorunluluğunu da dile getirmiştik. Biz Ehl-i Beyt Okulu olarak bu önemli vazifenin ve sorumluluğun Ehl-i Beyt'e yüklendiği inancındayız. Bu inanca ilişkin delilimiz ise arzusuna göre konuşmayıp bildirdikleri vahiyden başka bir şey olmayan Zat'ın mübarek ağzından çıktığı kesinlik kazanmış Sekaleyn hadisidir.

 

Ancak yegâne delil de bu değildir. Başka onlarca delil mevcuttur. Hz. Resulullah'ın dilinden çıktığının kesin oluşu noktasında İslam uleması arasında ittifak bulunduğundan bu hadis en önemli delillerdendir.

 

Ehl-i Beyt Okulu bağlılarının metodu budur.

 

Diğer görüş ve yönelişte olanlar ise şöyle derler: Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) sonra dini açıklayacak ve dinin anlaşılması bağlamında çıkacak sorunları halledecek merci oluş sadece İtret-i Tahire'ye özgü değildir. Bu diğer insanlar için de geçerlidir. Hatta diğerlerini bunların önüne geçiriyorlar. Yani önceliği Ali ve Ehl-i Beyt'ine (a.s.) vermiyorlar. Onlar Ali'den (a.s.) daha bilgili kişilerin mevcut olduğunu söylüyorlar. Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın Ali'den daha üstün ve daha bilgili olduğunu iddia ediyorlar açıkça!

 

Bizler önceki programda dinî merciliğin sahabeye ait oluşuyla ilgili üç ihtimalin bulunduğunu belirttik.

 

İlk ihtimal sahabenin tüm fertlerinin dinî bir merci ve imam oluşudur. Yani buna göre ashabın her biri dinî sorunları cevaplandırabilecek evsaftadır.

 

Efendim, bu görüşte olan ve bu sözleri söyleyen kimse var mıdır diye itirazda bulunulmasın. Evet, bunu dillendirenler, sahabenin her biri imamdır diyenler mevcuttur.

 

Efendim bu hiç kimsenin ağzına alamayacağı büyük bir iddiadır, diyebilirsiniz. Fakat işte önümüzde Hafız İbn Hazm el-Endülüsî ez-Zahirî'nin el-İhkam adlı eseri. İbn Hazm bu eserinde şöyle demektedir: Sahabe, Hz. Resulullah (s.a.a.) ile bir saat bile olsa bir mecliste bulunmuş, O'ndan bir kelime dahi olsa söz işitmiş veya bir şeyi görüp kavramış münafık olmayan kimsedir… Niteliklerini anlattığımız bu kimselerin hepsi sahabedir, adil ve fazilet sahibidirler ve kendilerinden razı olunmuştur.[1]

 

- Sonuç olarak bunlar mercilik sahibidirler.

 

- Bunların her biri bir merci ve otoritedir. Anlayamıyorum, bunların tamamı imamsa Resulullah (s.a.a.) bunların açıkça yanılacaklarını nasıl söyleyebiliyor?

 

- Hatta irtidad ediyorlar…

 

- Hayır hayır. Şu an irtidad ve münafıklar çerçevesinde konuşmuyorum. Zaten o da münafık ve mürtedleri kavramın kapsamının dışında tutuyor. Ben şu anda onun Hz. Resulullah'ı (s.a.a.) beş altı yaşlarındayken gören ve bu nedenle adil, razı olunmuş ve fazilet sahibi kıldığı kimseler çerçevesinde konuşuyorum.

 

Şaşılacak nokta şudur ki bizzat kendisi şöyle demektedir: Allah Resulü (s.a.a.) sahabesinin verdikleri fetvalarında bazen yanıldıklarını haber vermektedir. Allah'a ve ahiret gününe inanan bir Müslümanın Hz. Resulullah'ın (s.a.a.), hataya düştüğünü haber verdiği sahabelerine uyulmasını emrettiğine inanması nasıl caiz olabilir? Resulullah (s.a.a.) kendisi nehyettiği halde onların görüşlerine uymayı nasıl emredebilir?[2]

 

Öyleyse ilk ihtimal, yani sahabenin hepsinin imam oluşu görüşü makul değildir.

 

İkinci ihtimal ise sahabenin her bir bireyinin değil de sahabe topluluğunun imam oluşu şeklindedir. Bu görüşe göre sahabenin icması bizim için bir kanıttır. Yani bir sahabi bir şey yapmak istediğinde ilk önce bütün sahabenin görüşlerini araştırmalıdır. Bizler Hz. Peygamber'den sonra sünnet ve hadisin tedvin edilmesinin yasaklandığını biliyoruz. Öyleyse buna göre bir sahabi bir işten önce o dönemde yaşayan diğer sahabelerin kapılarını çalacak ve Resulullah'ın o konu hakkında bir şey deyip demediğini öğrenmeye çalışacak! Ben bu ihtimalin hükmünü izleyicilere bırakıyorum.

 

Bir ikinci mesele; sahabenin ihtilafa düşmesi halinde insanlar ne yapacaklar?

 

- Ki ihtilafa da düşmüşlerdir.

 

- Tam isabet. Varsayalım ki onların bazı konulardaki icmalarını elde ettik. Peki ihtilafa düştüklerinde kime müracaat edecekler? Kur'an'a mı? Onlar zaten Kur'an hakkında ve anlaşılmasında ihtilafa düşmüşlerdir. Sünnetin anlaşılması noktasında da ihtilaf etmişler. Resulullah'tan (s.a.a.) sonra dini açıklama ve ihtilafları giderme noktasındaki mercilik kime aittir öyleyse?

 

Hz. Peygamber (s.a.a.) İslam Şeriatının geleceğinin önemini kavramadığından kendisinden sonra taşkınlıklar çıksın diye ümmetini kendi haline bıraktı denilebilirse işin içinden çıkılabilir ancak. Allah'a ve Resulüne inanan hiçbir kimsenin böyle bir inanca sahip olabileceğini düşünemiyorum.

 

Üçüncü olasılık: Merciliği kendisinden sonra iki şahsa bırakmıştır ve bunlar da Ebubekir ve Ömer'dir. Zira Hz. Resulullah (s.a.a.) “Benden sonra Ebubekir ve Ömer'e uyun” buyurmuştur. Bazıları da “Sünnetime ve benden sonra doğruya iletilmiş raşid halifelerimin sünnetine uyun” hadisine dayanarak merciliği Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali'ye bırakmıştır demişlerdir.

 

Bu görüşe işaret edenlerden biri de el-Mustasfa adlı eserin yazarı Gazalî'dir.

 

O şöyle demektedir:

 

Yanlış asıllardan ikincisi: Kimi âlimler, sahabî mezhebinin mutlak olarak hüccet olduğunu… Kimileri, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) “Benden sonra şu iki kişiye, Ebubekr ve Ömer'e iktida edin” sözü sebe­biyle, özellikle Ebubekr ve Ömer'in sözünün hüccet olduğunu; bazıları da ittifak ettiği durumlarda dört raşid halifenin sözünün hüccet olduğunu ileri sürmüşlerdir ki bu görüşlerin hepsi de bize göre batıldır.[3]

 

Soru: Metinde geçen ikinci görüşü kabul edelim. Yani Ebubekir ve Ömer'in görüşlerinin hüccetliğini veya ittifak etmeleri halinde dört halifenin görüşlerinin hüccet olduğunu kabul edelim. Peki ihtilaf etmeleri halinde ne yapacağız? Ümmet nereye başvuracak?

 

İhtilaflı konularda ne yapacaklar?

 

Ben bu akşam bunlardan bazılarının ilmî kapasitesi üzerinde biraz duracağım. Örneğin ikinci veya üçüncü halifeyi ele almaya çalışacağız. Taa ki böylece bunların ümmetin ihtilafa düşmesi halinde ihtilafları giderebilecek dinî bir merciliği üstlenebilecek yetenekte olup olmadıklarını görelim. Bunlar insanlığın dünya ve ahiret mutluluğunu sağlayabilecek, dinî marifetleri kendilerine öğretebilecek, halkın kendilerini taklid edebileceği bir donanıma sahip miler?

 

- Efendim, birinci ve ikinci halifenin Hz. Peygamber döneminde tayin edildiğini kabul edelim. Üçüncü ve dördüncü halife belirlenmiş değildir. Bu esasında sentez bir nazariyedir.

 

- Biz bu iki görüşü ele almak istediğimizi söyledik. Zira birinci ve ikinci görüş isabetli değildir.

 

- Üçüncü olasılığa bir soru işareti koyalım. İkinci halife konusuna geçelim. O Beni Saide Sakifesi'nde önemli bir rol üstlendi. Hilafeti boyunca teşriî düzenlemelerde bulundu. Üçüncü halifenin de seçiminde önemli bir rol üstlendi. Acaba ikinci halife bu rolü üstlenebilecek ilmî bir ehliyete sahip miydi?

 

- Tam isabet. Bu programda vaktimizin elverdiği ölçüde bu konuyu ele alacağız. Yoksa konuyla ilgili tüm verileri ortaya serecek değiliz.

 

- Konuya geçmeden önce bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Konumuz ilmî bir meseledir ve ilmî çerçevede ele alınmaktadır. Yoksa ikinci halifeyi yerme ve kusurlarını ortaya dökme amaçlı değildir.

 

- İki veya üç kanıta değinecek, daha sonra sözlerimi tamamlayacağım.

 

İlk kanıt: Sahihü Müslim'de geçmektedir. Bir adam Ömer'e gelerek “Ben cünüp oldum fakat su bulamadım” deyince Ömer “Namaz kılma” cevabını verdi. Bunun üzerine Ammar “Hatırlar mısın ey Müminlerin Emiri! Hani ben ve sen bir seriyyede idik ve ikimiz de cünüp olmuş fakat su bulamamıştık. Sen namaz kılmamıştın. Ama ben toprakta yuvarlanarak namazımı kılmıştım da Pey­gamber (s.a.a.) ‘Sadece ellerini yere vurman, sonra üfürerek onlarla yüzünü ve kollarını mesh etmek sana yeterliydi' buyurmuştu” demişti. Bunun üzerine Ömer “Allah'tan kork ya Ammar” dedi. Ammar “İstersen bunu hiç söylemeyeyim” karşılığını verdi. [4]

 

Ömer, Ammar'dan bu açıklamayı işitince ondan bir istekte bulunuyor. Değerlendirmeyi okuyucuya bırakıyorum. Ömer, ondan bu hadisi kendi yanında aktarmamasını istiyor. Acaba bu isteğin temelinde Ömer'in rüsva olması mı var? Ömer'in bilgisizce fetva vermiş olmasını hiçbir yerde dile getirmem.

 

İkinci örnek: Yukarıdaki hadisin aynısı Müsnedü'l-İmam Ahmed'de geçmektedir. Hadisin isnadı Buharî ve Müslim'in şartına göre sahihtir. [5] Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) “Sadece ellerini yere vurman, sonra üfürerek onlarla yüzünü ve kollarını mesh etmen sana yeterliydi” buyruğundan sonrası yok. Yani Ahmed b. Hanbel hadisi yarıda kesiyor.

 

Şimdi ikinci halifenin söz konusu olayı hatırlamadığını varsayalım. Peki halife Kur'an'ı da mı okumadı? Allahu Teala Nisa Suresinin 43. ayetinde şöyle buyuruyor: Eğer hasta olur veya bir yolculuk üzerinde bulunursanız yahut sizden biriniz ayak yolundan gelirse, yahut kadınlara dokunup da (bu durumlarda) su bulamamışsanız o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin: Yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz Allah çok affedici ve bağışlayıcıdır.” (4/Nisa/43) Kur'an bilgisi nerede halifenin!? Maide Suresinde teyemmüm söz konusu edilmektedir, neyse uzatmayalım.

 

Bir konuya değinmek istiyorum. Genel kabul gereğince en önemli hadis mecmuası Sahihü'l-Buharî'dir. Buharî, bu hadiste halife için büyük bir eksiklik olduğunu görünce hadiste oynama yapmış.

 

Olayı Sahihü'l-Buharî'den okuyalım. Bu, Müslim'de geçen rivayetin aynısıdır. Rivayet şöyledir: Bir adam Ömer'e gelerek “Ben cünüb oldum da su bulamadım” dedi. Ammar “Hatırlar mısın?...” [6]

 

Ömer'in o şahsa “Namaz kılma” şeklindeki sözü Buharî tarafından atılmıştır.

 

Rivayeti okuyan ikinci halifenin olayı anlatan şahsa cevap vermediğini ve cevap verenin Ammar olduğunu tasavvur ediyor. İşte en önemli kitap! Ben bu mübarek minberden tahkik erbabına ve insaf ehline bir çağrıda bulunmak istiyorum. Onlardan Sahihü'l-Buharî'de geçen bütün rivayetleri ele alıp oynamanın gerçekleştiği hadislerin miktarına ilişkin bir eser telif etmelerini istiyorum. Ortaya büyük hacimli bir kitap çıkartacaklardır.

 

Eğer nakil hususunda güvenilir isen rivayeti niçin nakletmiyorsun ey Buharî? “Öyleyse hadise niçin yer vermiş?” diye bir itiraz gelebilir?

 

El-cevap; Buharî pekâlâ biliyor ki bu tür müsellem rivayetleri eserine almadığında kitabının hiçbir kıymeti kalmayacak ve eleştiriye uğrayacaktır. Dolayısıyla bunları aktarmak zorundadır. Hakikatlerden birini aktarmadığında insanlar onu tasdik etmeyeceklerdir, dolayısıyla rivayeti arttırmak veya eksiltmek suretiyle tersyüz ederek naklediyor.

 

- Avam halk bundan beridir.

 

- Elbette ki. Bizim açıklamalarımız ilim ve tahkik ehline, havassa ve hakikat taliplerine yöneliktir.

 

İkinci şahit ikinci halifenin Kur'an ilmi ve Resul'ün sünneti sahasındaki bilgisini göstermektedir. İkinci halifenin durumu böyleyse diğer sahabeleri var sen düşün!

 

- En basit mesele…

 

- Kur'an'da önemli bir ayet vardır. Bu, miras sahasındaki önemli ayetlerden sayılan Nisa Suresinde geçen Kelale ayetidir. “Senden fetvâ isterler. De ki: Allah size, kelale hakkındaki hük­mü (şöylece) açıklar.” (4/Nisa/176) Konuyla ilgili olarak aktarılan sahih isnad zincirine sahip rivayetlere bakınız.

 

İlki Sahihü Müslim'de geçen rivayettir.

 

Rivayet şöyledir: Müslim'in Ma'dan İbn Ebu Talha'dan naklen rivayetine göre Ömer İbn el-Hattab bir cuma günü hutbe okuyarak Peygamber'i (s.a.a.) ve Ebubekr'i anmış; sonra şunları söylemiş: Allah'a yemin ederim ben, benim için kelâlenin durumundan daha önemli hiçbir şey bırakmadım. Resulullah'a (s.a.a.) ona da­ir soru sordum, bu hususta bana gösterdiği sertlik kadar hiçbir hususta sert­lik göstermiş değildir. O kadar ki, parmağı ile böğrümü yahut göğsümü dürt­tü, sonra şöyle buyurdu; ey Ömer sana, Nisa Sûresinin sonlarında nazil olan yaz ayeti yetmiyor mu?[7]

 

Ömer'in bu hutbesini kendi halifeliği döneminde verdiği anlaşılıyor. Bir diğer husus, kelale konusunda Resulullah'a (s.a.a.) çokça müracaat ettiğidir. Hz. Resulullah (s.a.a.) ayete müracaat etmesini söylüyor. Zira ayet açıktır. Ancak bu açık ayeti ikinci halife anlayamıyor!

 

- Hz. Resulullah'ın sözüne göre o bu ayeti anlamamış.

 

- Aynı rivayet Müsnedü'l-İmam Ahmed'de de geçmektedir.[8]

 

Bir diğer kaynak İbn Ebu Şeybe'nin Musannef'idir.[9]

 

Dördüncü kaynak ise Sahihü Sünen-i İbn Mace'dir. [10]

 

Şaşılacak şey doğrusu, Hz. Resulullah'a (s.a.a.) onlarca defa müracaat ediyor. Sadece Hz. Resulullah (s.a.a.) hayattayken değil vefatından sonra da ayeti anlayamıyor.

 

- Delil var.

 

- Bu insan Hz. Resulullah'tan sonra ikinci şahıs olduğu iddia edilen birisi. Ebubekir'den sonra mutlak olarak insanların en üstünü olduğu iddia edilmekte. Ali b. Ebu Talib'den (a.s.) daha faziletli olduğu kabul edilmektedir.

 

- Hatta bazıları Ebubekir'den de üstün olduğu söylüyor. Çünkü bazı hadislere göre nübüvvete eşdeğer bir şeyle ödüllendirilmiş, yani “muhaddes”tir (kendisine ilham olunan).

 

- Meşhur görüş çerçevesinde konuşmak ve İbn Kayyım el-Cevziyye'nin İlamü'l-Muvakkiin'inden alıntı yapmak istiyorum. O şöyle diyor: Ömer İbn el-Hattab'ın ölümü esnasında kelale hakkında bir hükme varamadığı şeklindeki ikrarı da bunu desteklemektedir. Bu konuyu anlamadığını itiraf etmiştir.[11]

 

Hz. Resulullah'a bütün müracaat edişlerine rağmen ve Ebubekir dönemi ve kendi halifeliği de gelip geçtiği halde bu konuyu anlayamamıştır. Resulullah'tan (s.a.a.) sonra dinî mercî olduğu iddia edilen kimse Kur'an-ı Kerim'in bu ayetini anlamamış.

 

İkinci kaynak; Muhammed Takî el-Usman'ın Şerhü Sahihi'l-İmam Müslim adlı eseri.

 

O bu eserinde şöyle diyor: Ömer kelale konusunda tam bir hüküm verememiştir. Onun yanında İbn Ömer ve Sa'd vardı. O şöyle dedi: “Biliniz ki ben kelale konusunda bir şey diyemiyorum. Benden sonra kimseyi halife olarak bırakmadım.”

 

Bu da Ömer'in ömrünün son demlerine kadar kelale konusunda net bir görüşe ulaşamadığına delalet etmektedir. [12]

 

Bazı çağdaş bilginler Ömer'in anlayışı, azameti ve ilmi hakkında söylenilenlere bakarak bu ayeti nasıl anlamadığı konusunda hayrete düşmüşlerdir. İşte Allame eş-Şenkıtî'nin (h. 1393) Advaü'l-Beyan adlı tefsiri.

 

O şöyle demektedir: En tuhafıma giden şeylerden biri de Ömer İbn el-Hattab'tan aktarıldığı üzere Hz. Peygamber'in (s.a.a.) kelalenin anlamını kendisine çok açık ve seçik bir halde işaret etmesine ve onun da kâmil bir kavrayışa ve ilme sahip olmasına rağmen bu anlamı kavrayamamasıdır.[13]

 

Diğer bir ifadeyle Şenkıtî en alt seviyede bir kavrayışa sahip birisinin dahi konuyu kavrayabileceğini söylüyor. Onun anlayışının ve ilminin kemâl seviyesinde olduğuna dair delil nedir, doğrusu bilemiyorum.

 

Şöyle bir itiraz gelebilir. Seyyidim, bir insanın bilgisizliğini ispat için iki şahit kâfi gelmeyebilir. Daha çok örnek gereklidir.

 

Azizlerim, İbn Kayyım el-Cevziyye'nin İlamü'l-Muvakkıın adlı eseri “Ömer'e gizli kalan meseleler” başlığı altında bu tür örnekler veriyor. İbn Kayyım onun bu meseleleri bilmediğini söylemek istemez. Ancak işin doğrusu bu başlıkta gösterilen örnekler onun bu meseleleri bilmediğini gösteriyor.

 

O, eserinde bu başlıktan önce de “Ebubekir'e gizli kalan meseleler” başlığını atıyor, sonra da “Osman'a gizli kalan meseleler” başlığını.

 

- Ali b. Ebu Talib'e (a.s.) gizli kalan meseleler başlığı var mı eserde peki?

 

- Hayır, yok. Daha sonra Ebu Musa'ya, İbn Abbas'a ve İbn Mesud'a gizli kalan meseleler başlığını atmış. Sonra şöyle diyor: Sahabenin dışındakilere gizli kalan meseleler sahabeye gizli kalan meselelerden daha fazladır.[14] Ancak bilgisiz olduğu hükmünü vermek için araştırma yapmamız gerekmektedir.

 

Ömer'e gizli kalan meseleler

 

Ömer'e cünup kimsenin teyemmüm alması gerektiği gizli kalmıştır. O şöyle demiştir: Bir kişi bir ay dahi yıkanamazsa namaz kılamaz.[15] Tabi Buharî bu ibareyi atmıştır.

 

Devamında İbn Kayyım şöyle der: Ona parmakların diyeti konusu da gizli kalmıştır. O başparmak ve sonraki parmak için 25 dinara hükmetmiştir. Nihayet kendisine Amr İbn Hizam'ın Kitabında Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) 10 dinara hükmettiği bildirilince görüşünü terk etmiş ve Resulullah'ın hükmünü almıştır. İzin istemenin mahiyeti kendisine gizli kalmış, sonra bunu ona Ebu Musa nakletmiştir. Hanımın kocasının diyetinden miras alacağını başta bilememiş, çöl ehlinden Dahhak b. Süfyan el-Kilabî kendisine bir mektup yazmış ve Resulullah'ın (s.a.a.) Eşşem ed-Debbabî'nin hanımını kocasının diyetine mirasçı kıldığını bildirmiştir. Kadının çocuğunu düşürmesi meselesi, cizye konusunda Mecusîlerin durumu, parmakların diyetlerinin eşit oluşu, hayızlı kadından veda tavafını yapma sorumluluğunun düşmesi kendisine gizli kalmıştır. Parmakların diyetlerinin birbirinden farklı olduğuna inanıyordu. Hac mutasından haberdar değildi ve bunu yasaklamıştır. Gözü önünde Ebu Eyyub el-Ensarî durduğu halde peygamberlerin isimlerini takmayı yasaklamıştır ve mehrin fazla olabileceğini bilmemiştir. En nihayetinde “Herkes Ömer'den daha fakihtir” demiştir…[16]

 

Çölde yaşayan bir bedevi biliyor ancak Resulullah'ın yanındaki Ömer konuyu bilemiyor.

 

Ben siyasî konum çerçevesinde konuşmak istemiyorum. Şimdilik dinî mercilik çerçevesinde konuşuyoruz. Resulullah'tan sonra dinin tefsir edilmesi ve sorunların hallinde merciliğin kime ait olduğunu konuşuyoruz.

 

Bir kişi Ömer için şöyle bir mazeret getirebilir: Birinci ve ikinci halifenin bütün maarifi, dinî ve ilmî konuları bildiğini hiç kimse iddia etmemektedir. Tüm bunlar, Allah-u Teâlâ'nın veya Resulullah'ın verdiği hükmü bilmedikleri bazı konulardır sadece.

 

Allah aşkına ikinci halifenin muhalefeti sadece bununla kalsaydı yine bir şey demezdik. Onun bu muhalefetleri bilgisizliğinden ve cehaletinden kaynaklanmaktadır der geçerdik. Ancak iş burada kalmıyor. O açık açık şöyle diyor: Bu mesele Kur'an'da geçtiği ve Hz. Resulullah (s.a.a.) şöyle yaptığı halde ben bu eyleme ve hükme muhalefet ediyorum.

 

- Bu tür bir durum mevcut mudur? Yani içtihad ediyor.

 

- Hayır içtihad etmiyor. Bunu yaptığını söylüyor. Ben bir şey demek ve hüküm vermek istemiyor, bunu değerli izleyicilere bırakıyorum. Fakat bu çerçevede Ömer'in sözünün geçtiği bir kaynağa işaret etmek istiyorum.

 

İbn Abbas'tan rivayet edildiğine göre o şöyle demektedir: Ömer'in şöyle dediğini işittim: “Vallahi, ben sizin muta nikâhı yapmanızı nehyediyorum. Kuşkusuz muta nikâhı Allah'ın Kitabı'nda geçiyor. Şüphesiz Resulullah (s.a.a.) da bunu uyguladı.” Rivayet sahih bir isnada sahiptir. [17]

 

Yani Ömer açık bir şekilde Allah'ın Kitabı ve Resulullah karşısında cephe açmak istiyor.

 

- Bütün bunlara rağmen ben muta nikâhını yasaklıyorum.

 

- Bakınız ulema bunu nasıl okumuş? Seyyidim, belki Albanî'nin ikinci halifeyle bir sorunu var, şeklinde bir itirazda bulunulabilir.

 

İbn Kesir'in el-Bidayetü ve'n-Nihaye adlı eserine bakalım.

 

Rivayet şöyledir: Ömer'den rivayet edildiğine göre kendisi şöyle demektedir: “Vallahi, ben sizin muta nikâhı yapmanızı nehyediyorum. Kuşkusuz muta nikâhı Allah'ın Kitabı'nda geçiyor. Şüphesiz Resulullah (s.a.a.) de bunu uyguladı.” Rivayet ceyyid bir isnada sahiptir.[18]

 

Yemen'in Selefi bilginlerinden Allame Vadıî bu konu hakkında şöyle diyor: Kitab ve Sünnet karşısında istihsan

 

Konunun başlığı şöyle: Ömer'in Muta Nikâhını Yasaklaması Kendisinin İstihsanına Dayanmaktadır.

 

Hadis sahihtir, ricali da sahih hadisin ricalidir. [19]

 

Yani Ömer bunu Hz. Peygamber'in fiili ve Kur'an karşısında sergiliyor.

 

Azizlerim problem bundan daha büyük.

 

- Daha tehlikeli bir durum mu var ki?

 

-Elbette. Kendileri dile getiriyorlar.

 

Rivayeti nakledenler halifenin mutayı yasaklamasından neyi anlamışlar? Bil ki Resûlullah (s.a.a.) hac ve umreyi birlikte yapmıştır. Sonrasında hac mutasını nesheden bir ayet inmedi. Hz. Resulullah da bunu nehyetmedi. Ancak adamın biri sonra kendi reyi ile dilediğini söyledi.

 

Bu rivayet Buharî ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir. Sindî der ki: Hadiste geçen “bir adam” ifadesi Ömer'e bir tür dokundurmadır.  [20]

 

Yani Ömer'in bu yasağı Kur'an ve Hz. Resulullah'ın fiili karşısında kendi görüşüdür. Dahası da var. Bizler Emevîci dinî anlayışını benimsemiyoruz. Aktardığımız birçok husus İbn Kayyım ve İbn Kesir gibilerindendir.

 

Bakınız İbn Kayyım Zadü'l-Mead adlı eserinde ne diyor: Hadisin lafzı Buharî'ye aittir. Biz Allah Rasûlü (s.a.a.) ile birlikte temettü' yaptık. Sonra bir adam kendi re'yi ile dilediğini söyledi. Müslim'deki metin ise şöyledir… Görüldüğü gibi Ebu Musa ile Ömer haccın temettua çevrilmesini ve yeni baştan ihrama girilmesini engellemenin hac ibadeti konusunda Ömer'in icad ettiği bir re'y olup Allah Resûlü'nden (s.a.a.) böyle bir rivaye­tin bulunmadığında hemfikirdirler. Ömer neyi delil gösterirse göstersin Ebu Musa, Ebu Bekir'in bütün halifeliği süresince ve Ömer'in halifeliğinin ilk zamanlarında insanlara, haccın umreye çevrilebileceği fet­vasını vermiştir. Nihayet Ömer bunu yasaklaması konusunda onunla görüştü ve her ikisi de bunun hac ibadeti hususunda Ömer'in ortaya attığı bir re'y olduğunda birleştiler.[21]

 

Soru; muhdesin hükmü nedir?

 

Her muhdes bidat, her bidat dalalet, her dalalet de ateştedir.

 

Geliniz şu rivayetlere bir bakalım. Önümüzde Sahihü'l-Buharî var: Havuz başında ashâbımdan bazılarını bana getirirler. Havuzdan men edilirler. O zaman ben “Ya Rabbim! Ashabımdı onlar...” dediğimde “Senden sonra onların neler ihdas ettiğini bilmiyorsun. Onlar ökçeleri üzerine gerisin geriye döndüler” denilir bana.[22]

 

Bu konuda şüphe kalmadığını düşünüyorum.

 

- Üçüncü bir sorumuz var. Ancak daha öncesinde şunu belirtmek isterim: Bazen insan takatinden daha fazlasını yüklenir. Ömer de bu türdendir.

 

- Orasını bilemiyoruz. Ben dinî merciliğin sadece Ebubekir ve Ömer'e ya da dört halifeye ait olduğunu kabul edenlerin sözlerini değerlendirmek istiyorum. Ebubekir ve Ömer'in ilmî konumlarını göstermek istiyorum. Karar izleyicinindir.

 

- Acaba Kitab ve Sünnet'e muhalefet etme sadece ikinci halifeye mi özgü yoksa muhalefet eden başkaları da var mı?

 

- Tam isabet. Ancak halifeler konusunun dışına çıkmayacağız. Üçüncü halife Osman b. Affan'dan bir iki örnek sunacağım.

 

İlk kanıt: Muta nikâhı konusunda ısrarla Ömer'e uyması, hâlbuki kendisi temettu haccı yasağının Resulullah'ın fiiline ve Kur'an'a aykırı olduğunu biliyordu.

 

- Temettu haccı birinci halife döneminde vardı.

 

- Hz. Ali (a.s.) ile Osman Usfan'da bir araya geldiler, Osman mut'ayı yahut umreyi nehyediyordu. Ali (a.s.) “Hz. Peygamber'in (s.a.a)  yaptığı bir işe karşı ne demek istiyorsun? Onu neden yasaklıyorsun?” dedi. Osman “Bunu, bize sormaktan vazgeç” dedi. Ali (a.s.) “Ben, seni bırakamam!” diye mukabelede bulundu. Ali hunu caiz gördüğü için mut'a ile umrenin ikisine birden niyet etti.[23]

 

Hz. Ali (a.s.) ona Hz. Resulullah'ın (s.a.a) “Beni nasıl hacceder görüyorsanız öylece haccediniz” buyruğunu, Hazret'in fiillerinin kanıt olduğunu hatırlattı. Bunlara tabi olanlar Ehl-i Sünnet, Ali'ye tabi olanlar ise ehl-i bidat, öyle mi! Resulullah (s.a.a.) Resulullah der dururlar! Ali (a.s.) sünnete tabi olmak istediğinde bağlıları bidat ehli oluyor, bidata uyanlar ise Ehl-i Sünnet oluyorlar!

 

İkinci kaynak Sünenü'n-Nesaî'dir.

 

Haşiye'de şöyle geçmektedir: “Sen nehyedilmemiş miydin?” Bu söz Osman'ın Ali'ye (a.s.) karşı söylediği sözdür. Yani ben Ömer'in yaptığı gibi bütün insanları temettu haccını yapmaktan nehyetmiştim. Sen nasıl olur da bunu yapar ve halifenin emrine karşı gelirsin? Ali (a.s.) Resulullah'ın sünnetine muhalefet edilen yerde kimseye itaat edilemeyeceğini bildirdi kendisine.[24]

 

Yani Osman, Ali'ye (a.s.) senin bana itaat etmen gerekmektedir demeye çalışıyor.

 

- Üçüncü halife “Yaratıcı'ya masiyette mahlûka itaat yoktur” buyruğunu bilmemektedir.

 

- İmam Zehebî'nin Siyerü Alami'n-Nübela'da bu konu çerçevesinde bir açıklaması bulunmaktadır. Zehebî bunu rivayet ettikten sonra şöyle der: “Bu hadisi Nesaî rivayet etmiştir. Rivayetten İmam Ali'nin (a.s.) sünnete uyma veliyyü'l-emre muhalefeti gerektiriyorsa sünneti tercih etme görüşünde olduğu anlaşılıyor. Kuvveti olan kimse için doğru tavır budur, eğer imamı ona eziyet etmez ise.”[25] Şimdi günümüzde zalim, fasık ve içki içen kimselere uyuyorlar mı uymuyorlar mı? Bir kişi veliyyü'l-emr olduğunda sırtına da vursa, malını da çalsa, Beytü'l-Haram'da içki de içse -ki Useymin böyle diyor- ona itaat etmen gereklidir!

 

Zehebî'ye göre gücü yeten kimsenin veliyyü'l-emrin aykırı hareketlerine muhalefet etmesi güzel bir davranıştır. O, Müslüman yönetici için imam kelimesini kullanıyor…

 

İkinci kanıt: Osman b. Affan bize Mina'da dört rekâtlı namazları dört rekât olarak kıldırdı. Bu davranış kendisine aktarılınca istirca ayetini okudu ve sonra şöyle dedi: Ben Peygamber (s.a.a.) ile beraber (Mina'da dört rekâtlı namazları) iki rekât olarak kıldım. Ebubekir ile de, Ömer ile de iki rekât kıl­dım. Ah keşke dört rekâtlık namaz yerine payım iki rekâtlık makbul namaz olmuş olsaydı.[26]

 

Yani Hz. Resulullah (s.a.a.) döneminde sünnet olan bu namazın iki rekât oluşuydu, ama halife bir şeyler icad etti.

 

- İstirca ayetini okuması Halife'nin sünneti öldürmesi anlamına gelmektedir.

 

- Tam isabet. Ancak Buharî adeti üzere rivayetle oynamıştır. Rivayet İmam Zehebî'nin Tarihü'l-İslam'ında mevcuttur.

 

Olay şöyledir: Bu yıl hac emirliğini yine Osman üstlenip insanlara hac et­tirdi. Mina'da onun için çadır kuruldu. Osman hem Mina'da hem de Arafat'ta namazı -kısaltmayarak- tam (yani dört rekât) kıldı. Bundan dolayı sahabe Osman aleyhinde açıktan açığa konuşmaya ve kendisini ayıplamaya başladılar. Hz. Ali (a.s.) ona gelip: “Vallahi böyle bir şey daha önce gerçekleşmedi, hatalı kılınan bir dönem olmadı, ben Peygamberin zamanında vardım, iki rekât kılınırdı. Sonra Ebu Bekir, Ömer ardından da senin idareciliğinde bu hep iki rekât değil miydi? Senin döneminde böyle bir şey gerçekleşiyor” deyince, Osman “Bu benim doğru olduğuna kanaat getirdiğim kendi görüşümdür” dedi.[27]

 

Şöyle bir itiraz gelebilir. Seyyidim, bu rivayet Taberî'nin Tarih'inden aktarılmıştır. Berzencî ise bu rivayeti zayıf saymaktadır. Bu Berzencî'nin görüşüdür. İmam Zehebî bu olayı aktarmış ve herhangi bir not da düşmüş değildir. Dahası var. İbn Kesir'in de bu olayı naklettiğini görmekteyiz.

 

İbn Kesir'deki rivayet uzundur. O şöyle diyor: Osman sustu. Abdurrahman b. Avf ona baktı… Bütün sahabe itirazlarını yükselttiler. Osman daha sonra “Bu benim doğru olduğuna kanaat getirdiğim kendi görüşümdür” dedi.[28]

 

Ben sadece iki veya üç kaynakla yetinecek ve konuyu geçeceğim.

 

Sizler Muaviye dönemine baktığınızda onun sahabenin itirazı nedeniyle Osman'a uymaya cesaret edemediğini görmektesiniz. Hâlbuki o, amcaoğlu Osman'ın görüşüne sahipti. Ancak Müsnedü'l-İmam Ahmed'de şöyle geçiyor:

 

Muaviye dönemine gelindiğinde o Mina'da ikamet etti. Muaviye bize namazı iki rekât olarak kıldırdı. Mervan b. el-Hakem doğrularak şöyle dedi: Hiç kimse amcaoğlunu yaptığın davranıştan daha çirkin bir şekilde ayıplamamıştır.[29]

 

Sen namazı nasıl kısaltarak kılarsın? Muaviye öğle namazını iki rekât kılmıştı. Ancak ikinci namazını Osman'a tabi olarak dört rekât kıldı. İşte Müslümanları yönetenlerin durumu!

 

- Yani sadece bir sahabiyle başka bir sahabinin görüşlerinin çatışması değil durum. Kişinin kendisiyle çelişmesinin örneğini de görüyoruz.

 

- Bir sahabi aynı konuda kendi kendisiyle çelişiyor. Bütün bunlara rağmen İbn Teymiyye'nin şöyle dediğini görüyoruz: Allah-u Teâlâ'nın onlara itaat etmeyi emrettiği şeylerde müminlerin veliyyü'l-emrine itaat edilir. Emir bu konuda kendisine ihtiyaç duyulandır. Bu durum Hulefaü'r-Raşidin'de toplanmıştır. Zira Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: “İçinizden kim benden sonra yaşar da birçok ihtilaf görecek olursa sünnetime sımsıkı sarılsın. Raşid Halifelerden sonra yönetim ayrılacak…”[30]

 

Yani her dediklerine itaat etmek gerekmektedir. Öyle ki Kitab-ı Kerim'e ve kati sünnete muhalefet ettikleri hususlarda dahi onlara itaat edilmesi vaciptir. Yani Raşid Halifeler döneminde ne bir bidat, ne muhdes şeyler, ne de ihtilaf vardır demeye çalışıyor. İşte savaşmaya ve mücadele etmeye çalıştığımız Ümeyyeci din anlayışı.

 

İmam İbn Kudame'nin el-Muğnî adlı eserinde şöyle dediğini görüyoruz: Eğer Ömer, Osman ve Muaviye'nin bunu nehyettiği söylenecek olursa biz deriz ki sahabenin uleması onların bu tavırlarına karşı çıkmıştır… Ömer şöyle demiştir: Vallahi, size temettu haccını yasaklıyorum…

 

Allah'ın Kitabına ve Resulünün Sünnetine muhalefet eden ve bu ikisinde geçen hususları yasaklayan kimsenin muhalefetinin ve nehyinin makbul olmadığı ve bunun kanıt olarak sunulamayacağı hususunda herhangi bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır.[31]

 

İşte mantık budur. Ben bu programda okuduğum pasajlara bir not düşmedim. Ehl-i Sünnet'in en az otuz eserinden pasajlar okudum.

 

İnşallah önümüzdeki programda “Size iki halife bıraktım” buyruğunu inceleyeceğiz. Sekaleyn hadisiyle halifelerin belirlenmesi gerektiğini inceleyeceğiz.

 

- Teşekkürler Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey. Sizlere de programımızı takip ettiğiniz için teşekkürlerimizi sunuyor ve Allah'a emanet ediyoruz. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu.   

 

 



[1] Hafız Muhammed İbn Hazm el-Endülüsî ez-Zahirî, el-İhkam fi Usuli'l-Ahkâm, c. 5, s. 89, Tahkik Ahmed Muhammed Şakir, Mektebetü'l-Buharî

[2] Age, c. 6, s. 90

[3] İmam Ebu Hamid Muhammed İbn Muhammed el-Gazzali, el-Mustasfa min İlmi'l-Usul, c. 1, s. 261, Bulak, 1322

[4] Müslim İbnü'l-Haccac el-Kuşeyri en-Nişaburi, Sahihü Müslim, c. 1, s. 340, Kitabü'l-Hayz, Babü't-Teyemmüm, Hadis No: 367,Tahkik Şeyh Müslim İbn Mahmud Osman es-Selefi el-Eseri, Darü'l-Hayr Basımı. 

[5] Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 30, s. 275, Hadis No: 18332 Tahkik Allame Şuayb el-Arnavut.

[6]Muhammed İbn İsmail el-Buharî, El-Camiü's-Sahih, c. 1, s. 47, Hadis No: 338Tahkik Şuayb el-Arnavut ve Adil Mürşid, c.

[7] Sahihü Müslim, c. 3, s. 110

[8] Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 1, s. 250

[9] Musannef-ü İbn Ebi Şeybe, c. 20, s. 592

[10] Allame Albanî, Sahihü Sünen-i İbn Mace, c. 2, s. 371.

[11] İmam İbn Kayyım el-Cevziyye, İlamü'l-Muvakkiin an Rabbi'l-Âlemin, c.3, s.530, Dar-ü İbni'l-Cevzî

[12] Muhammed Takî el-Usman, Tekmiletü Fethi'l-Mülhim bi Şerh-i Sahihi'l-İmam Müslim, c. 1ve 2, s. 21, Darü'l-Kalem, Dımaşk.

[13] Allame Muhammed Emin eş-Şenkıtî, Advaü'l-Beyan fi İzahi'l-Kur'an bi'l-Kur'an, c. 4, s. 783, Basıma sunan Bekir İbn Abdullah Ebu Zeyd, Darü'l-Alemi'l-Fevaid,

[14]İlamü'l-Muvakkiin An Rabbi'l-Âlemin, c. 4, s. 121-6

[15] Age, agy.

[16] Age, agy. 

[17]Allame Muhammed Nasırüddin Albanî, Sahihü Süneni'n-Nesaî, c. 2, s. 268.

[18] Hafız İmaddün Ebü'l-Fida İbn Kesir, el-Bidayetüve'n-Nihayetü, c. 7, s. 460, Tahkik Abdullah Muhsin et-Türkî, Darü'l-Alemi'l-Kütüb,

[19] Allame Ebu Abdurrahman Mukbil İbn Hadi el-Vadıî, el-Camiü's-Sahih mimma leyse fi's-Sahiheyn, c. 2, s. 390, Darü'l-Asar

[20] Allame el-Arnavut, Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 33, s. 77, Hadis No: 19841

[21] İmam Şemsüddin İbn Muhammed İbn Ebubekir ez-Zer'î ed-Dımaşkî, Zadü'l-Mead fi Hedyi Hayri'l-İbad, c. 2, s. 181-2 Tahkik Şuayb el-Arnavut.

[22] El-Camiü's-Sahihi'l-Buharî, c. 4, s. 563, Kitabü'r-Rikak, 53. Bab, Hadis No: 6585 Tahkik, Şuayb el-Arnavut ve Adil Mürşid.

[23] Sahihü Müslim, c. 2, s. 395, Kitabü'l-Hacc, Temettu Haccının Caiz Oluşu Babı. 

[24] Sünenü Nesaî, c. 5, s. 161, İmam Suyutî ve Sindî'nin haşiyesiyle birlikte.

[25] İmam Şemsüddin ez-Zehebî, Siyerü Alami'n-Nübela, c. 21, s. 409-410

[26] Sahihü'l-Buharî, c. 1, s. 428

[27] İmam Şemsüddin ez-Zehebî, Tarihü'l-İslam, c. 29, s. 181, Tahkik Doktor Beşşar Avvad Maruf.

[28] El-Bidayetü ve'n-Nihayetü, c. 10, s. 230

[29] Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 28, s. 71

[30] İbn Teymiyye, Camiü'l-Mesail, c. 8, s. 409-410

[31] İmam İbn Kudame, el-Muğnî, c. 5, s. 90

 

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

www.medyasafak.net