Batı, Paris saldırılarını Suriye finali için koz olarak kullanıyor

Batı, Paris saldırılarını Suriye finali için koz olarak kullanıyor
Paris’teki saldırılardan sonra bile Batı’nın hâlâ “rejim değişikliği” amacı doğrultusunda Suriye hükümetinin altını oyma ısrarında olması küresel kamuoyuna aşırı derecede tuhaf görünmelidir. Zira bu, silahlı militanlara yönelik maddi desteğin devam etmesini de içeriyor – bu militanların hepsi aşırıcı ve içlerinden çoğu El Kaide ve hatta IŞİD’le ya koordinasyon kurmuş, ya da onun bayrağı altında savaşmış gruplar.

 

 

 

Tony Cartalucci

 

 

New Eastern Outlook

 

 

Tesadüfen veya kasten, Fransa başkentinin kalbinde gerçekleştirilen terörist saldırılar, Batı'nın tam da Suriye hakkındaki “Viyana görüşmeleri” arefesinde ihtiyaç duyduğu dayanma noktası işlevi gördü.

 

Şans eseri eli güçlenmiş olan ve Fransa'nın daha baskın bir rol oynamaya başladığı Batı, kendi anlatısını yeniden ileri sürmeye çabaladığı gibi, aynı zamanda Suriye'deki süregiden çatışmayla ilgili kendi gündemini de yeniden ortaya koymaya çabalıyor: bu, yakın zamanda Rusya'nın askeri müdahalesiyle ve Suriye askeri güçlerinin savaş sahasındaki son kazanımlarıyla yolundan çıkmış bir gündem. Londra'da yayınlanan Guardian gazetesi, “Paris saldırıları, Suriye savaşını bitirme yönündeki uluslararası çabaları harekete geçiriyor” başlıklı haberinde şunları yazdı:

 

“Paris'teki IŞİD saldırıları, Suriye'deki savaşa son verme yönündeki uluslararası çabaları hareketlendirdi ve savaşan taraflar arasında müzakereler yürütülmesi ve ülke çapında geçerli olacak bir ateşkes için yeni bir son tarih belirlendi.  

 

Ancak temel mesele olan, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın geleceği konusunda henüz bir anlaşma işareti yok.”

 

Paris'teki saldırılardan sonra bile Batı'nın hâlâ “rejim değişikliği” amacı doğrultusunda Suriye hükümetinin altını oyma ısrarında olması küresel kamuoyuna aşırı derecede tuhaf görünmelidir. Zira bu, silahlı militanlara yönelik maddi desteğin devam etmesini de içeriyor – bu militanların hepsi aşırıcı ve içlerinden çoğu El Kaide ve hatta IŞİD'le ya koordinasyon kurmuş, ya da onun bayrağı altında savaşmış gruplar.

 

Burada aynı zamanda Suriye hükümetinin şu anda Halep içinde ve civarında IŞİD'le çatışma içinde olduğunu ve NATO üyesi Türkiye topraklarından çıkan besleme hatlarını kesme tehdidinde bulunduğunu dikkate almak gerekiyor.

 

Guardian bu noktayla ilgili olarak şunu dahi yazdı:

 

“Ancak Rusya ve ABD'nin Esad konusunda bir kez daha görüş ayrılığına düşme konusunda ortaklaştığı açıktı. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Paris saldırılarının ‘Esad yanlısı mı yoksa ona karşı mı olduğunuzun önemsiz olduğunu gösterdiğini' söyledi ve ‘IŞİD sizin düşmanınız' dedi.”

 

Ancak Guardian, Batı'nın öncelik sıralaması konusundaki başarısızlığını izah etmek için şu iddiada bulunuyor:

 

“IŞİD, onların [Batı'nın] gözünde, Irak ve Suriye'deki siyasi başarısızlıkların bir belirtisi. Viyana katılımcıları, yıl sonu gelmeden bir ateşkes yönündeki ilerlemeyi gözden geçirmek ve Suriye görüşmelerine katılacak heyetleri seçmek üzere Paris'te bir araya gelecek.”

 

Gerçekte IŞİD, “siyasi başarısızlıkların belirtisi” değildir. Birlikte tasarlanmış, devasa boyuta, çok uluslu devlet desteğinin sonucudur. Dev ölçekteki IŞİD amillerinin oluşturduğu ordular “siyasi başarısızlıklardan” türemedi, önceden var olan finans ağlarından, bölge çapındaki lojistik destekten, çok uluslu siyasi destekten, istihbarat ağlarından ve deneyimli askeri planlama ve örgütlenme becerilerinden türedi.  

 

Batı ve onun bölgesel müttefikleri, yani Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye, IŞİD'in şu ana kadar faydalandığı bu devasa çok uluslu devlet desteğini meydana getiriyor. Suriye çatışmasını betimleyen herhangi bir haritaya bakıldığında IŞİD'in besleme hatlarının doğrudan doğruya NATO üyesi Türkiye'den çıktığı görülebilir. Batı'nın en önde gelen gazetelerinde bile, Suriye'de IŞİD'e giden beslemelerin Türkiye üzerinden gittiği kabul ediliyor.

 

O halde “siyasi başarısızlıkların” IŞİD'in “sebebi” olmadığı açıktır. Bunun tek istisnası şu ki, Suriye'de rejim değişikliği gerçekleştirme hedefinin “başarısız” olması, Batı'yı Şam hükümeti düşünceye kadar – ki bu yalnızca Şam'ın bölgesel ve küresel müttefikleri onu terkettiğinde olabilir – IŞİD'i ve öteki terörist grupları desteklemeye devam etmeye yöneltmiştir.

 

Batı, Libya'da istediğini aldı – ve süreç içinde IŞİD'i yarattı 

 

Batı'nın Viyana görüşmelerinde ileri sürdüğü, IŞİD tehdidinin ancak kendilerinin Suriye'de amaçlarına ulaşması halinde bertaraf olacağı şeklindeki iddia, tam da IŞİD'in Suriye'deki yükselişini çevreleyen olaylar tarafından çürütülüyor.

 

Çatışma 2011 yılı içinde kritik boyuta varmadan hemen önce, ABD, İngiltere, Fransa, öteki NATO üyeleri ve yanısıra Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), rejim değişikliği amacıyla Libya'yı tamamen bölme ve yok etme sürecinin halihazırda içindeydi.

 

Bu devletler, ülkeyi silip süpürmüş şiddetli çatışmalara son verebilecek tek şeyin rejim değişikliği olduğunu savunuyordu – bu, Washington ve Avrupa'nın uzun zamandır var olan, Libya lideri Muammer Kaddafi'nin iktidardan düştüğünü görme arzusunu yerine getirecek bir hedefti.

 

NATO, Batı'nın “isyancılar” olarak adlandırdığı grupları silahlandırmak yoluyla ve büyük ölçekli, ülke çapındaki hava saldırılarını ve deniz bombardımanlarını, hatta özel kuvvetleri de içeren doğrudan askeri müdahale yoluyla ülkeyi yıktı ve kelimenin gerçek anlamıyla, El Kaide'ye teslim etti. Batı'nın “isyancıların” mezhepçi aşırıcılar olduğu ortaya çıkt ve bu gruplar – NATO'nun yardımıyla – derhal silahlarını, savaşçılarını ve paralarını yanlarına alıp, aynı yılın sonlarında Türkiye üzerinden Kuzey Suriye'yi istila etmeye başladı.

 

Business Insider dergisi, “RAPOR: ABD, açık bir şekilde Libya'dan Suriyeli isyancılara ağır silahlar gönderiyor” başlıklı makalesinde şunları aktaracaktı:

 

“Yönetim, Bingazi'deki önceden gizlenen operasyonun, Libya hükümetinin cephaneliklerinden yağmalanmış ağır silahların bulunmasını, yeniden satın alınmasını ve imha edilmesini içerdiğini söyledi, ancak bizim aktardığımız kanıtlar, ABD temsilcilerinin – özellikle de öldürülen büyükelçi Chris Stevens'ın – ağır silahların Libya'dan Suriyeli cihadçı isyanlara gönderilmesinden en azından haberdar olduğunu gösteriyor.

 

2012 yazının başlangıcı gibi erken bir tarihten bu yana Suriye'de birden fazla olası SA-7 gözetlemesi yapıldı ve şimdiye kadar Kaddafi'nin en az 20 bin taşınabilir ısı güdümlü füzesinin gönderilmiş olduğuna dair göstergeler var.

 

6 Eylül tarihinde Suriyeli isyancılar için 400 ton silah taşıyan bir Libya gemisi Türkiye'nin güneyine demir attı. Geminin kaptanı, yeni Libya hükümeti için çalışan “Bingazili bir Libyalı” idi. Bu sevkiyatı organize eden kişi olan, Trablus Askeri Konseyi başkanı Abdülhakim Bilhac, Libya devrimi sırasında doğrudan doğruya Stevens'la birlikte çalıştı.”

 

Bilhac'ın ABD Dışişleri Bakanlığı'nın yabancı terör örgütleri listesinde bulunan Libya İslami Savaş Grubu'nun (LIFG) – yani Libya El Kaidesi'nin – komutanı olduğunu, 2011 Libya savaşının öncesinde de, esnasında da, sonrasında da böyle olduğunu belirtmek gerekir. Ayrıca Bilhac'ın, bu parçalanmış Kuzey Afrika devletinde resmen tesis edildiği zaman IŞİD'le birlikte hareket ettiği de aktarıldı. Fox News, “Herridge: IŞİD Libya'yı yeni destek üssüne, güvenli bölgeye çevirdi” başlıklı makalesinde şunları yazdı:

 

“[Catherine] Herridge, IŞİD'in Kuzey Afrika'daki lideri olduğu düşünülen kişilerden birinin, 2011'de Libya diktatörü Muammer Kaddafi'nin devrilmesi sürecinde ABD tarafından istekli bir ortak olarak görülen Libyalı Abdülhakim Bilhac olduğunu aktardı.

 

Heridge, ‘Şimdi onun IŞİD'le sıkı bir işbirliği içinde olduğu ve Libya'nın doğusundaki eğitim kamplarına destek verdiği iddia ediliyor' dedi.”

 

Batı'nın ileri sürdüğü Libya'daki rejim değişikliğinin bu ülkedeki şiddet ve istikrarsızlığın son bulmasının başlangıcı olacağı yönündeki iddialara rağmen, bunun yalnızca Libya'da değil, Kuzey Afrika çapındaki öteki ülkelerde ve bizzat Suriye'de kaosun ilk aşamasının sonundan başka bir şey olmadığı açıktır.

 

Yeni bir Libya yaratmayı meşrulaştırmak için, yeni bir 11 Eylül'ü kullanmak

 

NATO'nun Libya'ya müdahalesi ve burada gerçekleştirdiği rejim değişikliği bir mülteci krizini engellemedi; bilakis bir mülteci krizinin yaratışmasına katkıda bulundu. NATO'nun Libya'ya müdahalesi ve başarılı rejim değişikliği bölgeyi veya dünyayı daha güvenli hale getirmedi, bilakis bütün ülkeyi, bugüne kadar eşi görülmemiş bir erişime ve operasyonel kapasiteye sahip olan terörist örgütler için bir gelişme alanına çevirdi. Ve bütün bunlara rağmen, Libya'daki bu sonuçların görülmesine rağmen Batı, Suriye'de tamı tamına aynı gündem için harekete geçti.

 

Açık gerçek şu ki, Batı'nın Suriye'ye barış veya istikrar getirmek gibi bir niyeti yoktur. Onların amacı Suriye'yi Libya gibi bölünmüş ve yıkılmış halde bırakmak ve orada körüklenen kaosu ve istikrarsızlığı, Batı'nın vekalet savaşının öteki hedefleri için – kuvvetle muhtemel olarak da İran, Rusya ve Orta Asya'nın derinliklerindeki hedefler için – bir sıçrama tahtası olarak kullanmaktır.

 

Batı, tıpkı Libya'da kaosun bitmesi sözü verdiği gibi, Suriye'de de kaosun bitmesi sözü veriyor. Fakat ikisinde de kaos bitmeyecektir.

 

Libya'nın kaderi ve Batı'nın amacına ulaşması halinde Suriye'de aynı performansın hayata geçirilecek olduğu akılda tutulunca, bir nokta açık olmalıdır: Batı'nın bizzat oluşmasına ve varlığını sürdürmesine yardım ettiği teröristler ne kadar masum insanı katletmiş olursa olsun, Batı Suriye'yi “Levant bölgesinin Libyasına” çevirme fırsatı bulamayacaktır. Bu cinayetler ne kadar elverişli ve iyi zamanlanmış olursa olsun, Avrupa'nın ve Kuzey Amerika'nın kalbinde ne kadar derinliklerde yer bulmuş olursa olsun, ve bunun sonrası ne kadar trajik ve pişmanlık verici olursa olsun.

 

www.medyasafak.net