Suriye uzlaşmasını kim rayından çıkarıyor?

Suriye uzlaşmasını kim rayından çıkarıyor?
Genellikle bu para muhtelif yabancı finans kuruluşları tarafından İsviçre bankalarından çekiliyor ve İstanbul’a gönderiliyor; burada bulunan özel kuryeler de bu meblağı alarak Nusra Cephesi militanlarına ulaştırıyor. İşte bu sebeple, Katar vakıflarının faaliyetleri konusunda düzgün bir uluslararası soruşturma yürütülmeksizin bu tür grupları yenilgiye uğratmak mümkün değildir.

 

 

 

Viktor Titov

 

 

New Eastern Outlook

 

 

Rus savaş uçakları, Suriyeli silahlı birliklere, İran Devrim Muhafızları'na, Lübnan “Hizbullah” hareketine ve Afganistan ve Pakistan'dan gelen Şii gönüllülere yaslanarak Suriye'deki hükümet karşıtı güçleri imha ederken, bir dizi etkili uluslararası ve bölgesel aktör çaresizce, IŞİD'in ve Suriye'deki öteki radikal İslamcı grupların kesin ve topyekün yenilgisini önlemek için bir fırsat yakalamaya çalışıyor. Bu aktörlerin arasında Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar kolaylıkla görülebilir.

 

Tahran'ın Suriye ordusunun süregiden hücumunu desteklemek üzere daha büyük bir katkı yapması mümkün olabilirdi, ancak İran, Halep'in güneyindeki bölgede yalnızca iki hafta süren çatışmalarda Devrim Muhafızları üyesi ondan fazla generalini ve üst düzey subayını kaybetti. İran ordusunun nizami birimlerinin Suriye'ye konuşlanmasına ihtiyaç duyulduğu açıktır. Yerel Kürt güçleri de IŞİD'e karşı mücadeleye etkili bir katkıda bulunmuştur.

 

Irak ordu birimlerinin ve bazı Kürt birliklerinin, IŞİD'in kendi kuvvetlerini Suriye ve Irak arasında hareket ettirmesine olanak veren pasif eylemleri durumu iyice zorlaştırdı. Kürtlerin ve Irak silahlı kuvvetlerinin arasında eğitimli üst düzey subayların bulunmamasından kaynaklı kararsızlık, Washington'un politikaları nedeniyle daha da kötü hale geldi. Bu, Kürtlerin destekleyici bir rol oynayacağı isyancı bir güç meydana getirme yönünde, tamamen anlaşılmaz girişimlere yol açtı. Kürtler ise özerklik elde etme ihtimali konusunda Washington'dan bazı sözler bekliyor, ancak Beyaz Saray'ın Türkiye'deki parlamento seçimlerinde Erdoğan'ın zaferle çıkması sonrasında atamayacağı adım tam da budur. Bu nedenle Rakka şehrine yönelik tam kapsamlı bir taarruz şimdilik yavaşlatılmıştır. Ancak bugün Şam'ın, başlatmış olduğu büyük çaplı hücumdaki ivmesini koruması kritik önemdedir.

 

Esad karşıtı güçlerin savaşma kapasitelerini belirleyen şey, aldıkları finansal destektir. Bu şimdiden Suudi Arabistan'ı, Suriye'deki savaşa yaptığı harcamaları çarpıcı bir oranda arttırmaya zorladı. İlave olarak, Ankara'nın doğrudan teşviki ve katılımıyla, Suriye'deki petrol kaçakçılığı faaliyetlerinin yoğunluğu da arttı. Bu durum Moskova, Şam ve Tahran'ı, teröristlerin kontrol ettiği petrol kaynaklarının sert hava ve kara saldırılarının hedefi haline getirilmesi gerektiği sonucuna vardırmalıdır. Bu türden saldırılar, militanların hem Suriye'deki hem de Irak'taki savaşma kapasitelerini büyük oranda etkilemelidir.

 

Viyana'daki format görüşmeleri, Batı'da yaygın bir şekilde başarısızlık olarak görülüyor. Amerika Birleşik Devletleri ve Suudi Arabistan bu görüşmeleri rayından çıkarmak için elinden geleni yapmıştı; Rusya ise her türlü tek taraflı kararı ve Viyana formatı dahilindeki tek taraflı eylemleri tolere etmeyi reddediyor. Rusya Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Maria Zakharova'nın ifade ettiği gibi:

 

Yaklaşan bakanlar toplantısı öncesinde Amerika Birleşik Devletleri acele içinde, üç çalışma gubunu faaliyete geçirdi: bunlar muhalefet, terörizme karşı direniş ve insani boyutlar konularında. Önemli bir nokta olarak, Rusya tarafıyla oturumların zamanı ve mekanı konusunda hiçbir ön istişare yapılmadı. Biz bunun açık bir şekilde, Viyana formatını tek taraflı hale getirme ve katılımcıları liderler ve onların yolunu izleyenler şeklinde bölme girişimi olarak görüyoruz. Biz oyunun bu kurallarını kabul edemeyiz. (…) Önerilen çalışma gruplarının hiçbiri, İran, Irak, Lübnan, İtalya veya AB'den delegeler içermiyor. Kapı bu taraflara kapatıldı ve söz konusu taraflar Suriye Destek Grubu'na da büyük ölçüde Rusya'nın ısrarları sayesinde kabul edildi. Katılım formatı keyfi bir şekilde sınırlandırıldı.

 

Kısa kesmek gerekirse, Batı ülkelerinin bu müzakerelere yalnızca Rusya'nın Suriye'deki askeri operasyonları nedeniyle devam etmeye karar verdiği belirtilmelidir. Bu ülkeler, sürece dahil olan bütün oyuncuların ulusal çıkarlarını dikkate alacak barışçıl bir çözüme çok sınırlı ilgi gösteriyor. Özü itibariyle Viyana formatı, görüşmelere katılan ülkeler sayısı açısından önceki bütün formatlardan farklılaşıyor ve burada, Batı'nın ve Arap monarşilerinin daha önce görmezden geldiği bir dizi ülke var. İran'ın müzakerelere katılması, Moskova için açık bir diplomatik zaferdir. Ancak Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın geleceği konusunda halen ihtilaflar olduğu için, bu görüşmelerden alınacak her türlü pozitif sonuç, Batı tarafından kolayca rayından çıkarılabilir.

 

Riyad ve Doha Suriye savaşına şimdiden on milyarlarca dolarlık yatırım yaptığı için, bir aşamada bu iki devletin Suriye'deki savaş planına sırtlarını dönmesini umut etmenin manası yoktur. Dolayısıyla da yapıcı görüşmelerin temeli ancak, nizami Suriye birlikleri sava sahasında bir dizi kaydadeğer zafer elde ettiği zaman yaratılabilir.

 

Batı'yla ve Arap monarşileriyle uzlaşmaya şu durumda varılabilir: bütün tarafların, Suriye'de Beşar Esad'ın katılmayacağı başkanlık seçimleri yapılması, ancak Suriye hükümetinin temsilcilerinin uluslararası hukuk kuruluşlarından herhangi bir şekilde soruşturmaya tabi olmayacakları konusunda güvence alması noktasında bir anlaşmaya varılması. Eğer bu senaryo izlenirse, Suriye devlet başkanının yetkilerinin çoğunu seçilmiş başbakana bırakması gerekecek, ancak ilk defa Moskova ve Tahran'ın Suriye'deki askeri varlıklarını korumasına izin verilecektir. 

 

Bu uzlaşının bir dizi noktasının Suudi Arabistan açısından kabul edilemez olduğu açıktır - en azından şimdilik, yani Suudi yanlısı İslamcılar karşı saldırı düzenleyip İdlib'deki kontollerini emniyet altına almaya çalışırken.

 

Riyad, İran Devrim Muhafızları'nın Suriye'deki artan askeri varlığından büyük kaygı duyuyor. Genel olarak, Esad çekilmeyi kabul etse bile bu Suudi Arabistan için hiçbir şeyi değiştirmez. Eğer İranlıların askeri varlığı Suriye'de kalırsa, durum Lübnan senaryosuna benzer şekilde gelişecektir: Alevi ve Hristiyan güçler bağımsız bir askeri grup oluşturacak, bu grup tamı tamına Lübnan Hizbullahı gibi olacaktır.

 

İlave olarak Riyad, Viyana formatında yer alan bir noktayı da kabul edemez: Suriye'de hangi grupların terör örgütü olarak görülebileceğini ortaya koyan “kara listelerin” oluşturulması. Eğer bu olursa, Suudi Arabistan'ın Suriye'de meşru askeri varlığı kalmayacaktır. Eğer bir Suudi temsilcisi böyle bir listenin altına imza atarsa bu, halihazırda ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından terör örgütü kabul edilen El Nusra Cephesi'nin omurgasını teşkil eden Fetih Ordusu ittifakına herhangi bir lojistik destek verilememesi anlamına gelecektir. Bu yüzden Riyad'la başarılı bir müzakere yürütülmesi ancak güç pozisyonundan mümkün olabilir.

 

Ankara'ya gelince, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beşar Esad'a duyduğu kişisel nefrete rağmen, Suriye siyasi hayatında Selefi unsurunun güçlenmesinin kendi stratejik çıkarlarına uymadığını gayet iyi anlıyor.

 

Türkiye'nin IŞİD'e karşı düzenleyebileceği olası bir kara harekatı da dikkate alınmalıdır. Ankara, IŞİD'e yönelik askeri operasyonların aynı hızda devam etmesi halinde, bölgedeki Türkleri ve Türkiye-Suriye sınırındaki kendi çıkarlarını korumayı amaçlayan askeri harekatlardan imtina etmeyeceği yönünde açık sinyaller veriyor. Bu “mesaj” öncelikle, bölgedeki Esad karşıtı güçleri bombalayan Rusya'ya yönelik. Türkiye, oyun oynamadığını göstermek üzere sınıra, istenildiği anda hareket etmeye hazır toplam 11 bin kişiden oluşan özel kuvvetler konuşlandırdı. Sınırdaki Türklerin korunması konusunda en küçük tavizler bile, Tayyip Erdoğan'ın “Büyük Türkiye” vizyonunun darbe alması anlamına gelecektir. Ankara'da, Türklerin korunmasından geri adım atılması halinde artık bu insanların Türkiye'ye kulak asmayacakları korkusu yaşanıyor.  

 

Bu koşullarda Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir kez daha, Suriye'ye uçuşa yasak bölgenin gündeme getirilmesini planladığını ifade etti. Erdoğan ayrıca Türkiye'nin, ülkenin güney sınırlarında bir “Kürt koridorunun” kurulmasına yol açacak şekilde Kürt güçlerin Fırat'ın batı yakasına geçmesini tolere etmeyeceğini söyledi. Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu ise, CNN'e verdiği bir röportajda Türkiye'nin IŞİD'le savaşmak üzere Suriye'ye kara birlikleri gönderebileceğini söyledi.  

 

Doğal olarak Suriye'de tam kapsamlı bir kara harekatı yalnızca ABD ve Türkiye tarafından birlikte gerçekleştirilebilir. Ancak bu harekatın yalnıca Suriye'deki İslamcı lojistik ağlarının (IŞİD destekçileri de dahil) ve Türkiye'ye yapılan kaçırılmış petrol sevkiyatının kanallarının korunmasına indirgenmesi ihtimali de mevcuttur.

 

Dolambaçsız bir şekilde söylemek gerekirse: Suriye'deki olası bir Türk askeri harekatı iki temel hedefin peşinden koşacaktır: Şu anda Halep vilayetinde yenilgiye uğrayan IŞİD birimlerinin kurtarılması ve olası bir yarı devlet niteliğindeki Kürt özerkliğinin meydana gelme ihtimalinin bertaraf edilmesi. Ancak Türklerin çoğunluğu Suriye'de kara harekatını desteklemeyeceği için Ankara'nın bu hedefe tek başına ulaşmasının yolu yoktur. Hangi gerekçeyle olursa olsun büyük çaplı bir askeri angajmana girilmesi şüphesiz Ankara'yı, “İslam Devleti”ne verdiği desteğin niteliği gibi, sıkıntı verici sorularla karşı karşıya bırakacaktır. Bir başka deyişle Ankara, Washington'a bir alışveriş teklif etmektedir: Washington'un Kürt özerkliği fikrinden ve temel vurucu güç olarak Suriye Demokratik Güçleri'ni (SDG) kullanmaktan vazgeçmesi, Ankara'nın da tam kapsamlı bir müdahale başlatması.

 

Katar'a gelince, her ne kadar formel olarak, Suriye'deki teröristlere gönderilen mali desteğin seviyesini azaltmış olsa da, bu suçlu gruplar için ayrılmış olan paranın onlara ulaşmasını sağlamak için başka bir model kullanmıştır. Finansmanlar şimdi, Evkaf ve İslami İşler Bakanlığı ve Katar Kızılay Cemiyeti tarafından aktarılıyor. Ancak bütün transferler, Emir ailesi ve Müslüman Kardeşler'in ruhani lideri – Yusuf el-Karadavi – tarafından denetleniyor. Biçimsel olarak para Doha'daki büyük alışveriş merkezilerinde toplanıyor ve ardından dünya çapındaki Müslümanlara gönderiliyor. Bu “bağışlar” daha sonra Katar Hazinesi'nde “gaz dolarları” tarafından büyütülüyor. Ardından da El Nusra Cephesi ve bağlaşıkları süslü çekler alıyor. Eğer öyle olmasaydı bu grup, Rus hava saldırıları altında varlığını sürdüremezdi.  

 

Genellikle bu para muhtelif yabancı finans kuruluşları tarafından İsviçre bankalarından çekiliyor ve İstanbul'a gönderiliyor; burada bulunan özel kuryeler de bu meblağı alarak Nusra Cephesi militanlarına ulaştırıyor. İşte bu sebeple, Katar vakıflarının faaliyetleri konusunda düzgün bir uluslararası soruşturma yürütülmeksizin bu tür grupları yenilgiye uğratmak mümkün değildir. Sonuç olarak bahsettiğimiz şey bir dizi BM sözleşmesinin ihlal edilmesi ve uluslarası terörizmin finanse edilmesidir.

 

 

www.medyasafak.net