Suudi liderliğindeki koalisyon: hedefler ve sonuçlar

Suudi liderliğindeki koalisyon: hedefler ve sonuçlar
Suudiler öncülüğündeki yeni koalisyon, Sykes-Picot planı temelinde dini bölünmeleri büyütmeyi amaçlıyor. Yüz yıl önce Sykes-Picot Anlaşması Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına yol açmıştı ve şimdi Amerika Birleşik Devletleri bölgedeki ülkeleri, özellikle de Irak ve Suriye’yi ırk ve etnik farklılıklar temelinde bölme çabası yürütüyor.

 

 

Alwaght.com

 

 

Şu ana kadar terörizmle mücadele için üç koalisyon kuruldu. Bunlar, isimlerinin ve amaçlarının görünürdeki benzerliğine rağmen farklı hedefler peşinde koşuyor. İlk koalisyona ABD öncülük ediyor. İkinci koalisyona Rusya, yakın zamanda ilan edilen üçüncü koalisyona ise Suudiler öncülük ediyor. Her ne kadar Suudiler kendi koalisyonlarının gizli boyutlarına dair daha fazla bilgi yayınlamamışsa da, bu ani koalisyonun duyurulduğu an çeşitli nedenlerden ötürü önemlidir. Bu noktalar aşağıdaki satırlarda tartışılmaktadır:

 

1. Yüzde yüz ABD planı: Prensip olarak Suudi öncülüğündeki koalisyon fiilen, ABD öncülüğündeki koalisyonun kara gücüdür. Tartışmaya değer bir şekilde ABD'li yetkililer, Suudi Arabistan öncülüğünde böyle bir koalisyonun kurulmasını derhal tebrik etti; öyle ki, Savunma Bakanı Ashton Carter hemen, Suudi öncülüğündeki bu koalisyonun  Washington tarafından yapılan, bölgenin Sünni devletlerinin daha fazla katılım göstermesi yönündeki çağrıya yanıt olduğunu söyledi. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü John F. Kirby, Koalisyon'un, müttefiklerinden böyle bir oluşum kurmalarını isteyen ABD'nin bölgedeki politikalarıyla uyumlu olduğunu söyledi. ABD Başkanı Barack Obama, kısa süre önce Türkiye'nin Antalya şehrinde düzenlenen G-20 zirvesinde Arap müttefiklerini, terörizmle mücadele etme bahanesi altında Suriye ve Irak'a müdahale edecek bir ordu kurmaya davet etmişti. Dolayısıyla bu yöndeki çabalar, terörist grupların Irak ve Suriye'deki başarısızlıkları sonrasındaki ABD planları çerçevesinde görülebilir.

 

2. Bölgede ayrılıkçı hedeflerin peşinden koşulması: Suudiler öncülüğündeki yeni koalisyon, Sykes-Picot planı temelinde dini bölünmeleri büyütmeyi amaçlıyor. Yüz yıl önce Sykes-Picot Anlaşması Osmanlı Devleti'nin parçalanmasına yol açmıştı ve şimdi Amerika Birleşik Devletleri bölgedeki ülkeleri, özellikle de Irak ve Suriye'yi ırk ve etnik farklılıklar temelinde bölme çabası yürütüyor. O tarihlerde Arap ülkeleri, özellikle de Suudi Arabistan, İngiltere ve Fransa ile birlikte Sykes-Picot anlaşmasının uygulanmasına aktif bir şekilde uygulanmasına müdahil olmıştu ve şimdi bu ülkeler ABD tarafından, planı uygulamaya teşvik ediliyorlar. Araplar Sykes-Picot anlaşmasıyla büyük ölçüde hayal kırıklığına uğramıştı ve şimdi yine hayal kırıklığına uğrayacak gibi görünüyorlar. Kanıtlar, ABD'nin bizzat ülkelerin aracılığıyla bölmeye çalıştığını ortaya koyuyor. Bölgeye kara askerlerinin gönderilmesi, Türk askerlerinin Musul'daki varlığı ve Suudi öncülüğündeki koalisyon, ABD planını uygulama yönündeki ilk adımlardır.   

 

ABD'nin eski Birleşmiş Milletler büyükelçisi John Bolton, planın Irak ve Suriye'de IŞİD işgali altında bulunan bazı bölgelerinde bir “Sünni devleti”, Güney Irak'ta bir “Şii devleti” ve Kuzey Irak'ta bir “Kürt devleti” kurmayı amaçladığını söyledi.

 

3- Bölgesel polis rolü oynayarak macera peşinde koşma: Suudiler öncülüğündeki koalisyon bir isimden ve gerçek bir değeri olmayan sembolik bir koalisyondan ibarettir. Öncelikle Suudi Arabistan farklı ülkelerle olan temaslarında ‘terörizme karşı bir koordinasyon merkezinden' söz etti, ancak düzenbaz bir adım olarak Muhammed bin Selman birdenbire, geceyarısı düzenlenen bir basın toplantısında, 34 ülkeden oluşan ve 10 ülkenin daha destek verdiği bir “askeri-İslami koalisyonun” kurulduğu haberini verdi.  Suudi Arabistan başlangıçta pek çok ülkeyi aldattığından, ülkeler kendilerinin böyle bir bilgisinin olmadığını söyleyip şaşırdıklarını ifade ettiler, ardından da bazı ülkeler bu koalisyondan imtina ettiklerini açıkladı. Örneğin en kalabalık Müslüman ülke ve en büyük Sünni devlet olan Endonezya, “biz bir askeri ittifaka katılmak istemiyoruz” dedi. Afrika'nın en büyük Müslüman ülkesi olan Cezayir'in yanısıra  Umman, Pakistan, Bangladeş, Afganistan ve Orta Asya ülkeleri de aynı pozisyonu aldı. İkinci olarak Suudi Arabistan Yemen saldırısı sırasında halihazırda geniş bir Arap koalisyonundan söz etmiş, ancak Yemen'e karşı kuurlan bu Arap koalisyonuna ismini dahil ettiği bazı ülkelerin rızasını almamıştı. Aralarında Pakistan ve Mısır'ın da bulunduğu bazı ülkeler ise koalisyona katılmayı reddetmişti. Üçüncü olarak, her ne kadar Suudi Arabistan Irak ve Suriye'deki koalisyonun uluslararası toplumla koordinasyon içinde kurulduğunu ve askeri operasyonlarını meşru yoldan yürüteceğini ileri sürse de, terörizmin esas kurbanları olan Suriye ve Irak'ı koalisyona katılmaya davet etmedi. Dördüncü olarak Suudi Arabistan Suriye'deki ve Yemen'deki amaçlarına ulaşamamışken, uluslararası düzeyde ABD'nin bile ulaşamadığı amaçlara ulaşmayı nasıl başaracak? İfade edilen amaçlara ulaşılamamasının sebebi, ABD'nin dürüstlükten yoksun olmasından ve iddiaları ile yaptıkları arasındaki tutarsızlıktan ileri geliyor. Bu sebeple Suudi Arabistan'ın birden bire terörizmle mücadele etme iddiasında bulunması sorgulanabilir niteliktedir ve hedefleri konusunda şüphe yaratmaktadır. Beşinci olarak, koalisyonun amaçları arasında İsrail terörizmiyle mücadele etmenin olmaması dikkat çekicidir; ancak Filistin'in de bu koalisyonun içinde olduğu söylenmiştir! Altıncı olarak, Suudiler öncülüğündeki koalisyon, bölgesel polis rolü oynama niyetinde olan Suudi Arabistan'ın müdahaleci yaklaşımının yeni bir göstergesidir. Bu ise, önceki savaşını bitirmeden yeni bir savaş peşinde koşan Riyad için son derece tehlikeli bir maceradır. Yedinci olarak, Amerika Birleşik Devletleri ve Arap ülkeleri hedeflerine, özellikle de terörizmle mücadeledeki hedeflerine pratikte ulaşamamışken, başarısızlıklarını örtbas etmek için sembolik adımlara ve medya propagandasına başvurmaktadır. ABD'nin ve İsrail rejiminin, Suudi Arabistan da dahil olmak üzere bazı Arap ülkelerinin katılımıyla gerçekleştirdiği hava manevraları dikkat çekicidir. Dokuzuncusu, petrol varil fiyatı otuz doların altındayken, koalisyon için gerekli milyarlarca doların Arap ülkeleri tarafından nasıl sağlanacağı belli değildir.

 

4. Teröristlerin kurtarılması: Rusya, İran, Irak ve Suriye tarafından bir ittifak kurulmuşken ve Başkan Beşar Esad hükümetini devrime stratejisi başarısız olmuşken, Suud Hanedanı bölgedeki başarısızlıklarını dengelemeye çalışıyor gibi görünüyor ve terörizmle savaşma bahanesiyle, bazı teröristeri desteklemek, bazı bölgelerin kontrolünü ele geçirmek ve bu şekilde ABD'nin ayrılıkçı planlarının yerine getirilmesi için yolu döşemek üzere, Irak ve Suriye'ye doğrudan girme peşinde koşuyor.

 

5. “Terörizmin anası” imajının ortadan kaldırılması: Suudi Arabistan'ın tekfirci terörizmin babası olarak sahip olduğu imajın ortadan kaldırılması da bu çarpıcı hilenin amaçlarından biri gibi görünüyor. Paris'teki terörist saldırılar sonrasında Batı'da terörizmin kaynağı olarak Suudi Arabistan üzerinde daha fazla basınç var; öyle ki, Batı'daki pek çok medya kuruluşu ve siyasi çevre terörizmin etkileriyle mücadele etmek yerine terörizmin kaynağı olan Suudi Arabistan'a daha fazla basınç uygulanması çağrısı yaptı.  Bu sebeple Suudiler öncülüğündeki koalisyon, Suudilerin terörizme verdiği geniş desteği ve küresel protestoları gölgelemek ve kamuoyunu yanıltmak amacındadır.

 

6. Batı'dan gelen baskılara yanıt verilmesi: Geride bıraktığımız haftalarda Batılı yetkililer ve diplomatlar, Suudi Arabistan'ın IŞİD'le mücadelede ihmalkar olduğunu ileri sürerek, Suudi Arabistan'a iki nedenle baskı uygulamaya başladı.

 

Birincisi, ABD ve Batı terörizmle mücadeledeki zayıf performansları nedeniyle kamuoyu baskısı altında. İkincisi, bölge ülkelerinin kapasitesini kendi hedeflerine ulaşmak için kullanmak istiyorlar. Batı ülkeleri, Suriye'ye ve Irak'a askeri müdahale için kendi kara güçlerini konuşlandırmak istemiyor, ancak kendi maceralarında Fars Körfezi ülkelerinin kara askerlerini kullanmak istiyorlar. ABD Kongresi'nin askeri komite başkanı John McCain'in söylediği gibi Amerika Birleşik Devletleri, Arap askeri güçlerinden oluşan yüz bin kişilik bir kara gücü meydana getirmek istiyor.

 

7. Amerika Birleşik Devletleri'ne teveccüh gösterme planı: ABD, Suudi Arabistan'ın içişleri bakanı ve veliaht prensi  Muhammad bin Nayif'i sıcak bir şekilde karşıladı ve kendisini terörizme karşı savaşın kahramanı olarak betimledi. Bu, Batı'nın onun Suudi Arabistan liderliğini  Muhammed bin Selman'dan daha fazla hak ettiğine inandığı anlamına geliyor. Öte yandan Alman istihbarat servisi ve ABD'deki bazı basın kuruluşları Muhammed bin Selman'ı Suudi Arabistan'a tehdit oluşturan pervasız bir çocuk olarak tanımladı. Bu sebeple yeni koalisyonun kamuoyuna duyurulması, Muhammed bin Selman'ı Muhammed bin Nayif'ten daha güçlü ve terörizmle mücadelede Batı'yı daha fazla hoşnut edebilecek biri olarak betimleme gösterisidir. Muhammad bin Selman, koalisyonun kuruluşunu ABD'ye ve Batı'ya, “Muhammed bin Nayif terörizmi Suudi Arabistan'da yenerse, ben terörizmi bütün Müslüman dünyada yenerim” demek için ilan etmiştir.  

 

8. Siyasi müzakerelerde taviz elde edilmesi: ABD ve Suudi Arabistan, atmosferi değiştirmek ve başkalarını kendilerinin muzaffer olduğuna inandırmak için çaba gösteriyor. Bu şekilde, bu tür önlemleri Cenevre, Viyana ve New York'ta kaldıraç olarak kullanmaya çalışıyorlar. Suriye ordusunun sahadaki başarıları sonrasında ABD, Viyana toplantısında önerilen Suriyeliler arası müzakereleri tamamlama yönündeki ciddi çabaları akamate uğratmak için New York'taki görüşmeleri hazırlamış gibi görünüyor. Özellikle Kerry, Moskova'ya yaptığı üç saatlik yolculukta herhangi bir faydalı sonuç elde edemedi ve Putin kendisine olumsuz yanıt verdi. Öte yandan, ‘Kararlılık Fırtınası Operasyonu' kapsamında düzenlenen hava saldırıları da etkisiz olduğunu ortaya koydu. Yemenlilerin yakın zamanda elde ettiği zaferler, Yemen direnişinin Suudi Arabistan içindeki operasyonları, Suudi askeri üslerinin düşmesi ve ABD planlarının başarısız olması, Amerika Birleşik Devletleri'i koalisyon üyesi Arap ülkelerinden daha fazla endişelendirdi, zira Suudi Arabistan'ın başka şehirlerinin ve bölgelerinin de düşmesi muhtemel. Bu doğrultuda ABD ve Suudi Arabistan, Yemen'deki hedeflerine ulaşamayınca, Yemenliler arası görüşmeler fikrine teslim oldu. Bu sebeple de, Viyana, Cenevre ve New York'taki Suriyeliler arası görüşmeler ve Yemenliler arası görüşmelerle eş zamanlı olarak Suudi öncülüğündeki koalisyonun kurulduğunun ilan edilmesi yalnızca, onları müzakere masasında daha fazla taviz vermek üzere baskı altına almayı amaçlıyor.  

 

www.medyasafak.net