Eski İsrailli bakan, İran yaptırımlarının kaldırılmasını “kara bir gün” olarak adlandırdı

Eski İsrailli bakan, İran yaptırımlarının kaldırılmasını “kara bir gün” olarak adlandırdı
Hizbullah’ın Lübnan’dan İsrail’e fırlattığı füzeler de, Hamas’ın Gazze Şeridi’nden fırlattığı füzeler de, ipleri tutan güç olan İran’dan geliyor. Açık olayım: İsrail’in baş düşmanı İran’dır. İran’ın dini lideri Ali Hameney, birkaç ay önce İsrail’in nasıl yok edileceğini anlattığı bir kitap bile yazdı: “İsrail füze fırlatılacak alanlarla kuşatılmalıdır”.

 

 

Al-monitor.com

 

 

İşçi Partisi'nden eski İsrailli bakan Efraim Sneh, yirmi yıldan daha uzun zamandır İran'ın nükleer projesini büyük bir kaygıyla izliyor. 1992 yılında Knesset Dış İlişkiler ve Savunma Komitesi üyesi olarak, o dönemin başbakanı İzak Rabin'in dikkatini İran'ın nükleer silah yapma arzularına çekmişti. O tarihten bu yana, savunma bakanı yardımcılığı da dahil olmak üzere üstlendiği görevlerin hiçbirinde bu konuyu gündemden düşürmedi ve konuyu derinlemesine araştırdı. Sneh,  yaptırımların kaldırıldığı gün Al-Monitor sitesine verdiği röportajda, “İran'ın zaferinin” dünya barışı için ifade ettikleri konusunda ümitsiz bir tablo çizdi ve o günü sadece İsrail için değil, genel olarak insanlık için “kara gün” olarak adlandırdı.

 

Aşağıda röportajın tam metni sunulmaktadır:

 

Al-Monitor:  İran üzerindeki yaptırımlar, İran'ın anlaşmada kendisine düşen yükümlüklerini yerine getirdiği tespit edildikten sonra kaldırıldı. O halde neden hâlâ kaygılısınız?

 

Sneh:  Dünyanın en karanlık rejimlerinden birini uluslar ailesine katıp önüne kırmızı halı serdiğiniz zaman bu, insanlık için karanlık bir gündür. Bunun anlamı uluslararası toplumun – yani en önemli demokrasilerin – ahlaki duruşlarını kaybettiğidir. Bu ülkeler, bu rejimin karşısında durma cesaretini gösteremediler. Bilakis, Tahran'ın taleplerinin çoğunu tatmin eden bir uzlaşmayı seçtiler.

 

Birçok insanın anlamadığı şey, nükleer silah yapmanın İran'ın nihai amacı olmadığıdır. Bu daha ziyade, onun küresel bir güç olmasının araçlarından biridir. İranlılar istediklerini alır almaz ve yaptırımlar kalkar kalkmaz, nükleer programlarını bir kenara bıraktılar. Onların baktığı yerden bir nükler silah edinmek yalnızca, stratejik amaca giden yolda ertelenmiş durumdadır.

 

Şimdi yaptırımlar kalkınca İran, uluslar ailesine dahil edilmeye ilave olarak aynı zamanda daha zengin hale de gelecek. Modern silahlar almak için ve bölgesel yayılmasını finanse etmek için daha fazla paraya sahip olacak. Bu, Tahran'ın Batı ülkelerine baskı yapmasını daha kolay hale getirecek. Örneğin, yaptırımlar kalkar kalkmaz Tahran, 100'den fazla Avrupa yapımı Airbus uçağı almaya hazır olduğunu açıkladı. Bu gidişatı dikkate alınca, İran'ın nükleer anlaşmasını ihlal etmesi halinde Airbus'taki Avrupa ortaklığının İran'a karşı tavır alacağını öngöremiyorum.

 

İlave olarak bu anlaşmanın bir diğer ciddi boyutu, İran'ı Ortadoğu'da meşru bir hegemonik oyuncu olarak telaffuz etmesi. Uluslararası toplum yaptırımları kaldırıp İran petrolünü satın almaya ve bu şeytanın ekonomik olarak gelişmesine izin vermeye hazırlandığı gibi, aynı zamanda İran'ın stratejik meselelerde baskın bir faktör haline gelmesine olanak tanıyor. Daha üç ay önce İranlılar, Suriye görüşmelerine eşit partnerler olarak davet edildi. Aynı zamanda da üçkağıtçı bir şekilde IŞİD kartını oynayıp “Onlara karşı [savaşmanızda] size yardım edeceğim” diyor.

 

Al-Monitor:  ABD Başkanı Barack Obama'nın, İran'ın nükleer bombaya sahip olmayacağı konusundaki sözü hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Sneh:  Sözünün ciddi olması için Obama'nın aynı zamanda, İran'ın anlaşmayı ihlal etmesi halinde zinde bir cevap vereceğini, buna askeri güç kullanımının da dahil olduğunu açıkça ortaya koyması gerekiyor. Başkanlığının son yılında bunu yapma kararlılığında olduğundan emin değilim. Bu açıdan bakıldığında, o sözünün adamıdır. Görev süresini, İran bir nükleer bomba sahibi olmadan tamamlayacaktır. Fakat İran'a yalnızca nükler prizması üzerinden bakmak hata olacaktır; onun saldırganlığını ve küresel bir güç haline gelme çabalarını gören daha geniş bir perspektif gereklidir.

 

Elbette, bu anlaşma için çabalayanın Obama yönetimi olduğunu, dolayısıyla da bu mesele hakkındaki beyanatlarının anlaşılır olduğunu akılda tutmak gerekiyor. Bu onun mirasıdır. İki şey onu nükleer anlaşmasının aracısı olmaya itti: çatışmalardan kaçınma eğilimi — her türlü çatışmadan söz ediyorum — ve İran rejiminin gerçek niyetlerini görememesi. Obama, araçlar ve amaç arasında bir ayrım yapamadı. Yaptığı şey İran'ın nükleer programını ilerletme becerisini – yani aracı – geçici olarak savuşturmak oldu, fakat rejimi amacına yaklaştırdı. Avrupalıların Obama'dan gelen talimatlara uyması kolaydı, çünkü Avrupa, birkaç vesile dışında, karşı karşıya gelişler konusunda her zaman tereddüt içinde oldu. Avrupa aynı zamanda kendi ekonomik çıkarlarının esiridir.

 

Bunların hiçbiri – ağzımızdan yel alsın – Obama'nın İsrail'e karşı bir düşmanlık içinde olmasından kaynaklanmıyor. Bu daha ziyade onun temel yaklaşımıyla ilişkili. Obama, çatışmalardan kaçınan ulusal zihniyete yanıt vermeyi tercih etti. Bir başka deyişle, siyasi düşünceleri üste çıkardı. Ayetullah rejiminin gerçek renklerinin ne olduğu konusundaki naif bir görüş de bunu yoğunlaştırdı.

 

Daha geçen hafta bize, anlaşmadan sonra ve yaptırımların kaldırılmasından kısa süre önce bile İran'ın Amerika nefretinin yok olmadığı hatırlatıldı. Tahran, Amerikalı denizcileri esir aldıktan sonra kamuoyu önünde Amerika Birleşik Devletleri'ni küçük düşürme fırsatını es geçemedi. Bunun sebebi onların Amerikan değerlerini hor görmesidir ve yaptırımlardaki herhangi bir yumuşama bunu asla değiştirmeyecektir.

 

Al-Monitor:  Kötümser bakışınız paranoya sınırında dolaşmıyor mu? Bir anlaşma var; nükleer projesi kontrol edildi ve nükleer tesisler denetim altında. Bazı üst düzey İsrailli savunma uzmanları, örneğin Em. Tümgeneral Isaac Ben-Israel gibi isimler anlaşmada bazı avantajlar dahi görüyor. İsrail daha sakin olmamalı mı?

 

Sneh:  Son on yılda İran yapımı binlerce füze tarafından bombalanmış hiç kimse paranoyak olarak görülemez. Hizbullah'ın Lübnan'dan İsrail'e fırlattığı füzeler de, Hamas'ın Gazze Şeridi'nden fırlattığı füzeler de, ipleri tutan güç olan İran'dan geliyor. Açık olayım: İsrail'in baş düşmanı İran'dır. İran'ın dini lideri  Ali Hameney, birkaç ay önce İsrail'in nasıl yok edileceğini anlattığı bir kitap bile yazdı: “İsrail füze fırlatılacak alanlarla kuşatılmalıdır”. Bu yüzden bu bir paranoya değil.

 

Bunun anlamı İsrail'in askeri yönden buna hazırlık yapması gerektiğidir. İsrail, Sihirli Değnek sistemi gibi savunma düzenlerini hazırlamalı ve füze savunma bataryaları temin etmelidir. Aynı zamanda Hizbullah'a ve İran'a karşı harekete geçme kapasitelerini arttırmalıdır. Son olay, yani yaptırımların kaldırılması İran'ı cesaretlendiriyor ve İran'ı cesaretlendiren her şey İsrail Devleti'ne tehdittir. Gelecekte askeri saldırı seçeneğine başvurmak zorunda kalmayacağımızdan emin değilim. Doğruyu söylemek gerekirse, İran tarafları aldatıp aldatmamasına bağlı olarak, anlaşmanın imzacılarına göre 10 ila 15 yıl boyunca bombadan uzak kaldı. Gerçekte ise İran'ın yaptığı tek şey nükleer programını geçici olara rafa kaldırmaktan ibarettir. Programın fişini ise çekmiyor. İşte bu yüzden istihbarat denetimi meselesi çok önemli. Bu, İranlıların anlaşmayı ihlal edip etmediğini bulmamızı sağlayacak.

 

Al-Monitor:  Sizin görüşünüze göre İsrail, nükleer anlaşmasından yalnızca olumsuz etkilendi. Buradan bir girdi sağlanabilir miydi?

 

Sneh:  [Başbakan Benyamin] Netanyahu'nun yaklaşımı ve korkuları haklı çıktı, ancak giriştiği eylemler yanlış hesaplanmıştı. Obama yönetimiyle soğukluğa sebep olması, İsrail'in çıkarlarına zarar verdi. Amerikan yönetimiyle daha yapıcı ve daha yakın diyalog içinde olacak farklı bir İsrail hükümeti, bu felaketi engelleyebilir ya da en azından anlaşma metninde önemli değişiklikler yapılmasını sağlayabilirdi. Ancak Netanyahu, İsrail'in kendi güvenlik çıkarları yerine Cumhuriyetçi Parti'nin çıkarlarını izlemeyi seçti.

 

Obama'nın görevdeki ilk döneminin en başından beri, İsrail hükümetinin İran konusunda daha sert bir Amerikan tutumuna karşılık Filistin meselesi karşısında daha hoşgörülü bir yaklaşım içinde olması çağrısı yapmıştım. Bunu yedi yıl önce söyledim. Buna “İtamar'a karşı Natanz” [ABD'nin Natanz nükleer tesisini vurması, karşılığında İsrail'in Batı Şeria'daki İtamar yerleşim birimini boşaltması – Ç.N.] bile dediler. Bibi bunları duymadı bile. Eğer başka türlü bir yaklaşım benimsemiş olsaydık, Obama gösterecek bir dış politika başarısı elde ederdi ve bütün resim farklı olurdu. Yaptırımların sakatlayıcı hale gemesi uzun zaman aldı, bu esnada da İran mesafe aldı, daha fazla santrifüj inşa etti ve daha fazla uranyum zenginleştirdi. Gecikmelerden devamlı olarak fayda sağladılar.

 

Al-Monitor:  O halde suç kimin?

 

Sneh:  Kimseyi işaret etmek istemiyorum. Söylemek istediğim şey sadece şu: farklı bir İsrail politikası, bu yıkıcı gelişmeyi zamanında engelleyebilirdi.  Eğer Netanyahu tek taraflı olarak Obama'nın ülke içindeki rakipleriyle yanyana gelmeseydi ve Filistin meselesi karşısında farklı bir duruş benimseseydi, bunun karşılığında daha sert bir Amerikan politikası talep edebilirdi.  

 

Al-Monitor:  Bir diğer radikal İslamcı devlet olan Pakistan'ın nükleer kapasiteleri sizi kaygılandırmıyor mu?

 

Sneh:  Pakistan'ın küresel bir güç haline gelme ve bölgeyi ele geçirme hırsı yok. Pakistan başka ülkelere İslam'ın radikal yorumunu empoze etmeyi istemediği gibi, İsrail Devleti'nin yok edilmesi arayışında değil. Hindistan ve Çin'in de nükleer silahları var. Esas kaygı yaratan şey bir nükleer bombanın sorumsuz bir rejimin eline geçmesidir. Ben 1992 yılından beri İran'ı takip ediyorum ve yıllardan beri onun ortaya koyduğu tehlike konusunda ikazda bulunan tek kişi benim.  

 

 

www.medyasafak.net