Sadullah Zarei: Suudiler Direniş Eksenini hedef aldı / Davutoğlu'nun İran ziyaretinin sebebi

Sadullah Zarei: Suudiler Direniş Eksenini hedef aldı / Davutoğlu'nun İran ziyaretinin sebebi
Geçtiğimiz hafta Körfez İşbirliği Konseyi'nin Lübnan Hizbullahı aleyhine bildiri yayınlaması, Suriye ateşkesi üzerinde anlaşmaya varılması ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Davutoğlu'nun İran ziyareti Batı Asya gündeminin öne çıkan gelişmeleriydi. Alwaght analiz sitesi, Ortadoğu uzmanı Dr. Sadullah Zarei ile bu konuları ele alan bir röportaj gerçekleştirdi.

 

 

 

Alwaght

 

 

 

Geçtiğimiz hafta Körfez İşbirliği Konseyi'nin Lübnan Hizbullahı aleyhine bildiri yayınlaması, Suriye ateşkesi üzerinde anlaşmaya varılması ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Davutoğlu'nun İran ziyareti Batı Asya gündeminin öne çıkan gelişmeleriydi. Alwaght analiz sitesi, Ortadoğu uzmanı Dr. Sadullah Zarei ile bu konuları ele alan bir röportaj gerçekleştirdi.

 

 

Alwaght: Arabistan ve Körfez İşbirliği Konseyi üyelerinin Lübnan Hizbullahı aleyhine bildiri yayınlamak için böyle bir zamanı seçmelerinin nedeni nedir? Ve bu girişimleriyle neyi planlamaktadırlar?

 

Dr. Zarei: Suudi Arabistan, Arap cephesinin tek vücut halinde Riyad'ın arkasında durduğu ve İran'ın Arap havzasında faaliyet göstermek için Arabistan koridorundan geçmekten başka bir çaresi olmadığı izlenimini vermek için çok büyük çaba harcıyor. Bu bağlamda Arabistan mihverliğinde bir ittifak kurarak bu ittifakın İran İslam Cumhuriyeti aleyhinde operasyonel hale gelmesine gayret ettiler. Bunun ilk somut işlevi Tahran'daki Arabistan konsolosluğuna yapılan saldırıya karşı ortak bir kınama gerçekleştirmekti. Bu oturumda Riyad'ın İran karşıtı bildirisine imza atmaktan açık bir şekilde uzak duran tek ülke Lübnan idi.

 

Arap Birliği ikinci merhalede Arabistan'ın önderliğinde bazı girişimlerde bulunma kararı aldığında Irak da buna muhalefet edenler arasına katıldı. Bu durum Arabistan aleyhinde başka sesler olduğunu gösterdi. Fakat devamında Arabistan önderliğindeki Körfez İşbirliği Konseyi'nin ve Arap Birliği'nin Hizbullah karşıtı bir bildiri yayınlamasına kadar vardı iş. Bu bildiri de Cezayir, Tunus ve Umman gibi diğer Arap ülkelerinin olumsuz tepkisiyle karşılaştı. Suriye'nin de dahil edilmesiyle en az altı Arap ülkesi Riyad'ın yasaklamalarına tabi olmamış oldu ve bu durum Suudilerin iddia ettikleri gibi birleşik bir Arap cephesinin mevcut olmadığını ve Arabistan karşıtı ülkelerin Araplar arasında bile dikkate değer orandaki mevcudiyetini gösterdi. Arap ülkeleri arasındaki ihtilaflar bağlamında Birleşik Arap Emirlikleri'nin dışişleri bakanının Arabistan karşıtı sözlü kavgalarını, aynı şekilde Riyad ve Kahire'nin Suriye meselesindeki fikir ayrılıklarını ya da Yemen'de tanık olduğumuz özel durum nedeniyle Arap cephesinde gördüğümüz çatlağı da dikkate almak zorundayız.

 

Suudileri Hizbullah ve Lübnan'ın durumu hakkında hassas kılan şey, Lübnan'ın Direniş Cephesi içindeki konumu ve Hizbullah'ın Arabistan'ın desteklediği ekseni çökertmede oynadığı roldür. Suudiler değişik yollar üzerinden Lübnan aleyhinde baskı kurmaya başladılar. Bunlardan biri de Suudilerin aleni olmayan bir şekilde Ukaz gazetesi üzerinden 14 Mart grubuna sokaklara dökülüp Hizbullah aleyhinde gösteriler düzenleme çağrısı yapmalarıdır. Ukaz gazetesinde yayınlanan makalede Ahmed Adnan adlı Lübnanlı bir yazarın sözüne atıfta bulunularak "Eğer Hizbullah'ı durdurma hedefine ulaşmak cumhurbaşkanlığı sarayı ve Necme Meydanı üzerinden mümkün olmaz ise Şuheda Meydanı ve Riyad Meydanından başlamak gerektiği" cümlesi sarf edildi. Şuheda ve Riyad meydanları Beyrut'ta siyasi protesto gösterilerinin gerçekleştirildiği iki ünlü meydanın adıdır.

 

Bu olaydan sonra 14 Mart Hareketi önderleri Arabistan konsolosluğuna giderek böyle bir şeyin mümkün olmadığını söylediler, zira bunun gerçekleştirilmesi Lübnan'daki emniyetsiz durumun daha da güçlenmesine yol açacak ve Lübnan'daki güvenlik yokluğu Şiilerden çok Sünnilerin zararına olacaktı. Elbette şunu da eklemek gerekir ki Lübnan'daki 14 Mart grubu 2009 Mart'ında Hizbullah ile çatışmayı tecrübe etmiştir ve Hizbullah o tarihte yarım gün içinde saldırgan taraf olan El Müstakbel partisi ve 14 Mart ittifakının defterini dürmeyi başarmıştı. Öte yandan Suudi Arabistan Lübnan ordusuna yapacağı silah yardımını kesti ve Lübnan bankalarında yatan sermayesinin bir kısmını çekerek Lübnan halkının Hizbullah'ı kendi emniyetine zarar veren bir güç olarak görmesini sağlamak istedi. Elbette Suudilerin bu planlarının başarıya ulaşması uzak görünüyor, zira Lübnan ekonomisinin Arabistan'a bağımlılığı fazla değil ve Arabistan'a bağlı gruplar Lübnan'da çok geniş ve sağlam bir desteğe sahip değiller.

 

Son ateşkesi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu ateşkesin gerçekleşmesi ihtimali ne kadardır sizce?

 

Suriye'deki ateşkes hakkında şunu söylemeliyiz ki bunun temelleri daha önceki Viyana görüşmeleri esnasında atılmıştı zaten; fakat bazı sınırlı ayrıntılarda; yaptırımlar, kontrol ve nezaret yolları, bu irtibatta rol oynayacak ülkeler ve bunların sorumluluklarının ölçütü gibi konularda uzlaşmaya varılamamıştı. Buna rağmen Amerikalı ve Ruslar müzakereler esnasındayken geçen hafta Suriye ateşkesini başlattılar. Bu ateşkesin kapsamı içinde bazı endişelerin beraberinde olduğu bazı sorunlar doğdu. Bunların ilki Amerikalıların müphem bir şekilde B Planından söz etmesiydi ki bu plan Suriye'nin parçalanmasının renk ve kokusunu taşıyordu. Bu meselenin yanında Türkler de Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesi için güvenli bir bölgeden söz ettiler ve bu durum Türkiye'nin başarısız uçuşa yasak bölge planını akla getirdi. Diğer bir mesele de Amerikalıların Nusra Cephesini terörist örgütler listesinden çıkarma konusunda Ruslarla anlaştıklarını ilan etmeleriydi. Aynı şekilde Rusya'nın Suriye'de bölünmeye yol açacağından endişe edilen federasyonu desteklemesi konusu gündeme geldi. Bir ülkede federasyon planlanması ve buna bağlı doğal sürecin izlenmesi o ülkede güvenliğin mevcudiyeti, merkezi hükümetin istikrarı ve muhalif güçlerin iktidarda olmamaları halinde gerçekleşebilir ancak. Bugün Suriye'de bu şartlar mevcut değildir.

 

Öte yandan Suriye ve bu kriz hakkında şunu da söylemeliyiz ki Ruslar ve Amerikalılar Nusra Cephesi hakkında bir uzlaşıya varmış olsalar bile bu uzlaşı Suriye devleti, Hizbullah ya da İran için bağlayıcı bir konumda olmayacaktır. Buna göre içinde İran ve Suriye devletinin yer almaması, bu anlaşmayı zayıflatacaktır.

 

Davutoğlu'nun Tahran ziyaretini nasıl değerlendiriyorsunuz? Acaba bu Türkiye'nin komşularla sorunları azaltmak şeklindeki eski politikasına dönüşü olarak değerlendirilebilir mi?

 

Bu seferin zahiri ekonomik temellere dayalı olsa da ziyaret Suriye ile ilgili konular ve gelişmelerle ilgiliye benziyor. B Planı konusunun Amerikalılar tarafından dillendirilmesinden sonra Türkler bayağı endişelendiler, zira bu Türkiye'nin Suriye'deki denklemin dışına itilmesi anlamına geliyordu ve bu meselenin bir tarafının da Rusya olduğu göz önüne alındığında Türkler Rusya ve Amerika arasında anlaşmaya varılmasından ciddi kaygı duydu diyebiliriz. Bu anlaşmayı Türkiye karşıtı olarak değerlendiriyorlar. Aynı şekilde Davutoğlu da İran'ın bu durumdan (Rusya ve ABD'nin anlaşması) rahatsız olduğunu biliyor ve Türkiye bu anlaşmayı bozma gücü elde etmek için Tahran'a geldi. Fakat Türklerin bu konuda gösterdikleri acelenin aksine İran'ın fazla acelesi yok, zira bu dosyanın taraflarından biri olan Rusya İran'ın menfaatlerini gözetmeye dikkat ediyor, fakat Türklerin müttefiki olan Amerika Türkiye için böyle bir garanti vermiyor. Öte yandan İran kendi tecrübesine dayanarak böyle bir anlaşmayı mümkün görmüyor, Türkiye ise imkan dahilinde sayıyor. Öyle gözüküyor ki Davutoğlu Amerikalılarla Rusların bu anlaşmasını İran yardımıyla bozma amacıyla Tahran'a geldi.

 

 

Çev: Ozan K. Sarıalioğlu

 

www.medyasafak.net