Mısır’ın Kızıldeniz’deki iki stratejik adayı Suudi Arabistan’a “hediye etmesinin” arkasında kim var?

Mısır’ın Kızıldeniz’deki iki stratejik adayı Suudi Arabistan’a “hediye etmesinin” arkasında kim var?
Büyüyen emperyalist militarizmin arasında, Kahire’nin monarşiye bağımlılığı artıyor.

 

 

 

Abayomi Azikiwe

 

 

Global Research

 

 

 

Büyüyen emperyalist militarizmin arasında, Kahire'nin monarşiye bağımlılığı artıyor.

 

 

11 Nisan haftasında, Mısır'daki Cumhurbaşkanı Abdülfettah el-Sisi hükümetinin, Akabe Körfezi'nin çıkışında bulunan stratejik Tiran ve Sanafir adalarını Suudi Arabistan'a vermeyi önerdiği ortaya çıkmıştı.

 

Bu iki ada, İsrail devletinin kuruluşundan iki yıl sonrasına denk gelen 1950 yılından beri Mısır'ın idari kontrolü altındaydı.

 

Mısır parlamentosunun onayına tabi olan bu karar, ülke içinde büyük tartışmalara ve bir muhalefetin ortaya çıkmasına yol açtı. Sisi, 14 Nisan günü ulusal televizyon kanalında yayınlanan bir konuşmada Kızıldeniz'deki iki adanın mülkiyeti ve yönetimi konusundaki sorulara yanıt vermek zorunda kaldı.

 

Sisi, devlet televizyonunda canlı yayında ve siyasi yetkililerin, entelektüellerin ve gazetecilerin önünde yaptığı konuşmada “Hakkımızdan feragat etmedik, hakkı kendi sahiplerine iade ettik” diyerek, adaların Suudilere ait olduğunu kanıtlayan belgeler olduğunu söyledi.

 

2013-2014 döneminde sivil lider haline gelmiş olan askeri lider, hükümetin icraatlarına yönelik yaygın reddiyeyi yansıtan eleştirilere karşı çıkarak, “meselenin ele alınma biçiminin Mısır'ın pozisyonunu zayıflattığını” iddia etti. Sisi, Mısır'ın adalarla ilgili mesele karşısında yalnızca iki seçeneğinin olduğunu ileri sürdü: “ya Suudi Arabistan'la çatışmaya girmek ya da Suudilere topraklarını ve haklarını geri vermek. Hiçkimsenin hakkına tecavüz etmeyeceğiz. Aynı zamanda kimseye kendi toprağımızı vermeyeceğiz ve kimsenin toprağını almayacağız.”

 

Pek çok Mısır siyaseti gözlemcisi, parlamentonun Sisi hükümetiyle aynı çizgide olduğuna ve bu kararın lehine oy vereceğine inanıyor. Duyurulan karara yönelik yaygın muhalefetin farkında olan cumhurbaşkanı, Mısırlıları karara karşı gösteri yapmamaları yönünde uyardı.

 

Mısır Başbakanı Şerif İsmail ve Suudi veliaht prensi Muhammed Bin Selman, Sisi'nin açıklamalarından önceki hafta Suudi Kralı Selman Bin Abdülaziz'in Mısır'a yaptığı ziyaret esnasında, iki ülkenin deniz sınırlarını değiştirme anlaşmasını desteklemişti.

 

İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri kararı onaylıyor

 

 

13 Nisan günü Washington Post gazetesinde yayınlanan bir makale, Mısır hükümetinin kararının İsrail devleti tarafından desteklendiğini aktardı. Yazar Ruth Eglash'in değerlendirmesi, iki adanın idari kontrolünün transfer edilmesinin Tel Aviv ve Riyad arasında emperyalizmin bölgedeki stratejik çıkarları konusundaki işbirliğinin devam ettiğini gösterdiğini ortaya koyuyordu. Eglash yazısında şunları beliriyordu:

 

“İki ülke (İsrail ve Suudi Arabistan) arasında formel bağlar yok, fakat bölgedeki İran etkisi gibi bazı konular üzerinde sessiz bir işbirliğinin – ya da en azından stratejik bir diyaloğun – bulunduğuna dair ipuçları ortaya çıktı. Analistler İsrailliler ve Ürdünlüler arasındaki önemli bir sevkiyat yolu olan Akabe Körfezi'nin girişinde bulunan iki adanın Suudi kontrolüne bırakılmasının İsrail için taşıdığı içerim üzerine kafa yorarken, İsrail Savunma Bakanı Moşe Yalon gazetecilere, Suudi Arabistan'ın İsraillilere bölgede geçiş özgürlüğü vermeye devam edeceğine dair resmi belgeler aldığını söyledi.”

 

Aynı makalenin devamında söylendiğine göre Yalon, Mısır tarafından kendisine yönelik büyük mali desteği nedeniyle Riyad'ı ödüllendirmek üzere yapıldığı açık olan transfer öncesinde İsrail'e danışıldığını doğruladı. Eglash ayrıca, İsrail gazetesi Haaretz'in, “transfer planı İsrail'in, Amerika Birleşik Devletleri'nin (Washington Mısır-İsrail barış anlaşmasının imzalanmasına aracılık ettiği için) ve adaları izleyen çokuluslu bir gözlemci misyonunun onayını gerektiriyordu” diye aktardığını vurguladı.

 

Adalar, on yıllardan beri uluslararası hukukun temel meselelerinden biri olan Akabe Körfezi'nin ihtilaflı egemenliği ve mülkiyeti açısından önem taşıyor. Akabe Körfezi, Kızıldeniz'in kuzey ucunda, Sina Yarımadası'nın güneyinde ve Arap anakarasının batısında bulunuyor. Kıyı şeridi dört ülkeye yayılıyor: Mısır, İsrail, Ürdün ve Suudi Arabistan.

 

1967 yılında İsrail ile bölge devletleri olan Mısır, Suriye ve Ürdün arasında gerçekleşen Altı Gün Savaşı (5-10 Haziran), kısmen, dönemin Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır'ın 23 Mayıs günü Tiran Boğazları'nı bloke ederek İsrail gemilerinin Akabe Körfezi'nden geçişini engellemek yoluyla egemenlik haklarını kullanmasından kaynaklı olmuştu. Bunun ardından Tel Aviv, dönemin ABD Başkanı Lyndon B. Johnson yönetiminin desteğiyle Mısır'a karşı saldırı başlatmıştı.

 

Sina'daki gelişmiş bir Hava Kuvvetleri karargâhında askerlerin önünde konuşan Başkan Nasır, İsrail bayrağı taşıyan veya stratejik malzemeler taşıyan hiçbir geminin Körfez'in ağzında bulunan Şarm el-Şeyh'ten geçecek şekilde Körfez'e girmesine ve çıkmasına izin verilmeyeceğini söylemişti. Nasır bundan bir hafta önce, 16 Mayıs 1967 tarihinde de ilk konuşlanan Birleşmiş Milletler Acil Durum Gücü'nün (UNEF) Sina'dan çıkarılmasını emretmişti.

 

UNEF, Mısır hükümetinin Süveyş Kanalı'nı millileştirdiği 1956 tarihli Süveyş Krizi sonrasında tesis edilmiş, kriz İngiltere'nin, Fransa'nın ve İsrail'in müdahalesini tetiklemiş, ama Nasır'ı devirme girişimleri başarısız olmuştu.

 

23 Mayıs günü Nasır şöyle konuşuyordu:

 

“Şimdi İsrail'le karşı karşıyayız ve eğer İngiltere ve Fransa olmadan şanslarını denemek istiyorlarsa onları bekliyoruz. Akabe Körfezi'nden İsrail gemileri geçmeyecektir ve Körfez girişi üzerindeki egemenliğimiz müzakere konusu değildir. Eğer İsrail bizi savaşla tehdit etmek istiyorsa, buyursunlar.” (sixdaywar.co.uk)

 

Bununla birlikte Nasır'ın 1970 yılındaki ölümünün ardından Ekim 1973'te yeni bir savaş verildi ve Enver Sedat yönetimindeki Mısır, İsrail'in 1967'de ele geçirdiği toprakları geri almak için Sina'ya hücumda bulundu. 1973 savaşının ertesinde yeni bir UNEF birimi konuşlandırıldı ve Ekim 1973'ten Temmuz 1979'a kadar orada kaldı.

 

Bu dönem boyunca Mısır ve Suriye, kendilerini Filistin'in özgürleştirilmesine ve bölge devletlerinin İsrail saldırganlığına karşı korunmasına adamıştı. Sovyetler Birliği hem 1967 hem de 1973 savaşında Mısır'a siyasi ve askeri destek verdi.

 

Mısır'ın Suudi Arabistan'a ve ABD'ye bağımlılığı sürüyor

 

 

Bugün Mısır'ın askeriden sivile dönmüş rejimi, büyük oranda, Suudi Arabistan'ın ve Amerika Birleşik Devletleri'nin ekonomik ve siyasi desteğine bağımlıdır. Washington her yıl Mısır hükümetine en az 1,3 milyar dolar doğrudan yardım yapmaya ilave olarak, askeri teçhizat, danışmanlar ve istihbarat paylaşımı da sunuyor.

 

1981'deki suikastın ardından Sedat'ın yerini almış olan eski cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'e karşı başlayan ve onun devrilmesiyle sonuçlanan ayaklanmadan sonra bile, birbiri ardınca gelen üç Mısır hükümeti Washington'dan ve onun bölgedeki müttefiklerinden – İsrail dahil – gelen yardımlara bel bağlamaya devam etti. 

 

Suudi Arabistan, bölgede ABD'nin dış politika çıkarlarının egemen kılınmasının kolaylaştırılmasında araçsal bir rol oynadı. 4 Ocak tarihinde Bloomberg'de yayınlanan bir makalede şunlar söylenmişti:

 

“Suudi Arabistan, Mısır'ın dolara aç ekonomisine yardım etmek için bu ülkeye 3 milyarı aşkın kredi ve hibe sunmaya onay verdi. Mısır Uluslararası İşbirliği Bakanı Seher Nasr, Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da Bloomberg News'e, krallığın Sina Yarımadası'nı kalkındırmak için 1,5 milyar dolar, Mısır'ın petrol alımlarını finanse etmek için de 1,2 milyar dolar kredi vereceğini söyledi. Bakan ayrıca daha fazla detay vermeksizin, Mısır'ın Suudi ihracatlarını ve ürünlerini satın almak için 500 milyon dolar hibe de alacağını belirtti. Nasr, kredilerin elverişli koşullarda olduğunu ve imzaların Salı günü atılacağını söyledi.”

 

Mısır'ın Sanafir ve Tiran üzerindeki denetimden Suudi Arabistan lehine feragat etme planıyla ilgili kararı, Washington ve Riyad'ın dış politika direktiflerinin, Filistin'in özgürleştirilmesine ve Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki devletlerin gerçek bağımsızlığına ağır bastığını gösteriyor.

 

Askeri alandaki ittifak, Mısır'ın bir yıldır Yemen halkına karşı yürütülen ve en az 10 bin kişinin ölümüne, milyonlarca kişinin de yerinden olmasına yol açan savaşta Suudi yönetimi ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) liderliğiyle yaptığı işbirliğinde açıkça görülüyor.

 

www.medyasafak.net