Amerikan tarzı yardımlaşma / USAID gerçekte kime hizmet ediyor?

Amerikan tarzı yardımlaşma / USAID gerçekte kime hizmet ediyor?
Amerika son 71 yılda verdiğinden çok daha fazlasını almıştır. Kullanılan veya faydalanılan her şeyin çeyreği, bu dünyada tüketilen bütün kaynakların tam %25’i, yani paylaşılan zenginliklerin orantısız bir yüzdesi Amerikalılar tarafından harcanmıştır. Ve liderlerimizi çaresizlik içinde gördüğümüz yer de burasıdır. Zira eğer sistemi ilerler halde tutamazlarsa… Eh, sanırım yanıtı biliyorsunuz.

 

 

 

Phil Butler

 

 

New Eastern Outlook

 

 

Birinci sınıftayken, Amerika'nın denizaşırı ülkelerdeki milyonlarca insana yardım gönderdiğini duyduğumu hatırlarım. Yıl 1962 idi, o zamanlar izleyecek sadece 3 televizyon kanalımız vardı – tabi büyük şehirde oturanlar için. Yarım asırdan daha uzun zaman sonra Amerikan bağışları gerçeği, mirasımızın üzerine karanlık ve uğursuz bir gölge düşürüyor. İşte, ülkemdeki insanların duyması gereken, fakat az sayıda insanın okumaktan hoşlanacağı kısa bir hikaye.  

 

Babam 2. Dünya Savaşı'nda ABD Deniz Kuvvetleri'ndeydi. Bir PT gemisi komutanı olarak, Güney Pasifik'ten, okulu bitirdikten sonra terk ettiği yerde yaşamaya devam etmek üzere Amerikan sahillerine döndü. Çağdaşlarının çoğu gibi Albert E. Butler da yaptığı fedakarlıkların büyük bir kötülüğü yenilgiye uğrattığına inanıyordu. Aynı zamanda hepimize inanmamızın öğretildiği Amerika'ya, yani barış ve özgürlük düşünün yalnızca mümkün değil, aynı zamanda varılacak sonuç olduğu Amerika'ya inanıyordu. Babam hayatının ilerleyen kısımlarında politika, jeostrateji ve dünyanın kötülüklerinin çoğunun nedenleri hakkında bir kitap yazmaya başladı. “İki Bayrak Altında Bir Ulus” başlıklı epik çalışmasını hiçbir zaman bitiremedi. Bundan burada bahsediyorum, zira biz iki efendi tarafından yönetilen bir ulus olageldik. Bunlardan biri olan, asla gitmeyecek eşitlik ve potansiyel hissi, bizi büyük başarılara ve soylu fedakarlıklara taşımıştır. Öteki “efendimiz” ise bizi aldatmış, manipüle etmiş ve Amerika Birleşik Devletleri adını kirli bir bulaşık bezi gibi kirletmiştir. Ben bunu okuyan pek çok kişinin aynı fikirde oIacağını düşünüyorum: bu ihanet sadece eziyetli değil, aynı zamanda affedilmez nitelikte olmuştur. Bize anlatılan gerçek dışı şeylerin içinde en başta geleni, iyi kalpliliğimizin ve hayırseverliğimizin, kendimizi ve sahip olduklarımızı – ki yalnızca zengin elitler her zaman yapmak istediklerini yapabilir – verip bir istifade sağlamamızın gerçek niteliğidir. Eğer siz de benim gibiyseniz, yıkım ve ölümün iyilik adına gerçekleşmiş olduğunu bilmekten öfke duyarsınız. Gerçek şu ki, Amerika Birleşik Devletleri veya müttefiklerinin yardımlara yatırım yaptığı her örnekte, bunun arkasındaki stratejik amacın kârlı bir geri dönüşü vardır.

 

Üzgünüm: USAID Rahibe Teresa değil

 

Çeşitl biçimlerdeki ABD yardımları on yıllardan beri, bu yardımların dağıtılmasından toplanan “kaldıraç veya kâr”ın aksine, “iyi” Amerikalıların yaptıklarını eşitlemek üzere şişirilmişitir. Bu kulağa kinik ve acımasız geliyor, fakat gerçek bu. Babamın kuşağında, Ödünç Programı ve 2. Dünya Savaşı'ndaki müttefiklerimize yardım etmek için gönderilen öteki destekler doğal olarak gelişip, biz çocukların duyduğu, nasıl da Afrika'daki herkesi doyurduğumuz hakkındaki efsanelere, dünya aç kalsa da Amerika Birleşik Devletleri'nin bolluk içinde olduğu şeklindeki rivayetlere dönüştü. Amerikalılara öğretilen bu fikirler, 2. Dünya Savaşı'nın bitmesinin ardından “Avrupa Kalkınma Programı” olarak bilinen şeyin yükselişiyle birlikte ortaya çıktı. Daha ziyade “Marshall Planı” adıyla bilinen bu planda harcanan milyarların perişan haldeki Avrupa ülkelerine “yardım” olarak gittiği anlatılıyordu, fakat gerçekte bu yardımlar elitler için, sanayiciler için ve her zaman kıtaları yönetmiş olan eski dünya krallığı için hayli kârlıydı.  Bu daha geniş kapsamlı bir tartışma, fakat benim itirazlarım yadsınamaz türdendir, yani kanıtlanabilir. Marshall Planı altında Avrupa ülkeleri için tayin edilen milyarlar, bu ülkelerin Avrupa İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) olarak bilinen şeye katılmasına yaradı. Gerçekte bu, şimdiki Avrupa Birliği'nin inşa edilmesini sağlayan çekirdek prensipti. Fazla ayrıntıya girerek okuyucuyu sıkmak istemiyorum, sadece iki topluluğun temel olarak 2. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa'nın yeniden inşası için fonlar oluşturduğunu söylemek yeterli. 1948'deki kredilerden 19.3 milyar doları (2016'da 205 milyar dolar) ABD'den gelirken, 3.1 milyar doları (2016'da 32.9 milyar dolar) Uluslararası Yeniden İnşa ve Kalkınma Bankası'ndan gelmişti (IBRD, Dünya Bankası'nın ve IMF'nin bir bileşeniydi ve hâlâ öyledir). Uzun bir hikayeyi kısaltarak anlatmak gerekirse, bu fonların faizleri ve yeniden inşadan gelen fonların çoğu elitlere gitti. Uzun kredi kuyruğunu, yeniden inşa süreçlerini ve bu süreçlere dahil olan şirketleri düşünün, meseleyi anlayacaksınız. “Bankacılar”… lütfen bankacıların her zaman neye yaradığını düşünün. O tarihte Avrupa'nın yeniden inşası, bugün Ukrayna, Libya veya Suriye'nin yeniden inşası, bu insanlara bir komisyon verecektir.

 

Ardından Truman Doktrini devreye girdi. Hakikatin bir başka çarpıtılması olarak ABD hegemonyası çökmüş haldeki SSCB'yle, tasarlanmış bir kavgaya trilyonlar harcamış büyük-kötü-kızıl korkuya karşı yarışa girdi. NATO kuruldu ve bu, “kontrol altına alma” politikasını başladığı yer oldu. Truman bu büyük korkuyu yaratmak için milyarlar harcadı ve hatta Truman Doktrini, bir ülkeyi komünist “felaketten” korumak için yapılan acil yardımın metaforu oldu: NATO, dünyadaki kirlenmiş komünist ülkeleri kuşatmada kullanılacak bir koruyucu kalkandı. Zamanla ortaya çıktığı ve bugün de gördüğümüz üzere bu “koruyucu kalkan”, milyonların mirasını yıkmak dışında hiçbir şey yapmadı. NATO kesin bir başarısızlıktır; bir araya getirilmiş olan güçler hiçbir zaman Sovyetler Birliği'ni veya Çin'i gerçekten caydırma kapasitesine sahip olmamıştır. Kore ve Vietnam'ın her ikisi de bize bu nosyonların kırılganlığını göstermiştir. NATO, askeri-sınai yapı için bir para üretme makinesi ve müttefiklere boyun eğdirecek bir manivela idi, hâlâ da öyledir. Truman Amerika'ya yalan söylemiş, bu programlara dahil olan herkes yalan söylemiş, Amerikalılar vergi dolarlarını zengin bankacıları daha da zengin kılmak için harcamıştır, hepsi bu. Sovyetler Birliği hiçbir zaman tehdit değildi, Rusya ise çökmüş ülkeleri miras aldı ve eninde sonunda onları ekonomi dışında terketti. Marshall Planı ve Truman Doktrini'ne gelince, bunlar ülkelerin çöküşünden etkin bir şekilde kâr etmenin resmileştirilmesinden ibaretti, başka bir şey değil. Başlangıçtaki niyetler hür toplumları yeniden inşa etmek olsa bile, bunun altına yatan kredi ve iş anlaşmaları dizisi, bankacıların savaşlardan yalnızca kâr sağladığını bir kez daha kanıtladı.

 

John Gimbel, “Bilim Teknolojisi ve Onarımlar: Savaş Sonrası Almanya'sında Sömürü ve Yağma” ismini taşıyan kitabında, ABD ve İngiltere firmalarının sadece telif alanında Alman firmalarından korsanlıkla yağmaladığı milyarları (1946 yılının dolarıyla) tartışır. Alman yaratıcılığının çalınması içi kullandığı terim, “Fikri Onarımlar”dır. Amerikan üreticileri için gerçekleşen teknoloji akışı devasa bir özendirici unsurdu; Amerika bir dönem dünyanın kıskandığı yer olacaktı ve bu büyük ölçüde Dünya Savaşı'ndan muzaffer çıkmasından kaynaklıydı. Fakat ülke içinde gazilerin ve ailelerin beyinleri, bütün bunların dünyanın iyiliği için olduğunu düşünmeleri sağlanacak şekilde yıkanıyordu. İngilizler, ticaret sırlarının açığa çıkmaması için Alman bilim adamını tutukladılar. IG Farben, Krupp, Theissen ve benzeri firmalardan çalınan sırlar, Amerikan sanayisini hızla öteki ülkelerin 10 yıl ilerisine taşıdı. Almanya bugünkü AB'nin öncülü olan Avrupa Kömür-Çelik Topluluğu'na üye oluncaya kadar Almanya'nın ve öteki eski Mihver devletlerinin gerçek anlamda tecavüze uğramasında hiçbir ölçü olmadı. Washington siyasi dehasının kendisi gibi insanlara yardım etmek istemesi anlamında yardım hiçbir zaman var olmadı. Babam haklıydı: Amerika çok uzun zaman önce iki bayrak açmıştı.

 

USAID: Uygunsuz hediyeler

 

Bugünlere doğru gelinirken, yeniden inşa ve onun arkasındaki “işler”, Batı liderliğinin izlediği, sürekli kendini tekrar eden bir model oldu. Kore ve Vietnam savaşları ile daha geniş Soğuk Savaş fanatikliği dışında, kriz kâra eşittir, hayırseverlik ise bir iş teklifi. Düz ve yalın gerçek budur. ABD'nin 2014 yardımları orantısız bir şekilde dağıtıldı: %9'u (yaklaşık 3.1 milyar dolar) İsrail'e, 1.5 milyar doları Mısır'a, 1.1 milyar doları Afganistan'a, 1 milyar doları Ürdün'e, yaklaşık 1 milyar doları da Pakistan'a gitti. Bu rakamların bütün okuyucular için çok fazla şey ifade etmeyeceğini biliyorum, fakat meselenin özü şu ki, 35 milyar dolar civarındaki yardımların yalnızca %24'ü sağlık programlarına gitmiş, geri kalanı temel olarak çeşitli askeri harcamalara ve temelde geri dönüş veya rejim değişikliği operasyonu niteliğini taşıyan şüpheli ekonomik faaliyetlere gitmiştir. İhtiyaç sahiplerine destek için verilen paralar bile şirket onayıyla lekelenmiştir.  Fakat dünyaya yardım etmek için tahsis edilmiş olan milyarların çoğu zaman onu tahrip etmek için kullanıldığı bilindiğinde bu, durumun gerçek rezilliğini anlamamıza yardımcı olmaz.

 

Okuyucuların bilmiyor olabileceği bir diğer nokta, toplam Federal bütçenin ne kadar küçük bir kısmının gerçekten dış yardıma harcandığıdır. Vergi mükelleflerinden gelen dolarların %1'inden daha azının başka ülkelere yardım etmek için kullanıldığını bilmek sizi şaşırtabilir. Bunun anlamı dışarıdaki bütün o “özgürlük” ve iyiliklere bir penny'den daha azının gittiğidir. Öte yandan bir karşılaştırma yapmak gerekirse, her doların 53 sentini askeriye için harcıyoruz. Nation of Change kuruluşu, her doların 69 sentinin askeriyeye gittiğini ileri sürüyor. Ama şimdi temel argümanımızdan sapmayalım. Amerikan yardım ağları, amaç ikiliğine sahip olmakla, Pentagon ve CIA tarafından kullanılan manivelalar olmakla nam salmıştır. 2014 yılında Guardian makalesinde yayınlanan, USAID'in Küba'da ZunZuneo adında, Twitter benzeri bir ağ kurulmasına yardım etmesiyle ilgili makaleyi hatırlayabilirsiniz. Şimdi bazıları şu soruyu soracaktır: “Bir ABD hükümeti yetkilisi olan Joe McSpedon, oradaki komünist hükümeti devirmek amacıyla bir sosyal medya ağı kurma yönünde gizli bir plan mı hazırlıyordu?” Bu doğru; USAID ve dünya çapında yapılan milyarlarca dolarlık yardımları denetleyen ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı, Guardian gazetesinin ifadesiyle “devlet ve toplum arasındaki güç dengesini yeniden müzakere eden” planın suç ortağıydı. Associated Press, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı'nın, yahut USAID teşkilatının hibe yoluyla Zun-Zuneo'yu finanse ettiğini duyurmuştu. Paranın kaynağı, Cayman Adaları ve İspanya'daki denizaşırı hesaplarda gizlenmişti.

 

USAID teşkilatının eski Sovyet cumhuriyetleri içindeki ve etrafındaki rejim değişikliği süreçlerine dahil olduğunun kanıtları yaygındır. Yardım kuruluşunun dahil olduğu bir diğer örnek ise, Euromaidan meselesinin temel bileşenlerinden biri olan ve “UA Merkezi” olarak bilinen şeydir. Bu merkez, 2012 yılında Pact Inc. firmasından 500,000 dolardan fazla para almıştı ve proje, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı tarafından ve eBay kurucusu Pierre Omidyar ile eşinin kurduğu bir vakıf olan Omidyar Network tarafından finanse ediliyordu. Öteki bağışçılar arasında, temel finansörü George Soros olan Uluslararası Rönesans Vakfı ve büyük ölçüde ABD Kongresi tarafından finanse edilen Ulusal Demokrasi Vakfı da bulunuyor.  Şimdi USAID'i bir tarafa bırakacak ve başlangıçtaki argümanıma, yani bunun nesillerdir süregiden bir durum olduğuna döneceğim. Daha önce LetonyaGürcistan ve Libya için çerçevesini çizdiğim gibi USAID, Soros'un Açık Toplum Vakıflarıyla ve birbirine bağlı STK'lar ve hükümet kuruluşlarının oluşturduğu dev bir ağ ile birlikte bütün Avrupa'nın ve dünyanın geri kalanının çoğunun sosyal ve siyasi manzarasını yeniden şekillendirmiştir. Ne yazık ki, Soros'u suçlamak yerinde olsa da, bu hilebazlıklar onun çocukken Macaristan'ı terk etmesinden bu yana devam etmektedir. Onun parçası olduğu örgütlenme, yani dünyamızın gerçek James Bond 007 “Heyula”sı, yalnızca onun gibi insanları lider olarak kullanmaktadır.

 

Amerika'nın en çetin zorluğu: Hakikati bilmek

 

Kişinin ülkesini bu denli güçlü bir şekilde sevip en sonunda tarihinin çoğunun yalandan ibaret olduğunu öğrenmesi kolay bir şey değildir. Amerikalılar güçlü insanlardır; cesur, soylu ve aynı zamanda da naif insanlardır. Biz gerçekte başka halklardan farklı değiliz, sadece fırsatlar ve coğrafya bizi büyük insanlığın bir alt-dizisi haline getirmiştir. Amerikalılar aynı zamanda güçlüklerin karşısında dirençli ve annemin deyimiyle “gün kadar” dürüst insanlardır. Biz bankacı değil, genellikle köle gibi çalışan insanlarız, Washington'un bize neden bu kadar kolay ihanet ettiğini açıklayan şey de budur. Geçmişin ve günümüzün başkanları bizi bu nesillerin akıntısına bırakmıştır. Heritage Organization tarafından yayınlanan ve “Geçmişin Dünya Bankaları ve Ekonomik Büyümesi: 50 Yıllık Başarısızlık” başlıklı çalışmasında yazar Bryan T. Johnson, girişi eski başkan Bill Clinton'un Dünya Bankası'yla olan “uyumluluğu” ile yapar:

 

“Clinton Yönetimi, ABD'yi Dünya Bankası kuruluşlarından olan Uluslararası Kalkınma Ajansı'na 800 milyon dolar katkı yapmaya zorladı. Bu, bir önceki vergi yılında istenenden yaklaşık 100 milyon dolar fazlası demek. Dünya Bankası'na daha fazla harcama yapılması, kuruluşun programlarının azgelişmiş ülkelerde ekonomik büyümeyi arttırmak için çok az şey yaptığına işaret eden güçlü kanıtları görmezden gelmektir. Dahası, gerçekte ülkelerin kalkınmasını neyin sağladığına ilişkin ekonomik derslerin de görmezden gelinmesi demektir.”

 

Yazarın öteki argümanları içinde, benim önermem içinde temel önemde olan şey, Dünya Bankası kredileri de dahil olmak üzere yurtdışında yapılan özel yatırımların 2. Dünya Savaşı'ndan beri savaştan ve krizden kâr sağlamasıdır. Gıda ve şu an yürürlükte olan öteki yardım sistemleri de şirketler, bankalar ve Soros, Rothschild bankacılık ailesi, Rockefeller'lar ve daha pek çokları gibi özel yatırımcılar için kâr sağlamaktadır. Yardım şirketlerin bir silahıdır ve öteki Amerika'nın stratejisi budur.

 

Bir gerçeğin temellerini ele aldık: kalplerimiz dünyayı kurtarmak için ne kadar soyluluk gösterirse göstersin, Amerika son 71 yılda verdiğinden çok daha fazlasını almıştır. Kullanılan veya faydalanılan her şeyin çeyreği, bu dünyada tüketilen bütün kaynakların tam %25'i, yani paylaşılan zenginliklerin orantısız bir yüzdesi Amerikalılar tarafından harcanmıştır. Ve liderlerimizi çaresizlik içinde gördüğümüz yer de burasıdır. Zira eğer sistemi ilerler halde tutamazlarsa… Eh, sanırım yanıtı biliyorsunuz.  

 

Evet cahil arkadaşlarım, biliyorum, “Amerika'yı ya sev ya terket.” Pekala, o zaman ben de başka bir Amerikan ikonunun tavsiyesini izliyorum:

 

Hayat zordur. Ama aptalsanız çok daha zordur.” – John Wayne

 

 

www.medyasafak.net