Dr. İsam el-İmad: Ehl-i Beyt ve Haşimoğullarının rolü niçin gizlenmeye çalışılıyor? (2)

Dr. İsam el-İmad: Ehl-i Beyt ve Haşimoğullarının rolü niçin gizlenmeye çalışılıyor? (2)
Vahhabi âlim Dr. Muhammed Albar, korkarım Yahudiler ve destekçilerinin Hz. Muhammed'in (s.a.a.) nübüvvetini gizlemek istediği gibi, biz de 'Sakaleyn' hadisinin doğrusunun ‘Kitabullah ve Ehl-i Beyt’ şeklinde olduğunu gizliyoruz, diyor. Bizzat Vahhabi âlimi söylüyor bunu!

 

Bismillahirrahmanirrahim, salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve O'nun tertemiz Âl'ine olsun. Bir kez daha İslam âlemini, dünya kadınlarının efendisi mazlum, şehit, tertemiz Seyyide Fatıma Zehra'nın (s.a.) kutlu doğumu vesilesiyle tebrik etmek istiyorum. Biz Vahhabi iken yaşadığımız büyük problemler, bugün hala devam ediyor. Allah'tan 12 İmam inancını Vahhabilere ulaştırmasını diliyorum. Ancak biz 12 İmam hadisini tam olarak idrak edebilmiş değiliz. Resulullah (s.a.a.) niçin "Benden sonra 12 İmam vardır" buyurdular? Burada sayısıyla, ismiyle liderleri belirleyen Resulullah (s.a.a.) her aklı başında insanın davrandığı gibi davranmak istedi. İsmet sıfatı ve vahiy alması bir yana dursun, O her akıllı insanın yapacağını yapmıştır.

 

Biz şimdi bazı salih, âkil insanların yaptıkları işlere bakalım. Bozgunculardan değil, iyi işler yapanlardan bahsediyorum. Örneğin Fransız anayasasının kurucusu Napolyon, anayasayı oluştururken belirli bir kadro seçti. Napolyon'un bu anayasaya ve kanunlara vakıf olan muayyen kadro için, dört kurumdan oluşturulan bir grup belirlediğini görüyoruz. Anayasayı açıklama kurumları olarak adlandırılan bu grup, anayasa ve kanun üzerinde uzmanlaşmış hukukçuların en iyileri arasından seçildi. Bu uzman kadronun görevi, Fransız toplumu içinde anayasanın anlaşılmasında ihtilaf çıkması durumunda metni doğru şekliyle açıklamaktı. Fransız toplumu, daha ülkenin kuruluşunun başlangıcında, Napolyon'un anayasasına göre bölündü. Fransa'yı onun anayasası şekillendirdi. Napolyon, anayasayı açıklayan ve idari meselelerde anlaşmazlığın önüne geçen dört komite belirledi. O dönem ülkede hukukçular ve hukuk âlimleri arasında anayasanın açıklanması üzerinde ihtilaf vardı. Söz konusu kadro da bu sebeple oluşturuldu.

 

Şimdi, Hz. Resulullah (s.a.a.) dönemine geri dönersek, Hz. Muhammed de (s.a.a.) 12 Halifeyi tayin ederek uzman bir kadro oluşturdu. 12 Halife, ümmet arasında ihtilaf olduğunda Nebevî Anayasayı tefsir etmek ve açıklamak için oluşturulmuş Nebevî, Rabbanî, İlahî bir kadrodur. Bu kadro, Nebevî Anayasa Kitabını ve Resul'ün (s.a.a.) bu kitaptaki beyanlarını temsil ediyor. Çünkü Nebi'nin (s.a.a.) beyanları ile Kur'an arasında ayrım mümkün değildir. İmamlar Nebevî kadrodur, mesela İmam Ali (a.s.) Resulullah'ın (s.a.a.) kucağında yetişmiştir. Tarihsel halifelerden hiçbiri bu makama erişemedi. Tarihsel halifeler Şerî ve Rabbanî değildir. İmam Ali'den (a.s.) başka hiçbir halife (ilk 3 halifeden bahsediyor) Resulullah'ın (s.a.a.) evinde yetişmedi. O çocukluğundan itibaren Resulullah'ın (s.a.a.) elinde yetişti ve eğitim gördü. Dinin vahyedildiği ilk günden itibaren dini doğrudan Resulullah'tan (s.a.a.) öğrendi. Bisetten önce de Peygamber ile birlikteydi. İşte bu kadro bu şekilde yetişti.

 

Bugün insanlar arasında hüküm vermesi için hâkim görevlendiriliyor, ancak o hâkim, devletin anayasasını bilmiyor. İşte anayasayı bilmeyen o hâkimin başyargıç olma imkânı yoktur. Nebi de (s.a.a.) böyle yaptı. İmam Ali'yi (a.s.) ümmet arasında ayrım yapmasın diye anayasa meselesinde hakem kıldı. Bundan dolayı Resulullah (s.a.a.) Selefî anlayışa göre de üzerinde fikir birliği sağlanmış sahih hadisinde şöyle buyurdular: "Ehl-i Beyt'im ümmetimin ihtilaf etmemesi için emandır." 12 İmam hadisinde de Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu “On İki halife size hükmettikçe din her zaman aziz ve ayakta kalacaktır. Neden? Çünkü ümmet arasında ihtilaf başarısızlığa sebebiyet verir, dinin farklı ve birbirine zıt şekilde anlaşılmasına, ümmet arasında ayrılığa yol açar, ümmet bölünür. Resulullah'tan (s.a.a.) sonra birbirlerini ateşe atanlar, ümmetin sert bir şekilde düşmesine sebep oldular. Çünkü onlar, Nebevî kadroya bağlı kalmadılar. Nebi (s.a.a.) 12 kişiyi belirleyerek dinin "12 İmam" ile korunacağını söyledi. Resulullah (s.a.a.) bundan dolayı “Ehl-i Beyt'im ümmetimin ihtilaf etmemesi için emandır" buyurmuştur. 12 İmam hadisi de bunu açıklıyor. Bu hadis sahihtir, bizimle aynı şekilde diğer Sünni hadis imamları da bu rivayeti doğrular.

 

"Ehl-i Beyt'im Nuh'un (a.s.) gemisi gibidir" hadisi de buna örnektir. Nuh'un (a.s.) ümmetinden kurtuluş gemisine binenler, kendilerini boğulmaya götürecek şeylere inanmadı ve teslim olmadılar, gemiye binmeyenler ise boğuldu. Aynı şekilde bu ümmet de, Ehl-i Beyt'in gemisine binerse boğulmayacak ve helak olmayacaktır. Resulullah (s.a.a.) Ehl-i Beyt'ini ümmeti için Nuh'un (a.s.) gemisine benzetti. Buradaki Ehl-i Beyt, 12 İmamın temsil ettiği seçilmiş kadrodur. Onlar Kur'an-ı Kerim'in muadilidir, çünkü bu halifeler, seçkin Benî Hâşim ailesinin seçkinleridir. Allahu Teâla onları tıpkı Nebiyy-i Azam'ı (s.a.a.) seçtiği gibi Benî Hâşim arasından seçmiştir. Onlar problemlerin çözümüdürler. Resulullah'ın (s.a.a.) hayattayken Kur'an-ı Kerim'in dengi ve Kitaptan sonra ikinci ağırlık oluşu gibi, muhakkak ki 12 İmam da Kur'an'dan sonraki ikinci ağırlıktır. Çünkü onlar Resulullah'ın (s.a.a.) makamının vekilidir. Onlar kanunları ve kuralları koruyorlar, Kur'an-ı Kerim'i, Nebevî Sünneti biliyorlar. Eğer Sünneti elde etmek istiyorsak dönüp onlara bakmalıyız. Çünkü 12 İmam, Kur'an ilmini, Kur'an'ın tefsirini ve Nebevî Sünneti taşıyorlardı. Bundan dolayı, onlar Kur'an'dan ve Resulullah'tan (s.a.a.) sonraki ikinci ağırlıktır. Bunu göz önüne aldığımızda İmam Ali de (a.s.) ikinci ağırlık olur. Tabii ki bunun anlamı Peygamber Efendimizin (s.a.a.) makamını arka plana atmak değil, Resulullah'ın ilminin İmam Ali'ye (a.s.) geçmiş olmasıdır. Çünkü Resulullah (s.a.a.) ilminin tamamını İmam Ali'ye (a.s.) öğretti. Bundan dolayı İmam Ali Kur'an'ın dengi oldu ve Resulullah (s.a.a.) O'nun için şu hadisleri zikretti: "Ali, Kur'an ile beraberdir. Kur'an da Ali iledir" ve "Size Allah'ın Kitabı'nı ve Ehl-i Beyt'imi bıraktım." Ancak maalesef, bazı kesimler bu "Sakaleyn" hadisini (iki ağırlık) görmezden geliyor, ne anlama geldiğini önemsemiyorlar. Bu ise Vahhabi düşünce sisteminde büyük problemlere yol açmıştır.

 

Suudi Arabistan uleması arasında, Dr. Muhammed Albar gibi, mutedil ve dürüst âlimler de yer alıyor. Muhammed Albar, kitabında Suudi Arabistan'daki Ehl-i Beyt baskısı hakkında şu ifadelere yer veriyor: "Biz Suudi Krallığındaki Vahhabi baskısı altında 'Sakaleyn' hadisini zikredemiyoruz. Eğer bu hadisi (Size iki emanet bırakıyorum, biri Kitabullah, diğeri Ehl-i Beyt'im) Vahhabi mescitlerinde ya da Vahhabi üniversitelerinde dile getirirsek, bunu 'Kitabullah ve Sünnetim' şeklinde belirtmek zorundayız. Biz Krallık âlimleri olarak, söz konusu hadisin Sahihu Müslim'de 'Kitabullah ve Ehl-i Beyt'im' şeklinde yer aldığını gayet iyi biliyoruz. Hadisin bu şeklinin doğru olduğuna inanıyoruz, ancak Vahhabi âlimleri bunu beyan etmemize izin vermiyor. Vahhabi medyasında, Vahhabi mescitlerinde, Yemen'de, Suudi Arabistan'da, özetle Vahhabilere ait her yerde 'Sakaleyn' hadisini 'Kitabullah ve Ehl-i Beyt' şeklindeki sika (güvenilir ravi) nakilcilerden geldiği üzere zikredemiyoruz."

 

Vahhabi âlim Dr. Muhammed Albar, korkarım Yahudiler ve destekçilerinin Hz. Muhammed'in (s.a.a.) nübüvvetini gizlemek istediği gibi, biz de 'Sakaleyn' hadisinin doğrusunun ‘Kitabullah ve Ehl-i Beyt' şeklinde olduğunu gizliyoruz, diyor. Bizzat Vahhabi âlimi söylüyor bunu! Krallık âlimlerini insaflı olmaya davet ediyorum. En azından Resullulah'ın (s.a.a.) hem "Kitabullah ve Ehl-i Beyt'imi” hem de "Kitabullah ve Sünnetimi bırakıyorum" dediğini söylesinler. Ama eğer Resulullah'ın (s.a.a.) zikrettiği hadisin neşredilmesini engellerseniz, bu yaptığınız bazı papazların yolundan gitmek olur. O papazlar da, semavî kitap olan İncil'de haber verilmesine rağmen Nebiyy-i Azam'ı sürekli inkâr eder, Resulullah'ın (s.a.a.) peygamber olduğunu bilmelerine rağmen bu gerçeği saklamaya çalışırlardı. Bana kalırsa bu Nebevî bir mucizedir, çünkü Resulullah (s.a.a.) diyor ki, "Sizden öncekilerin yoluna adım adım, karış karış tabi olacaksınız. Hatta bir kertenkele deliğine girseler siz de gireceksiniz." O gün Yahudiler ve destekçileri Hz. Muhammed'in (s.a.a.) nübüvvetinden nasıl korkuyor ve saklıyor idiyseler, şimdi de Vahhabiler ve bazı Müslümanlar iki ağırlıktan, yani 'Sakaleyn' hadisinden korkuyorlar. Sakaleyn'in rolü neydi? Gittikleri yol neydi? Nebi'nin (s.a.a.) onları Kur'an ile bir araya getirdiği sözleri ne anlama geliyordu? İşte onlar bu soruların cevabından korkuyorlar. Tıpkı Ehl-i Beyt'in rolünden korktukları gibi, Resulullah'ın (s.a.a.) Mekke ve Medine zaferlerindeki Hâşimi ailesinin rolünün açığa çıkmasından da korkuyorlar. Bunlar gibi korktukları başka şeyler de var ve bu günümüzde de devam ediyor.

 

Burada son derece mühim bir meseleye geldik. İslam tarihine baktığımızda, Nebevî toplumun İslami yasaları ve Nebi'nin (s.a.a.) liderliğini tanıdığını görüyoruz. Sahabenin Gadir gününde (Gadir-i Hum) Resulullah'a (s.a.a.) itiraz ettiğini kimse söyleyemez. Bununla ilgili Şia, Sünni ve Vahhabi kaynakların hepsinde sahih mütevatir hadisler mevcuttur. Aynı şekilde Kur'an'ın yasalarına da kimse itiraz etmedi. Kur'an-ı Kerim, Nebi'nin (s.a.a.) beyanatıyla birlikte Müslümanların yasalarını teşkil ediyordu. Yani Nebevî Sünnet, Kur'an ile birlikte bu ümmetin düsturuydu. Sahabeden hiç kimse bu düstura itiraz etmedi. Büyük sahabelerden birinin bile İmam Ali'nin liderliğine veya Nebi'nin (s.a.a.) “Benden sonra 12 İmam vardır” sözüne itiraz ettiği şeklinde bir bilgi geçmişten günümüze tarihin hiçbir döneminde nakledilmemiştir. Bunu kabul ettiler ve iman ettiler. Resulullah (s.a.a.) 12 imam hadisini zikrettiğinde sahabeden bir kişi bile kalkıp "Neden 12 İmam?" diye sorsaydı, eminim ki bu bilgi bize nakledilirdi.

 

Resulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra büyük sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu noktada, Nebevî, Rabbanî, İlahî liderlik tarafından çekilen bir hat vardır. Bu hat, Nebevî ve semavi hilafeti temsil eder. Bir diğeriyse, tarihsel hilafet çizgisidir, bu çizgi asla hakikati temsil etmez. Bu tarz hilafet, dizginleri otoritenin eline teslim eden tarihi, siyasi, dönemsel bir liderliktir. İlahî veya Nebevî nass ile hiçbir bir alakası yoktur. İlahî veya Nebevî seçim ile de hiçbir alakası yoktur. Bu iki farklı hilafet tarzının sonucu olarak, ümmetin bir kısmının İslami, Şerî, İlahî hilafete inandığını, diğer kısmının ise tarihî hilafete inandığını görüyoruz. Şiddetle esef ki, burada ümmet için büyük bir problem doğuyor, Nebevî ve İlahî hilafet görmezden geliniyor.

 

Resulullah bunun için şöyle buyurmuştur "Benden sonra 12 İmam gelecektir. Bu din, On İki İmam var oldukça aziz olacak ve ayakta duracaktır." Bu çok önemli bir noktadır. Din, On İki İmam var oldukça aziz ve ayakta duracaktır ne demek hiç düşündünüz mü? Bu demek oluyor ki İlahî plan, diğer bir deyişle semavî proje, İlahî hukuki düzen 12 İmam dışında başka bir yolla korunamaz. Beğenin ya da beğenmeyin, ister tarihî hilafete inanın ister İlahî hilafete,  12 İmam dini koruyacaktır, çünkü onların vazifesi dini korumaktır. Kim onların gemisine binerse kurtulur, kim binmezse boğulup helak olur. Onların görevi hala devam ediyor, işte burada 12 İmam mezhebi çıkıyor karşımıza. Nebevî projeye inananlar, bugün dünyada en büyük İslami taifeyi temsil ediyor. Eğer Sünniliği 4 mezhebe ayırır ve Vahhabiliğin varlığını ve gücünü de hesaplarsak dünya çapında en kuvvetli ve yaygın mezhebin bu olduğunu görürüz. Sünnilerin kaynaklarını ele alacak olursak da, dünyadaki en büyük kütüphanelere sahip olduklarını görüyoruz. Ancak onların düşünsel mirası, İslami mirası 12 İmamın kalemleriyle yazılmıştır. Tefsirler açısından değerlendirdiğimizdeyse, Kur'an-ı Kerim'in tefsirlerini dört mezhep arasında kısımlara ayırırsak,  modern çağda birçok müfessirin 12 İmam taifesinden çıktığına şahit oluruz. Çağımızda, Kur'an-ı Kerim'i tefsir eden 12 İmam âlimlerinden yaşayan veya rahmetli olmuş yüzlerce müfessir var. Öyleyse Nebi'nin (s.a.a.) "Bu din, On İki İmam var oldukça aziz olacak ve ayakta duracaktır" sözleri günümüzde vuku buluyor. Bu bir gerçektir.

 

Biz kabul edelim ya da etmeyelim, ister 12 İmamı bırakıp diğer tarihsel-siyasal halifelere inanalım, bu gemi Nuh'un (a.s.) gemisi gibi eman menziline ulaşmak üzere denizdeki seyrini takip ediyor. Tıpkı Nuh'un (a.s.) kavmindeki gibi eman gemisine binenler de olacak binmeyenler de. Bu 12 İmamın gemisi de aynı şekildedir, kim o gemiye binerse kendini boğulmaktan yana güvenceye almıştır. Kim de binmezse ancak kendisine zarar verir. Bu kurtuluş gemisinin bize ihtiyacı yok, bilakis bizim ona ihtiyacımız var. Ben hayal ürünü bir şeyden bahsetmiyorum, insanoğlunun şu an örümcek ağında yuva yapması da mümkün, ancak biri Caferilik ya da 12 İmam derse bu büyük mezhebin muazzam kültürel mirasını da görecektir. İşte o zaman bu İlahî, Nebevî mucizeyi anlayacağız. Çünkü Nebi (s.a.a.) “Bu din, On İki İmam var oldukça aziz olacak ve ayakta duracaktır" buyurdu. Allah'a and olsun ki bu din ayaktadır. Caferi ya da diğer mezheplerden kim Resullah'a (s.a.a.) inanıyorsa, şuna da inansın ki bu gemi emana ulaştırır. Bu gemi dünyanın en güçlü gemisidir ve insanoğlu, eğer bu gemiyi kaçırırsa kaybedecektir, Nuh'un (a.s.) gemisini kaçıranların kaybettiği gibi.

 

Burada büyük problem vardır, o da konuşmanın başında da söylediğim gibi görmezden gelme sorunudur. Bu mezhebi görmezden gelme sorunu günümüzün problemidir.

 

Ben İmam Muhammed bin Suud Üniversitesinde iken, Allah Ehl-i Beyt mezhebini keşfetmemi diledi. Bir gün amcamın oğlunun yanına, Melik Suud Üniversitesine gitmiştim. İsim vermek istemiyorum, orada ders yapıyorlarken, hoca yeni ve önemli bir konu attı ortaya. O da 12 İmam mezhebi, yani İmam Caferi Sadık'ın mezhebi idi. Hakikat, tıpkı Ehl-i Beyt'in görmezden gelindiği gibi önemsenmiyordu. Tabi ben aşağı yukarı 1988 yılından söz ediyorum, şimdiden değil. Bugün, Ehl-i Beyt'in tüm dünya çapında yayın yapan uydu kanalları var. Benim sözünü ettiğim dönemde, bu mezhebe ait kanallar ve medya organları yoktu. Ehl-i Beyt'in mezhebini ilk öğrendiğimde şaşkına döndüm. Yetiştiğimiz Vahhabi metodu gereğince, Yemen'de ya da Suudi Arabistan'daki Vahhabi enstitülerinde, Ehl-i Beyt mezhebine asla işaret edilmiyordu. Bilakis bizim öğrendiğimize göre İbn Teymiyye, Ehl-i Sünnet Ehl-i Beyt'ten bir şey öğrenmiş değil, çünkü onlardan daha âlimdiler, diyordu! Yani İbn Teymiyye'nin sözlerine göre Ehl-i Beyt İmam Şafi ya da Malik kadar ümmete hizmet etmemiştir! Ehl-i Beyt'e ihtiyacımız yok diyor, çünkü Ehl-i Sünnet imamları İbn Teymiyye'ye göre Ehl-i Beyt'ten daha yüceler!

 

Bize Vahhabi okullarında öğretilen kültür buydu. İbn Teymiyye bizim için Resulullah'ın (s.a.a.) haklarında "Din, On İki İmam var oldukça aziz olacak ve ayakta duracaktır" dediği imamlardan daha üstündü. Biz onları dinleyip Kitabullah'ı terk ettik. Bize öğretildiğine göre, İbn Teymiyye “Şeyhu'l-İslam” idi, onun yanında Cafer-i Sadık da kim oluyordu? İbn Teymiyye “Şeyhu'l-İslam” ama İmam Muhammed Bakır'ın adı yok? İmam Cevad, İmam Hadi, İmam Rıza kimdi? Şeyhu'l-İslam İbn Teymiyye dururken o imamlar da kimdi! Vallahi eğer onların dediği gibi olsaydı Allah Resulü (s.a.a.) size iki emanet bırakıyorum dediğinde, biri Allah'ın Kitabı, diğeri Şeyhu'l-İslam İbn Teymiyye, derdi. Niçin "Size Allah'ın Kitabını ve Ehl-i Beyt'imi bıraktım" dedi? İbn Teymiyye bizim için hangi ara iki ağır emanetten biri oldu? Bize Vahhabi okullarında öğretilen işte buydu. İbn Teymiyye bize Ehl-i Beyt'in ilmi yok, Ehl-i Beyt'ten bir şey almıyoruz çünkü önemli değiller diyordu. İbn Teymiyye'nin düşüncesi bize Ehl-i Beyt'i ve Benî Hâşim'i görmezden gelmeyi aşılıyor. İbn Teymiyye, Hâşimiler ve Ehl-i Beyt'ten cahililer" diye söz ediyor haşa! O zaman Resulullah (s.a.a.) "Allah Benî Hâşim'i seçmiştir" dediğinde, (Allah'a sığınırım) cahiliye düşüncesi ile mi konuşuyor! Çünkü “Allah Benî Hâşim'i seçti” hadisi sahihtir. İşin ilginç yanı, İbn Teymiyye'nin bile bu hadisin uydurma olduğunu ispat edememesidir. "Allah Benî Hâşim'i seçti, beni de Benî Hâşim'den seçti." Resulullah (s.a.a.) ümmete her namazda "Allahumme salli ala Muhammed ve Âl-i Muhammed" demeyi emretti. Bu salavatı cahillere mi yolluyoruz haşa? Ehl-i Beyt'i cahillerden saymak, cahillerin düşüncesi olabilir ancak! Bu iş, kasıtlı bir görmezden gelme ve sahtekârlıktır.

 

Az önce de bahsettiğim gibi, amcamın oğlunun yanına ziyarete gittiğimde ben Caferi mezhebini Katolik, Protestan, Ortodoks mezhepleri gibi düşünüyordum. Caferiler Hollanda ya da Roma'da yaşıyorlardı sanki! Sadece amcamın oğlu böyle değildi yani, ben de onun gibiydim. Ehl-i Beyt hakkında hiçbir şey bilmiyorduk. Görmezden gelme kültürü vardı. Allah bize bu uydu kanallarından Ehl-i Beyt'i anlatmamıza fırsat verdi ama onlar hala görmezden geliyor, üzerini örtüyor ve halkı aldatmaya devam ediyorlar. Çünkü özellikle Ehl-i Beyt mezhebini görmezden gelmek planlı ve üzerinde çalışılmış bir yönelimdir. Eğer onlara ben Şafii mezhebinden ya da Maliki mezhebindenim dersen saygı duyarlar, Hariciyim dersen yine saygı duyarlar, ben Zahiriyim dersen hürmet ederler. Ama ben Caferi mezhebindenim dediğin an hemen büyük tepki verir, "Euzubillah! Allah sana lanet etsin! Küfür mezhebine mi girdin, Rafızilerin mezhebine mi geçtin!" derler! Haşa Ehl-i Beyt mezhebi küfür mezhebi oldu!

 

Bu benim Vahhabilere yönelik düşmanca suçlamam değildir, bu cehalettir. Kim İbn Teymiyye'yi okursa ister istemez Ehl-i Beyt düşmanı oluyor. Bunlar benim hayatımda yaşayarak gördüğüm gerçekler. İbn Teymiyye okuduğum zamanlarda İmam Ali'den (a.s.) nefret ediyordum. Aynı şekilde Ehl-i Beyt kelimesinden de nefret ediyordum. Öyleyse konu çok açık. Ehl-i Beyt'i görmezden gelmek isteyenlere baktığımızda, bu görmezden gelmeyi gerekçelendirmek, aklayıp temize çıkarmak için Ehl-i Beyt konusunun belirsiz, muğlak olduğunu söylediklerini görüyoruz. Biz Muhammed'in (s.a.a.) ailesini bilmiyoruz diyorlar, sonra alaycı bir dille "Ebu Leheb gibi mi?" diyorlar. “O ikinci ağırlık mı? Siz Peygamber Efendimizin geride Kitabullah ile Ebu Leheb'i bıraktığına mı inanmak istiyorsunuz?” diyorlar. Biz bunları Vahhabi okullarında ders olarak gördük, birebir yaşadık.

 

Sonra bir diğeri gelip diyor ki, Muhammed'in (s.a.a.) Ehl-i Beyt'i, O'nun ümmetiydi! Yani bütün Müslümanlar Ehl-i Beyt ona göre. Muhammed'in (s.a.a.) ailesine zekât haram kılınmadı mı diye sorduğunda, evet derler! Öyleyse sizin mantığınıza göre zekâtın tüm Müslümanlara haram olması gerekir. Zekâtlarımızı Yahudilere ve destekçilerine, Kadiyanilere, Bahailere verelim öyleyse! “Hepimiz Ehl-i Beyt'iz, Resulullah (s.a.a.) herkesin dedesi, bizim de dedemiz" diyorlar. Ehl-i Beyt'i ansan hemen “Sen İlahî hakkı takip et, sen cahilsin, ırkçısın,  sen asabiye ehlisin, cahiliyeye davet ediyorsun” derler. Ben cahiliyeye davet etmiyorum, eğer bu cahillikse Resulullah (s.a.a.) nasıl buna davet ediyor! Resulullah (s.a.a.) namaz kılarken, her vakit, her daim "Allahumme salli ala Muhammed ve Âl-i Muhammed" demeyi emretti bize. Ebubekir'e, Ömer bin Hattab'a, Halid bin Velid'e namazlarında "Allahumme salli ala Muhammed ve Âl-i Muhammed" demek emredildi. Osman'a, Muaviye'ye, hepsine bu emredildi. Hepimiz namazda salavat getirmekle emrolunduk. Hangi Vahhabi namazda “Allahumme salli ala Muhammed ve ashabı Muhammed” diyebilir? Namaz dışında bile denmez bu. Kim namazda bunu zikrederse, Ehl-i Beyt'i unutur ve görmezden gelirse bu büyük bir zulümdür. Allah'tan onlara hidayet diliyorum. Allah onlara hakikati göstersin.

 

 

Çev: Merve Soydaş Gök

 

www.medyasafak.net