Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (62)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (62)
O bu eserinde şöyle diyor: Son derece gariptir ki, Sekaleyn hadisi Sahihü Müslim’de, Sünenü’t-Tirmizi’de -ki Tirmizi hadisin sahih ve hasen olduğunu belirtir-, el-Müstedrek’te - Hâkim bu hadisin hasen olduğunu belirtir-, Müsnedü İmam Ahmed’te, Taberani’nin el-Mucemü’l-Kebir’inde geçtiği ve isnadı sahih olduğu halde çağdaş bilginlerin ve hatiplerin büyük bir çoğunluğu ya hadisi bilmiyor veya bilmezlikten geliyor.

 

 

- Rahman Rahim Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla... Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Sekaleyn hadisini senet ve delalet yönüyle incelediğimiz programımız 62. bölümüyle devam ediyor.

 

Değerli izleyiciler es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu... Kevser TV stüdyolarından Utruhatü'l-Mehdeviyye programının yeni bir bölümünde sizinle birlikteyiz. Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'e ‘hoş geldiniz' diyoruz. Efendim, konuya başlarken bize giriş kabilinden olabilecek bazı açıklamalar yapsanız… 

 

- Kovulmuş şeytandan her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığınır, Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım… Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Allahumme salli ala Muhammedin ve Âl-i Muhammedin ve accil feracehum.

 

Sekaleyn hadisinin fıkhını içeren dördüncü bölüme vardık… Bu bölüm hadisin bize sunduğu delaletleri ve içerikleri ele almaktadır. Bir noktaya işaret etmek istiyorum. Müslüman âlimlerden bazıları şöyle demişlerdir: Ehl-i Beyt İmamları ve İtret-i Tahire hakkında Sekaleyn hadisi hariç hiçbir rivayet olmasaydı dahi bu hadis tek başına onlara uymanın gerekliliğini ifade etme noktasında açık ve ikna edici bir delil olarak yeterdi. Yani bırakalım Kur'an'dan ve rivayetlerden yüzlerce delili, Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) sadece bu hadis aktarılsaydı bile yine de yeterli olurdu.

 

İsteğiniz üzere Sekaleyn hadisiyle bağlantılı olsun diye giriş kabilinden bu açıklamayı yaptım. Bu açıklama Sekaleyn hadisiyle ilgilidir. Öyleyse buradan hareket ederek Sekaleyn hadisinin üzerinde şu ana kadar neden durduğumuzu da anlayabilirsiniz. Sekaleyn hadisinin incelenmesinin 62. kısmına ulaştık. Belki bu inceleme 20 program daha devam edebilir. İnsan Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) sonraki marifetler manzumesine vakıf olmak isterse kendisine Sekaleyn hadisi yeterli gelecek, başka bir şeye de ihtiyaç duymayacaktır. Yani velayet hadisi, iblağ hadisi, menzilet hadisi, ‘men küntü mevlahu fe haza Aliyyun mevlahu' hadisi veya hiçbir ayet olmasa bile ‘O ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır' içeriğini taşıyan Sekaleyn hadisi isnat ve içerik açısından tamamsa, bu durum Ehl-i Beyt'in imameti, dini merciliği, onlara sarılmanın ve tutunmanın vacipliği, hidayetlerine uymanın gerekliliğini ispat sadedinde yeterli bir delildir.

 

Ben şimdi, ‘geriye kalanlar bütünüyle cehenneme gideceklerdir' şeklinde bir düşünceyi dile getirmek istemiyorum. Böyle bir düşünceye karşıyız. Ancak en azından şu kadarı kesindir, kim bu ipe sarılır ve yakinen sımsıkı tutunursa bu ip kendisini sapıklıktan kurtaracaktır. Çünkü hadis ‘benden sonra asla sapmaz' demektedir. Meydan okuyorum; hakkında ittifak bulunan, sahih ve açık olan bu hadis dışında başka hiçbir hadiste Hz. Resulullah (s.a.a.) kimse için “Tutunduğunuz müddetçe benden sonra asla sapıtmayacağınız… O ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmayacaklardır…” ifadelerini kullanmış değildir.

 

Değerli izleyicilere sunduğumuz bu açıklamayı sadece size okuduğum bu hadisten söylemiyorum. İşte önünüzde Sehavî'nin (h. 902) İsticlab-ü İrtikai'l-Ğuraf adlı eseri var. Yazar bu eserinde şöyle diyor: Bu hadisin (Sekaleyn hadisi) yararlarına işarettir. [1]

 

Yazar bu başlığı hadisi yirmi bir sahabeden naklettikten sonra atar. Yani Sekaleyn hadisi bir veya iki sahabeden değil yirmi küsur sahabeden nakledilmiştir. Ümmü Hani, Ümmü Seleme, Ebu Hureyre, Ebu Şureyh, Ebu Rafii, Ebu Zer... İmam Ali (a.s.)…  Hadis sahabenin büyüklerinden yirmi küsuru tarafından aktarılmıştır. Onları zikrettikten sonra şöyle der: Sekaleyn Allah'ın Kitab'ı ve İtret-i Tayyibe'dir. O ikisini Sekaleyn diye isimlendirmesinin nedeni kadirlerini yüceltmek, konumlarını ululamak içindir. Zira değerli olan her önemli şeye ‘sekîl' denilir. Ayrıca tutunulması ve amel edilmesi gerekli olan şeylere de ‘sekîl' denilir. “Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz.(73/el-Müzzemmil/5) ilahi buyruğunda da bu anlam söz konusudur.[2] Yani Kur'an'ın niteliklerinden biri O'nun ‘sekîl' oluşudur. İşte O'nun bu niteliği ‘İtret-i Tahire'ye de verilmiştir. “De ki delilinizi getiriniz.” Eğer doğru sözlülerden iseniz Resul-u Azam'ın (s.a.a.) İtret dışında başka birisi hakkında bu niteliği kullandığına ve onu/onları ‘sekîl' olarak niteliğine dair kesin ve açık bir hadis getiriniz. İşte bu nitelik Kur'an-ı Kerim'in vasıflarındandır. Bu konu üzerinde ilerde duracağız. Kur'an-ı Kerim'in nitelikleri O'na denk olan kimselerde de bulunmaktadır ki bunlar İtret'tir. Bundan dolayıdır ki onlar hakkında ‘Size iki ağır emanet (Sekaleyn) bırakıyorum' buyurmuştur.

 

Sehavî devamında şöyle der: Yani onun ağırlığı ve kadri vardır. Ya da ağır olduğundan ve ancak güçlükle yerine getirildiğinden dolayı ‘sekîl' denilmiştir. Cin ve insana ‘sekalan' denilmesinin nedeni de yeryüzünün iki kutbu ve diğer varlıklardan ayrılmalarıyla üstün olmalarından kaynaklanmaktadır. ‘Senefruğu lekum eyyuhe's-sekalan/ Ey insan ve cin! Sizin de hesabınızı ele alacağız.' (55/er-Rahman/31) Nitekim müfessirler arasında ‘sekaleyn'in insan ve cin olduğu hususu meşhurdur. İnşallah uygun zamanda İmam'ın (a.s.) “‘Sekalan'dan kasıt Kitab ve İtret'tir” şeklindeki sözünü ele alacağız. Allah Subhanehu ve Teâlâ sekaleyne nasıl davrandıklarını görebilmek için İslam ümmetini mahşer gününde hesaba çekecektir. Ümmet Allah'ın Kitabı karşısında nasıl davranmıştır? Allah'ın Kitabı'yla amel etmiş mi yoksa O'nu terk edilmiş bir halde mi bırakmıştır? İtret'e karşı nasıl bir tavır ortaya koymuştur? Onlara Allah Resulü'nün (s.a.a.) kendilerini koyduğu konuma uygun mu davranmıştır yoksa onları katletmiş midir? Bu konu inşallah ileride gelecektir.

 

O, konumuzla ilgili olan bölümde şöyle der: Senin için Ehl-i Beyt-i Nübüvvet'e fazilet olarak bu muazzam hadis yeterlidir. Zira Allah'ın Resulü “Öyleyse siz benden sonra onlara nasıl davrandığınıza dikkat edin”, “İtret'im hakkında size hayrı tavsiye ederim”, “Ehl-i Beyt'im hakkında sizlere Allah'ı hatırlatırım” buyurmaktadır. Sunduğumuz rivayetlerde farklı sözcükler bulunmaktadır. Bu rivayetler;

 

Onlara sevgi duymayı,

 

Onlara iyilikte bulunmayı,

 

Onları muhafaza etmeyi,

 

Saygı göstermeyi,

 

Onlara ikramı,

 

Onların vacip ve müstehab haklarını yerine getirmeyi özendirmektedir.[3]

 

Aslında bu hadis başka bir hadise ve delile ihtiyaç bırakmamaktadır. Ümmet de maşallah İtret'e öyle güzel davranmış ki! Resulullah'ın kerametini nasıl da korumuşlar! Onun Ehl-i Beyt'i hakkında nasıl da güzel davranmışlardır! Zehra'ya ne de güzel davranmışlardır! Hüseyn'e yine aynı şekilde! Ümeyyeoğulları ve Abbasoğulları Ehl-i Beyt-i Nübüvvet'i amma da korumuş ve saygınlıklarını çok güzel muhafaza etmiştir. Resulullah'ın vasiyeti gereğince ne de güzel amel etmişlerdir!

 

Farklı lafızların bulunması 20 kadar sahabeden rivayet edilmiş olmasındandır.

 

Pasajın sonunda geçen her bir maddenin teker teker üstünde durulması gerekiyor. Ümmet'in ‘İtret'e karşı yerine getirmesi gereken bir takım görevleri bulunmaktadır. Allah aşkına bütün bunlar Ehl-i Beyt'in ve İtret'in kimler olduğunu tanımamızı gerektirmiyor mu?

 

- Bu haklar nelerdir?

 

- Bu vacip ve müstehab haklar nelerdir? Sehavî devamında şöyle der: Onlar övünç, asalet ve nesep olarak yeryüzünde bulunan en şerefli kimsenin temiz zürriyetinden gelmişlerdir.[4]

 

Yazar temiz bir zürriyet sözcüğü ile Allah-u Teâlâ'nın ‘Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor' (33/el-Ahzab/33) buyruğuna işaret etmektedir. Ben programa başlarken giriş bölümünde şöyle demiştim: Onların konumlarını ve derecelerini bilelim, haklarına riayet edelim diye Ehl-i Beyt ve ‘İtret' hakkında başka hiçbir rivayet olmasaydı dahi Sekaleyn hadisi bu tertemiz mübarek ve tayyib ev için övünç olarak yeterli gelirdi.

 

Ancak özetle işaret ettiğimiz bu hususların mukabilinde geliniz Ümeyyeci din anlayışının tutumuna bakalım. Onlar Ehl-i Beyt-i Nübüvvet'e karşı nasıl bir tavır ortaya koymuşlar, bu hadis hakkında nasıl bir tutum sergilemişlerdir? Azizlerim, iki ana adım ve tavır ortaya koymuşlardır.

 

İlk adım; hadisin lafızlarını ve sözcüklerini değiştirmeye güçleri yetiyorsa değiştirmişlerdir. Hadisin sözcüklerini değiştirmeye güç yetiremedikleri durumlarda ise rivayetin senedinin sıhhatini inkâr etmişlerdir. Öyleyse iki stratejik merhale bulunmaktadır.

 

İlk merhale hadisin lafızlarını değiştirmedir. Onlar şöyle diyorlar: Biz deriz ki, “Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) ‘Allah'ın Kitabı ve Sünnetim' veya ‘Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin Sünneti' şeklinde varid olmuştur. Asla İtret-i Tahire'ye işaret etmeyiz.” Sanki Hz. Peygamber'den (s.a.a.) gelen mirasta ve sahih rivayetlerde onlar hakkında hiçbir sahih hadis varid olmamış gibi davranmışlardır. Aktarılan yegâne rivayet ‘Allah'ın Kitabı ve Peygamberinizin Sünneti' şeklindeki varyanttır. Bu ilk merhaledir.

 

İkinci merhale; onlar bakarlar ki güçleri buna yetmiyor zira diğer rivayetlerle uyumlu değiller, bu durumda derler ki, hadiste bu bölümün bulunduğu görüşünde değiliz. Diğer bir ibareyle, Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) aktarılan nassın içini boşaltmaya çalışırlar.

 

Nassın içeriğini boşaltmanın ne anlama geldiğine özetle işaret edeceğiz. Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel'de şöyle geçmektedir. İmam Ahmed, Ebu Said el-Hudrî'den şu hadisi aktarır: Ebu Said el-Hudrî diyor ki; Hz. Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: ‘Ben size iki ağır emanet bıraktım. Bu şeylerin biri diğerinden büyüktür. Gökten yere uzanan bir ip olan Allah'ın Kitabı ve itretim Ehl-i Beyt'im. Bu ikisi kıyamet günü havuz başında bana gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmayacaklardır.'[5]

 

İnşallah bu içeriğin üzerinde ilerde duracağız. ‘Uzanan ip' sözcüğüne Kur'an'dır, diyor. “Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın.” Öyleyse Resulullah ve Kur'an-ı Kerim genel bir mefhum veriyor.

 

- Hadis ipin kim olduğunu belirliyor.

 

- Azizlerim, ‘Gökten yere uzanan bir ip olan Allah'ın Kitabı ve itretim Ehl-i Beyt'im. Bu iki şey kıyamet günü havuz başında bana gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmayacaklardır.' Allame Şuayb el-Arnavut hadisin bölümlerinin ne olduğunu iyi biliyor.

 

O bakınız ne diyor: ‘Bu ikisi kıyamet günü havuz başında bana gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmayacaklardır' bölümü hariç hadis sahihtir. Bize göre onları gözetişin onlara sevgi beslemek ve onları üzecek olan şeylerden kaçınmak olduğu hususunda hiçbir kuşku bulunmamaktadır… ‘Benden sonra asla sapıtmayacaksınız', ‘bu ikisine uymanız halinde asla sapıtmayacaksınız' şeklindeki buyruklar gibi onların görüşlerine uymanın gerekliliğini ifade eden hadislerin isnadı zayıftır. Kanıt olarak kullanılmaya elverişli değildirler.[6]

 

Allame Arnavut, ilgili bölümün sahih olmadığı görüşündedir. Zira o bölüm hakkında ileri geri yorum yapabilecek durumda değildir. Bundan dolayı hadisi itibardan düşürmesi gerekmektedir. Böyle bir yorum içeriği boşaltmaktır. Onda, Ehl-i Beyt'in Allah Resulü'nün evlatları olması kriteriyle onlara sevgi beslememiz gerekmektedir, düşüncesi hâkimdir. Bu kadar, bundan ötesi yoktur…

 

- Sanki konu ailevi bir meseleymiş gibi.

 

- Ailevi, sevgi vb. ‘Tutunduğunuz müddetçe benden sonra asla sapıtmayacağınız.' Bu ilk merhaledir…

 

İkinci merhale; Muhammed İbn Abdülvehhab'ın Ümeyyeci din anlayışı bağlılarının ve genel olarak bu düşüncede olanların kitaplarında gerçekleşen şeydir, en tehlikeli olanı budur. Onlar gelmişler ve hadisin lafzını değiştirmişlerdir. Bizler ‘ve sünnetim' şeklindeki varyantın varid olmadığını ve aktarılmadığını söylemiyoruz. Söz konusu varyant varid olmuştur. Ancak bunlar Müslümanlara hadisin ancak ‘ve sünnetim' şeklindeki varyant ile varid olduğunu yaymaya ve bu düşünceyi hâkim kılmaya çalışmaktadırlar. Onların kitaplarında ‘ve sünnetim'  şeklindeki varyant geçmektedir. ‘Ve itretim' şeklindeki varyant da varid olmuştur, şeklinde bir cümleyi kullanmazlar, ‘ve sünnetim' şeklindeki varyant ‘ve itretim' şeklindeki varyanttan daha kuvvetlidir de demezler. Onların kaynaklarını okuyan bir kişi hadisin sadece ‘ve sünnetim' şeklinde bir naklinin olduğunu zanneder.

 

Önümüzde İbn Baz'ın Mecmuu Fetava adlı eseri vardır. Eserin Ümeyyeci din anlayışına göre yazıldığı açıktır. Ben değerli izleyicilerin dikkatini okuyacağım pasaja çekmek istiyorum. Yazar şöyle diyor: Sahihü Müslim'de geçtiğine göre Hz. Peygamber (s.a.a.) Veda Haccı'nda Allah'ın Kitabını vasiyet etmiştir. O (s.a.a.) şöyle buyurdular: ‘Size tutunmanız halinde asla sapmayacağınız şeyi bırakıyorum; Allah'ın Kitabı. Kim ona tutunursa kurtulur, ondan yüz çeviren ise helak olur.' Yine Sahihü Müslim'de Zeyd İbn Erkam'dan şöyle rivayet edilmektedir: ‘Size iki ağır emanet bırakıyorum. İlki Allah'ın Kitabı'dır ki içinde hidayet ve nur vardır. Allah'ın Kitabı'nı alınız ve sımsıkı sarılınız.'

 

Allah'ın Resulü Kitabullah'a teşvik etti ve özendirdi. Sonra da şöyle buyurdu: ‘Ve Ehl-i Beyt'imi bırakıyorum. Ehl-i Beyt'im hakkında sizlere Allah'ı hatırlatıyorum. Ehl-i Beyt'im hakkında sizlere Allah'ı hatırlatıyorum.'[7]

 

Azizlerim, sekaleynden murad hangi iki şeydir? Kitab ve Ehl-i Beyt. Yorum yapması için delile ihtiyaç vardır. Öyleyse Sahihü Müslim'den nakletmektedir. Sekaleynin ilk öğesi Allah'ın Kitabıdır. İkinci öğesi ise Ehl-i Beyt'tir. ‘Ehl-i Beyt'im hakkında sizlere Allah'ı hatırlatıyorum.' Ehl-i Beyt'in haklarının sevgi olarak yorumlanması halinde, Allah aşkına, ağırlık/sikl bunun neresindedir? Bunda hiçbir ağırlık var mıdır?

 

- Kur'an ile eşdeğer değildir.

 

- Yazar devamında Sahihü Müslim'de geçen hadisi şerh ediyor. Ey Müslümanlar, ey tahkik erbabı, Allah aşkına bakınız bu şerh hadisin nassıyla uyum gösteriyor mu yoksa göstermiyor mu? İbn Baz konuşuyor. Vahhabiliğin kendi zamanındaki imamı konuşuyor. Vahhabiler, üzerinde imamın biatı olmaksızın ölen kimsenin cahiliye ölümüyle öldüğüne inanmaktadırlar. Tabi burada söz konusu edilen imamdan murad İbn Baz'dır. İbn Baz onlara göre ilimde imamdır. Takvada uyulması gereken imamdır. Bakınız İbn Baz bu eserinde ne diyor: Allah-u Teâlâ kendi Kitab'ına uymayı tavsiye ettiği gibi Hz. Peygamber (s.a.a.) de Allah'ın Kitabı'na uymayı vasiyet ve tavsiye etti… Çünkü Kur'an Sünnete uymayı ve onu ululamayı emretti. Allah'ın Kitabı ve Resulullah'ın Sünneti tavsiye edildi ki bu ikisi de zaten Sekaleyn'dir.[8]

 

Anlayamıyorum, Sünnet hadise nasıl dahil oldu?

 

- Ehl-i Beyt nerede?

 

- Ehl-i Beyt yok. Allah aşkına, Allah'ın Resulü ‘Sekaleyn' diyor. Sekaleyn de Allah'ın Kitabı ve Ehl-i Beyt'imdir diyor. Yazar ise Resulün (s.a.a.) Kitabullah'ı ve Sünnet'i vasiyet ettiğini söylüyor.

 

- Yani Resulullah (s.a.a.) konuşma belagatine sahip değildi haşa! O size Allah'ın Kitabı'nı vasiyet ediyorum derken bu ifade Sünnet'i de kapsıyordu.

 

- Yazar şöyle diyor: ‘Kitab ve Sünnet tutunulması gereken iki asıldır. Bu ikisine tutunan kimse kurtulur. Onlara karşı taşkınlık yapan kimse helak olur. Bunlardan birini inkâr eden kimse Allah-u Teâla'yı inkâr etmiş olur. Kanı ve malı da helal olmuş olur.'[9] Çok iyi, Acaba İbn Baz ne dediğini biliyor mu? Eğer hadis ‘ve İtret'im' şeklindeyse ‘İtret'i inkâr eden kimse kâfir olur. Çünkü o, bunu kabul etmektedir. Ben senin ağzından çıkan kelimeye göre seni sorguya çekiyorum. Onları kendi nefislerini yükümlü tuttukları şeyle yükümlü kılıyorum. O şöyle diyor: ‘Eğer hadis Allah'ın Kitabı ve peygamberinin Sünnet'i şeklindeyse Sünnet'i inkâr eden kimse kâfir olur ve kanı helal olur.'[10] Tamam, peki ya hadis ‘ve İtret'im' şeklindeyse! Onu inkâr eden kimse de kâfir olup kanı helal olur mu? Ancak biz bu görüşte değiliz. Onları bilmeksizin inkâr eden kimse kâfir değildir. Zira inkâr eden kimsenin nazarında bu hadis sabit değildir. Bu şekilde inkâr eden bir kimse Müslüman'dır. Zira bize göre şehadet Allah'tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed'in Allah'ın resulü olduğuna şahitlik yapmaktan ibarettir.

 

Yazar devamında şöyle diyor: ‘Başka bir rivayette ise şöyle geçmektedir: Ben size tutunduğunuz müddetçe sapıtmayacağınız bir şeyi bırakıyorum. Allah'ın Kitabı ve peygamberinin Sünnet'i. Bu rivayeti Hâkim ceyyid bir senedle tahriç etmiştir.'[11]

 

İbn Baz'ın bu ifadelerinden Sekaleyni Kitab ve Sünnet olarak tefsir ettiği anlaşılmaktadır. Şaşılacak olan nokta şudur ki bunlar Hâkim en-Nişaburî el-Müstedrek'te Ali ve Ehl-i Beyt'in faziletleriyle ilgili rivayetler aktardığında bu rivayetleri zayıf sayarak kabul etmiyorlar. Ancak Ehl-i Beyt'in faziletini devre dışı bırakan rivayetleri naklettiğinde kabul ediyor ve Hâkim bunu ceyyid bir senetle tahric etmiştir diyorlar. İşte Ümeyyeci din anlayışı böyledir.

 

- Yani hadisin bir bölümünü tefsir etti, bir bölümünü ise terk etti.

 

- Hatta tamamını. Bu programda Muhammed İbn Abdülvehhab'ın ve İbn Teymiyye'nin bağlılarıyla ilgili kaynaklar üzerinde durmak istiyorum.

 

İşte önümüzde Salih İbn Fevzan'ın Muhadaratün fi'l-Akideti ve'd-Davet adlı eseri. Bunların hadisin Allah'ın Kitabı şeklinde varid olduğu şeklindeki ısrarlarını görebilmeniz için size eserden bazı yerler okuyacağım. Bakınız yazar ne diyor: ‘Sika ve sebt olan kimselerin de rivayet ettiği, tedvin edilmiş ve mahfuz olduğu gibi… Nitekim Hz. Peygamber (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: Ben size benden sonra tutunduğunuz müddetçe sapıtmayacağınız bir şeyi bırakıyorum. Allah'ın Kitabı ve Sünnet'imi.'[12]

 

Bu ifadeleri iyice belleyiniz. Eser dört ciltten oluşmaktadır. Yazar aynı ifadeleri eserinin bir başka yerinde de söyler. O şöyle der: ‘Hz. Peygamber (s.a.a.) hayatının son demlerinde Allah'ın Kitabı ve Resulünün Sünnet'i üzere birleşmeyi vasiyet etmek üzere şöyle buyurdu: … Allah'ın Kitabı ve Sünnet'imi.'[13]

 

Başka bir yerinde ise şöyle der:[14] ‘Ben aranızda benden sonra tutunduğunuz müddetçe asla sapıtmayacağınız bir şeyi bırakıyorum. Allah'ın Kitabı ve Sünnet'imi.'[15] Buna göre ‘ve İtret'im' şeklindeki hadis hiç yok gibidir.

 

Bu akşamki programı hepinizin bildiği çağdaş bilginlerden birisinin açıklamalarıyla bitireyim. Allame Albanî'den bahsediyorum. O, Menziletü's-Sünneti fi'l-İslam adlı eserinde şöyle diyor: ‘Aranızda, tutunduğunuz müddetçe sapıtmayacağınız bir şeyi bırakıyorum. Allah'ın Kitabı ve Sünnet'imi. Bu ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla ayrılmayacaklardır. Malik rivayet etmiştir.'[16]

 

- Malik'e bir bakalım.

 

- Allah hayrınızı versin. El-Muvatta'ya bir bakalım… Malik şöyle rivayet ediyor: Kendisine de Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) ulaştı ki Hz. Resulullah (s.a.a) ‘Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı bağlandığınız süre­ce, asla doğru yoldan sapmayacaksınız. Bunlar, Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin Sünnet'idir' buyurmuştur. [17]

 

Hadisin isnat zinciri de bulunmamaktadır. Zira Malik bana ulaştığına göre demektedir. ‘O ikisi bana havuz…' bölümü bulunmamaktadır. Yani Malik söz konusu bölümü rivayet etmiş değildir.

 

İnsan şimdi ne diyeceğini bilemiyor. Allame Albanî'nin gözünden mi kaçmıştır acaba yoksa kasıtlı mı yapmıştır? İtret ile ilgili olan havuz başına kadar ayrılmama ifadesini oradan koparıp getirip buraya eklemlemiştir.

 

- Velev ki rivayetin sahih olduğunu kabul etsek dahi…

 

- Allah aşkına ilmî metot bu mudur? İnsanlar bu eserleri ve kaynakları mütalaa edecekler. O bu eserin bir başka yerinde ise şöyle der: Hz. Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: ‘Agâh olun, bana Kur'an ve O'nunla birlikte benzeri -yani Sünnet- verildi.' ‘Bu ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla ayrılmayacaklardır'[18]

 

Eserin iki yerinde ‘Bunlar, Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin Sünnet'idir. Bu ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla ayrılmayacaklardır' şeklinde hadisi rivayet etmekte ve bunu İmam Malik'e nispet etmektedir. Malik'in tahric ettiği rivayette ise hiç havuz bölümü bulunmamaktadır.

 

Geliniz bir de Allame'nin Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha' adlı eserine bir bakalım. O şöyle der:

 

“İtret Hadisi ve Bazı Geliş Kanalları

 

Hz. Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: Ey İnsanlar! Ben aranızda tutundukça sapmayacağınız bir emanet bıraktım. Bu da Allah'ın Kitabı ve itretim olan Ehl-i Beyt'imdir.”[19]

 

Başlık olarak ‘Sünnet hadisi' değil ‘İtret hadisi' diyor. Ey Allame Albanî, sen şu anda Berzah âlemindesin. Onların şehadetleri yazılacaktır, sorguya çekilecektir. Sen de sorguya çekileceksin. Haberimiz ve sözlerimiz sana ulaşmaktadır. ‘Menziletü's-Sünne' adlı eserinde ‘ve Sünnet'im' şeklinde aktardığın hadisin yanına hadisin ‘ve İtret'im' şeklinde bir varyantı da vardır diyebilirdin.

 

- Hatta bunu söylemen daha kolaydı.

 

- Elbette, diline sağlık, belirttiği kaynaklara ancak uzman olanların müracaat ettiğini biliyordu.

 

Bu hakikati gizlememiz, Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) ortaya koyduğu bu güneşi perdelememiz gerekmektedir, düşüncesi ile hareket ediliyor.

 

- Menziletü's-Sünne adlı eserin piyasaya sürülmesi daha kolaydır…

 

- Elbette. Albanî de dâhil olmak üzere birçok kişi bu hadisin yayılmaması için çaba gösterdi.

 

Ancak o da “Allah'ın Kitabı ve İtret'im” demek zorunda kaldı.

 

Azizlerim, geliniz Malik'in rivayet ettiği hadis hakkında cerh ve tadil ehli muhakkikler ne diyor, ona bir bakalım… Ricâl ilmini bilenlerin hadise ilişkin değerlendirmelerini bir görelim. İlk olarak Muvatta'nın kendisinden başlıyorum. Muhakkik Beşşar Avvad, ilgili hadise gelince dipnotta şu değerlendirmelerde bulunur: Hadisin geliş kanalları bulunmaktadır. Ebu Hureyre hadisinde metruk olan Salih İbn Musa et-Talhî mevcuttur. Buna göre Ebu Hureyre hadisi son derece zayıftır.[20]

 

Muhakkik hadisin daha sonra başka bir isnat zincirini ele alır ve şöyle der: O metruktur ve isnat zinciri zayıftır… Üçüncü kanalın isnat zinciri zayıftır. Zira İsmail İbn Ebu Üveys Sahiheyn dışındaki rivayetlerde zayıftır.[21]

 

Öyleyse rivayetin isnat zinciri bulunsa dahi senedi zayıftır. Tabii İmam Malik rivayeti isnat zinciriyle nakletmemiştir.

 

İkinci kaynak, Hafız Ebubekir eş-Şafii'nin (h. 354) el-Ğaylaniyat olarak meşhur olan el-Fevaidü'ş-Şehir adlı eseridir. Hz. Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: “(…) Allah'ın Kitabı ve Sünnet'im. Havuz başında bana varıncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır. İsnadı son derece zayıftır. İsnat zincirinde metruk olan Salih İbn Musa et-Talhi bulunmaktadır.”[22]

 

Beyhakî'nin (h. 458) es-Sünenü'l-Kübra'sı. Beyhakî hadisi naklettikten sonra rivayet hakkında iki defa ‘zayıftır' der. Eserin muhakkiki haşiyede şöyle yazar: Rivayet zayıftır. Zayıf olmasının nedeni metrukü'l-hadis olan Salih'tir.[23]

 

İbn Kayyım el-Cevziyye'nin İlamü'l-Muvakkıın adlı eserinde de aynı bilgiler geçer. Eserin muallik ve muhakkiki Ebu Ubeyde Meşhur İbn Hasan Al-i Selman şöyle der: Hadis son derece zayıf bir isnada sahiptir. Hadisin isnat zincirinde Yahya'nın ‘bir para etmez, bir şeye değmez ve hadisi yazılmaz' dediği Salih İbn Musa et-Talhi bulunmaktadır.[24]

 

Hafız Darekutnî'nin (h. 385) Sünenü'd-Darekutnî adlı eserinde de aynı durum söz konusudur. Hadisin isnadında Salih İbn Musa bulunmaktadır. Bu şahıs zayıftır, hadisiyle ihticac edilmez, denilir.[25]

 

Son olarak İmam Zehebî'nin Mizanü'l-İtidal adlı eserindeki değerlendirmelerini aktaracağım. Hafız Zehebî ‘Mizanü'l-İtidal' adlı eserinde bu şahıs hakkında şöyle der: Salih (...) İbn Ubeydullah el-Kureşi et-Talhi; Kufelidir ve zayıftır. Yahya der ki; Salih İbn Musa, bir para etmez, bir şeye değmez ve hadisi yazılmaz.

 

Buharî ise onun hakkında ‘hadisleri münkerdir' der. Nesaî ise onun metruk olduğunu söyler…[26]

 

- ‘Ve Sünnet'im' şeklindeki varyantın kıymet-i harbiyesini gördük böylece.

 

- Ancak bütün bunlara rağmen Ümeyyeci din akımında bu hadisin ana varyant olduğu noktasında bir ısrar göze çarpmaktadır. Allah aşkına İslam âlimleri hem bizim naklettiğimiz gibi ‘ve İtret'im' şeklindeki varyantı nakletmişler, hem de ‘Sünnet'im' şeklindeki rivayette bu kadar ısrarcı olmamışlardır.

 

- Ancak hadisi başka bir şekilde yorumlamış ve anlamlandırmışlardır.

 

- Tam isabet. Olsun, biz onların görüşlerine saygı gösteririz. Onların hadise diledikleri gibi anlam verme hakları vardır. Ancak diğer varyantı devre dışı bırakma veya onu yok sayma hakları bulunmamaktadır.

 

Çağdaş yazarlardan Doktor Muhammed Ali Bar'ın el-İmam Ali er-Rıza ve Risaletühü fi't-Tıbbi'n-Nebevi adlı eserinden bir pasaj aktaracağım. Biz onun bu pasajını defalarca zikrettik. O bu eserinde şöyle diyor: Son derece gariptir ki, Sekaleyn hadisi Sahihü Müslim'de, Sünenü't-Tirmizi'de -ki Tirmizi hadisin sahih ve hasen olduğunu belirtir-, el-Müstedrek'te - Hâkim bu hadisin hasen olduğunu belirtir-, Müsnedü İmam Ahmed'te, Taberani'nin el-Mucemü'l-Kebir'inde geçtiği ve isnadı sahih olduğu halde çağdaş bilginlerin ve hatiplerin büyük bir çoğunluğu ya hadisi bilmiyor veya bilmezlikten geliyor.[27]

 

- Bilmezlikten geliyor desek daha doğru olacak gibi.

 

- Kanaatimizce bilmezlikten gelen bir grup var. Bazıları da bunları taklit ediyor ve diğer varyantı bilmiyorlar. Dr. Ali el-Bar devamında şöyle diyor: “Sekaleyn hadisinin ‘İtret'im' sözcüğünü içeren hadis metninin yerine şu hadisi zikretmektedirler: Aranızda benden sonra tutundukça asla sapmayacağınız şey/ler/i bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve Sünnet'im. Hadisin bu varyantı İmam Malik'in el-Muvatta adlı eserinde geçmektedir. Bu hadis her ne kadar metin ve içerik itibariyle doğru ise de hadisin senedinde kopukluk ve zayıflık bulunmaktadır. Bu meyanda önemine binaen her iki hadisi birlikte sunmaları gerekirdi. Bu sahih hadisin gizlenilmesi Allah-u Teâla'nın ve Resulünün tehdit ettiği ilmi gizlemek davranışının bizzat kendisidir.”[28]

 

Evet, kültürümüzde son derece tehlikeli bir durumdur.

 

- Tarihi bir yalan.

 

- Bu, Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) aktarılan hadislerle oynamaktır. Muaviye'nin tesis ettiği metot budur. O imkânı olduğunda hadisleri itibardan düşürmeye çalışmıştır.

 

Sizinle tenzili hususunda çarpıştığım gibi tevili hususunda da çarpışıyorum. Bunlar ne yapıyorlar. Hadisin içeriğini boşaltıyorlar.

 

Bizler de “Allah'ın Kitabı mercidir”, diyoruz. Bizim için merciin Allah'ın Kitabı ve Peygamberinin Sünnet'i olduğunu söylüyoruz. Ancak konu Sünnet meselesi değildir. Konumuz Sekaleyn hadisinin içeriğinin ne olduğudur.  Kimse bizim için çıkıp da, “Bunlar Sünnet'e önem vermiyorlar”, demesin. Bizler ‘Biz Allah Resulünün Sünnet'inin ashabıyız' diyoruz. Ancak Hz. Resulullah (s.a.a.) bize ne dediyse bizim için o önemlidir. Sünnet'e hangi kapıdan gireceğimiz hususunda bize ne buyurdu? “Hangi kapıdan olursa olsun Sünnet'ime ulaşın” mı, yoksa “İtret'im kapısından Sünnet'ime ulaşın” mı dedi? Öyleyse asıl konu Sünnet'e ulaşan yol hakkındadır. Konu Sünnet sözcüğünün İtret'le değişmesi hakkında değildir. Kimse demagoji yapmasın, bizler de Kitab ve Sünnet'in merci olduğunu söylüyoruz. Burada yazar, eserinde ilmî sorumluluk duygusuyla hareket ediyor.

 

Yazar devamında şöyle diyor: Bu sahih hadisin gizlenilmesi Allah-u Teâla'nın ve Resulünün tehdit ettiği ilmi gizlemek davranışının ta kendisidir. İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder. Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tövbelerini kabul ederim. Ben tövbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim. (2/el-Bakara/159) Allah Resulü şöyle buyurmaktadır: Bir bilgiyi gizleyen kimse kıyamet gününde ateşten bir gemle gemlenir.[29]

 

Bazıları televizyon kanallarına çıkmakta ve Ehl-i Beyt Okulunun bütününü Mecusi olmakla itham etmektedir. Ancak kendilerine karşı itiraz bayrakları yükseltildiğinde, bir iki internet sitesinde küçük puntolarla “Benim kastım bu değildi” demektedirler. Bu davranış yeterli değildir. İtham ettiğin konuma eşdeğer bir yerde çıkıp itirafta bulunabilmelisin ki tövben ve pişmanlığın bir anlam ifade etsin. Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır.” (2/el-Bakara/160)

 

Devamında şöyle der: O'nun Ehl-i Beyt'inin faziletlerini gizleyenler ve faziletlerini inkâr edenler Yahudi âlimlerin kıskançlık ve kinlerinden dolayı Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) risaletini gizleyip de apaçık hüsrana uğramaları gibi bir pozisyona düşmekten sakınsınlar[30]

 

- Önlerinde hadisin iki şekli bulunmaktadır: ‘ve İtret'im' ile ‘ve Sünnet'im' varyantı. ‘Ve İtret'im' şeklindeki varyant sahih, hasen, muteber, mütevatir, açıktır, hakkında ittifak söz konusudur, diğer varyant ise zayıf ve kesiktir.

 

- Tam isabet. Bu varyantın bütün kanalları kesiktir. Müslümanlar arasında hakkında icma yoktur. İşte bizim sıkıntımız ve problemimiz bunlarladır. Ancak bizim diğer Müslümanlarla bir sıkıntımız bulunmamaktadır. Buraya dikkat çekmek istiyorum. Bizim Müslümanların geneliyle problemimiz yoktur.

 

Bizim bu hakikatleri gizleyenlerle sorunumuz var. Bu hakikatleri kaynaklarında aktaranlarla asla bir meselemiz olmaz, olamaz. Onların elbette ki hadisi başka bir şekilde yorumlama hakları bulunmaktadır. Ancak Allah Resulünün (s.a.a.) hadisini gizlemeye hakları yoktur.

 

- Sizlere teşekkür ediyoruz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey, Kevser TV olarak sizlere de teşekkürlerimizi sunuyoruz değerli izleyicilerimiz. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu. 

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

www.medyasafak.net

  

 



[1] Hafız Şemsüddin İbn Muhammed es-Sehavî, İsticlabü İrtikai'l-Ğuraf bi-hübbi Akribai'r-Rasul ve Ehli'ş-Şeraf, c.1, s. 361-8, Tahkik: Halid İbn Ahmed Babteyn, Darü'l-Beşairi'l-İslamiyye.

[2] Age, agy. 

[3] Age, agy.

[4] Age, agy.

[5] Müsnedü'l-İmam Ahmed İbn Hanbel, c. 17, 175, Tahkik: Allame Şuayb el-Arnavut

[6] Age, s.175.

[7] Allame Abdülaziz İbn Abdullah İbn Abdürrahman İbn Baz, Mecmuu Fetava ve Mekalatün Mütenevvietün, c. 8, s.154.

[8] Age, agy. 

[9] Age, agy.

[10] Age, agy.

[11] Age, agy.

[12] Dr. Salih İbn Fevzan İbn Abdullah el-Fevzan, Muhaderatün fi'l-akideti ve'd-Davet, c. 1, s.195, Darü'l-Asime, 1. Basım, 1428, Suudi Arabistan. 

[13] Age, c. 2, s. 35.

[14] Age, c. 2, s. 193.

[15] Age, c. 3, s. 344.

[16] Allame Muhammed Nasırüddin Albanî, Menziletü's-Sünneti fi'l-İslam, s.14, Mektebetü'l-Mearif, Riyad.

[17] İmam Malik, el-Muvatta, c. 2, s. 480, 2618 no.lu hadis, Yahya İbn Yahya el-Leysi el-Endülüsi'nin rivayetiyle, Tahkik, tahriç ve talik: Dr. Beşar Avvad Maruf, Darü'l-Garbi'l-İslamî.

[18] Age, s.18.

[19] Allame Muhammed Nasırüddin Albani, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha ve Şey min Fıkhiha ve Fevaidiha, c. 4, s. 354,  Hadis No: 1761, Riyad.

[20] El-Muvatta, c. 2, s. 480.

[21] Age, agy.

[22] Hafız Ebubekir Muhammed İbn İbrahim eş-Şafii, El-Fevaidü'ş-Şehir bi'l-Ğaylaniyat, c.1, s. 510, 632 no.lu rivayet, Tahkik: Hilmi Kamil Esad Abdülhadi, Darü İbni'l-Cevzi

[23] Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübra, c. 10, s. 220, Hadis No: 20336-7, Darü'l-Hadis, Kahire

[24] İbn Kayyım el-Cevziyye, İlamü'l-Muvakkiin An Rabbi'l-Âlemin, c. 4, s. 84, Ebu Ubeyde Meşhur İbn Hasan Al-i Selman, Dar-ü İbni'l-Cevzi.

[25] Hafız Ali İbn Ömer ed-Darekutni, Sünenü'd-Darekutni, c. 5, s. 371, Tahkik, talik ve zabt: Şuayb el-Arnavut, Müessesetü'r-Risale.

[26] Zehebi, Mizanü'l-İtidal, c. 2, s. 378, 3648 no.lu tercüme-i hal, Risaletü'l-Alemiyye basımı.

[27] Dr. Muhammed Ali el-Bar, el-İmam Ali er-Rıza ve Risaletühü fi't-Tıbbi'n-Nebevi, ed-Darü's-Suudiyye

[28] Age, agy.

[29] Age, agy.

[30] Age, s. 22.