Remzi Barud: Teşekkürler Türkiye, fakat Gazze’nin aradığı şey bağış değil, özgürlük

Remzi Barud: Teşekkürler Türkiye, fakat Gazze’nin aradığı şey bağış değil, özgürlük
Mayıs 2010’da İsrailli komandolar Özgürlük Filosu’na şiddet kullanarak baskın yaptığı zaman, Gazze’de olağandışı bir şeyler oldu: yaşanan şey derin bir kayıp duygusu olduğu gibi aynı zamanda bir onur duygusuydu da. Bu, şimdiki neslin Müslüman bir ülkeden gelen ve böyle bir kararlılık ve fedakarlık isteği ile kendini göstermiş olan gerçek bir dayanışmayı ilk kez deneyimlemesiydi.

 

Teşekkürler Türkiye, fakat Gazze'nin aradığı şey bağış değil, özgürlük

 

Remzi Barud

 

 

Ramzybaroud.net

 

 

Mayıs 2010'da İsrailli komandolar Özgürlük Filosu'na şiddet kullanarak baskın yaptığı zaman, Gazze'de olağandışı bir şeyler oldu: yaşanan şey derin bir kayıp duygusu olduğu gibi aynı zamanda bir onur duygusuydu da. Bu, şimdiki neslin Müslüman bir ülkeden gelen ve böyle bir kararlılık ve fedakarlık isteği ile kendini göstermiş olan gerçek bir dayanışmayı ilk kez deneyimlemesiydi.

 

Pek çok Filistinli en sonunda, yalnızca insanlığa değil, aynı zamanda ümmete, büyük Müslüman milletine olan inançlarını tazelemişti. Evet, bütün bu yıllar boyunca Gazze'yi boğan abluka kırılmamıştı, ancak Filistinlilerin uzun yıllardır yaşadığı tecrit hissi kırılmıştı ve bu hemen olmuştu.

 

Gazze 1967 yılından beri daimi bir abluka altında. Son dokuz yıl içinde abluka daha da kötüleşti. İsrail, sanki bu yoksullaşmış ve dünyayla bağlantısı tamamen kesilmiş küçük kıyı şeridi egemen bir ülkeymiş gibi Gazze'ye “düşman toprağı” muamelesi yapmaya karar verdiği zaman abluka bir kuşatmaya dönüştü. Ve bütün bu yıllar boyunca  Gazze, çok büyük çaplı, aşırı derecede şiddetli deneyimlerin sahası oldu: en yeni silah teknolojisiyle yürütülen, birbirini izleyen ölümcül savaşlar ve buna eşlik eden, nüfusu hayatta bırakan, fakat daimi olarak kötü beslenmiş halde tutan, titizlikle hesaplanmış bir kalori alımı.

 

Ne zaman Gazze'nin zayıfladığı varsayılsa İsrail yeni bir savaş başlattı ve daha fazla ateş gücünün bu direngen toprak parçasının ruhunu kıracağını umdu. 2008-09, 2012 ve 2014'teki büyük savaşlar binlerce kişiyi öldürdü.  

 

İsrail uluslararası karasularında Özgürlük Filosu'na saldırdığı zaman Gazze'deki Filistinliler kalabalıklar halinde yürüyüşler düzenlemiş, üzerinde Türk “şehitlerin” yüzlerinin yer aldığı posterler taşımış ve Erdoğan'ı çaresizce ihtiyaç duydukları kahraman olarak yüceltmişlerdi, zira kendi liderlikleri onlara ihanet etmişti.

 

İlginç bir şekilde Türkiye 1949 yılında - bir milyondan fazla Filistinli mültecinin sefil mülteci kamplarında yaşamaya başladığı ve İsrail'in bu mültecilerin evlerinin yıkıntıları üzerinde yepyeni bir ülke inşa ettiği esnada - İsrail'i tanıyan ilk Müslüman çoğunluklu ülke olmuştu.

 

O günden bu yana Türkiye hayli ikiyüzlü bir rol oynadı. Bir yandan İsrail'le ilişkileri kademeli olarak normalleştirirken, zaman zaman İsrail'in şu ya da bu politikasını protesto etti. Ancak tuhaf bir şekilde her defasında İsrail ve Türkiye arasındaki ilişkiler, Türkiye'nin şikayetlerini ele bile almaksızın yeniden başladı ve yeniden normalleşme tantanası, dev yatırımlar ve askeri anlaşmalar arasında hayata geçti. Nakba'dan, 1956 Süveyş Kanalı krizinden, 1967 savaşından ve tarihi Filistin'den geriye kalanların işgal edilmesinden ve İsrail'in 1980 yılında Kudüs'ü “ebedi başkenti” ilan etmesinden sonra aynı senaryo tekrarlandı.

 

Amerika Birleşik Devletleri öncülüğündeki NATO güçleri İsrail'in Mavi Marmara saldırısından doğan soğukluğu gidermek için özenle çalışırken bile iki ülke arasındaki ticaret hiçbir zaman kesilmedi.

 

Türkiye'nin TRT World kanalı, “Her ne kadar siyasi ilişkiler en alt seviyeye inmişse de, hem Türkiye hem de İsrail işlere devam edilmesi gerektiğini biliyordu” diye aktardı: “İş ve siyaset, Çin seddi benzeri bir etkililikle birbirinen ayrılıyordu. Ticaret devam ettiği gibi, 2010 yılına kıyasla yüzde 26 oranında arttı da.”

 

2013 ve 2014 yılları, Türk Hava Yolları'nın Türkiye ve İsrail arasında en fazla yolcu taşıdığı yıllar arasındaydı ve 2015 yılında, TRT'nin alıntıladığı Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre iki ülke arasındaki ticaret hacmi 5.6 milyar seviyesine ulaşmıştı.

 

Ankara ve Tel Aviv arasındaki diplomatik normalleşme yıllardır hazırlanıyordu, ancak Filistinlilere Gazze ablukası kalkmadan bu türden bir yakınlaşmanın mümkün olmadığı sözü veriliyordu. Bu Türkiye'nin sıklıkla tekrarladığı üç şarttan biriydi; diğerleri ise İsrail'in Türk vatandaşlarının öldürülmesi nedeniyle özür dilemesi ve ailelerine maddi tazminat ödemesiydi.

 

Fakat 27 Haziran günü normalleşme anlaşması imzalandığı zaman tamamen farklı bir hikaye ortaya çıktı: Gazze ablukasının kaldırılmasının esin verdiği değil, “enerji olanaklarının teşvik ettiği” bir anlaşmaydı bu. Abluka kaldırılmıyor, İsrail'in Türkiye üzerinden Avrupa'nın geri kalanına doğalgaz sevkiyatı yapıp milyarlarca dolarlık işlem gerçekleştirmesinin önündeki kısıtlamalar kaldırılıyordu.

 

İsrail Güvenlik Kabinesi uzlaşma anlaşmasını ivedilikle, 29 Haziran günü onayladı ve İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, “İsrail ekonomisi için muazzam sonuçlar getirecek” diye tanımladığı anlaşmayı övdü.  

 

El Cezire tarafından aktarıldığına göre Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım, “Gazze üzerindeki İsrail ambargosunun ‘büyük oranda kaldırıldığını' söyledi.”

 

Hayır, kaldırılmadı. Dahası, ambargolar gıda ve yakıtla ilgili. Oysa Filistinlilerin aradığı şey boğucu bir ablukadan özgürleşmektir; Türkiye'nin bir İsrail limanı üzerinden göndereceği bağışlar değil.

 

Türkiye-İsrail anlaşması, Filistinlilerin ablukanın sona ereceği, İsrail'in askeri aygıtının ve onun güçlü Batılı hamilerinin karşısında artık yalnız olmayacakları şeklindeki umutlarına darbe indirmiştir.

 

Belki bu anlaşma aynı zamanda bir uyandırma ikazıdır: Filistinliler ilk ve öncelikli olarak kendi kendilerine bel bağlamalı, zor görünen birliklerini sağlamalı ve sadece Ankara'yla dayanışma değil, dünya çapında dayanışma arayışında olmalıdır.

 

 

Çev: Selim Sezer

 

www.medyasafak.net