Batı’nın savaşlarında dört milyon Müslüman öldürüldü: Bu soykırım değil mi?

Batı’nın savaşlarında dört milyon Müslüman öldürüldü: Bu soykırım değil mi?
Ancak, Ortadoğu’daki savaşlarda öldürülenlerin sayısı çok daha yüksek olabilir. Nisan ayında araştırmacı gazeteci Nafiz Ahmed, yalnızca Irak ve Afganistan savaşlarında ölenlerin değil, Irak’a uygulanan yaptırımların kurbanlarının da eklenmesi halinde gerçek ölü sayısının 4 milyon gibi yüksek bir sayı olabileceğini ortaya koydu.

 

 

Kit O'Connell

 

 

Global Research

 

 

Japonların 2. Dünya Savaşı'ndaki ölüm kamplarını akıllarına getiren bazı Amerikalılar şimdi Müslümanların kamplara yerleştirilmesi çağrısı yapıyor, hatta 1,6 milyar inanç sahibine soykırım uygulanması için açıkça çağrı yapıyor.

 

Ortadoğu'daki modern Batı savaşlarının sebep olduğu gerçek ölüm rakamlarını bilmek hiçbir zaman mümkün olmayabilir, ancak bu rakamın 4 milyon veya daha yüksek olması mümkündür. Öldürülenlerin büyük çoğunluğunun Arap soyundan gelmesi ve genellikle Müslüman olmasından hareketle, Amerika Birleşik Devletleri'ni ve müttefiklerini soykırımla suçlamak ne zaman adil olacak?

 

Mart ayında Sosyal Sorumluluk İçin Fizikçiler tarafından yayınlanan bir rapor, Irak Savaşı'ndaki can kaybını yaklaşık 1,3 milyon olarak hesapladı ve bu rakamın 2 milyona kadar çıkmasının mümkün olduğuna işaret etti. Ancak, Ortadoğu'daki savaşlarda öldürülenlerin sayısı çok daha yüksek olabilir. Nisan ayında araştırmacı gazeteci Nafiz Ahmed, yalnızca Irak ve Afganistan savaşlarında ölenlerin değil, Irak'a uygulanan yaptırımların kurbanlarının da eklenmesi halinde gerçek ölü sayısının 4 milyon gibi yüksek bir sayı olabileceğini ortaya koydu. Nitekim bu yaptırımlar Birleşmiş Milletler rakamlarına göre, yarısı çocuk olan yaklaşık 1.7 milyon ölü bırakmıştı.

 

 

Raphael Lemkin ve soykırımın tanımı

 

“Soykırım” (genocide) terimi 1943 yılından önce mevcut değildi; bu tarihte Raphael Lemkin isimli bir Polonyalı Yahudi avukat tarafından ortaya atıldı. Lemkin bu kelimeyi, Yunanca halk ya da kabile anlamına gelen “geno” köküyle, Latincede öldürme anlamına gelen “-cide” ekini birleştirerek türetmişti.

 

Nazi yöneticilerinin insanlığa karşı suç işlemekle yargılandığı Nuremberg mahkemeleri 1945 yılında başladı ve Lemkin'in soykırım fikrini temel aldı. Ertesi yıl bu, uluslararası hukuk haline geliyordu. United to End Genocide kuruluşuna göre:

 

“1946 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, soykırımın uluslararası hukuka göre bir suç olduğunu ‘tasdik eden' bir karar aldı, ancak suç hakkında bir hukuki tanım sunmadı.”

 

Lemkin, ABD temsilcilerinin desteğiyle, Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme'nin ilk taslağını Birleşmiş Milletler'e sundu. Genel Kurul 1948 yılında sözleşmeyi kabul etti, ancak sözleşmenin yürürlüğe girecek şekilde onaylanması için üç yıl daha gerekecekti.

 

Bu sözleşmeye göre soykırım şöyle tanımlanmaktadır:

 

“Bir ulusal, etnik, ırksal veya dinsel grubun tamamını veya bir kısmını yok etme niyetiyle aşağıdaki fiillerden herhangi birinin gerçekleştirilmesi:

 

§  (a) Grup üyelerinin öldürülmesi;

 

§  (b) Grup üyelerinde ciddi bedensel veya zihinsel zarara yol açılması;

 

§  (c) Gruba onun kısmen veya tamamen fiziksel olarak yokedilmesi düşüncesiyle planlanmış yaşam koşullarının dayatılması;

 

§  (d) Grup içinde doğumları önleme amaçlı önlemlerin empoze edilmesi;

 

§  (e) Grubun çocuklarının zorla başka bir gruba aktarılması.

 

 

Sözleşmeye göre soykırım yalnızca kasıtlı öldürme fiili olarak tanımlanmaz ve başka zararlı faaliyetlerden oluşan geniş bir yelpazeyi içerebilir:

 

Bir gruba onu yok etme düşüncesiyle planlanmış yaşam koşullarının dayatılmasına, grubun fiziksel hayatını sürdürmek için gerekli temiz su, gıda, kıyafet, barınma veya sağlık hizmeti gibi kaynaklardan kasıtlı olarak yoksun bırakılması da dahildir. Yaşamı sürdürmek için gerekli araçlardan yoksun bırakma fiili, ekinlere el oyma, besin maddelerini bloke etme, kamplarda tutma, zorla yer değiştirme veya çöllere sürme biçiminde gerçekleşebilir.

 

Bu aynı zamanda zorla kısırlaştırma, zorla kürtaj, evliliğin önlenmesi veya çocukların ailelerinden ayrılmasını da içerebilir. 2008 yılında BM, tanımı genişleterek “tecavüzün ve öteki cinsel şiddet türlerinin savaş suçu, insanlığa karşı suç veya soykırım açısından asli eylem” teşkil edebileceğini kabul etmiştir.

 

 

Bir Ortadoğu soykırımı

 

Sözleşmedeki anahtar ibarelerden biri, soykırımın “yok etme niyetiyle gerçekleştirilmiş fiiller” olmasıdır. Olgular Araplar ve Müslümanlar açısından devasa ölüm rakamlarına işaret etse de, bu fiillerin “bir ulusal, etnik, ırksal veya dinsel grubu” kasıtlı olarak yok etme niyetiyle gerçekleştiğini ileri sürmek daha zor olabilir.

 

Bununla birlikte sözleşmeyi kaleme alanlar, soykırım işleyenlerin çok azının kendi politikalarını Nazilerin yaptığı kadar yüzsüzce ifade edecek kadar cesur olduğunu biliyorlardı. Öte yandan Genocide Watch 2002 yılında şunu belirtiyordu: “Niyet, açıklamalardan veya emirlerden hareketle doğrudan doğruya kanıtlanabilir. Ancak daha sık olarak koordineli fiillerin işlendiği sistematik bir modelden çıkarsama yoluyla ortaya konulmalıdır.”

 

11 Eylül saldırıları sonrasında dönemin ABD Başkanı George W. Bush, yaptığı ilk konuşmalardan birinde tuhaf ve tartışmalı bir kelime seçimi yapmıştı. Bush tarihi, dinsel çatışmalara gönderme yaparak bazı kişileri alarma geçirmiş, örneğin Wall Street Journal gazetesinin daimi yazarlarında Peter Waldman ve Hugh Pope şunları söylemişti:

 

“Başkan Bush, ‘dünyayı kötülük edenlerden kurtarmaya' ant içti, arkasından da ikazda bulundu:  ‘Bu haçlı seferi, bu terörle savaş, biraz zaman alacak.'

 

Haçlı seferi mi? Dar anlamıyla bu kelime, bin yıl önce Kutsal Topraklar'ı Müslümanlardan almak için düzenlenen Hristiyan askeri seferlerini ifade eder. Fakat tarihin ve dinin gündelik yaşamları Amerikalıların çoğunun anlayamayacağı biçimlerde kapladığı İslam dünyasının çoğunda bu başka bir şeyin sembolik ifadesidir: Müslümanların kendilerinin tâbi kılınmasıyla ve İslam'ın ayaklar altına alınmasıyla sonuçlanmasından korktuğu Batı istilası.”

 

Bunun akabinde Irak ve Afganistan'da gerçekleşen savaşlarda ABD milyonlarca insanı öldürdüğü gibi, aynı zamanda bu ülkelerde sağlıklı, müreffeh bir hayat için gerekli olan altyapıyı da sistematik olarak yıktı, ardından ise yeniden inşa çabalarını işgal altındaki halklara fayda sağlayacak şekilde değil, kâr fırsatı olarak kullandı. Soykırımsal davranış biçimine ilave edilebilecek bir diğer unsur olarak, işkence yapıldığına dair bolca kanıt ve Irak'ın düşüşünün ardından cinsel saldırılar gerçekleştiğine dair daimi rivayetler mevcuttur. ABD, çatışmanın bütün taraflarındaki isyancı grupları silahlandırarak kendi kendini Irak ve Şam İslam Devleti ilan etmiş grubun yükselişini desteklemek yoluyla bölgede daha fazla istikrarsızlığa ve ölüme katkı yapmış gibi görünüyor.

 

11 Eylül sonrasında ABD, küresel çapta “terörizmle savaş” ilan etti ve süreç içinde Ortadoğu'da sonu gelmez bir istikrarsızlaştırma ve savaşlar döngüsü izledi. Bu savaşların ve IŞİD'in kurbanlarının büyük çoğunluğu Müslümanlardır. Ve bu kaosun yarattığı aşırıcı teröristler Batı'daki saldırılarıyla gerilimleri arttırınca, bazı Amerikalılar Bush'un tartışmalı din savaşı diline sarılıp Müslümanların kamplara kapatılması için çağrı yapıyor, hatta açıkça soykırım çağrısı yapıyor.

 

 

 

Çev: Selim Sezer

 

www.medyasafak.net