Hicaz’da baskı: El-Suud nasıl İslam haccını çaldı ve bir inançtan kazanç sağladı?

Hicaz’da baskı: El-Suud nasıl İslam haccını çaldı ve bir inançtan kazanç sağladı?
Jeremy Taylor, Independent gazetesi için yazdığı yazıdaki ifadeleriyle, Suudi Arabistan’ın İslam’ın en kutsal mekanları karşısındaki tutumunu en iyi özetleyen oldu: “Tarihi ve kültürel açıdan önem taşıyan simgeler, lüks otellere ve alışveriş merkezlerine yol açmak için yok ediliyor.”

 

 

Catherine Shakdam

 

 

Huffington Post

 

 

Hac Kurban Bayramı'nda – Allah'ın, oğlunu kurban etmeye hazırlanan Hazreti İbrahim'e gösterdiği merhameti temsil eden, İslam'ın en kutsal günlerinden birinde – tepe noktasına varırken, Müslümanlara acı bir şekilde, Suudi rejiminden elinden maruz kaldıkları şiddet ve baskı hatırlatıldı.

 

Suud Hanedanı'nın Harameyn'in (Mekke ve Medine'nin) Bekçisi sıfatını taşıma iddiasında bulunduğu günden beri hacılar, Vahhabizm – dogmatizmi Eylül ayı başında, Sünni İslam'ın en önde gelen otoritesi olan El Ezher Büyük Müftüsü Şeyh Ahmed el–Tayib tarafından reddedilen şiddet yanlısı ve katı bir İslam yorumu – tarafından haklarına ve önemli ölçüde inançlarına el konulduğuna tanık oldu.

 

Her ne kadar bu mesele siyasi engeller nedeniyle, belki de ilgisizlik nedeniyle ender olarak aktarılsa da, Batı başkentleri, kendi stratejik çıkarlarını korumak için müttefiklerine karşı müsamahakar olduğunu sık sık ortaya koydu. Hac ve İslam meselesi bir arada şimdi, bir inancın bir teokrasiyle karşı karşıya olduğunu gördü: Suudi Arabistan.

 

Tam doğruluk adına şunu söylemek gerekir ki, krallığın yüzyıllardır formüle ettiği iddialar ne olursa olsun, Vahhabizm ne İslam adına konuşur ne de bir bütün olarak İslam'ı temsil eder. Bilakis Vahhabizm İslam'ın tarihsel mirasını harap ederek, kontrol sağlamak ve doğruluk iddiasında bulunmak için çeşitli cemaatleri mürted diye yaftalayarak, İslam'a balyoz indirmiştir.

 

Pek çok din alimi, Vahhabizm'in İslami prensipleri yadsıdığını savunmuştur. Muhammed Daadavi'nin ifade ettiği gibi: “İslam'a yönelik en büyük tehdit, görece modern bir olgu olan ve birkaç yüzyıldır iltihap toplayıp yayılmasına izin verilen bir kanser olan Vahhabizm'den ileri geliyor.”

 

Ben bu mesele hakkında, Hazreti Muhammed'in Dünya Hristiyanlarıyla Sözleşmeleri başlıklı kitabın yazarı Dr. John Andrew Morrow'un, Vahhabizm'i içkin radikalizm ve kan dökme meyli olarak tanımlamada bilhassa isabetli olduğuna inanıyorum.  

 

Daha önce bahsettiğim gibi, İslam dünyası içindeki bu sessiz savaş kaynama noktasına ulaştı – öyle ki, kıtalara yayılmış Müslümanlar, Riyad'ın teokratik tiranlığını ifşa etmek için bir araya geldi. Mona Yardım Kuruluşu'nun müdürü ve kurucusu olan Dr. Riaz Kerim, “Vahhabi radikalizmi tarafından inancımızda tahrifat yapılmasını ve geleneklerimizin yok edilmesini daha fazla tolere etmeyeceğiz” şeklinde konuştu.

 

Baqee Kuruluşu ise özel yorumlarında “İslami mirasın yüzde doksan sekizi Vahhabizm'in ellerinde yok edildi. Bu kültürel soykırımı daha fazla tolere etmeyeceğiz. İslam'ın barışçıl mesajının gaspedilmesine ve tarihimizin Vahhabi teröristlerin ellerinde yok edilmesine daha fazla izin vermeyeceğiz” ifadelerine yer verdi.

 

Vahhabi esinli radikallerin dünyanın dini mirasına karşı yürüttüğü kirli kampanyaya paralel olarak Suudi Arabistan, milyonlarca Müslüman'ın hacca gelmesini veto etti; bu şekilde bütün bir dini cemaatin en temel insan hakkını ve en yüksek dini vazifesini ihlal etmiş oldu.

 

Basit bir dini baskı örneği olmanın çok ötesinde, Suudi Arabistan, Mekke'nin 1000 yıllık tarihsel izlerinin çoğunun yıkılmasını uzaktan izledi ve tek taraflı olarak tarihi, bir fabrikasyonun gerçek olduğunu iddia edecek şekilde tahrif etti. 

 

“Onların buraları [kutsal mekanları] yıkılmaktan koruyamaması, İslam'ın mimari mirası için en büyük trajedidir. Suudi kraliyet ailesi İslam'ın kutsal mekanlarının koruyucuları olduğunu iddia ediyor ve asırlardan beri Hac için Mekke ve Medine'yi ziyaret eden müminlerden dev kârlar elde ediyor. Ancak İslam dünyasının en kutsal mekanlarının kutsallığına barbarca saygısızlık edilmesinin parçası oluyorlar.”

 

Meselenin kalbinde yatan şey, inançtan ziyade para ve politika olabilir.

 

Londra'daki Shafaqna Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü'ne göre Hac ve Umre ziyaretleri Suudi Arabistan'ın petrolden sonraki ikinci büyük kaynağı ve yıllık yaklaşık 12 milyar dolar gelir getiriyor. Bu rakam, iktisatçılar ve Suudi yetkililer tarafından da tekrar edildi.

 

Bugün Suudi Arabistan agresif bir şekilde, büyüyen bütçe açığını kapamak için “İslami” gelirlerini azamiye çıkarmaya ve İslami manzaranın Vegas tarzı görünüm arz eden bir büyük kapitalist komplekse dönüştürülmesini finanse etmeye çabalıyor. 

 

Bu distopik dinsel gerçeklik içinde Müslümanlar artık inançlarına tâbi değil: bunun yerine, Vahhabiliğin özünde bulunan aşırıcılığa boyun eğmeleri ve giderek kindar hale gelen Vahhabi din adamlarına itaat etmeleri gerekiyor.

 

Hâlâ merhamet, adalet, çoğulculuk ve hoşgörü gibi ilkeleri doğru bilmeye cüret edenler için ise Hac kapıları kapanmıştır.

 

Jeremy Taylor, Independent gazetesi için yazdığı yazıdaki ifadeleriyle, Suudi Arabistan'ın İslam'ın en kutsal mekanları karşısındaki tutumunu en iyi özetleyen oldu:  “Tarihi ve kültürel açıdan önem taşıyan simgeler, lüks otellere ve alışveriş merkezlerine yol açmak için yok ediliyor.”

 

İnkar edilemez bir şekilde, Vahhabizm'in putperestlik iddiasıyla bölge çapındaki bütün dini sembolleri yok etmeyi savunduğu, aynı zamanda da Allah'tan maddi fayda sağlamaya çalıştığı rahatsız edici bir eğilim bulunuyor.

 

Dikta hangi noktada kültürel soykırım haline gelir?

 

 

Çev: Selim Sezer

 

www.medyasafak.net