Vahhabi Krallığının çöküşü

Vahhabi Krallığının çöküşü
Krallığı kınayan ABD, Suudi ailesini tekfirciler tarafından ateşlenen bombardımanlar ve savaşların arkasında olmakla suçluyor. Tüm bu yaşananlar akıllara tek bir soru getiriyor. Krallığın sonu mu yaklaşıyor? Amerika ve müttefikleri ise, Suud ailesinden kalacak devasa servete göz koymuş durumda bekliyor.

 

 

 

Mustafa Said

 

 

El Alem

 

 

Dünya üzerinde terörün yayılması konusunda yadsınamaz bir role sahip olan Vahhabi Suudi Arabistan Krallığı, kurulduğu günden bu yana ilk kez ciddi bir tehlike ile karşı karşıya geliyor. Kendi çıkarlarını elde etmek için Suud ailesini kullanan Amerika ise, çiftleştikten sonra erkeğini yiyen dişi "karadul" örümceği gibi, görevini tamamlayan ve artık kendisi için bir yük halini almaya başlayan Vahhabileri artık yok etmek istiyor.

 

Ancak Vahhabizm ile Suudi ailesi, tıpkı yapışık gezen siyam ikizleri gibi ayrılması zor bir ilişki içindeler. Öyle ki Krallıktaki Vahhabi kurumları için uygulamaya girecek herhangi bir kısıtlama bile, Suud ailesi için büyük sıkıntılara yol açabilir. Riyad yönetimi, ülkede yaygın ve etkili olan Vahhabi kurumların öfkesi ve başkaldırısı ile karşı karşıya kalabilir. Öte yandan Vahhabiler ise, gerici ve katı kuralları olan otoritelerinde bir yenilenmeye gitmeyi kabul etmiyorlar. Bilime, çağdaş yaşama, hatta insanlığa karşı olan Vahhabilerin yayınladıkları fetvaları, davranışları ve fikirleri artık kabul edilebilir boyuttan çıkmış durumda. Tüm dünya üzerinde ölüm ile korku saçan ve birçok ülkeyi kan gölüne çeviren terör örgütlerinin büyük bir kısmının Vahhabiler tarafından beslendiği ve meşruiyet kazandığı artık herkes tarafından biliniyor. Bu mesele, onlar için küresel bir talep haline gelmişti, ta ki Suud ailesine büyük hizmetler sunan müttefik ülkeler, artık uluslararası arenada onları savunup destekleyemeyecek duruma gelene kadar.

 

Suudi Arabistan Savunma Bakanı Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın başlattığı Krallıktaki modernleşme girişimleri, ciddi bir adım olarak görülmüyor. Çünkü bu girişim, Vahhabi teröristlerin Avrupa topraklarına taşıdığı terör faaliyetlerine karşı, Avrupa ülkelerinin öfkesini savuşturma hedefli bir kağıt parçasından başkası değil.

 

Bu sözde yenilik çalışmalarına karşın, Suudi topraklarındaki orta sınıfın ve yabancı üniversite mezunlarının Vahhabi hakimiyetinin boyunduruğu altında yaşama imkanları bulunmuyor. Hukukun, anayasanın, partilerin, seçimlerin, yasama kurulunun ve modern devlet kurumlarının olmayışı ile bu elit sınıfın Krallık topraklarında ekonomik ve düşünsel ağırlıkları ivme kazanıyor. Bu durum ise ülke içinde bir ayaklanma için gereken tüm faktörleri bir arada barındırıyor.

 

Diğer taraftan, Şii mezhebini benimseyen Müslümanlar ise Suudi topraklarında son derece sert, katı ve hoyrat bir muamele görüyor. Suud yönetimi onları toplumun dışına itmekle yetinmiyor, Şii vatandaşların birçok kamusal alanda görev yapmasını ve hizmet almasını engelliyor. Dahası, Krallığa bağlı büyük din adamları, fetvalarında Şiilerin tamamını açık bir şekilde tekfir ediyor ve Şii vatandaşlar güvenlik görevlilerinin yakın markajına maruz kalıyor. Her gün ülkenin farklı bir noktasında tekfirci grupların düzenlediği patlamalar ve saldırılar ile karşı karşıya gelen Şiilerin öfkeleri artık korku duvarını kırma noktasına geldi. Bu yıllardır birikmiş öfke, onları Suudi topraklarında daha önce görülmemiş bir biçimde sokaklara döktü.

 

Vahhabi Krallığın karşılaştığı dış sorunlar ise, petrol fiyatlarını düşürmek için piyasaları batıran Suudi krallığının politikalarındaki tehlikeyi arttırıyor. İran, Rusya, Irak ve Venezüella gibi kendisine muhalif olan petrol üreticisi ülkeleri zora sokmak için piyasalarla oynayan Suudi Arabistan, fiyatları düşüreyim derken aslında en yüksek bedeli kendisi ödüyor. Bu durum, ülkeyi ekonomik krize sürükleyen sebeplerin en önemlisi olarak görülüyor. 

 

Kirli siyaseti ile dostlarını içinde bulunduğu bataklığa sürükleyen Suudi Arabistan'ın karşılaştığı en büyük tehlike ise, dört bir yandan etrafını saran nefret çemberi. Son olarak, Yemen savaşında Suudi güçlere destek veren Birleşik Arap Emirlikleri, cephede verdiği kayıpların artması ile Riyad yönetiminden uzaklaşmaya başladı. Destekçileri tarafından yalnız bırakılmaya başlanan Suudi Arabistan, Körfez ülkelerinde düşüncelerinin yaygınlaşmasından korkulan İhvan Cemaatinden yardım istedi. Yaşanan gelişmelerin ardından benimsediği politikalarda değişikliğe giden Katar yönetimi de, İran yönetimini telefonla arayarak, iki ülke arasındaki ilişkileri normalleştirmek istediğini belirtti. Savaş ve şiddet dalgası ile boğuşan Suudi gemisinden en çok uzaklaşan ülke ise Kuveyt oldu. Vahhabi Suudi Arabistan'ın bombalama üzerine kurulu politikalarından sıçrayan şarapnel parçalarının kendine isabet etmesinden endişelenen Kuveyt yönetimi, hiç şüphesiz Suudi Arabistan'ın kendini attığı ateşin içine düşmekten korkuyor.

 

Suudi politikalarından uzaklaşan bir diğer ülke ise Umman Sultanlığı oldu. Dengeli bir politika izlemeyi tercih eden Umman yönetimi de İran ile sağlam ilişkiler kurmaya başladı. Dostlarının bir bir uzaklaşması ile Suudi Krallığı için Bahreyn'den başka güvenilir ülke kalmadı. Krallığa duyduğu güveni her şeyin üstünde tutan Bahreyn yönetimi, barışçıl yollarla reform isteyen halkının karşısında Krallığın yardımına başvurdu.

 

Suudi krallığına karşı hızla yayılan nefret ateşinin en büyük kaynağı Yemen oldu. Her gün farklı silahlar üzerinden bombardımanlara maruz kalan Yemen'de adeta kan nehirleri akıyor. Okullar, hastaneler, pazarlar, yollar, evler hatta bebek ve çocukların bulundukları parklar dahil hedef alınan Yemen'de Suudi güçleri bombalanmadık yer bırakmıyor.

 

Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Yemen ile olan savaşın bir çekişmeden ibaret olduğuna inanıyordu. Çünkü Yemen ordusunun zayıf silahlarına karşın Suudi Arabistan Krallığı, silah ithalatında dünya çapında ilk sırada yer alıyor. Ancak Prens Salman, Yemen halkının sağlam iradesi karşısında şaşkına döndü. Suudi krallığı, dünyanın tüm kıtalarından gelen paralı askerlere rağmen, Yemenli savaşçıların sebat ve savaş becerisi karşısında başarı elde edemedi.

 

IŞİD teröristlerince toprakları işgal edilen, yakılıp yıkılan, boğazlanan ve her köşesinde bombalar patlatılan Irak'a gelecek olursak, ülke Suudi Krallığı için yeni bir çatışma adayı. IŞİD, Irak vatandaşlarına karşı modern çağda görülen en şiddetli vahşetlerden birini yaşatırken, Suudi Arabistan ise ülkenin içişlerine karışmak istedi. Ülkede mezhepçilik fitilini ateşlemeye çalışan Krallık, diplomatik krizlere sebep oldu. Iraklılar ise, IŞİD'in suçlarının yükünü Suudi Arabistan'a yükledi. Zayıf bir Irak isteyen Suudi Arabistan'ın ülkeye karşı işlediği suçlar, iki ülke arasında yaşanacak bir çatışmayı neredeyse kaçınılmaz bir duruma getirdi.

 

Ürdün de artık Krallığın izlediği yolu takip etmek konusunda pek hevesli sayılmaz. Suudi macerasındaki tehlikeyi hisseden Ürdün yönetimi, bu maceranın sonunda ödenecek bedelden kendine de büyük bir pay düşeceğini biliyor. Buna göre Ürdün, topraklarında teröristlerin yetiştirilmesi ya da Suriye ile Irak savaşlarına bulaşmak zorunda kalarak pahalı bir bedel ödeyeceği korkusu ile Suudi Arabistan'ın politikalarından uzak durmayı tercih ediyor. 

 

Suud-Mısır ilişkilerine geldiğimizdeyse, iki ülke arasındaki sorunların su yüzüne çıkmaya başladığı görülüyor. Mısır'ın, ekonomik beklentiler ile Riyad yönetimini memnun etme girişimlerine rağmen, Suudi Arabistan'ın kendi gücünü aşan beklentileri, iki ülke arasında krize sebep oldu. Mısır, ulusal güvenliğine zarar veren Suudi Arabistan Krallığının girdiği bataklığın çamuruna daha fazla bulaşmak istemiyor. Özellikle Mısır'ın güvenliği ve çıkarları ile ters düşen Suriye savaşı politikaları, Mısır'ın Riyad yönetiminden uzaklaşmasını sağladı. Bu sebepten dolayı Mısır lideri Sisi, Suriye krizinin çözümünü masaya yatırdı. Suriye'nin birliği, terörle mücadele ve Suriye'de çözüm için diyalog talep eden Mısır'ın politikası, Rusya ve İran'ın konu hakkındaki görüşleri ile tam manasıyla uyum sağlıyor. Suudi Arabistan'a olan tepkisi Suriye politikası ile sınırlı olmayan Mısır'ın Ezher Şeyhi, Grozni Konferansındaki konuşmasında Vahhabiliğin Sünni mezheplerden ayrı değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. İki ülke arasında gerilime sebep olan bu konuşma, Suudi tarafından öfke dalgası ve tehditleri beraberinde getirdi.

 

Vahhabi Suudi Arabistan'ın etrafa yaydığı ateşin hedefindeki ülkelerin ilk sırasında tartışmasız İran yer alıyor.  Suudi Arabistan eski istihbarat şefi Envar Eşki bunu açıkça belirterek İran'da yönetimin düşürülmesi çağrısında bulunmuştu. Suudi Arabistan müftüsü ise, tüm İranlıları Mecusi olarak tanımlamış ve tekfir etmişti. Bu düşmanlık doğal olarak, Suudi Arabistan'ın desteklediği teröristler yüzünden yüz binlerce kurban veren  Suriye'ye de sıçradı. Suriye'nin şehirlerini ve altyapısını tahrip etti, ekonomisinde onarılması çok zor hasarlar bıraktı. Krallık bunun yanı sıra Hizbullah'ı da düşman listesinde ilk sıraya yerleştirdi. Hizbullah'ı, üyelerini ve destekçilerini zayıflatmak için mümkün olan her yolu deneyen Suud Krallığı, Hizbullah'ın terör listesine alınması için Arap Birliği ülkelerine baskı uyguladı.

 

Vahhabi Krallığının etrafını saran nefret çemberi işte bu şekilde genişledi. Her an patlak verebilecek olan bu nefret, en iyi ihtimalle Suudi Arabistan'ın yaşadığı korku atmosferini ve acıyı besleyip büyütecek gibi görünüyor. Her an alev alabilecek pozisyonda olan nefret çemberinin,  şiddetli bir kriz ile Krallığı bir ateş topuna dönüştürmesi bekleniyor.

 

Suudi Arabistan müttefikleri tarafından bir bir yalnız bırakılırken bir vurgun da Amerika'dan yedi. Geçtiğimiz hafta ABD meclisinden çıkan karar Riyad yönetiminde panikle karşılandı. ABD senatosu tarafından oy birliği ile kabul edilen karar, 11 Eylül'de yaşanan terör saldırısının kurbanlarına, olayla ilgili devlet ve şahsiyetlere dava açma hakkı veriyor. Çoğunluğu Suudi Arabistanlı olan saldırganların bir kısmı son zamanlarda gizlice Suud hapishanelerinden serbest bırakılmıştı. Bu olay, terör saldırısına bulaşanların Suudi yönetimi ile bağlantılı kişiler olduğunu açık bir şekilde gösteriyor. ABD'de çıkan kararın ardından Suud Krallığı, dostu olan ya da politikalarını takip eden tüm ülkeleri bir araya toplayarak kararı kınamalarını istedi.

 

Amerikan yönetiminin aldığı kararın zamanlaması, Suudi iktidar ailesinde korkuyu arttırdı. Bunca yıl geçtikten sonra 11 Eylül dosyasının tekrar neden açıldığı merak konusu oldu.  Ardından ise geniş bir uluslararası kampanya çerçevesinde bu karar geldi. Krallığı kınayan ABD, Suudi ailesini tekfirciler tarafından ateşlenen bombardımanlar ve savaşların arkasında olmakla suçluyor. Tüm bu yaşananlar akıllara tek bir soru getiriyor. Krallığın sonu mu yaklaşıyor? Amerika ve müttefikleri ise, Suud ailesinden kalacak devasa servete göz koymuş durumda bekliyor.

 

 

Çev: Merve Soydaş Gök

 

www.medyasafak.net