Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (67)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (67)
Ehl-i Beyt Medresesi ve âlimlerinin Kur’an-ı Kerim’in tahrif edildiğine inanmadıklarını söyleyebiliriz. Onlar şöyle derler: Eğer Kur’an muharref olsaydı Ehl-i Beyt İmamları rivayetleri Kitab’a arz etmemizi nasıl emredebilirlerdi? Muhammed Gazzali de Şia’ya nispet edilmeye çalışılan tahrif görüşünün boş bir iddia olduğunu açıkça dile getirmektedir.

 

- Rahman Rahim Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine olsun.

 

Değerli izleyiciler es-selamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu. Kum Kevser TV kanalının Utruhatü'l-Mehdeviyye programının stüdyolarından Sekaleyn hadisi senet ve delaleti konulu yayının 67. bölümüyle sizlere merhaba diyoruz. Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey, efendim, programımızın bu bölümüne hoş geldiniz. Saygıdeğer efendim bugünlerde Utruhatü'l-Mehdeviyye ve Mutarahatün fi'l-Akide adlı programlarda ortaya koymuş olduğunuz meselelerden dolayı oldukça olumlu tepkiler aldık. Bugünlerde Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinden birisinin Muaviye ve Ümeyyeoğulları halifeleriyle ilgili olarak görüşlerini ortaya koyduğuna ve  “Ya Ali (a.s.) ile veya Muaviye ile birlikte olacaksınız” dediğine şahit olduk. Ortaya koymuş olduğunuz metodu destekleyen şeylerle karşılaştık. 

 

- Ümeyyeci İslam anlayışı ile Ehl-i Sünnet âlimlerinin İslam'ının ayırt edilmesi gerekiyor.

 

- Sekaleyn hadisine geri dönelim. Sizler önceki programda hadisin Kitab'a arzı meselesini ve bu saha ile ilgili kuralları ele aldınız. Bugün size ilk olarak Ehl-i Beyt Medresesi'nin “rivayetlerin Kitab'a arzı” konusundaki yaklaşımına dair görüşünüzü sormak istiyorum. 

   

- Kovulmuş şeytandan her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığınır, Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz âline olsun. Allahümme salli alâ Muhammedin ve Âli Muhammedin ve accil feracehum.

 

Bizler defalarca tarih ve inanç düzleminde Ümeyyeci İslam anlayışı ile Ehl-i Sünnet âlimlerinin İslamî anlayışının birbirinden ayırt edilmesi gerektiğini vurguladık. Bu konuda herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Allah-u Teâlâ'ya hamdolsun ki İslam âleminde İbn Teymiyye'nin ve Muhammed İbn Abdülvehhab misali bağlılarının ortaya koyduğu Ümeyyeci din anlayışı ile İslam tarihinde yer alan Ezher-i Şerif gibi büyük ekollerin temsil ettiği ana hattın birbirinden ayrıldığını görmekteyiz.

 

Azizlerim önceki derste okuduğumuz hadisler –ki bunlar Kitab'a arz hadisleri olarak meşhurdur- özel bir önemi haizdirler. Bu önem şuradan kaynaklanmaktadır: Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) adına yalan ve uydurmalar çoğalmıştır. Zayıf, yalan ve mevzu hadisler çerçevesinde detaylı açıklamalara gerek olmadığı kanaatindeyim. Zira mevzu hadisleri mevzu olmayan hadislerden ayırt edebilmek için onlarca eser telif edilmiştir. Bu telifler eğer bir şeye delalet edecekse, hadis uydurma faaliyetinin o dönemde oldukça geniş bir alanının olduğuna delalet etmektedir. Bu hadis uydurma faaliyetleri Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) sonra hadis yazımı yasağının en önemli sonuçlarından biridir. Çünkü bu esnada hadisler sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin gibi bireyler tarafından değil emin olmayan kişiler tarafından telif edildiler. Ancak tebe-i tabiinden sonra gelenler hadis yazmaya başladılar.

 

Hz. Resulullah (s.a.a.) ile çağdaş olan bu kuşağın bireyleri göçtü gitti. Müslümanların içinde Hz. Resulullah'ı (s.a.a.), O'nun hayatını gören ve işiten hiçbir kimse kalmadı. Müslümanlara parlak sahih sireti nakledilip de Ümeyyeoğullarının hâkimleri ve halifeleri rezil rüsva olmasın diye hadis yazımı yasaklandı. Eğer Müslümanlar Resulullah'ın (s.a.a.) yaşamını, ümmet arasında hükmetmesinin usulünü, ahlakının niteliğini aktarmış olsalardı ve bütün bu hususlar Müslümanlar arasında bir kültüre dönüşmüş olsaydı tabiatı ile bu kültürü/kriteri Resulullah'ı (s.a.a.) gören sahabe kuşağından dinleyen insanlar Ümeyyeoğulları hakimlerine uygulayacak ve aradaki muazzam farkı görecek, yer ile gök arasındaki farkı anlayacaklardı. Taharet, paklık ve adalet ile bu fısk-ı fücuru birbirinden ayırt edebileceklerdi.

 

Hadis uydurma faaliyetinin ispatı sadedinde bir veya iki kanıta özetle ve hızlı bir şekilde işaret etmek, Muhammed Nasırüddin Albanî'nin ez-Zebbü'l-Ahmed adlı eserinden bir pasaj aktarmak istiyorum: “Hanbel İbn İshak der ki; Amcam Salih, Abdullah ve benim için hadisler derleyip toparladı. Bize ve başkalarına el-Müsned'i okudu. Bize ‘Ben bu kitabı 750.000 hadis arasından seçip, tasnif ettim. Müslümanlar Hz. Resulullah'ın (s.a.a) bir hadisi hakkında ihtilafa düşerlerse el-Müsned'e müracaat etsinler. Eğer el-Müsned'de geçiyorsa ne ala. Aksi takdirde kanıt değildir.'”[i]

 

Görüldüğü üzere İmam Ahmed, 40.000 hadise ulaşan mecmuayı 750.000 hadis arasından derlemiş. Yani yirmide bir!

 

Şimdi zayıf, uydurma, yalan hadis faaliyetine bir bakınız. Allame Albanî pasajın devamında şöyle demektedir: Hafız el-Medinî el-Hasais adlı eserde ve İbn Cevzi de Menakıbü'l-İmam Ahmed adlı eserde iki kanaldan bu sözleri İmam'dan aktarırlar. İmam'ın bu sözü kesindir ve doğrudur. Bundan dolayıdır ki Hafız ez-Zehebî Siyer-ü Alami'n-Nübela adlı eserde bunun katî olduğunu belirtir.[ii]

 

İkinci kaynak; Mecmuu Fetava Şeyhü'l-İslam İbn Teymiyye adlı eser… İbn Teymiyye bu eserinde şöyle diyor: Ancak bu hadis, içinde yalancıların uydurdukları uydurma ve düzmece hadislerden birçoğunu barındıran kitaplarda vardır. Hadisi karıştıran veya kasıtlı olarak yalan söylemeyen kimsenin durumu ayrıdır. Çünkü bunlardan aktarılan rivayetler sünenlerde, Müsned-ü Ahmed'de ve diğer hadis mecmualarında bulunmaktadır.[iii]

 

İbn Teymiyye, “Bu hadis muteber kaynaklarda yoktur” demeye çalışıyor. Onun ifadelerinden bu rivayetin düzmece ve uydurma kaynaklar için telif edilen tasniflerde bulunduğu anlaşılıyor.

 

Öyleyse bazı hadislerin uydurulduğu anlaşılmaktadır. Bundan dolayıdır ki Hz. Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: “Kim benim adıma kasten yalan söylerse cehennemdeki yerine hazırlansın” Bu hadis, onlarca sahabe tarafından aktarılan mütevatir rivayetlerdendir.

 

Bu tür hadislerin oluşturduğu problemden kurtulabilmenin yolu nedir?

 

İlk yol; senedi büsbütün ve detaylı bir şekilde eksiksiz bir şekilde incelemek. Yani senedin sahih veya zayıf olduğunu öğrenebilmek için cerh ve tadil ilmine başvuracağız. Birçok kişi bu yönteme başvurmaktadır. Ancak bu yöntem yeterli değildir. Çünkü hadis uydurucuları ve yalancılar metinde yaptıkları işlemleri pek ala senette de yapabilirler.

 

- Bu daha kolaydır.

 

- Allah mükâfatınızı versin. Müslümanların inançlarını tersyüz etmek isteyen kudret sahibi kimseler hadis uydurabilirler. Bu içerik uydurma ve düzmecedir. Yani Allah-u Teâlâ'dan korkmayan bir şahıs yalan bir isnat zinciri pekâlâ uydurabilir.

 

- Allah Resulü (s.a.a.) adına hadis uyduran başkası adına da yalan uydurabilir ve falanca şöyle dedi, diyebilir.

 

- Bundan dolayıdır ki ilk dönem Müslüman âlimlerinin birçoğu hadis adediyle oynanma korkusundan dolayı yazdıkları hadis metinlerinin sonlarına “Benim bu kitabım şu sayıda hadisi içermektedir” diye not düşerlerdi. Ancak bu da sorunu çözmemektedir. Çünkü hadis vaz' eden bu şahıs kitaptaki bir rivayeti kaldırıp yerine başka bir hadis koyabilir.

 

Öyleyse azizlerim, elimizde tek bir yol kalıyor: Rivayetlerin Kur'an'a arzı… Çünkü bu metnin (Kur'an-ı Kerim'in) senedi mütevatir ve katîdir. İçeriği de manen nakledilmeyen ilahi kelam ve sözcüklerdir. Takiyye icabı olarak söylenen sözleri de barındırmamaktadır. Hülasa,  hiçbir noksanlık söz konusu değildir. Öyleyse Allah'ın Kitabının önemi teorisi daha iyi anlaşılmaktadır. Özellikle de İslam inancı sahasında. Şimdi hadis uyduranlar namazın ve orucun hükümleri,  tavafın ve sa'yin sayısı gibi fıkhî meselelerin detaylarında hadis uydurmazlar. Onlar genellikle İslam inancını yozlaştırmak için bu sahada hadis uydururlar.

 

Ehl-i Beyt'in (a.s.) açıklamalarından okuduğumuz husus şudur: Bir hadis bu dar alanla ilgili ise nüvesi asli kaynakta, Kur'an-ı Kerim'de yer almalıdır. Yani tevhid, imamet, hilafet, mead, nübüvvet gibi aslî marifetler manzumesiyle ilgili hadislerin bütününün nüvesi bulunmaktadır.

 

Öyleyse tabi olduğumuz metot budur. Birçok kişi “Seyyidim bu hadislerin bilinmesi ve sahihliği konusunda metodunuz nedir?” şeklinde soru sormaktadır. Azizlerim, ilk olarak bizler senede bakarız. Ancak senet yeterli değildir. Hatta senet sahihse bu defa hadisi Allah Tebarek ve Teâlâ'nın Kitabına ve Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) aktarılan kesin katî sünnete arz ederiz. Eğer kesin katî sünnete uygun ise ne ala, yok değilse ona itibar etmeyiz, zira o söz Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) söylemediği yaldızlı bir sözdür.

 

Azizlerim, bu mesele esasî meselelerdendir. Allah'ın izniyle bu kuralı Sekaleyn hadisine de uygulayacağız. Çünkü sizler Sekaleyn hadisinin Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) aktarılan önemli hadislerden olduğunu biliyorsunuz. Öyleyse bu hadisin içeriğini bilmemiz gerekmektedir. “Sizlere Allah'ın Kitabını ve ıtretim olan Ehl-i Beyt'imi bırakıyorum. Bu ikisi havuz başında bana varıncaya kadar asla ve kata birbirlerinden ayrılmayacaklardır” Acaba bu içerik Kur'an nassıyla uyumlu mudur? Bu içerik üzerinde durmamız gereken önemli bir meseledir. İnşallah bunu ele alacağız.

 

Değerli izleyiciler geçen programda bir hadisin kabulü için elimizde şu iki kriterin bulunduğunu dile getirdiğimizi hatırlayacaklardır.

 

İlk kriter icma idi. Allah-u Teala'ya hamdolsun ki Sekaleyn hadisi bu kritere uymaktadır. Çünkü “ve sünnetim” şeklindeki varyant hakkında ihtilaf vardır. Ancak “ve ıtretim” şeklindeki varyantta herhangi bir görüş ayrılığı bulunmayıp hakkında icma gerçekleşmiştir.

 

Bundan dolayıdır ki “ve sünnetim” şeklindeki varyantın aktarılmış olduğunu kabul etsek dahi hadis zayıftır. Hatta sahih olsa dahi hakkında icmanın gerçekleşmediğini, buna karşılık “ve ıtretim” şeklindeki varyant hakkında icmanın gerçekleştiğini görmekteyiz.

 

“İlmü'l-İmam” adlı eserimizde bu hususa açık bir şekilde işaret ettik. Bu meseleyi söz konusu eserimizde detaylı bir şekilde ele aldık.[iv]

 

Bu özel mukaddimeden sonra, “Ehl-i Beyt'in (a.s.) ve bu ekolün âlimlerinin hadislerin Kitab'a arzı meselesine bakışı nedir?”, şeklinde bir soru soralım.

 

Azizlerim, Ehl-i Beyt Medresesi âlimlerinin açıklamaları bu hadislerin kabul edilmesi gerektiği noktasında paralellik göstermektedir. Gerçi âlimlerimiz bu arzın sınırlarında görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bazıları daireyi genişletmekte ve şöyle demektedirler: “Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt İmamlarından aktarılan bütün şeylerin Kitab'a arzı gerekmektedir.” Bazıları ise sınırı oldukça daraltmakta ve “Sadece usul-u dine ilişkin rivayetlerin Kitab'a arz edilmesi gerekir” demektedirler. Bu konu usul ilmiyle ilgilidir ve şu anda konumuzla bağlantısı bulunmamaktadır. Hülasa ben bu rivayetlerin aslının Ehl-i Beyt Medresesi âlimleri tarafından kabul edildiğini söylemek istiyorum. Neticede sınırları tartışılsa da akidenin asıllarının Kur'an'a arz edilmesi gerektiği hususunda hiçbir ihtilaf bulunmamaktadır.

 

Ehl-i Beyt Medresesi'nin ayırt edici özelliklerinin en önemlilerinden biri şudur; Hz. Peygamber'den veya masum Ehl-i Beyt İmamlarından (a.s.) akideyle ve dini marifetler manzumesiyle ilintili herhangi bir hadis aktarılırsa Medrese'nin âlimleri bu hadisi Kitab'a arz eder ve senede bakmazlar. Yani Usul-u Kafî'de veya herhangi bir hadis mecmuasında geçen rivayetler senet açısından sahih dahi olsalar Kitab'a arz edildiğinde Kitab'a aykırıysa o rivayeti reddederler. Onların katında ismi Sahihü'l-Buharî, Sahih-ü Müslim gibi bir eser bulunmamaktadır. Farz-ı muhal Usul-u Kafi'de görünürde/ şeklen Allah-u Teala için cisimleşmeyi ispat eden bir rivayet bulunsun. Sizler de “Bu rivayet Kafi'de geçmektedir ve senedi sahihtir” deseniz biz deriz ki “Rabbimizin kitabı Kur'an'a arz etmemiz gerekmektedir. Zira Kur'an ‘O'nun benzeri hiçbir şey yoktur' buyurmaktadır. Öyleyse böyle bir rivayet varsa bu rivayet yaldızlı bir sözdür.”

 

Biz birçok kez, her genellemeye aykırı bir fikrin muhakkak olacağını işaret ederek, aşırı uçlardaki âlimlerin değil, Ehl-i Beyt Medresesi'ni temsil kudretine sahip âlimlerin görüşlerinin temel alınması gerektiğini söyledik. Onların bu konudaki açıklamalarının bazıları şunlardır:

 

İlk kaynak; ilmi havzalarda okutulan en önemli usul kaynaklarından olan Şeyhü'l-Azam Murtaza el-Ensarî'nin (h.1281) er-Resail adlı eseridir. Yazar şöyle diyor: İlki Kitab ve Sünnet. Kitab ve Sünnete uygun düşen haberin tercih edileceği mütevatir olan haberlerdendir.[v]

 

Yani Kitab'a uygun olan şeyi alır, aykırı düşeni ise reddederiz. Diğer bir nokta Kitab'a arza delalet eden haberler mütevatir haberlerdendir. “Bir haber mütevatir ise senedine bakılmaz” şeklinde bir kural vardır.

 

İkinci kaynak; çağdaş bilginlerden Seyyid Ebü'l-Kasım el-Huî'nin el-Beyan fi Tefsiri'l-Kur'an adlı eserinde geçen açıklamalardır. O şöyle diyor: Mütevatir rivayetler haberlerin Kitab'a arzını emretmektedir. Bu haberlerden Kitab'a aykırı olanlar reddedilir. Bu tür rivayetler batıldır, yaldızlı bir sözdür ve İmamların söylemedikleri sözlerdir.[vi] İmamlardan Kitab-ı Kerim'e aykırı bir şeyin sadır olması mümkün değildir.

 

Bunlar Ehl-i Beyt Medresesi'nin büyük âlimlerinden üstadımız Seyyid el-Huî'nin ifadeleridir. O, bu içerikte haberlerin mütevatir olduğunu söylemektedir.

 

Konuyla ilgili onlarca kaynak zikredebilirim, ancak vaktimiz sınırlıdır.

 

Üçüncü kaynak; Allame Tabatabaî'nin el-Mizan fi Tefsiri'l-Kur'an adlı eseridir. O, söz konusu eserinde şöyle demektedir: Öte yandan, Peygamberimiz'den (s.a.a) aktarılan ve tevatür düzeyine ulaşan birçok rivayette, Kur'an'a sarılmaya, onu esas almaya ve kendisinden yapılan nakillerin Kur'an ile test edilmesine ilişkin ifadeler yer almaktadır.[vii] Yani bu konudaki rivayetler mütevatirdir.

 

Dördüncü kaynak; Üstadımız Şehid es-Sadr'ın Buhusun fi İlmi'l-Usul adlı eseri. O şöyle der: “Tarh hadislerinden kastımız hadisin Kitab'a arzını, uygun düşenin alınmasını, aykırı düşeninse atılmasını emreden çok sayıdaki rivayettir.[viii]

 

Size bir veya iki rivayet aktaracağım: Ebu Abdullah es-Sadık'ın (a.s.) şöyle buyurduğunu işittim: Bütün hadisler Kitaba ve Sünnete sunulur. Allah'ın Kitabına uygun olmayan her rivayet yaldızlı bir sözdür.

 

Resulullah (s.a.a.) hutbe verdi ve hutbesinde şöyle buyurdu: Ey insanlar, benden size Allah'ın kitabına uygun olarak ne aktarılmışsa onu ben söylemişimdir.  Allah'ın kitabına aykırı olarak ne aktarılmışsa onu ben söylememişimdir.[ix]

 

Seyyidim, Allah Resulünün (s.a.a.) Allah'ın Kitabına aykırı söyleyebileceği hiçbir söz var mıdır? Elbette hayır! Ancak onun dilinden yalanlar aktarılabilir. “O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir. Bundan dolayıdır ki Ehl-i Sünnet âlimlerinden birisi bu tür rivayetleri Resulullah'a (s.a.a.) ait olmaktan uzak görmüştür. O “Bu rivayetlerin mefhumu batıldır. Çünkü Resulullah (s.a.a.) Allah'ın Kitabına aykırı bir şey söylemez” demiştir.

 

Azizim, Resulullah (s.a.a.) “Ben size Allah'ın Kitabına aykırı bir şey söylersem” şeklinde bir ifade kullanmıyor ki? Resulullah'ın (s.a.a.) Allah'ın Kitabına aykırı bir şey söylemesi hiç mümkün müdür? O şöyle diyor; Resulullah'a (s.a.a.) nispet edilen bir şey size gelecek olursa onu Rabbimizin Kitabına sununuz. Sebebi de benim adıma yalan söyleyecek olanların çok olması.

 

- Efendim, sizin belirtmiş olduğunuz metot sahih hadisin sahih olmayan hadisten ayırt edilebilmesi için en sağlıklı metottur.

 

- İçerik noktasında elimizde başka bir ölçüt bulunmamaktadır. Senet açısından cerh ve tadil ilmine başvurabiliyoruz. Ama içerik ve delalet açısından senede başvurma gibi bir olanağımız bulunmamaktadır. Bundan dolayı üçüncü ve kesin bir kritere başvurmamız gerekmektedir.

 

Ehl-i Beyt Medresesi'nin âlimleri arasında meşhur görüş şudur ki; hadislerin Kitab'a arz edilmesini bildiren hadisler makbul, mütevatir ve oldukça fazladır. Dolayısıyla bu rivayetler ile ilgili olarak senet açısından araştırma yapmaya ihtiyaç duymuyoruz.

 

Ayrıca konuyla ilgili olarak bu sahanın ehlinin bildiği sahih senede sahip rivayetlerin bulunduğunu da belirtelim. Biz bu meseleyi Usulu't-Tefsir ve't-Tevil adlı eserimizde detaylı bir şekilde sunduk.

 

- Ehl-i Beyt Medresesi'ndeki genel yaklaşım arzın sınırları noktasında farklılık gösterse de arz meselesinin kabul edildiği şeklindedir. Bu kabulün semereleri nelerdir?

 

- Bu meselenin birçok semeresi olduğunu düşünüyorum. İlk semereye işaret etmiştik: Hz. Peygamber'den (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt İmamların aktarılan hadislerin metinlerinin sahihliğinin bilinmesi için ölçüt olması. Özellikle de dini marifetlerin esaslarıyla bağlantılı olan konularda. Bu önemli bir semeredir.

 

Kanaatimce ikinci semere -ki oldukça önemlidir- Ehl-i Beyt Medresesi âlimlerinin kabul ettiği bu rivayetler Kur'an-ı Kerim'in tahrif edilmesi nazariyesiyle uyumlu değildir. Yani elimizdeki Kur'an tahrif edilmiş ise Hz. Peygamber'in (s.a.a.) sözlerini nasıl Kur'an'a arz edebiliriz ki? Ya da bu arz ne kadar sahih ve tutarlı olabilir ki? “Onu senin kalbine Ruhu'l-Emin indirdi.” Bu Kur'an, Hatem'in kalbine inen, sahabenin ve Müslümanların günümüze kadar ezberleyip korudukları Kur'an'dır.

 

- Güzel bir nokta... Bu sonuç bütün söylentileri yok eder.

 

- Ehl-i Beyt Medresesi veya Medrese'nin âlimlerinin Kur'an-ı Kerim'in tahrif edildiğine inanmadıklarını söyleyebiliriz. Sizler Medrese'nin âlimlerinin usul, kelam ve rical gibi İslami ilimler sahasında telif ettikleri eserlere bir bakınız. Onların Kitab'a arz rivayetlerini mütevatir kabul ettiklerini açıkça yazdıklarını görürsünüz. Gerçi “Bütün rivayetler mi yoksa belli alanlara has rivayetler mi sunulacak?” sorusunun cevabında, Kur'an'a arzın sınırları hususunda ihtilafa düşmüşlerdir ama konunun özünde görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Sahih isnat zincirine sahip de olsa rivayetler Kitab'a arz edilmelidir.

 

Allah aşkına! Bu nükteyi sadece ben dile getirmiyorum. Medrese'nin büyük âlimleri bu konunun gerçekliğini ısrarla vurgulamışlardır. Onlar şöyle derler: Eğer Kur'an muharref olsaydı Ehl-i Beyt İmamları rivayetleri Kitab'a arz etmemizi nasıl emredebilirlerdi?

 

Ehl-i Beyt Medresesi'nin büyük âlimlerinden birisinin açıklamalarını sizlere aktarayım. Molla Sadra'nın öğrencilerinden Feyz-i Kaşanî (h.1091), Tefsirü's-Safî adlı eserinde şöyle der: “Ben diyorum ki; bu husus şöyle bir itirazla karşı karşıyadır: ‘Eğer Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetleri tahrif edilmiş olsaydı elimizde Kur'an'dan dayanak olarak alınabilecek hiçbir şey kalmazdı. Zira buna göre Kur'an'ın her bir ayeti tahrif ve değiştirilmiş olma olasılığıyla karşı karşıya kalır ve Kur'an'ın indirdiği şeklin aksine dizilmiş olurdu. Kur'an'da kullanabileceğimiz hiçbir hüccet kalmamış olurdu. Bu durumda Kur'an'ın, Kur'an'a uymayı ve sımsıkı sarılmayı emretmesinin hiçbir yararı da olmamış olurdu.'”

 

Ayrıca Hz. Peygamber'den (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt İmamlarından rivayet edilen haberin Kitab'a uygun ise sahih olduğunun, aykırı ise fasid olduğunun bilinmesi gerektiğini bildiren hadisler de oldukça yaygındır.[x] Pasaj Sekaleyn hadisine işaret etmektedir. Çünkü Sekaleyn hadisinde “sımsıkı sarılma” ifadesi geçmektedir. Eğer Kur'an tahrif edilmiş ise ona nasıl sımsıkı sarılacağız. İnşallah bu husus da Sekaleyn hadisinin semerelerindendir, diyebiliriz. Eğer elimizdeki Kur'an tahrif edilmiş ise arzın faydası ne olabilir ki! Kur'an kâmil değil de eksik, tahrif edilmiş ve oynanmış olsaydı Allah'ın Resulü (s.a.a.) rivayetleri Allah'ın Kitabına sunmayı emretmezdi.

 

Şu hususa dikkat ediniz: Esasında tahrif rivayetlerini Allah'ın Kitabına sunduğumuzda Kitab'a aykırı olduklarını, dolayısıyla kanıt olabilme özelliklerini yitirdiklerini görmekteyiz. Çünkü Allah, Kur'an'ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız buyurmaktadır. Bundan dolayıdır ki tahrife delalet eden bu tür haberler için yazar, “Allah'ın Kitabına aykırı olduğundan ötürü reddedilmesi ve fasid olduğuna hükmedilmesi gerekir”[xi] demektedir.

 

Bu tür rivayetlerin sayısı da önemli değildir.  On, yüz veya iki yüz tane de olabilir. Biz rivayetlerin Kitab'a arzı ölçütünü uyguluyor ve öylece değerlendiriyoruz.

 

Kum'un çağdaş ve büyük âlimlerinden, taklit merci Ayetullahi'l-Uzma Şeyh Muhammed Fazıl Lankeranî Medhalü't-Tefsir adlı eserinde şöyle diyor: Kur'an'ın tahrif edilmediğini gösteren hususlardan biri de Hz. Peygamber (s.a.a.) ve Itret-i Tahire'den aktarılan rivayetlerin ve haberlerin Kitab'a arz edilmesine delalet eden müstefiz (meşhur), hatta mütevatir rivayetlerdir. Bu haberlere göre Kitab'a uygun olan rivayet alınır, ona aykırı olan rivayet ise kabul edilmez. Bu özelliklere sahip bir söz yaldızlı bir sözdür ve Peygamber ve masumlardan sadır olmuş değildir… İnattan uzak insaf ehli, hakkıyla düşünen bir kişi bu haberlerin Kur'an'da tahrifin, eksikliğin, değişikliğin ve tebdilin bulunmadığına delalet ettiği noktasında kuşkuya düşmez.[xii]

 

Her ne kadar programımızın kurallarına aykırı olarak konumuzun dışına çıkıyor olsak da, açıklamayı kısa tutacağımdan görmezden gelebiliriz. Şia'nın Kur'an'ın tahrif edilmediği görüşünde olduğunu sadece bizler söylemiyoruz. Emin olunuz ki, Ehl-i Sünnet'in büyük âlimleri de bunu söylemektedir.

 

- Esasında “Şia Kur'an'ın tahrif edildiğine inanıyor” şeklindeki bir söz Ümeyyeci din anlayışının iddiasıdır.

 

- Tam isabet... Ben de bunu söylemek istiyordum. İşte bu noktada da Ümeyyeci din anlayışının âlimleri Ehl-i Sünnet âlimlerinden, Ezher ulemasından ayrılmaktadır. Seyyidim vakıa o şekilde değildir, televizyonlarda, internet sitelerinde ve eserlerde birileri çıkıp Ehl-i Sünnet âlimleri Şia'nın tahrife inandığını dile getirdiklerini söylemektedirler, diyebilirsiniz. Hayır, bu bütünüyle bir aldatma ve demagojidir. Zira Ehl-i Sünnet âlimleri böyle bir ifade kullanmamaktadır. Bu ifadeyi kullanan Ümeyyeci din anlayışının âlimleridir. Bunu Muhammed İbn Abdülvehhab ve İbn Teymiyye'nin bağlıları kullanmaktadır.

 

Size iki - üç kanıt göstereceğim.

 

İlk kanıt; Rahmetullah el-Hindî'nin (h.1306) İzharü'l-Hak adlı eseridir. El-Hindî'nin tercüme-i hali hakkında Ziriklî'nin el-A'lam adlı eserine başvurabilirsiniz. Ziriklî bu eserinde şöyle der: “Rahmetullah İbn Halilürrahman el-Hindî el-Hanefî. Harameyn bölgesinde yaşamıştır. Araştırmacı, dini ilimlerde ve münazaralarda mahirdir. Mekke'de yaşayıp orada vefat etti. Kıymetli telifleri vardır. İzharü'l-Hak bunlardandır. Tek cilt içinde iki bölüm olarak basılmıştır. Bu eseri kendi sahasının en üstün eserlerindendir.”[xiii]  El-Hindî bu eserinde şöyle demektedir: “Bu soruya tahkik ederek ulaştığım cevap şudur: Kur'an-ı Mecid Şia âlimlerinin çoğunluğunun nezdinde değişim ve tağyirden korunmuştur. Onlara göre Kur'an'ın noksan olduğunu söyleyen kimselerin sözleri de merduttur.”[xiv]

 

Bu ifadeler Feyz-i Kaşanî, Müfid, Şeyh Saduk, Tusi ve Küleynî gibi Şii imami âlimler tarafından söylenmiş değildir.

 

- Biz değil onlar reddediyorlar.

 

- Devamında şöyle demektedir: “İmamiye fırkasının âlimlerinin nezdinde tahkik sonucu ulaşılan görüşten anlaşılan, şu an elimizdeki Kur'an'ın Allah-u Teâlâ'nın peygamberine indirmiş olduğu Kur'an olduğudur. Resulullah'a (s.a.a.) indirilen Kur'an elimizdeki Kur'an'dan fazla değildir. Bu Kur'an Resulullah (s.a.a.) döneminde bir araya getirilmiş ve toplanmıştır.”[xv]

 

Bu iddia Kur'an'ın üçüncü halife döneminde toplanmış olduğu iddiasıyla çelişmektedir. Eğer Kitab, Hz. Resulullah (s.a.a.) döneminde toplanmamış olsaydı hiç Hz. Resulullah (s.a.a.) “Bu ikisine tutunduğunuz müddetçe… Size Allah'ın Kitabını bırakıyorum” diyebilir miydi? Allah aşkına! Eğer Kur'an derilerde, hurma kütüklerinde dağınık bir şekilde sahabe arasında bulunuyor olmuş olsaydı hiç “Kitap” olarak isimlendirilebilir miydi?

 

- Levhalar veya başka bir isim verilirdi.

 

- Allah mükâfatınızı versin.

 

İkinci kaynak; Ezher Medresesi'nin büyük âlimlerinden İmam Muhammed el-Gazzalî'nin Difaün Ani'l-Akide adlı eseri... O bu eserinde şöyle diyor: “Bunlardan birisinin bir ilim meclisinde şöyle dediğini işittim: ‘Şia'nın bizim elimizdeki meşhur Kur'an'dan eksik veya fazla farklı bir Kur'an'ı vardır…' Bu şayialar kimin hesabına yayılıyor. Bilmeyen insanlar kardeşlerine su-i zanda bulunabilmeleri için aldatılıyor. Kendi kitaplarına su-i zanda bulunma gibi bir algı oluşturuluyor. Mushaf tek bir tanedir. Kahire'de basılır, Necef veya Tahran'da Şiiler onu takdis ederler. Nüshalarını kendi aralarında kullanırlar… Bu boş sözün tasdik edilmesi… İslam ümmetinin Şii ve Sünni bireyleri arasında gerçekleşen bu kıyım ve rüsva edici durum...” [xvi]

 

Şimdi külli bir kural vereceğim. Herhangi bir kanalı açıp da bu konuyu işlediğini gördüğünüzde biliniz ki ümmet arasında fitne yaratmak istiyorlar.

 

Muhammed Gazzali Şia'ya nispet edilmeye çalışılan tahrif görüşünün batıl ve boş bir iddia olduğunu açıkça dile getirmektedir. Şu anda Irak'ta, Cezayir'de, Kuzey Afrika'da, Pakistan'da, Hindistan'da, Afganistan'da bu manzarayla karşı karşıyayız.

 

Devamında şöyle diyor: “Onlar dinde kardeş oldukları halde birbirini yiyen bireyler haline dönüştürülmüştür. Bir kişi benimle birlikte Allah'ın Kitabına ve Resulullah'ın (s.a.a.) Sünnetine iman ediyor, her gün beş vakit namaz kılıyor, Ramazan orucunu tutuyor, gücü yettiğinde hacca gidiyorsa ben onu tekfir etmeyi nasıl mubah görebilirim ki? Bazı meselelerde hata yapmış olabilirler ama bu tekfiri haklı kılmaz.[xvii]

 

İşte Ehl-i Sünnet âlimlerinin genel yaklaşımı budur. Özü itibariyle bu yaklaşım İbn Teymiyye'nin ortaya koyduğu Ümeyyeci din anlayışından ve Vahabilikten farklıdır.

 

- Efendim bu ifadeler oldukça mantıklı açıklamalardır. Diğerleri mantığı bir tarafa bırakmışlardır.

 

- Bazı meselelerde benimle aynı düşünmeyebilir diyor Gazzalî. Bunun herhangi bir sakıncası bulunmamaktadır. Niçin onu tekfir edeyim ki!

 

Üçüncü kaynak, Resul Caferiyan tarafından telif edilen Ukzubetü Tahrifi'l-Kur'ani beyne'ş-Şiati ve's-Sünneti adlı risale… Kardeşlerin bu kitabı mütalaa etmelerini istirham ediyorum. Önsözden yani müfekkir Muhammed Ammara'nın ibarelerinden aktaracağım. O şöyle diyor: “Zındıklar,  Kur'an'da şüphe oluşturabilecek bir kapı bulamadılar. Dolayısıyla bize şöyle dediler; ‘Şia Kur'an'ın tahrif edildiğine inanmaktadır…' Şia'nın bu güruhunun eserlerinin bir bölümünde Ali'nin (a.s.) başka bir mushafı vardı şeklindeki rivayetleri… Evet, zındıklar bu yollara sarılmışlar, bir Şiî müellifi merkeze almışlar.”[xviii]

 

- Şeyh Ahmed el-Kübeysî'den sonunda bunu öğrendi.

 

- Devamında şöyle demektedir: Çünkü Faslü'l-Hitab adında bir eser telif ettiler. Ancak zındıklar, Şii âlim kardeşlerimizin Kur'an'ın tahrif edilmiş olduğu şeklinde geçen bu kültürün bütün rivayetlerini ve eserlerini eleştirdiklerini ve bu görüşü çürüttüklerine hiç değinmezler.[xix]

 

Bizzat Şii âlimler başkalarının gelip de kendilerine, “Niçin Kur'an tahrif edilmiştir şeklinde bir görüşe sahip olan kimseyi muahezeye almıyorsunuz?” demelerini beklemeksizin kendileri bu düşünceyi eleştirdiler ve yıktılar.

 

Azizlerim bizim Usulu't-Tefsir adında bir eserimiz bulunmaktadır. Bu eserin sonunda yaklaşık olarak 100 sayfa civarında “el-Hatimetü; Sıyanetü'l-Kur'ani mine't-Tahrif” adında bir ekimiz bulunmaktadır. Kardeşlerimiz bu esere müracaat edebilirler.[xx]

 

Rivayetlerin Kitab'a arzı haberlerinin semerelerinden birisi de Kur'an'ın tahrif edilmediğinin bu vesileyle ispatıdır.

 

- Ehl-i Beyt Medresesi âlimleri Muhaddis Nurî'nin Faslü'l-Hitab adlı eserini nasıl değerlendirmektedirler?

 

- Birçok kişi televizyon kanallarına çıkmakta, seslerini yükseltmekte, bu konuyu temcid pilavı gibi ısıtıp ısıtıp sunmaktadır. Bu soruya uzun uzun cevap vermeyeceğim.

 

İlk olarak, Muhaddis Nuri'nin öğrencilerinden Allame Ağa Büzürg et-Tahranî ez-Zeria ila Tesanifi'ş-Şia'nin eserinde üstadının Faslü'l-Hitab kitabındaki görüşlerinden caydığını nakletmektedir.[xxi]

 

- Yani bu görüşe sahipti, ancak bu görüşten caydı.

 

- Anlayamıyorum, bunlar niçin bu görüşü sunarlar da bu görüşün sahibinin öğrencisinden nakledilen bu sözü hiç zikretmezler. Allame Büzürg bu eserinde şöyle der: “912. Madde; Faslü'l-Hitab fi Tahrifi'l-Kitab adlı eser. Üstadım derdi ki; benim tahriften muradım değiştirme ve tebdil etmek demek değildir. Aslında bu esere yaraşan ‘Faslü'l-Hitab fi Ademi't-Tahrifi'l-Kitab (Kitabın Tahrif Olmadığında Son Söz) olarak isimlendirilmesidir.”[xxii] Ancak eldeki taşbaskılarda eserin adı Faslü'l-Hitab fi Tahrifi'l-Kitab olarak geçmektedir. Şia'nın bu baskıya dayanmadığına işaret etmek istiyorum. Ne var ki, fitne ve ayrılık çıkarmak isteyenlerin elleriyle eserin yetmiş seksen yıl önceki taş basımı gündeme sürülmektedir. Bu kitabın basımı bulunmamaktadır ancak Vehhabiler o kitabı basmayı istemektedirler.

 

Bundan daha aşikârı Muhaddis Nurî'nin Müstedrekü'l-Vesail ve Müstenbitü'l-Vesail adlı eseridir. Eserin bir yerinde dipnot olarak şu ifadeler geçmektedir: “Şeyhimiz en-Nurî, ömrünün son dönemlerinde ağzından dinlediğimiz ve lisanından işittiğimize göre o eseri isimlendirme noktasında yanlışa düştüğünü dile getiriyordu. O eserin Faslü'l-Hitab fi Ademi't-Tahrifi'l-Kitab olarak isimlendirilmesinin daha yaraşır olduğunu söylüyordu. Biz bunu bizzat şeyhimizin kendi sözlerinden işittik. Uygulamasına gelince ise, biz onu haberlerin içeriğinin Allah'ın Kitabına aykırı olması halinde o habere bir değer vermediğini görürdük.”[xxiii]

 

- Yani rivayetleri Kitab'a arz ederdi.

 

- Tam isabet… Şöyle devam etmektedir: “Ahad haberlerle Kur'an'ın sabit olmayacağı görüşündeydi. O bu tür haberleri reddederdi. Bu, İmamiyye'nin Seyyid Murtaza, et-Tusî, et-Tabersî gibi selef-i salihinin uygulamasıdır.”

 

Öyleyse ilk olarak; Kitabın sahibinin öğrencisi hocasının görüşünden caydığını dile getirmektedir.

 

İkinci olarak; Bu eser Ehl-i Beyt ulemasının nezdinde muteber eserlerden addedilmemektedir. Hatta bu eserde geçen bilgileri beyinsizlik olarak ifade ederler ve bunu açıkça dile getirirler. Size iki büyük bilginin sözlerini sunmak istiyorum.

 

İlki, Seyyid İmam Humeynî'nin (k.s.) Envarü'l-Hidaye adlı eseri. Aslında Hz. İmam (k.s.) hiçbir zaman şahıslar çerçevesinde konuşmazdı. Ancak konu Kur'an olunca Seyyid İmam Humeynî şöyle buyurmaktadır: “Dahasını söyleyeyim. Eğer durum Faslü'l-Hitab'ın müellifinin sandığı gibi olsaydı… Onun yazdığı şey ne ilim ifade etmektedir ne de amel. O ancak ashabın yüz çevirdiği zayıf rivayetleri eserine almıştır. Kadim ashabımızın akıl sahipleri onun bu kitabından ve bu tür rivayetlerden uzaktırlar… Diğer eserlerine gelince, daha çok maskaralıklara benzeyen garip kıssalarla ve hikâyelerle doludur…  Aslında kendisi salih ve araştırmacı bir şahıstır. Ancak zayıf, garip, tuhaf ve akl-ı selimin ve dosdoğru düşünme tarzının kabul edemeyeceği rivayetleri toplamaya ilişkin iştiyakı… Tuhaf olan şudur ki çağdaşlarından olan agâh âlimler nasıl bunu görememişler, göklerin ağladığı şeyden gafil olmuşlardır. Neredeyse yer paramparça olacaktı…”[xxiv]

 

İmam Humeynî, Muhaddis Nurî'nin görüşünü görüş olarak dahi kabul etmemekte, değersizliğini gösterebilmek için “vehim” sözcüğünü kullanmaktadır. Onun bu hatasına ses çıkarmayan onunla çağdaş âlimlere de bir dokundurmada bulunmaktadır.

 

-  Teşekkürlerimizi sunuyoruz Seyyid Kemal Haydarî Bey. Sizlere de teşekkürlerimizi sunuyoruz değerli izleyiciler. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu.

 

 



[i] Muhammed Nasırüddin Albanî, ez-Zebbü'l-Ahmed an Müsnedi'l-İmam Ahmed, s. 12, Neşr Darü's-Sıddiyk, Müessesetü'r-Reyyan.

[ii] Age, agy.

[iii] Mecmuu Fetava Şeyhü'l-İslam İbn Teymiyye, c. 1, s. 248.

[iv] Seyyid Kemal Haydarî, İlmü'l-İmam Buhusun fi Hakikati ve Meratibi İlmi'l-Eimmeti'l-Masumin, s. 20-5.

[v] Şeyh Murtaza el-Ensarî, Feraidü'l-Usul, c. 4, s. 146 Tahkik Türasi'ş-Şeyhi'l-Azam.

[vi] Seyyid Ebü'l-Kasım el-Huî, el-Beyan fi Tefsiri'l-Kur'an, s. 265, Darü'z-Zehra.

[vii] Muhammed Hüseyn Tabatabaî, el-Mizan fi Tefsiri'l-Kur'an, c. 3, s. 98 Müessesetü'l-Alemi.

[viii] Şehid es-Sadr, Buhusun fi İlmi'l-Usul, c. 7.

[ix] Age, agy.

[x] Feyz-i Kaşanî, Tefsirü's-Safî, c. 1, s. 46, Müessesetü'l-Alemî.

[xi] Age, agy.

[xii] Ayetullahi'l-Uzma Şeyh Muhammed Fazıl Lankeranî, Medhalü't-Tefsir, s. 217-221.

[xiii] Hayrüddin ez-Ziriklî, el-Alam Kamus-u Teracim, c. 3, s.18, Darü'l-İlm li'l-Melayin.

[xiv] Rahmetullah İbn Halilürrahman el-Hindî, İzharü'l-Hak, c. 2, s.113, Darü'l-Ciyl.

[xv] Age, s.114.

[xvi] İmam Muhammed el-Ğazzalî,  Difaün ani'l-Akideti ve'ş-Şeriati Zıddü Metaini'l-Müsteşrikin, s. 219.

[xvii] Age, agy.

[xviii] Resul Caferiyan, Ukzubetü Tahrifi'l-Kur'ani beyne'ş-Şiati ve's-Sünneti, s. 22, Takdim Muhammed Ammara, Mektebetü'n-Nafize, Kahire.

[xix] Age, agy.

[xx] Seyyid Kemal Haydarî, Usulu't-Tefsir, s. 492-590.

[xxi] Allame Ağa Büzürg et-Tahranî, ez-Zeria ila Tesanifi'ş-Şia, c. 16, s. 200, Darü'l-Adva, Beyrut.

[xxii] Age, agy.

[xxiii] Muhaddis Nurî, Müstedrekü'l-Vesail ve Müstenbetü'l-Mesail, c. 1, s. 50, Müesseset-ü Ali'l-Beyt.

[xxiv] Seyyid Ruhullah el-Humeynî, Envarü'l-Hidaye fi't-Talikati Ala'l-Kifaye, c. 1, s. 50-1, Neşr-ü Asari'l-İmam Humeynî.

 

 

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net