Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (68)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (68)
İmam Sadık’tan (a.s.) şöyle rivayet olunmaktadır: Şüphe edildiğinde beklemek helake yuvarlanmaktan daha hayırlıdır. Her hakkın üzerinde bir hakikat vardır. Her doğrunun üzerinde de bir nur bulunmaktadır. Allah’ın Kitabına uygun olanı alın. Aykırı olanı ise bırakın.

 

- Rahman Rahim Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla... Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine olsun.

 

Değerli izleyiciler es-selamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu. Kum Kevser TV kanalının Utruhatü'l-Mehdeviyye programının stüdyolarından Sekaleyn hadisi senet ve delaleti konulu yayının 68. bölümüyle sizlere merhaba diyoruz...  Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey, efendim, programımızın bu bölümüne hoş geldiniz. Değerli izleyicilerimizin konuyla bağlantı kurabilmeleri için sizden önceki programın bir özetini istesek.

 

- Kovulmuş şeytandan her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığınır, Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Allahümme salli ala Muhammedin ve al-i Muhammedin ve accil feracehum.

 

Geçen hafta Kur'an'ın tahrifi meselesini ele almış, tahrifin mümkün olmadığını ispatlamış ve şöyle demiştik: Bu mesele rivayetlerin Kitab'a arzı hadislerinin en önemli sonuçlarındandır. Allah-u Teâlâ'ya hamd-ü senalar olsun ki Ehl-i Beyt Medresesi âlimlerinin ve esasında Ehl-i Beyt İmamlarının bu nasslara ne kadar önem verdiklerini görmekteyiz. Bu önem öyle ileri düzeydedir ki âlimlerimiz bu rivayetlerin müstefiz (meşhur) hatta mütevatir olduğunu iddia etmişlerdir. Hz. Peygamber'den (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt-i Mutahharadan (a.s.) sadır olan bu rivayetler, onların bizlere rivayetleri Kitab'a arz etmeyi emrettiklerini göstermektedir. En azından bunun dini asılların önemlilerinden birisi olduğunu söyleyebiliriz. Hangi rivayet olursa olsun Kur'an'a ve kesin sünnete arz edilmelidir. Yani Ehl-i Beyt İmamlarından aktarılan şeyleri sadece Kur'an'a değil Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) nebevî kesin buyruklarına da arz ediniz. Eğer o rivayet hakkında Kur'an'dan ve kesin sünnetten bir kanıt bulduysanız o söz Resulullah'tan (s.a.a) sadır olmuştur.

 

Bu önemli bir meseledir. Ehl-i Beyt Medresesi bağlılarına ilişkin şöyle bir itham söz konusudur: Şiiler Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetine önem vermezler. Hâlbuki durum hiç de öyle değildir. Bizler Resulullah'tan (s.a.a.) kesin bir şekilde aktarılan sünnetin ve hadisin bir önceliğe sahip olduğuna inanmaktayız.

 

Öyleyse azizlerim, ben bu hususun Ehl-i Beyt Medresesi'nin seçkin özelliklerinden biri olduğuna inanmaktayım. Ehl-i Beyt İmamları bizlere, ulaşan her haberi ilk olarak Kur'an'a ikinci olarak da Peygamber'den (s.a.a.) kesin bir şekilde sadır olan hadise arz etmemizi emretmektedirler.

 

Aziz izleyiciler bu kuralın arz meselesini inkâr edenler nezdinde dahi sabit olduğunu bilsinler. Konuya direkt olarak gireceğim. İmam Şafii (h. 204) şöyle demektedir: Bize sika bir kişinin Resulullah'tan (s.a.a.) rivayet ettiğine göre… O (s.a.a.) vefat etmiş olduğu hastalığında şöyle buyurmuştur: Ben ancak Kur'an'ın haram kıldığı şeyi haram ve helal kıldığı şeyi de helal kılıyorum… Kur'an'ı ve maruf sünneti kendine önder ve imam kıl. Buna uy. Sana gelen diğer rivayetleri de bu maruf sünnete kıyas et.[i]

 

“Maruf sünnet” demekle bütün sünnetlerin bu kapsama girmediğine vurgu yapmak istiyor. Çünkü sünnetin bir bölümü uydurulmuş, Ümeyyeci din anlayışı bağlılarınca yazılmış olabilir. Kesin, sabit sünnet diğer hadisler için bir ölçüt olabilir. Şafiî, paragrafın son cümlesinde her şeyin Kur'an'a ve kesin sünnete kıyas edilmesi gerektiğini söyler.

 

Esasında ellerinde bu ölçütler bulunan kimseler de asıl olanın Kitab ve Sünnet olduğunu bilirler.

 

Değerli izleyicilerin zihnine “Seyyidim, durum anlattığınız gibiyse niçin siz Sekaleyn hadisi ‘Allah'ın Kitabı ve Sünnetim' şeklindedir demiyorsunuz da ‘Allah'ın Kitabı ve Itretim' şeklindedir diyorsunuz?” türünde bir soru gerebilir.

 

Cevaben deriz ki, bizler Itret-i Tahire'yi Sünnetin karşıtı olarak görmüyoruz. Bizler Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetine ulaşmanın en üstün yolu Itret-i Tahire'dir, diyoruz. Çünkü onlar ataları Resulullah'ın (s.a.a.) sünnetini bilme noktasında en doğru ve en güvenilir kimselerdir. Sünneti en iyi ve en çok bilenler de onlardır. Bundan dolayıdır ki onlar Kur'an'dan, Kur'an da onlardan ayrılmaz. Allah azze ve celle Kur'an'da onların taharetine hükmederek şöyle buyurmaktadır: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” Hz. Resulullah (s.a.a.) Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'ine (a.s.) uymayı bizlere emrederek şöyle buyurdu: “İkisine tutunduğunuz müddetçe benden sonra asla sapıtmazsınız.” Sadece Kur'an'a veya sadece Itret'e tutunma değil. Kur'an ve Itret'e birlikte tutunacağız. Onlar kurtuluşun kopmaz ipidir. “Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.” Kur'an ve Itret-i Tahire nassın beyanıyla ‘habl-i ilahî'dir. “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.”

 

Öyleyse şu hususu altını çizerek açıkça söylüyorum, Itret, Sünnet-i Nebeviyyenin yerine geçen şey değildir ki şunlar Itrete uymaktadır şunlar da Sünnete uymaktadır diyebilesiniz. Böyle bir iddia demagoji olmaktan öteye geçmez.

 

Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinden birisi bu hakikate işaret etmektedir. Ezher'in imamlarından Muhammed Gazzalî'nin Difaün ani'l-Akide adlı eserinden bahsediyorum. O bu eserinde şöyle diyor: Şu kıt akıllılar Şiiler Ali'ye (a.s.) uymaktadırlar, Sünniler Hz. Muhammed Mustafa'ya uymaktadırlar, demektedirler.[ii]

 

O, söz konusu yalancı ve düşüncesizlerin Müslümanları Hz. Muhammed (s.a.a.) ve Hz. Ali (a.s.) bağlıları olmak üzere ikiye ayırdığını dile getiriyor. Hepimiz Sünnete uymaktayız. Ancak aramızdaki görüş ayrılığı Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin sahabenin tamamını adil kabul edip dini onlardan almasından kaynaklanmaktadır. Bizler ise Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) “Dininizi Ali ve Ehl-i Beyt'ten alınız” buyruğundan hareketle dinimizi Ehl-i Beyt'ten almaktayız.

 

- Esasında Ehl-i Beyt ve Itret-i Tahire Kur'an'a giden bir yoldur. Seyyidim bu asıl eserlerinizde de mevcut mudur? Sizler esas olanın Kur'an ve kati sünnet olduğunu söylüyorsunuz.

 

- Azizlerim, önümüzde en önemli hadis kaynaklarımızdan biri bulunmaktadır. El-Hürr el-Amuli'nin (h.1104) Vesailü'ş-Şia adlı eseri. Eserin Kitabü'l-Kadî bölümünde bir grup rivayet var. Bunların bir bölümüne işaret edeceğiz. Rivayet şöyledir: Ebu Abdullah İmam es-Sadık (a.s.) şöyle buyurmaktadır: Her şey Kitap ve Sünnete sunulur.[iii] Hadise göre bütün şeylerin Allah'ın Kitabına ve ceddimiz Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) buyruklarına sunulması gerekmektedir.

 

“Itret-i Tahire'nin rolü nedir?”, şeklinde bir soru gelebilir. Bizler Itret'in dedeleri Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) buyurduğunu söylediklerini kabul ediyoruz. Onların sözleri dedelerinin sözleridir. Zira Hz. Resulullah (s.a.a.) bize şöyle buyurmaktadır: Bunlar benim ilmimin kapılarıdır. İlmi onlardan alınız.

 

Allah'ın Kitabına uygun düşmeyen her hadis yaldızlı bir sözdür.

 

Bir diğer rivayet şöyledir: Size bir hadis gelir ve Allah'ın Kitabından veya Resulullah'ın (s.a.a.) Sünnetinden bu sözün doğruluğuna dair bir kanıt görebilirseniz ne ala, aksi takdirde Allah'ın Kitabında ve ceddimizin Sünnetinde bulunmuyorsa size o sözü getiren ona daha evladır.[iv]

 

Bir diğer rivayette ise şöyle geçmektedir: Kur'an'a muvafık olmayan hadis yaldızlı sözdür.[v]

 

Azizlerim bu minvalde onlarca rivayet bulunmaktadır ve bunların çoğunluğunun isnat zinciri sahihtir. İmam Sadık'tan (a.s.) şöyle rivayet olunmaktadır: Şüphe edildiğinde beklemek helake yuvarlanmaktan daha hayırlıdır. Her hakkın üzerinde bir hakikat vardır. Her doğrunun üzerinde de bir nur bulunmaktadır. Allah'ın Kitabına uygun olanı alın. Aykırı olanı ise bırakın.[vi]

 

Öyleyse azizlerim, şu önemli ve açık noktaya ulaşıyoruz: Bizler en azından inançla alakalı esas marifetler dairesine ilişkin haberlerin ilk olarak Allah'ın Kitabına, ardından da Allah Resulünün (s.a.a) sünnetine sunulması gerektiğine inanmaktayız. Ancak bu sünnetten kastımız açık, sahih ve ümmetin hakkında icma ettiği makbul sünnettir. Eğer rivayetler sünnete uygun ise aktarılır. Katî sünnete aykırı ise o rivayetlere itibar etmeyiz. Bu inanç Ehl-i Beyt Medresesi'nin ayırt edici özelliklerindendir. Çünkü bizler geçen hafta Ehl-i Sünnet âlimlerinin şu düşünceye sahip olduklarını okumuştuk: “Arz rivayetleri senet açısından zayıftır ve itibar edilmemelidir.” Onlar bu arz rivayetlerini senet ve içerik açısından inkâr etmektedirler.

 

- Efendim, siz önceki programda Ehl-i Sünnet âlimlerinden bir grubun Ehl-i Beyt Medresesi âlimlerinin nezdinde Kur'an'ın tahrif edilmediği görüşünü açıkça dile getirdiklerini söylemiştiniz. Ehl-i Sünnet'in genel yaklaşımı bu şekildedir. Bu açıklamayı ve mefhumu aydınlatmanız mümkün müdür? Çünkü önceki programda bu konuya özetle değindik. Bu programda biraz daha detaylı bilgiye muhtacız kanaatindeyiz.

 

- İmamiyye'nin meşhur âlimlerinin nezdinde Kur'an'ın tahrif edilmediği görüşü hâkimdir. Bu sözüm üzerine bazı kimseler sizler İmamiyye'nin bazı âlimlerinin Kur'an'ın tahrif edildiği görüşünde olduğunu kabul etmiş oluyorsunuz, diyebilirler. Ben şöyle diyorum: Her genel yaklaşımın aykırı görüşleri olabilir. Bu durum sadece bizim mezhebe özgü değildir. Geriye kalan diğer İslami medreselerde de aynı durum söz konusudur. Şimdi sizler sahabenin adaleti görüşü noktasında aykırı seslerin olmadığını düşünebilirsiniz. Ancak bu anlama muhalefet eden yazarlar da bulunmaktadır.

 

Öyleyse bu genel yaklaşımı sadece bizler söylemiyoruz. Birileri, sizler tarlanızı bulutun olduğu yere çekiyorsunuz, diyebilir.

 

Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinden bir grubun açıklamaları bu anlama şahadet etmektedir. Bunun aksi olan diğer görüş mezhebin genel yaklaşımına nispet edilemez. Bu âlimler şöyle diyorlar: Şia'nın en önemli kaynaklarına müracaat ettiğimizde onların Kur'an'ın tahrif edilmediğine inandıklarını ve Kur'an'ın tahrif edildiğini söyleyen kimseleri reddettiklerini görmekteyiz.

 

Ehl-i Sünnet âlimlerinden bu anlamda sözler nakledenler vardır. Bunlardan birisi Rahmetullah el-Hindî'dir (h.1306). Onun sözlerini aktarıyorum. O, İzharü'l-Hak adlı eserinde şöyle demektedir: “Tahkik sonucu olarak bunun cevabı şudur: ‘Kur'an-ı Mecid Şia âlimlerinin çoğunluğunun nezdinde değişim ve tağyirden korunmuştur. Onlara göre, aralarından Kur'an'ın noksan olduğunu söyleyen kimselerin sözleri de reddedilmelidir.'”[vii]

 

Yani el-Hindî diyor ki ben başkasından aktarmıyorum. Bizzat araştırdım ve Şiilerin bu meselenin içtihat konusu olamayacağı görüşünde oldukları sonucuna ulaştım.

 

Eserin ilerleyen sayfalarında şöyle der: İmamiyye fırkasının âlimlerinin nezdinde tahkik sonucu ulaşılan görüşten anlaşılan şu an elimizdeki Kur'an'ın Allah-u Teâlâ'nın Peygamberine indirmiş olduğu Kur'an olduğudur. Resulullah'a (s.a.a) indirilen Kur'an elimizdeki Kur'an'dan fazla değildir. Bu Kur'an Resulullah (s.a.a.) döneminde bir araya getirilmiş ve toplanmıştır.[viii]

 

Geçen hafta işaret ettiğimiz bir soru burada ortaya çıkmaktadır. Bir kimse şöyle diyebilir: Seyyidim, sizler Rahmetullah el-Hindî'ye dayanmaktasınız. Onun muhakkik âlimlerden olduğunu kim söylemektedir? Onun açıklamalarının ilmî bir değeri olduğunu kim dile getirmektedir?  Bu önemli bir noktadır. Bunu sadece biz değil diğer Müslüman kardeşlerimiz de söylerler. Bizler deriz ki eğer eserlerimize dayanmak istiyorsanız Ehl-i Beyt Medresesi'nde ilmî bir kıymete haiz olan müelliflerin eserlerine dayanmalısınız. Nitekim onlar da bizden Ehl-i Sünnet'in ilmî kıymete haiz görüşleri bulunan Ehl-i Sünnet âlimlerinin eserlerine dayanmamızı istemektedirler. Onlar bize karşı istidlal etmek istedikleri zaman bizim nezdimizde ilmî kıymete haiz olan eserlerle istidlal etmeleri gerekmektedir. Bu ilk husustur.

 

İkinci husus; Size bu şahsın Ehl-i Sünnet'ten olduğunu kim söyledi? Belki de o bir Şiî veya Zeydî'dir. Belki de Şiilikle itham edilen birisidir.

 

- Yahut da Ehl-i Sünnet'in genel yaklaşımını yansıtmayan bir kişidir.

 

- Ben şimdilik Rahmetullah el-Hindî'nin ilmî bir kıymetinin olup olmadığını ele almak istiyorum. Yani bu şahıs itham edilmiş midir yoksa edilmemiş midir?

 

Azizlerim, işaret etmiş olduğum bu kitabın (İzharü'l-Hakk) elimde üç tane basımı vardır. Bunlardan birisi Darü'l-Vatanî ve Dar-ü Uli'n-Nüha basımıdır. Eser Şeyh Allame Rahmetullah el-Usmanî el-Hindî'nin (h. 1308) İzharü'l-Hak adlı eseridir. Eserin muhakkiki Melkavî Melik Suud Üniversitenin akademisyenidir. Ben bu eserden yola çıkarak iki soruya cevap aramak istiyorum. Görüldüğü üzere eserin muhakkiki Şii veya Ezher âlimlerinden değildir. Vehhabî düşünce anlayışına sahiptir.

 

Soru; Rahmetullah el-Hindî'nin görüşlerinin ilmî bir kıymeti var mıdır? Acaba Şiilikle itham edilen bir âlim midir?

 

Geliniz eserin mukaddimesine bir bakalım. Bakınız muhakkik eserin ilmi kıymeti hakkında ne demektedir: Bu kişi kadim âlimlerin, çağdaş Müslüman âlimlerin, Yahudi ve Hıristiyanların eserlerini incelemiştir. Bütün eleştiri yöntemlerini bilen bir zattır.[ix]

 

- Yani ansiklopedik bir adamdır.  

 

- Örneğin Ahd-i Kadim (Ahd-i Atik/ Tevrat) ile Ahd-i Cedid'i (İncil) iyi bilmektedir. Bu şahıs Tevrat ve İncil'e bir şeyi nispet ettiğinde rahatlıkla kabul edebilirsiniz. Devamında şöyle diyor: Tevrat ve İncil'in dört dilde 32 tane baskısı İzharü'l-Hakkın müellifinin yanında mevcuttu. Bunlardan 13 tanesi Arapça idi. Sekiz tanesi Farsça idi. 6 tanesi Hinducaydı. Beş tanesi ise İngilizce idi. Hepsini de çok ileri düzeyde bilirdi. Ayrıca Müslümanların nezdindeki bütün hadis mecmualarına ve tefsir kaynaklarına da müracaat etti.[x]

 

- O dönemde.

 

- Elbette. Yani bu şahıs bir şey söylediğinde tahkik neticesinde söylerdi. Bir görüş belirtmek istediğinde Müslümanların tefsirlerinden ve kaynaklarından 58 tanesine müracaat eder öyle söylerdi. Ulaştığı sonucu tahkik ederek söylediğinden eserlerinde ‘tahkikan' ifadesi geçer. Dolayısıyla sözleri nakil değil tahkik neticesi söylenen sözlerdir.

 

- Başka bir kişinin sözü ve görüşü değildir.

 

- Bu ilk mesele.

 

İkinci mesele; eserin önsözünün başka bir yerinde şöyle der: Bu eseri okuyan herkes onu över.  Ebü'l-Hasan en-Nedvî, onu övmüş ve hakkında övgü dolu ifadeler kullanmıştır. El-Alam adlı eserin müellifi Hayrüddin ez-Ziriklî, Şeyh Said Havva, Ömer ed-Dusukî kendi kitabının mukaddimesinde onu över. Şeyh Abdülvehhab en-Neccar, Şeyh Abdürrahman el-Cezerî, Şeyh Muhammed Reşid Rıza, Şeyh Muhammed Ebu Zehra da onu övgüyle anarlar.[xi]

 

Bu eseri okuyan her kim olursa olsun, farklı yönelimlere sahip bile olsa, yazarı sever. Sonuç itibariyle bu büyük muhakkikin söz konusu eserini okuyan kimse onu över ve eserde herhangi bir müşkil görmez. İşte ilk sorunun cevabı budur.

 

Sonuç olarak Rahmetullah el-Hindî, büyük bir âlim olarak kabul edilmektedir.

 

Şimdi de onun Şii mi Sünni mi olduğu konusunu ele alalım. Eserin muhakkiki bu konuda şöyle demektedir: Kimileri onun Şii olduğunu söylerler… Ey doktor neye dayanarak İzharü'l-Hakk adlı eserin müellifi el-Hindî'nin Şii olduğunu söylüyorsun? O, Dehlevî'nin et-Tuhfetü'l-İsna Aşeriyye adlı eserini tercüme etmiştir. Sana bir bilgi vereyim ey doktor, et-Tuhfetü'l-İsna Aşeriyye adlı eser Veliyullah ed-Dehlevî'nindir. Dehlevî bu eseri Rafızîleri desteklemek için değil onları reddetmek için telif etmiştir.[xii]

 

İmam Mehdi'ye inanan bir kimsenin Şii olduğunu kabul edecek olursak Sünni âlimlerin tamamı Şii olur. Çünkü Sünni âlimler İmam Mehdi'nin zuhur edeceğini kabul ederler. Böyle bir eseri tercüme ettiğini işittiğinden dolayı onun Şii olduğunu sanmıştır. Öyleyse eserin muhakkiki detaylı bir araştırmayla el-Hindî'nin Şii olmadığı hususunda herhangi bir kuşkunun olmadığını ortaya koyar.

 

El-Hindî'nin ilmi konumunun yüceliği ve mezhebi yönelişi noktasında herhangi bir kuşku bulunmamaktadır.

 

Soru; el-Hindî bu eserinde ne diyor? Bir defa daha konuya dönelim. O, İzharü'l-Hakk adlı eserinde şöyle diyor:

 

Dördüncü Kıssa; Hıristiyan bilginlerin hadislere ilişkin şüphelerinin bertaraf edilmesi.

 

Bunlar beş tanedir.

 

İlk şüphe…[xiii]

 

Yazar ilk şüphede şu hususu zikreder. Şia-i İmamiyye âlimlerinin çoğunluğunun nezdinde Kur'an-ı Mecid korunmuştur… Bu görüşte olmayan kimselerin görüşleri onların nezdinde kabul görmez.

 

Bu kitabın bir baskısı Beyrut'ta gerçekleştirilmiştir. Kitabın bir diğer baskısı ise Mısır'dadır. Mısır/Kahire baskısı, Beyrut Darü'l-Ciyl baskısından daha eskidir.  Bu baskıları bize gönderen kardeşlere teşekkürlerimizi sunuyoruz. Yazar Allame el-Fazıl eş-Şeyh Rahmetullah İbn Halilürrahman el-Hindî, en-Naşir Mektebetü's-Sikafeti'd-Diniyye, Meydanü'l-Atebe, Kahire. Harflerin yazımından da anlaşıldığı gibi kitabın bu baskısı oldukça eskidir. Harfler bütünüyle modern dönemlerde yazılan harflerden farklılık arz etmektedir.

 

- Elle yazılmış.

 

- Evet. Konunun geçtiği sayfayı açıyoruz.

 

“Hıristiyan bilginlerin Nebevî hadislere getirdiği şüphelerin bertaraf edilmesi” (başlık)[xiv]

 

Görüldüğü gibi Darü'l-Ciyl baskısıyla hemen hemen aynı. Sadece orada ‘Kıssısıyn' şeklinde çoğul yapılırken bu baskıda ‘Kesavis' olarak çoğul yapılmıştır ki aralarında fark bulunmamaktadır.

 

Yazar şöyle devam eder: Dördüncü Fasıl; ben derim ki tahkiklerim sonucunda ulaştığım bilgilere göre Şia-i İmamiyye-i İsna Aşeriyye'nin âlimlerinin çoğunluğunun nezdinde Kur'an-ı Mecid değişiklikten ve oynamadan korunmuştur. İçlerinden Kur'an'da noksanlık bulunduğunu söyleyen kimsenin görüşü onların nezdinde reddedilmiştir ve makbul değildir. Şeyh Saduk şöyle der… Şeyh Tabersi… Seyyid Murtaza…[xv]

 

Yazar bir grup Şii âlimin Kur'an'da tahrif olmadığı şeklindeki açıklamalarını nakleder.

 

Öyleyse bu iki basım (Darü'l-Ciyl ile Mektebetü's-Sikafeti'd-Diniyye ) basımları aynılık göstermektedir. Geliniz eserin bir de Suudî Arabistan basımına bir bakalım. İlmî emanet bilinciyle hareket ettiklerini ileri sürenlerin,  biz kitapların baskılarını daha dakik surette gerçekleştiririz, diyenlerin baskısına bir bakalım. İlmî emanet bilinciyle hareket etmişler mi etmemişler mi bir görelim. Suudî Arabistan baskısında eser dört cilt olarak basılmıştır. Konu üçüncü ciltte geçmektedir. Nüshaları birbirine tatbik etmek istiyorum. Eserin Kahire ve Riyad baskılarını sunuyorum.

 

Şu satırlar her iki nüshada da olduğu gibi geçmektedir: Bu görüş Kur'an'a ve Tahir İmamların görüşlerine muhaliftir.[xvi] ‘Tahkiklerim sonucunda ulaştığım bilgilere göre Şia-i İmamiyye-i İsna Aşeriyye'nin…' diye başlayan bölüm Suudi Arabistan Riyad baskısında bulunmamaktadır. Yani eserle oynanmış. Şia-i İmamiyyenin görüşünün anlatılmış olduğu 2,5 sayfalık bölüm Riyad baskısında atılmış.

 

- Şia'nın görüşü atılmış!

 

- Şia'nın görüşünün anlatıldığı bölüm atılıyor ve sonraki bölümle eser devam ediyor. İlmi emanet bilinci bu mudur?

 

Değerlendirmeyi değerli izleyicilere ve hakikat sevdalılarına bırakıyorum. Bizimle irtibata geçen dostlar “Seyyidim niçin İbn Teymiyye'nin bağlılarına, Vehhabilere ve Ümeyyeci din anlayışının takipçilerine bu kadar çok yükleniyorsun?” diye sitem etmektedirler.

 

Azizlerim, Allah aşkına! Ben onlara yüklenmiyorum. Ben onların kaynaklarındaki ihanetleri sunuyorum.

 

- Bu da Müslümanların cumhuruna bir ihanettir.

 

- Evet… Muhakkik İzharü'l-Hakk adlı eserle oynamıştır. Muhakkik olarak eserde geçen ifadeleri olduğu gibi bırakıp dipnot düşme hakkın vardı. Dipnotta “Yazar Şia hakkında şöyle diyor ama ben öyle düşünmüyorum. Bizler Rafızîlerin dinden çıkan kâfirler olduklarına inanıyoruz.” diyebilirdin. Bunu de, ama kitapla oynama.

 

- Bu yaptığı bir tür Müslümanların zihinleriyle oynamadır.

 

- Evet azizlerim. Bu sadece bir örnek… Şimdi Suudi Arabistan'da telif edilen, neşredilen eserlerin emin olmadıklarını söylemiyorum. Ancak en azından bu tür eserler karşısında da ihtiyatı elden bırakmayıp diğer nüshalarla karşılaştırarak okuyunuz.

 

- Bu kitapları alıp başka yerlerde basmaları da mümkündür. Çünkü kitap basımı ticari bir olaydı. Seyyidim şu anda iki tarafla karşı karşıyayız. Bazıları, “Şii âlimler Kur'an'ın tahrif edildiği görüşündedirler”, diyorlar. Diğer taraftan bazı Şiiler de “Sadece biz değil diğerleri de Kur'an'ın tahrif edildiği görüşündedir”, diyorlar. Sizin bu meseleyle ilgili görüşünüz ve tutumunuz nedir?

 

- Şia'nın Kur'an tahrif edilmiştir görüşünde olduğunu dillendirmeye ve bunu yaymaya çalışanlar bununla Şia'ya iftira atmak istiyorlar. Ancak onlar Kur'an'ın mukaddesliğini de töhmet altına aldıklarının farkında değiller. Onlar bilmeden İslam'ı da zan altında bırakmakta ve ona iftira etmektedirler. Sizler Şia'nın âlimlerine veya bazı âlimlerine iftira ediyorsunuz. Onların Kur'an'ın tahrif edildiğine inandıklarını söylüyorsunuz. Ancak bu âlimler tabiatı ile Ehl-i Beyt Medresesi âlimlerinin azını oluşturuyor. Sizler de biliyorsunuz ki bizim ilmî emanetimiz sizinkinden kuvvetli değilse de sizinkinden az da değildir. Sizin kültürünüze satır be satır müracaat edip dikkat etmediğiniz şeyleri ortaya koyma imkânımız vardır.

 

- Vehhabilerin gerçekleştirdikleri kitap basımlarını kastediyorsunuz.

 

- Elbette bu fitneyi yayanlar Vehhabilerdir. Diğer Müslümanlar bu fitneyi yaymamaktadır. Ben bu meselenin İslam âleminde önemli olduğunu söylemek istiyorum. Çünkü Ehl-i Beyt Medresesi'nin bağlılarının kaynaklarınıza ve kültürünüze müracaat edip bu kültürü kelime be kelime ortaya koyma olanakları vardır. Bu mesele sadece Şia'nın kültüründe değil Ehl-i Sünnet âlimlerinin kültüründe de bulunmaktadır.

 

Emin olunuz ki elimde bu konu çerçevesinde yığınlarca örnek bulunsa da bu konuya detaylı bir şekilde girmek istemiyorum. Ancak Allah biliyor ki şartlar beni bunları söylemeye itiyor.

 

Bu konuya girmek istemiyordum. Çünkü zararı Kur'an'a ve Müslümanlara dönmektedir. Bundan da İslam düşmanları yararlanmaktadır. 

 

İki veya üç örneğe işaret etmek istiyorum ki bu meseleyi kavrayabilelim.

 

Kur'an'ın tahrifi hususunda mesele sizin sandığınız gibi değildir. “Bizim kültürümüzde Kur'an'ın tahrif edildiğine delalet eden olgular bulunmamaktadır”, şeklinde düşünmeyiniz. Sizin kültürünüzde de bu türden rivayetler mevcuttur. Sizler “Âlimlerimiz böyle demiyor”, diyebilirsiniz. Bu noktada biz de aynısını diyoruz. Bizim kültürümüzde tahrife yönelik bazı rivayetlerin olduğunu varsayınız. Ne var ki, âlimlerimiz bunları reddetmektedir.

 

Birkaç kısa örnek vereyim. En önemli kaynağınızdan Sahihü'l-Buharî'den başlayayım. Düşüncenize göre, Allah'ın kitabından sonra bu kitaptan daha mukaddes bir kitap bulunmamaktadır.

 

Rivayet şöyledir: Ömer İbn Hattab'dan şöyle rivayet eder: “Muhakkak Allah Muhammedi (s.a.a.) hak ile göndermiş, ona Kitab'ı indirmiştir. Ona indirilenler içinde recm ayeti vardı. Biz onu okuduk, kavradık ve ezberledik. Resulullah (s.a.a.) recm cezasını uyguladı ve O'ndan sonra biz de uyguladık. Ben insanlara zamanın uzamasından ve içlerinden birisinin: ‘Recm ayetini Allah'ın Kitabında bulmuyoruz', demesinden ve Allah'ın indirmiş olduğu bir farzı terk etmek suretiyle sapıklığa düşmelerinden korkarım.

 

Ayrıca bizler -okuduğumuz ayetler arasında- şu ayeti de okuyorduk: "Babalarınızdan yüz çevirmeyiniz. Hiç kuşkusuz babalarınızdan yüz çevirmeniz küfürdür' ya da ‘Babalarınızdan yüz çevirmeniz küfürdür…'”[xvii]

 

Bu rivayete göre ilk olarak recm ayeti ikinci olarak da babalardan yüz çevirme ayeti vardı. Açıktır ki bu iki ifade de Kur'an'dan değildir.

 

Dikkat ediniz ikinci Halife Ömer İbn Hattab elimizde bulunan Kur'an'ın tam olmadığına ve muharref olduğuna inanmaktadır. Bu Sahihü'l-Buharî'de geçmektedir.

 

İkinci örneğe geçelim; Hz. Resulullah'a (s.a.a.) en yakın kişilerden birisinden, Aişe'den aktaracağım. O şöyle demektedir: “Bilinen on defa emzirmenin haramlığı ayeti Kur'an'da indirilen ayetlerin arasında vardı. Sonra bu adet beş bilinen emme ile neshedildi. Hatta Hz. Resûlullah (s.a.a.) bu on sayısı Kur'an'da bulunup okunduğu halde vefat etti.”[xviii]

 

Şu an ne neshedici beş defa emme ayeti ne de neshedilen on defa emzirme ayeti Kur'an'da bulunmaktadır. Buna göre Aişe'nin de elimizdeki Kur'an'ın nakıs olduğuna inandığını mı söyleyeceğiz?

 

Şimdi “Seyyidim, sen bize çok olduğunu söyledin. Hâlbuki onlar birkaç ayet olduğunu söylemektedirler. Bin ayet olduğunu söylememektedirler.”, diyebilirsiniz.

 

- Sureler olduğunu söylememektedirler.

 

- Tam isabet. Geliniz Sahih-ü İbn Hibban'a bir bakalım. Rivayet şöyledir: “Evli olduğu halde zina eden kimsenin recm edilmesi gerektiğinin ispatının zikri (babı)

 

Übeyy İbn Kab'dan rivayet edildiğine göre o şöyle demektedir: ‘Ahzab suresi Bakara suresi kadardı.'” [xix]

 

Bakınız Ahzab suresi 73 ayettir. Übeyy'e göre Ahzab suresi iki cüzden fazlaydı. Yani şimdi Ahzab suresinin yaklaşık olarak beş katı kadar bir şeydi. Übeyy'in bu ifadesine göre Kur'an'ın iki cüze yakını hazfedilmiştir. Bir diğer ifadeyle Ahzab suresi olduğu gibi kalsaydı Kur'an-ı Kerim bugün 32 cüz olacaktı. Übeyy'in iddiasına göre elimizdeki Kur'an'ın iki cüzü eksiktir.

 

Bu rivayete Şuayb el-Arnavut şu notu düşer: “Asım İbn Fulan saduktur. Bazı vehimleri vardır. İsnat zincirinde bulunan diğer raviler Sahih'in şartını taşıyan sika ravilerdir.”[xx]

 

Bu rivayet aynı zamanda Diyaüddin el-Makdisî'nin el-Ehadisü'l-Muhtare evi'l-Müstahrec mine'l-Ehadisi'l-Muhtare mimma lem Yuharrichü'l-Buhari ve Müslim fi Sahihayhima adlı eserinde de geçmektedir. Buna göre söz konusu bu rivayet Buharî ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir.

 

Bir başka rivayet ise şöyledir. Übeyy İbn Kab'a recm ayeti hakkında sordum. Cevaben şöyle dedi: Sizin saymanıza göre Ahzab suresi kaç ayettir? Ben: Yetmiş üç ayet, dedim.

 

O da bunun üzerine ‘Ahzab suresi ya Bakara suresi kadar ya da Bakara suresinden daha uzun bir suredir.' dedi.[xxi]

 

- Yani yaklaşık olarak üç yüz ayet.

 

- Ayrıca biz bu surede “Evli erkek ile evli kadın zina et­tikleri takdirde o ikisini kesinlikle recmediniz. Allah'tan ibretli bir ceza ol­mak üzere. Allah Azizdir, Hakim'dir” ayetini de okuduk. Bu haberin isnadı sahihtir. [xxii]

 

Buraya kadar yapılan açıklamalar çerçevesinde sizin kültürünüzde de elimizdeki Kur'an'ın nakıs olduğunu bildiren rivayetlerin olduğu anlaşılıyor.

 

- Hem de en önemli kaynaklarınızda...

 

- Buharî, Müslim, Sahih-ü İbn Hibban gibi eserlerde…

 

İnsan bu hadislerin onların en önemli kaynaklarında olmasına şaşırıyor. İnsanın basireti kapandığında böyle konuşur.

 

Geliniz bir de Kurtubî'nin el-Cami li Ahkami'l-Kur'an adlı eserine bir bakalım. Allame Kurtubî Ahzab suresinde şöyle diyor: Zirr dedi ki: Ubeyy ibn Ka'b bana şöyle dedi: Sizin saymanıza göre Ahzab suresi kaç ayettir? Ben: Yetmiş üç ayet, dedim.

 

O şöyle dedi: Hiç kuşkusuz ben Ahzab suresini Bakara suresi kadar veya daha uzun bir şekilde gördüm. Ayrıca biz bu surede ‘Evli erkek ile evli kadın zina et­tikleri takdirde o ikisini kesinlikle recmediniz. Allah'tan ibretli bir ceza ol­mak üzere. Allah Azizdir, Hakim'dir' ayetini de okuduk. Ardından neshedilen ayetler neshedildi. Bu fazlalığın, Aişe'nin odasında bir sahifede yazılı olup onu bir keçinin yediği şeklindeki nakil ise, inkârcıların ve Rafızîlerin uydurmalarındandır.[xxiii]

 

Ben Buharî'de geçen rivayetler hakkında neler dediğini bilemiyorum.

 

- es-Sıhah'ta geçen rivayet hakkında…

 

- Sahihü'l-Buharî, Sahih-ü Müslim, Sahih-ü İbn Hibban, el-Ehadisü'l-Muhtare adlı eserlerde geçen rivayetler hakkında nasıl düşündüğünü anlayamıyorum. Buralarda geçen rivayetler de mülhitlerin ve Rafızîlerin uydurmalarından mıdır?

 

Sözü fazla uzatmadan son bir örnek vererek konuyu bitirmek istiyorum. Allame Albanî'nin Sahih-ü Sünen-i İbn Mace adlı eserden aldığı rivayeti aktarıyorum. Rivayet Aişe'dendir. O, şöyle demektedir: Recm ve büyüklerin on defa süt emzirmesi (ve bunun sütkardeşliği oluşturacağı) hususundaki ayetler benim yatağımın altında bulunan bir sayfa üzerinde yazılı idi. Peygamber vefat edince onun vefatıyla meşgul olduk da keçi gelip onları yedi.[xxiv]

 

Keçi bu sayfayı yedi de elimde ispata yetecek hiçbir delilim kalmadı, denilmek isteniyor. Sanki bu ayeti Ümmü'l-Müminin Aişe'den başka hiçbir kimse dinlememiş.

 

Müsned-ü Ebu Yala el-Mavsıli'de de bu şekilde geçmektedir. “Keçi girdi ve yedi”[xxv]

 

Bu rivayetleri ikinci halife, Aişe, Übeyy İbn Ka'b gibi şahıslar rivayet etmektedir. Öyleyse bunlar elimizde bulunan bu Kur'an'ın muharref olduğuna mı inanmaktadırlar? Eğer sizler Kur'an'ın tahrif edildiğine inanan kimselerin kâfir olduğuna inanıyorsanız, bu durumda ilk önce kimi tekfir etmelisiniz?

 

- Bunu zikreden kimseleri tekfir etmelisiniz.

 

- Bundan dolayı azizlerim iki cümleyle söyleyeyim. Bu kapıyı geliniz kapatalım. Allah'a yemin olsun ki bunun kimseye yararı olmadığı gibi aksine zararı da vardır. Çünkü Şiiler bunu işittiklerinde “Kime güveneceğiz?”, derler. Bizim kitaplarımızı çıkartıyoruz, (Kur'an'da) “Tahrif var”, diyor; sizin kaynaklarınızı çıkartıyoruz “Tahrif var”, diyor. Eğer Kur'an tahrif edilmişse geriye ne kalıyor?

 

İslam düşmanları misyonerlik kanallarıyla şöyle diyorlar: Sizler Tevrat ve İncil'in muharref olduğunu söylüyorsunuz. İyi güzel de sizin kaynaklarınız da Kur'an'ın muharref ve nakıs olduğunu söylüyor. Öyleyse sizinle aynı noktada buluşuyoruz. Tevrat ve İncil tahrif edildiği gibi sizin Kur'an'ınız da tahrif edilmiştir.

 

Azizlerim, geliniz bu kapıyı kapatalım da İslam düşmanları bundan istifade etmesinler. Bundan dolayıdır ki Allame Muhammed Gazzalî şöyle diyor: Sonuçlarını düşünmeksizin töhmetleri sıralayan bazı kimseler kuşkusuz beni çok üzüyor. Onlar berikilere ve diğerlerine tahrifi nispet ettikleri zaman İslam'a ve ümmetine çok kötülük yapıyorlar.[xxvi] Çünkü en önemli bağ itibardan düşmüş oluyor.

 

Sözlerime kulak veren bütün dostlara nasihat ediyorum. Kur'an'ın ve İslam'ın kutsiyetini korumalarını istiyorum. “Kur'an tahrif edilmiştir” kapısını açmamalarını istirham ediyorum. Bu kapıyı bütünüyle kapatacağım. Kur'an tahrif edilmemiştir. Emin olunuz ki Müslümanların büyük âlimleri Kur'an'ın muharref olmadığını söylemektedirler. Şia-i İmamiyyenin büyük âlimleri “Kur'an muharref değildir” demektedirler. Her iki gruptan da aykırı birkaç ses dışında kimse bunu dile getirmemiştir.

 

- Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizlere de teşekkürlerimizi arz ediyoruz değerli izleyicilerimiz. Es-selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu.   

 

 



[i] İmam Muhammed İbn İdris e-Şafiî, el-Ümm, c. 9, s. 189, hadis no: 4144.

[ii] İmam Muhammed el-Ğazzalî,  Difaün ani'l-Akideti ve'ş-Şeriati Zıddü Metaini'l-Müsteşrikin, s. 220.

[iii] Şeyh Muhammed İbn Hasan el-Hürr el-Amuli, Tafsil-ü Vesaili'ş-Şia ila Tahsili Mesaili'ş-Şeriat, c. 27, s.111,  Kitabü'l-Kaza, Kadı'nın sıfatları babları, 9. Bab, Hadis No: 33347, tahkik Müessesetü Ali'l-Beyt (a.s.) li-İhyai't-Türas.

[iv] Age, c. 27, s. 110, hadis no: 33344.

[v] Age, agy, hadis no: 33345.

[vi] Age, s. 119, hadis no: 33368.

[vii] Rahmetullah İbn Halilürrahman el-Hindî, İzharü'l-Hak, c. 2, s.113, Darü'l-Ciyl.

[viii] Age, s.114.

[ix] Şeyh Allame Rahmetullah el-Usmanî el-Hindî, (h. 1308) İzharü'l-Hak, c.1, s. 82-3, tahkik ve talik Dr. Muhammed Ahmed Muhammed Abdülkadir Melkavî, İdaretü'l-Buhusi'l-İlmiyye ve'l-İfta ve'd-Davet ve'l-İrşad, Riyad.

[x] Age, agy.

[xi] Age, agy.

[xii] Age, s. 69.

[xiii] Age, c.2, s.113, Darü'l-Ciyl basımı, Beyrut.

[xiv] Yazar Allame el-Fazıl eş-Şeyh Rahmetullah İbn Halilürrahman el-Hindî, İzharü'l-Hakk, c.2, s. 89, en-Naşir Mektebetü's-Sikafeti'd-Diniyye, Meydanü'l-Atebe, Kahire.

[xv] Age, agy.

[xvi] Rahhmetullah el-Hindî, İzharü'l-Hak, c. 3, s. 928, Tahkik Doktor Milkavî, İşraf er-Riasetü'l-Amme li İdareti'l-Buhusi'l-İlmiyye, Riyad.

[xvii] Sahihü'l-Buharî, c. 5, s. 24, Tahkik Allame Şuayb el-Arnavut, Kitabü'l-Hududi, evli kadının zinadan hamile kaldığında recm edilmesi babı, hadis no: 6830.

[xviii] Sahih-ü Müslim, c. 2, s. 606, hadis no: 1452, Babü't-Tahrimi bi hamsi radaatin.

[xix] Sahih-ü İbn Hibban, c. 10, s. 273, tahkik Allame Şuayb el-Arnavut, hadis no: 4428.

[xx] Age, agy.

[xxi] Age, c. 3, s. 370, Hadis No:1164.

[xxii] Age, agy.

[xxiii] Ebu Abdullah Muhammed İbn Ahmed İbn Ebubekir el-Kurtubi, el-Cami li Ahkami'l-Kur'an ve'l-Mübiyn li ma Tadammanehu mine's-Sünneti ve Ayi'l-Kur'an, c. 17, s. 83-4, Tahkik Doktor Abdullah İbn Abdülmuhsin et-Türki.

[xxiv] Sahih-ü Sünen-i İbn Mace, c. 2, s. 118, tahkik Muhammed Nasırüddin Albanî. 

[xxv] Müsned-ü Ebi Ya'la el-Mavsılî, c. 8, tahkik Hüseyn Selim Esed.

[xxvi] Ed-Difa, s. 209.

 

 

 

 

Çev: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net