Petrol ablukası bitti, “Kartel” doğuya bakıyor

Petrol ablukası bitti, “Kartel” doğuya bakıyor
Fiyat düşürmenin amacı, Rusya, Venezuela, İran, Ekvador ve Bolivya’yı bu iş alanının dışında bırakmaktı. Bu ülkelerin sosyal harcamaları ve devlet sektörleri, petrol gelirine bağlıdır. Eğer bu merkezi planlamalı, devlet merkezli ekonomiler nakit paraya aç hale getirilebilirse, rejim değişikliğinin temeli kurulabilirdi. Ancak bu olmadı.

 

 

Caleb Maupin

 

 

 

New Eastern Outlook

 

 

 

Petrol fiyatları yeniden yükseliyor. 2014'te başlayan düşük petrol fiyatı dönemi bitti. Bu ani yükseliş, tıpkı ani düşüşü gibi, tesadüfi değil. Yeni durumun süregiden uluslararası gerilim bakımından belirleyici içerimleri var.

 

 

Petrol fiyatlarını kim belirliyor?

 

Ocak 2008'te Donald Trump, MSNBC'den Jim Cramer'a bir röportaj vermişti. O dönemde petrol fiyatları, varil başına 90-100 dolar arası değişiyordu. 8 yıl sonra Başkan olacak olan adam, bunun sebebini şöyle anlatıyordu: “Yasadışı tekel, petrol fiyatlarını arttırıyor. Tekel tam olarak bu, topyekün yasadışı tekel. Eğer iş çevreleri OPEC'i kursaydı, herkes hapse atılırdı… Bu bir rezalet… İndiriyorlar, yükseltiyorlar. Petrol yüz dolara yaklaşacak ve bu ülkede kimse çıkıp ‘şu lanet olası petrol fiyatını indirin' demiyor. Ve onlar bunu yapabilir!”

 

Donald Trump, birkaç temel oyuncunun istediğini yapıp fiyatları belirleyebildiği uluslararası petrol piyasalarının gerçekliğini tanımlıyordu. British Petroleum, Chevron, Royal Dutch Shell, ve Exxon-Mobil, petrol alanındaki başlıca güçlü oyunculardır. OPEC üyesi devletlerin çoğu, özellikle de kökleri Sykes-Picot anlaşmasında bulunabilecek olan Arap monarşileri (Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, vs.), yalnızca onların tâbileri işlevi görür.

 

Bu “kartel” boşlukta faaliyet yürütmez ve çoğu zaman ABD hükümetiyle işbirliği yapar. Trump da o röportajın devamında “Eski günlerde, insanlarımız, başkanlarımız çağrı yapardı. Biz artık çağrı yapmıyoruz… Ve eğer gerektiği gibi konuşulsa, bu fiyatlar inanamayacağınız şekilde düşer. Kimse ses çıkarmıyor!” diyordu. Nitekim, ABD dış politikasının arkasındaki başlıca düşünce kuruluşu olan Dış İlişkiler Konseyi, temel olarak Exxon-Mobil, Ford Vakfı ve  Rockefeller ailesiyle bağlantılı öteki tröstler tarafından finanse edilmektedir. Petrol ve bankacılık eitlerinin etkisi, ABD'deki bütün bir siyasi yapı üzerinde görülebilir; büyük petrol tekellerinin parmak izleri de Amerikan politikasının her yerinde görülebilir.

 

 

“Kartel” kendi hükümdarlığını dayatıyor

 

Petrol fiyatlarındaki çarpıcı değişimler, büyük ölçüde, petrol tekelleri ve çeşitli rakipler arasındaki bir mücadele olarak yorumlanabilir. Geride bıraktığımız yıllarda, Trump'ın “kartel” diye adlandırdığı şeye dahil olmuş büyük petrol firmaları, iki büyük rekabet kaynağıyla karşı karşıya kaldı:

 

1. Wall Street petrol tekeline meydan okuyan ilk rakipler grubu, kendi petrol kaynaklarının kontrolünü eline almış olan bağımsız, sosyalist ya da ulusalcı devletlerden oluşuyor. 1979 devriminden bu yana İran İslam Cumhuriyeti de dışarıya petrol ihraç ediyor ve ekonomisini Wall Street'in nüfuz alanının dışında geliştiriyor. En büyük bağımsız petrol ihracatçısı devlet, Putin'in ülkede 1990'larda yaşanan felaketleri onarmak için petrol ve doğalgaz üzerindeki kamu kontrolünü kullandığı Rusya Federasyonu. Venezuela, Bolivya ve Ekvador dahil, Marksistlerin yönetimindeki Latin Amerika ülkelerinin oluşturduğu Bolivarcı blok da, petrol ihraç eden ve “kartel”le rekabet eden bağımsız rakipler işlevi görüyor.

 

2. Dört büyük petrol devinin karşı karşıya kaldığı ikinci büyük rekabet kaynağı, “çatlak oluşturanlar”, yani şist çıkarma teknolojisinin gelişmesi sayesinde serpilip gelişmiş olan küçük, bağımsız petrol çıkarıcılar oldu. Başlangıçta çeşitli bağımsız zenginlerin yaptığı, şist kayasından çıkarılan petrolün bolluğu nedeniyle ABD şimdi “enerjide bağımsız” ve 1975 tarihli petrol ihracı yasağı, kongre tarafından kaldırıldı.

 

“Kartel”, 2014 yılından başlayarak fiyatları kasten düşürdü. Bu, hem bir askeri kuşatma, hem de klasik bir Wal-Mart modeliydi. Bu şekilde fiyatların mümkün olduğunca düşürülmesi ve rekabetin alt edilmesi umuluyordu. Bu, ülke içinde bağımsız petrol çıkarıcıların sektörden çıkmaya zorlanması, dünya çapında ise bağımsız petrol üreticisi devletlerin zayıflatılması ve devrilmesi anlamına geliyordu.

 

Fiyat düşüşü, büyük petrolün favori iş ortağı olarak tanımlanabilecek olan Suudi Arabistan aracılığıyla gerçekleştirildi. Ülkenin otoriter Vehhabi hanedanı önce İngiliz bankerler tarafından desteklenmiş, ardından da İkinci Dünya Savaşı esnasında Amerika Birleşik Devletleri'yle anlaşmaya varmıştı.

 

Son fiyat düşüşü, Suudilerin piyasaları Washington'un faydasına olacak şekilde manipüle etmesinin ilk örneği değil. Eski ABD Başkanı Ronald Reagan'ın oğlu Michael Reagan'a göre, aynı şey 1980'lerde de yapılmıştı: Reagan, “Petrol satışı Kremlin'in refah kaynağı olduğu için babam, Suudilerin piyasayı ucuz petrolle doldurmasını sağlamıştı” diyordu.

 

 

“Çatlak oluşturan kovboyların” ve ulusalcı devletlerin ezilmesi

 

Aubrey McClendon öldüğü zaman pek çok kişiye, Antik Roma'daki Mark Antony gibi o da, kendisini yenilgiye uğratan insanların merhametini aramak yerine kendi kılıcıyla can vermiş gibi görünmüştü. Düşük petrol fiyatları, iş başarısızlıkları ve yaklaşan bir mahkeme arasında bu üst düzey “çatlak oluşturan kovboy”, bir araba kazasında ölmüştü. Her ne kadar resmi olarak ölümünün kaza olduğuna hükmedilse de, Oklahoma Polis Departmanı kazayı tanımlarken “dümdüz duvara doğru sürmüş” diye tanımlıyordu. McClendon bir önceki gün, doğalgaz ve petrol kuyusu alımında yasadışı işlemler yapmakla itham edilmişti.

 

McClendon'un ölümü epey dramatikti, ancak o, fiyat düşüşü esnasında iflas eden çok sayıda merkez petrol zengininden yalnızca biriydi. Wall Street Journal onları “Şist Devrimcileri” diye tanımlamış olabilir, ancak Victor Hugo'nun Sefiller romanında barikatlara tırmanlanlar gibi, piyasa statükosuna karşı savaşan bu cesur isyancılar ezildiler. Williston, Kuzey Dakota gibi ABD çapındaki gelişen petrol ve doğalfaz kolonileri, hayalet kasabalara döndü.

 

Yeni girişimciler tugayı, resmin dışında. Çatlak oluşturan ülkeler petrol çıkarmaya devam ediyor, ancak şimdi BP, Exxon-Mobil, Shell ve Chevron, ciddi rakipler olmaksızın, ipleri elinde tutuyor.  

 

ABD sınırlarının ötesinde ise, farklı bir hikaye var. Fiyat düşürmenin (kuşatmanın) amacı, Rusya, Venezuela, İran, Ekvador ve Bolivya'yı bu iş alanının dışında bırakmaktı. Bu ülkelerin sosyal harcamaları ve devlet sektörleri, petrol gelirine bağlıdır. Eğer bu merkezi planlamalı, devlet merkezli ekonomiler nakit paraya aç hale getirilebilirse, rejim değişikliğinin temeli kurulabilirdi. Ancak bu olmadı.

 

Düşük petrol fiyatları, küresel sahnede Wall Street için yalnızca bir somut siyasi zaferle sonuçlandı: Brezilya'da Dilma Rousseff'in devrilmesi. Her ne kadar Venezuela bir iç krizle karşı karşıya kaldıysa da, Birleşik Sosyalist Parti ve devlet mülkiyetindeki petrol aygıtı sağlam halde. Nükleer anlaşması, İran İslam Cumhuriyeti'ni gerçekten zayıflatmadı. Foreign Affairs'e göre Putin Rusya'da, fiyatların düşüşünden önce olduğundan daha popüler.

 

Suriye'de beş yıldır devam eden kanlı iç savaş, İran'ı Akdeniz'e bağlayacak bir boru hattının inşasını geçici olarak durdururken, yüz binlerce insanın ölümüne, milyonlarcasının da yerinden olmasına yol açtı.

 

Ortadoğu'daki çeşitli petrol otokrasileri, Suriye Arap Cumhuriyeti'ni devirme umuduyla, silahlara ve yabancı savaşçılara milyarlarca dolar akıttı. Ancak Baas Arap Sosyalist Partisi'nin lideri Beşar Esad'ın “gitmesi gerektiğini” söyleyen sonu gelmez koroya rağmen pek çok ses şimdi, onun devrilmeyeceğini kabul ediyor.

 

 

Çin: Bağımsız ülkeler için bir cankurtaran halatı

 

Düşük petrol fiyatı döneminde Bolivarcılar neden çökmedi? Neden Rusya çok daha büyük bir iç krizle karşı karşıya kalmadı? Neden İran ekonomisi çöküntü yaşamadı? Burada anahtar bir faktör, hedef alınan ülkelerden petrol satın almaya ve onlara kredi vermeye devam eden Çin'dir.

 

ABD, Hugo Chavez'in yükselişinin ardından yaptırımlarla Venezuela'ya barikat örmeye çalışırken, Çin Bolivarcı ülkelerden petrol satın alma yoluna gitti. Çin'in Latin Amerika'yla olan ve temel olarak doğal kaynak satın alma biçiminde gerçekleşen ticareti, 2000-2014 arasında 22 kat arttı. Çin aynı zamanda İran'ın petrol ihracatının başlıca alıcısıdır. Rus petrolünün Çin anakarasına ithali geçtiğimiz yıl çarpıcı oranda arttı ve Çin'i Rusya'ya bağlayan yeni boru hatları kuruluyor.

 

Obama yönetimindeki yıllarda kuşkusuz Çin'le gerilim olsa da, ABD dış politikasının ana hedefi Rusya oldu. Başkan Obama ve Demokratik Parti Rusya'ya karşı sesini yükseltirken, Pentagon Pasifik'teki kuvvetlerini takviye ediyordu. Meşhur Avusturalyalı film yapımcısı John Pilger, “Çin'le yaklaşan savaş” hakkında alarm veriyor. Pilger, ABD'nin yakında Çin'in petrol arzını kesmeye yöneleceğini öngörüyor. (ABD'nin yardımıyla, Kore yarımadasında Rusya ve Çin'i tehdit eden bir füze sistemi kuruluyor. Aleyhindeki kitle protestolarına rağmen, kötü şöhretli askeri diktatörün kızı Başkan Park Guen-Hye, THAAD sistemini kurma niyetinde.)

 

Clinton'un Rusfobisinin karşısında yer alan Trump'ın kampanyasında Moskova'yla ilişkilerin restore edilmesinden bahsedilirken, tarifeler ve daha agresif bir dış politikayla Çin'e karşı “ayağa kalkmaktan” söz ediliyordu. Trump seçilmesinden bu yana, göreve dahi başlamadan, Henry Kissinger'ın Tayvan'la ilgili anlaşmasını yenilemiş gibi görünüyor. Nitekim bu doğrultuda, Çin Komünist Partisi'nin fanatik bir düşmanı olan Tsai Ing-Wen'le bir telefon görüşmesi yaptı.  

 

Petrol fiyatları düşüşü boyunca Halk Cumhuriyeti, “kartelin” uluslararası rakiplerini etkin bir şekilde canlı tuttu. Xi Jinping'in “Tek Kemer, Tek Yol” politikaları, çok sayıda ülkeyi Çin'in kampına getirdi. Çin yakın zamanda, BM Güvenlik Konseyi'nde Halep'le ilgili bir karar tasarısının veto edilmesinde Rusya'ya eşlik etti.

 

Filipinler'in yeni devlet başkanı, Güney Çin Denizi'ndeki ihtilafı çözümledi ve iki ülkeyi birbirine çok daha fazla yakınlaştırdı. İhtilaflı küçük adalar ve onları çevreleyen avlanma suları hakkındaki uzlaşı sayesinde Çin şimdi, anakaraya giden petrol tankerlerini korumada elini çok daha fazla güçlendirdi.

 

 

Batı kapitalizminin başarısızlığı

 

Afrika kıtasındaki başlıca petrol üreticisi ülke olan Nijerya, şimdi kıtlığın eşiğinde. Birleşmiş Milletler dünyayı, Boko Haram örgütüne karşı verilen mücadele içinde 2.1 milyon kişinin evsiz kaldığı yönünde ikaz ediyor. Nijerya'daki kötü beslenme ve evsizlik durumu uluslararası kuruluşlar tarafından, 4,5 milyon insanın gıda desteğine ihtiyaç duyması nedeniyle “Afrika'daki en büyük kriz” olarak tanımlanıyor. Dünya Gıda Programı'na göre Nijerya'daki çiftçiler savaş nedeniyle mahsullerini yetiştiremiyor ve bölgedeki 49 bin çocuk “birkaç ay içinde” ölebilir.  

 

Nijeryalılar açlıktan ölmenin eşiğine gelmişken, ülke halihazırda OPEC'le, 1 Ocak 2017 itibariyle petrol çıktısını arttırmak üzere müzakerelere girişti. Nasıl olur da bir ülke, her gün uluslararası piyasalara 2 milyon varilden fazla petrol ihraç ederken eş zamanlı olarak bir kötü beslenme kriziyle karşı karşıya kalır?

 

Bu sorunun yanıtı, zengin doğal kaynaklarına ve dev çıktıya rağmen ve Nijerya'da milyarlarca ve milyarlarca dolarlık servetin bulunmasına rağmen, bütün bunların gerçekte Nijeryalılara ait olmamasında yatıyor. Shell, ExxonMobil, British Petroleum ve Chevron, bu Afrika ülkesinin pazarının kontrol ediyor. Nijeryalılar Nijerya petrolünden kâr sağlamıyor,  Wall Street bankerleri ise sağlıyor.

 

Muhtemelen Afrika kıtasındaki mali değeri en yüksek yer olan petrol zengini Nijer Deltası bölgesi, bütün dünyadaki en yoksul insanlardan bazılarına evsahipliği yapıyor. Daimi yoksulluğa ve kirlenmeye yanıt olarak, yoksullaşmış bölgenin sakinleri, boru hatlarını ve öteki altyapı unsurlarını bombalamaya, Batılı tekelleri hedef almaya başladı.

 

Libya bir zamanlar Afrika'nın başlıca petrol üreticisi ve ihracatçısıydı. Muammer Kaddafi'nin İslami Sosyalist hükümeti, kıtadaki en yüksek ortalama yaşam beklentisini sunuyordu. Libya aynı zamanda çok yüksek bir okur-yazarlık oranına, bedava yüksek okul eğitimine, herkes için sağlık hizmetine ve çok düşük bir yoksulluk oranına sahipti. Bütün bunlar, 2011 yılında NATO, isyancılarla birlik olup hükümeti devirdiğinde ortadan kalktı. Bugün Libya IŞİD ve El Kaide teröristlerine evsahipliği yapıyor ve isyancı gruplar kontrol için birbiriyle savaşırken, binlerce mülteci ülkeden kaçarken hayatını kaybetti.

 

Görevi bırakmaya hazırlanan Başkan Barack Obama, Florida'daki son konuşmasında İkinci Dünya Savaşı esnasında Amerikalıların nasıl da “uluslararası bir düzen kurmak için kan ve can verdiğinden” ve nasıl da “kendi özgürlüğümüzü korumak için bu uluslararası düzene bağlı olduğumuzdan” bahsetti. Sözünü ettiği “uluslararası düzenin” temeli, Rockefeller, Carnegie, Rothschild ve Morgan gibi isimler taşıyan zenin aileler tarafından kontrol edilen belli başlı finans tekelleridir. Bu uluslararası düzen, süregiden bir küresel isyanın hedef tahtasındadır. İsyan, Batı kapitalizminin insanların yaşamını iyileştirme konusundaki gerçek başarısızlığına yanıt olarak gerçekleşiyor. ABD'nin Soğuk Savaş'taki zaferine rağmen, tekelciler arzuladıkları tek kutuplu dünyaya sahip değiller.

 

Petrol kuşatması, “çatlak yaratan kovboyları” alaşağı etmiş olabilir, ancak bağımsız petrol ihracatısı devletleri aç bırakmayı başaramadı. Şimdi, Pentagon amacını değiştiriyor olabilir gibi görünüyor. Yeni yönetimle birlikte hedef artık petrol üreten ve satan ülkeler değil, bunun yerine, onlardan petrol satın alan, komünistlerin yönettiği dev imalat merkezi olabilir: Çin Halk Cumhuriyeti.

 

 

Çev: Selim Sezer

 

www.medyasafak.net