Bahreyn’deki idamlar: Halkın ezilmesinde yeni bir safhanın başlangıcı

Bahreyn’deki idamlar: Halkın ezilmesinde yeni bir safhanın başlangıcı
İngiltere Başbakanı Theresa May’in birkaç hafta önce Bahreyn’de düzenlenen Körfez İşbirliği Konseyi zirvesinde verdiği mesajları görmezden gelmek kolay değildir. Onun Bahreyn ve diğer Körfez ülkelerinin yöneticilerine verdiği destek beyanı, özellikle de “Körfez’in güvenliği bizim güvenliğimizdir” demesi, halihazırda Bahreyn ve Suudi Arabistan yöneticilerinin zihinlerine yerleşmişti.

 

 

Cihad Haydar

 

 

 

Alahednews.com

 

 

 

Bahreyn diktatörü Hamad Bin İsa el-Halife'nin aldığı, üç Bahreyn vatandaşını idam etme kararı, Riyad ve Manama'daki kraliyet rejimlerinin Bahreyn'in barışçıl halkına karşı izlediği saldırgan yaklaşımın daha da genişletilmesinden ibarettir.

 


Ancak iç ve dış boyutları bulunan bu suçun zamanlaması, salt tesadüften ibaret değildir. Bu suçun tarzı ve zalimliği, haklarını talep etmede barıçıl bir yol arayışında olan halka baskı uygulama araçlarını daha da ilerletme yönünde, üzerine düşünülmüş bir kararın ifadesiydi.

 


Üç Bahreyn vatandaşının - Abbas el-Samea [27 yaşında], Sami Muşeyma [42 yaşında] ve Ali el-Singace [21 yaşında] – idam edilmesi, Bahreyn diktatörünün benimsediği bütün yaklaşımların başarısız olmasının ardından geldi. İnsanların yorgun veya çaresiz hale gelmesine oynamak, kazandırmadı. Liderlerini tutuklayıp hapse atmak, [Şii] dini pratikleri bile etkileyen baskıcı önlemlerin derecesini arttırmak ve üst düzey liderleri tutuklama kararı, onların cesaretini kırmadı. Aksine Bahreyn halkı direnç, barışçıllık ve taleplerine bağlılık sergiledi. İşte, Bahreyn diktatörünü ve onu destekleyen bölgesel devletleri, özellikle de Suudi Arabistan'ı, Bahreyn ve halkının geleceğiyle ilgili senaryolar hakkında kaygılandıran bu oldu.

 


İdamlar ve gerilimi tırmandıran adımlar, Bahreyn rejiminin ve bölgesel rejimlerin zamanı, halka fayda sağlayan bir baskı faktörü olarak gördüğüne işaret eder gibi görünüyor; özellikle de halkın veya [muhalefetteki] liderliğin taleplerinden geri adım atacağı yanılsaması parçalandıktan sonra. Bu, rejimin baskıcı yöntemlerindeki çeşitliliği ve gerginliği tırmandıran bir yol izlemesini izah ediyor. Eğer rejim son durumu devam ettirmenin kendi çıkarına olduğuna inansaydı, son baskı seviyesinden tatmin olurdu.

 


Bahreyn rejiminin insanları infaz yoluyla öldürme yöntemine doğru geçişi – ve bunun verdiği mesaj – bölgedeki gidişattan korktuğunu açığa çıkarıyor: bu gidişatta Arap kampı yeniliyor, bu ise [Manama'nın üzerindeki] Suudi örtüsünün zayıflamasına yol açıyor. Bu, Bahreyn diktatörünün, barışçıl gösterilerin devam etmesi halinde Bahreyn'e negatif etkilerinin olmasından korktuğu senaryodur. 

 


Bahreyn diktatörünün sahip olduğu Suudi desteği ne olursa olsun, ABD faktörü, her ikisine de destek ve güvenlik sağlayan uluslararası şemsiyenin belkemiği olmaya devam ediyor. Onların – özellikle de Suudi Arabistan'ın – bölge halklarına, özellikle Bahreyn ve Yemen halklarına ve bizzat Suudi halkına karşı saldırılar düzenleyebilmesine imkan veren şeydir.

 


İngiltere Başbakanı Theresa May'in birkaç hafta önce Bahreyn'de düzenlenen Körfez İşbirliği Konseyi zirvesinde verdiği mesajları görmezden gelmek kolay değildir. Onun Bahreyn ve diğer Körfez ülkelerinin yöneticilerine verdiği destek beyanı, özellikle de “Körfez'in güvenliği bizim güvenliğimizdir” demesi, halihazırda Bahreyn ve Suudi Arabistan yöneticilerinin zihinlerine yerleşmişti ve onları Bahreyn halkına yönelik önlemleri tırmandırmaya teşvik etti. Buna, Trump yönetiminin Washington'da liderlik iddiasında bulunmak için İran'a karşı yönelttiği ve İran'a meydan okuma yönündeki daha önceden zayıflamış umutları yeniden yeşerten, Arap monarşilerine de onları ülke içinde daha fazla baskı ve saldırganlığa itebilecek şekilde daha fazla güven ve kibir duygusu sunan saldırgan tutumunu da eklemek gerekir.

 


Teorik olarak, Bahreyn'deki krize son verebilecek ve bir yandan monarşiyi korurken diğer yandan Bahreyn halkının taleplerini karşılayabilecek seçeneklerin varlığından söz edebiliriz. Ancak Bahreyn ve Suudi rejimleri, bu türden bir seçenek istemiyor.

 


Diğer yandan çeşitli nedenlerden ötürü Bahreyn rejimi, Bahreyn halkının karşısına daha dramatik seçeneklerle çıkmaktan çekiniyordu. Bunun nedenlerinden biri, hareketin barışçıl tabiatıydı. Bir diğer sebebi ise yine bölgesel gerçeklik nedeniyle korkulan senaryolara doğru gitme riskiydi. 

 


Bu iki uç arasında Bahreyn rejimi, halkı baskı altına alma bakımından umduklarına erişmek için kendisini mecbur gördüğü önlemleri hayata geçirdi.

 

 
Fakat üç yurttaşın idam edilmesi, bir süredir tasarlanan bir tırmanışla sonuçladı. İdamlar, Bahreyn-Suudi rejimlerinin Bahreyn halkını bugüne kadar başarılı bir şekilde uzak durdukları seçeneklere zorlamayı amaçlayan, tehlikeli bir kararın ifadesiydi.

 


İdamlar, Bahreyn rejiminin vermek istediği bir dizi mesaj içeriyor. Bunların en başında da, Bahreyn halkının asgari taleplerini karşılayacak bir diyalog yönündeki her türlü girişimin toprağa gömülmesi, mevcut statükonun devam etmesi dışında hiçbir siyasi çözümün olmayacağının ilan edilmesi, rejimin çatışmada kırmızı çizgileri aşma isteğini ifade etmesi, gerginliğin tırmandığı bir bağlamda yeni bir safhanın başlangıcının duyurulması ve daha saldırgan bir sahnenin kurulmasıdır.

 


Her durumda, Suudi rejiminin dayanak noktasını da oluşturan dış bağlamlar haricinde, Bahreyn rejiminin – bunun içerimlerini ve sonuçlarını peşinen bilmesine rağmen atttığı – gerilimi arttıran adımlarını anlamak zordur. Basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, Bahreyn diktatörü, iç faktörleri dikkate almaksızın, iktidarda kalışını bölgesel ve uluslararası desteğe dayandırıyor. Bu yüzden, suçun kararlaştırılmasını ve uygulanmasını tam olarak anlamak için, bunun Suudi rejiminin politikalarının, hırslarının ve yukarıda sözü edilen her şeyin Bahreyn düzeyinde ve bölgesel düzeyde yaklaşan aşamayla ilişkisinin parçası olarak görülmesi gerekir.

 

 

 

www.medyasafak.net