Donald Trump ve İran Direniş Bloğu

Donald Trump ve İran Direniş Bloğu
Meşhur Direniş Ekseni’ni daha iyi anlamak için, İran’ın devrimci hareketinin ve yönetim sisteminin köşe taşları işlevini görmüş olan prensipleri anlamak gerekir: bu, merhum Ayetullah Ruhullah Humeyni’nin ifade ettiği haliyle Velayet-i Fakih’tir.

 

 

 

Catherine Shakdam

 

 

New Eastern Outlook

 

 

İslam Devrimi'nin üzerinden geçen yaklaşık kırk yılın ardından İran ve onun başlıca siyasi düşmanı olan Amerika Birleşik Devletleri, hiçbir bakımdan bir yumuşamanın yakınında değil gibi görünüyor. Özelikle de, fırtınalar yaratan Başkan Donald Trump Oval Ofis'e oturmuşken ve arkasından bir Twitter fırtınasıyla Tahran “dikkatle izleniyor” hale gelirken.

 

Meselenin kalbinde, İran'ın parçası olduğu Direniş Ekseni yatıyor. Bu hareket, geniş anlamıyla Ortadoğu çapında daha fazla başkenti kendi davasına çağırdı ve bu, emperyalizmin ve Amerika'nın istisnailik etiketinin öldürücü vebasına karşı büyük bir çığlık oldu.

 

Bölgede demokratik tutkular tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşmışken, uzmanlar siyasi gelişmelere epey huzursuzlukla baktı; belki de ilk defa Ortadoğu'nun, sınırları imal edildiğinden beri epey büyüdüğünü anladılar. Bölünmüş halde kalması gereken şey, tereddüt içinde birleşiyor… hangi amaç için olacağı ise henüz belli olmuş değil.

 

Odadaki fil, yani Batı başkentlerinin hiçbir zaman kendi iradelerine boyun eğdiremedikleri yegâne negatif yüklü siyasi elektron olan İran şimdi, Güneş'in sistemimizin üzerinde yükseldiği gibi Büyük Ortadoğu'nun üzerinde yükseliyor – yerinden oynatılamaz ve oldukça çekici bir şekilde. İran'ın ağırbaşlılığı, kötülüğün eşiti değildir.

 

İran'ın çekiciliği ve kendisi için ortaya koyduğu yönetim modeli emperyalizmde mevcut değildir – meşruiyetini ortaya koyması için ihraç edilmesi veya kopyalanması gerekmez. İran Devrimi hiçbir zaman bir haçlı seferi anlamını taşımadı, bunun yerine, bir halkın anayasal kendi kaderini tayin hakkının ifadesi anlamını taşıdı.

 

Batı İran'ın devrimci hareketini kendi otoritesine ve kendi yönetim tarzına karşı bir meydan okuma olarak algıladığı için, bugüne kadar siyasi söylemlere yanlılık ve önyargılar bulaştı ve bu durum, aklın, siyasi pragmatizmin ve diplomasinin yön göstermesini engelledi.

 

Nereden bakılırsa bakılsın İran ve Amerika'nın söylemi gurur ve önyargıya boğulmuştur… ve bu tür dinamikler bir Jane Austen romanında güzel durabilse de, siyaset dünyasında bunlara yer yoktur.

 

ABD Başkanı Trump'ın kullandığı bazı ağır ifadelerin ardından 30 Ocak tarihinde İran'ın resmi haber ajansı olan Fars Haber Ajansı, Trump yönetiminin “İran'ın Direniş Ekseni”nin yıkılmasının imkânsız olduğunu bilmesi gerektiği ikazında bulunan bir açıklama yayınladı. Ajans aynı zamanda “Ortadoğu'nun gerçeklerini anlamadan İran'a baskı yapmak herhangi bir başarı elde edilmesi sonucunu getirmeyecektir” ifadelerine yer verdi.

 

Meşhur Direniş Ekseni'ni daha iyi anlamak için, İran'ın devrimci hareketinin ve yönetim sisteminin köşe taşları işlevini görmüş olan prensipleri anlamak gerekir: bu, merhum Ayetullah Ruhullah Humeyni'nin ifade ettiği haliyle Velayet-i Fakih'tir.

 

Velayet-i Fakih, Şii geleneklerinde ifade edilen haliyle İslam'ın, İslam içtihadına sıkı sıkıya bağlı olduğu için herhangi bir tartışma konusu olmayacak olan ilahi bir yönetim modeli sunduğunu ileri sürer. Eksiksiz bir din olarak İslam, dini ve sivil arasına gerçek bir sınır çizgisi çizmeksizin, hayatın bütün alanlarını kucaklar ve tüm bu alanlar hakkında hükümler verir.  

 

Pek çok kişi, bize demokrasinin tek ifadesinin açık bir kuvvetler ayrımı olabileceğinin anlatılması nedeniyle bu fikirden irkilebilse de, İran'ın seçimini reddetmek, bir halkın siyasi olarak kendi kaderini tayin etme hakkını inkâr etmek olacaktır. Her türlü gerçek tartışma veya diyalog, öncelikle bütün ülkelerin içkin siyasi haklarını tanımayı gerektirir.

 

Bugün İran'ın Büyük Ortadoğu'daki artan çekiciliği, Batı başkentlerinde kendi çekiciliklerinin reddedilmesi olarak görülüyor. Washington için böyle bir huzursuzluk, derinlere yerleşmiş bir hak sahipliği hissiyle güçlendiriliyor – Amerika'nın mali ve askeri çıkarları bu bölgede bu denli yerleşiklik kazandığı için bunun bölgenin kaderine sahip olma hissi olduğunu söyleyecek kadar ileri gidebiliriz.

 

İran'ın ABD'ye karşı pişmanlık duymayan başkaldırısı, yeni yönetimi, kendisini Tahran'a karşı bir retorik savaşı sataşmasına gitmek zorunda hissedecek kadar ürküttü.

 

Direniş'e ve özgürlük için mücadele eden halkları destekleme hakkına sahip çıkmaya kararlı olan İran uzun zamandır, yeni-sömürgeciliği ve dış müdahaleciliği yenilgiye uğratma kararlılığının altını çizdi. Çatışmaların ve çokça sosyo-politik belirsizliğin enkaza çevirdiği bir bölgede kuvvetli bir güç olan Tahran hiç kuşkusuz, direniş hareketlerine yalnızca ayağa kalkmaları için değil, aynı zamanda kendilerini halk meşruiyetinin temsilcileri olarak ortaya koymaları için ilham verdi. Bu, Tahran'ın siyasi muhalefet tasarladığı anlamına gelmez; daha ziyade, tiranlığa karşı muhalefet formüle etmek isteyenler için bir katalizör olmuştur.

 

Foreign Affairs dergisinde yayınlanan bir makalede Payam Mohseni ve Hussein Kalout, İran'ın yeni vakarının ve bölge içindeki büyüyen rolünün izlerini Hizbullah'ın 2006 yılına İsrail'e karşı elde ettiği zafere götürdü ve Washington'un bu yeni gerçekliği kabullenmesi gerektiğini altını çizdi.

 

Yazarlar, “2006 yılında, İsrail ile Lübnanlı militan grup Hizbullah arasındaki çetin bir savaşın orta yerinde, eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, dünyanın ‘yeni bir Ortadoğu'nun doğum sancılarına' tanık olduğu şeklindeki meşhur sözlerini sarf etti” diye yazdı. Rica haklıydı, ancak umduğu anlamda değil. Savaş, Hizbullah'ı ve onun destekçisi İran'ı zayıflatmak yerine yalnızca, “direniş ekseni” olarak bilinen, İran, Irak, Suriye, Hizbullah ve Filistin'deki Hamas hareketinden oluşan bloğun güç ve prestijini arttırdı.

 

İran'ın Ortadoğu'daki rolü

 

İran yaygın bir şekilde, Suriye, Irak, Bahreyn ve Yemen'le bağlantısı nedeniyle siyasi ve askerileşmiş bir “ajan provokatör” olarak karakterize edilse de, Tahran'ın rolü ve hatta etkisi büyük ölçüde abartılmış ve hemen hemen her zaman bağlamından koparılmıştır.  

 

Suriye geçici hükümetinin önceki Kültür ve Aile Bakanı Dr. Taghrid Elhacali gibiler İran'ın Suriye'deki rolünü kınayıp Suriye'deki yıkımın çoğunun Tahran'ın Başkan Beşar Esad'a verdiği askeri destekten kaynaklı olduğunu iddia etse de, bir kişinin düşünsel itibarını kaybetmeden bu tür genellemeler yapması mümkün değildir.  

 

“Ana akım” medya bunu kabul etse de etmese de Başkan Esad, Suriye anayasası doğrultusunda Suriye'de yegâne meşruiyete sahiptir ve geri kalan her şey Suriye'nin ulusal egemenliğine saldırıdır.

 

Ağır bir yanlış anlamayla İran'a fırça atmak yerine, bir bölgesel güç olarak İran'ın, özellikle uluslararası hukukla uyum içinde yapılacağı zaman, yeni Büyük Ortadoğu Bloğu'nun formüle edilmesinde oynayacak bir rolünün olduğunu kabul etmek çok daha verimli olacaktır.

 

İran'ın Ortadoğu'daki rolü ve Tahran'ın Direniş'in formüle edilmesinde nasıl araçsallaştığı söz konusu olduğunda kesinlikle siyasi taraflılığın üstesinden gelmemiz ve İslam Cumhuriyeti'nin terörizmin karşısında, ulusal egemenlik ve kendi kaderini tayin gibi ilkelerin yanında konumlandığını anlamamız gerekir.

 

Ülkelerin hem İran'a hem de Direniş Ekseni'ne olan itirazları, uluslararası hukuktan değil, İran'ın yönetim sisteminden hoşlanmamalarından ileri geliyor ve bu, kendi başına, tehlikeli bir bağnazlık biçimidir. Eğer Ortadoğu'yu ve içinde mayalanan çok sayıdaki çatışmayı çözmek istiyorsak, daha objektif ve hukuken pragmatik olmamız gerekir.

 

ABD Başkanı Donald Trump'ın gidişatından görüldüğü kadarıyla, dış politikadan ve Ortadoğu sahnesinden bir uzaklaşma görmemiz muhtemel – bu, basit bir şekilde, bunun çok da fazla ekonomik anlamının olmamasından ve Trump'ın ana anlatısının ekonomiye odaklanmasından kaynaklı. Daha önemlisi ABD, bölgede hem İran hem de Rusya'yla olan alakasını kaybetti.

 

İran'ın imzaladığı nükleer anlaşma ve Trump'ın bu anlaşmanın formülasyonuna olan itirazları yalnızca yeni bir jeopolitik korumacılık biçiminin ifadesi; Batılı güçler ve onların yandaşları ise, kendilerini siyasal feodalizmden çıkarma tutkusu içindeki bu hareketlere karşı kontrol iddiasında bulunuyor.

 

Son kertede, Büyük Ortadoğu'nun geleceğini belirleyecek olan şey, bu iki gücün birbiriyle nasıl etkileşim kuracağı olacaktır. Yetkililerin, barışa yalnızca bir şeyleri ispatlamak için sözde bağlılık göstermemesi umulmalıdır. Daha bu Ocak ayında Digital Journal, ABD Kongresi'nin Başkan Trump'ın “İran'a karşı askeri güç kullanmasına” izin verme arayışında olduğunu açıklayan bir haber yayınladı.

 

İran'a Karşı Güç Kullanımına İzin Verilmesi” tasarısı Cumhuriyetçi Alcee Hastings (D-FL) tarafından destekleniyor ve İran'ın varsayılan nükleer hırslarını engellemek amacıyla, başkana onun uygun gördüğü haliyle savaş yürütme izni veriyor.

 

Washington'un iktidar koridorlarında savaş, epey yüksek sesle fısıldanıyorsa da, başka sesler de ileri çıkarak aklıselim önerdi.

 

Hartford İlahiyat Fakültesi İmam Ali Kürsüsü'nden Dr. Ammar Nakhjavani şu özel yorumlarda bulundu: “Bu aşamada ABD Başkanı Donald Trump'ın İran konusunda hangi politikaları öne çıkaracağını öngörmek çok zor ve bana göre politika tiyatrolarını devlet politikalarından titizlikle ayırmamız gerekiyor. Bütün taraflar epey tutum ortaya koydu ve bu bekleniyordu. Ancak Washington ve Tahran arasında barışçıl işbirliği için gerçek bir fırsat var ve yeni ittifaklar kurmak yalnızca pragmatik olacaktır – hiç değilse ortak ekonomik çıkarların ve teröre mücadelenin geliştirilmesi için.”

 

Gerçekten de, hep dedikleri gibi: yalnızca ahmaklar acele eder!

 

 

www.medyasafak.net