Pepe Escobar: İran gelişerek bir bilgelik evine dönüştü, Vehhabi Suudi rejimi ise cahiliyede

Pepe Escobar: İran gelişerek bir bilgelik evine dönüştü, Vehhabi Suudi rejimi ise cahiliyede
Yeniden Tahran’a gitmek her zaman – ciddi entelektüel tartışma açısından – aşırı derecede cazip. Nitekim Tahran’ın, biz Batı Aydınlanması’nın krizinden kaçmanın yollarını ararken nereye gideceğimiz veya ne tür modellerin var olduğu konusunun tartışılabileceği ayrıcalıklı bir sahne olarak, Asya genelinde bir rakibi yok.

 

Analist: İran gelişerek bir bilgelik evine dönüştü, Vehhabi Suudi rejimi ise cahiliyede

 

 

Pepe Escobar

 

 

English.khamenei.ir

 

 

İran'ı ziyaret etmek benim için her zaman bir onur ve ayrıcalıktır. Bu kez, 6. Uluslararası Filistin İntifadası'na Destek Konferansı meclisi tarafından zarif bir şekilde davet edilen küçük bir yabancı gazeteciler/analistler topluluğun parçasıydım.

 

Konferansın açılış konuşmasında Dini Lider Ayetullah Hameney doğru bir şekilde “bölgenin ve İslam ümmetinin her yerinde mevcut olan krizler ilgiyi hak ediyor” diye vurgularken, Müslüman dünyasının en kilit önemdeki siyasi dramını güçlendiren şeyin, Filistin trajedisinin çözülmemiş olması olduğu yorumunu yaptı.

 

Vehhabi Suud Hanedanı, Tahran'da hiçbir yerde görülmedi. Bir süredir, bilgi sahibi Arap gözlemciler, İran'ın kademeli olarak gelişip – henüz mükemmel olmasa da – kültürlü bir Darü'l-Hikme'ye (bilgelik evine) dönüştüğüne, Vehhabi Suudi Hanedanı ve uydularının ise Ehl-i Cahiliye'nin yüzyıllardır var olan bataklığı içinde kalmaya devam ettiğini vurguluyor.

 

Dini liderin Müslümanların birliğini güçlendirme çağrısı son derece gerekliydi. 1940'lar ve 50'ler boyunca, sömürgesizleşme süreci hızla ilerlerken İslam'ın habis Sünni-Şii nefreti tarafından çiğnenmediğini, bu nefretin daha ileride, Kuzey Afrika'dan Orta Asya'ya kadar olan alan içinde Vehhabi/Selefi-cihadi eksen tarafından körüklendiğini Batı'da az kişi bilir.

 

Tahran'da, sahadaki sert, gelişmekte olan olgular karşısında çok taraflı görüşmenin etkililiği etrafında dönen yoğun tartışmaların parçası oldum. Konular, Batı Şeria'da yeni yerleşimlerin inşa edilmesinden, artık ölmüş ve gömülmüş halde olan Oslo'nun iki devlet mitine kadar çeşitlilik gösteriyordu.

 

Lübnan Parlamentosu Sözcüsü Nebi Berri, şu an Filistin'in önüne konulan üç çözüm hakkında kasvetli, fakat son derece gerçekçi bir değerlendirme sundu: intihar, teslim olma veya Filistin toprağından geri kalandan kaçma. Filistinlilerin bu seçeneklerin hepsine her zaman direnecekleri değerlendirmesi yapmak da adil olacaktır.  

 

Bununla birlikte, sahadaki olgular gerçekçi bir şekilde, iki devletli çözümün mutlak imkânsızlığına işaret ediyor. [Filistinlilere bir seçenek olarak dayatılan haliyle-ç.n.] bir tek devletli çözüm durumunda meydana gelecek olan şey ise, “uluslararası toplum” denilen jeopolitik kurgu tarafından bile kabul edilmeyecek olan de facto bir apartheid devleti olacaktır.

 

Yeniden Tahran'a gitmek her zaman – ciddi entelektüel tartışma açısından – aşırı derecede cazip. Nitekim Tahran'ın, biz Batı Aydınlanması'nın krizinden kaçmanın yollarını ararken nereye gideceğimiz veya ne tür modellerin var olduğu konusunun tartışılabileceği ayrıcalıklı bir sahne olarak, Asya genelinde bir rakibi yok.

 

Başka yerde yazdığım gibi, yoksul Güney Tahran'da bir mollanın oğlu olarak dünyaya gelip daha ileride Sartre ve Camus'yü tercüme eden ve ufuk açıcı Westoxification [Batılılaşma Hastalığı] kitabını (1962) kaleme alan Celal Ali Ahmed'i hatırlamamak mümkün değil.

 

Ali Ahmed Şiiliğe ancak hayatının sonuna doğru geçti. Fakat sosyolog Ali Şeriati'nin sömürgecilik karşıtlığı ile Şiiliğin adaletsizliğe karşı direniş konseptini bütünleştirerek, İslam Devrimi'ne yol açacak şekilde İran orta sınıflarını politize edebilen devrimci bir ideoloji meydana getirmesine giden yolu döşeyen onun analiziydi. 

 

Bu yüzden Tahran'da bir kez daha, “medeniyetler çatışması”nın tam zıttı olarak zihinlerin buluşmasının ürettiği bir sonuç olarak, İran (adaletsizliğe karşı direniş), Çin (yeniden düzenlenmiş Konfüçyüsçülük) ve Rusya'nın (Avrasyacılık) nasıl da, neo-liberalizm hegemonyasının tercih ettiği ve ardından paramparça ettiği Batılı liberal demokrasiyi aşan Aydınlanma sonrası alternatifler sunduğunu tartışmak mümkün oldu.

 

Ve bir kez daha bu süregiden tartışma, 21. yüzyılın büyük jeopolitik projesinin etrafında dönüyor: karmaşık Çin-Rusya-İran ortaklığının düğüm noktasını teşkil ettiği Avrasya entegrasyonu.

 

Besbelli ki ilginç – ve aynı zamanda kültürel ve entelektüel açılardan – bütünleşmiş zamanlarda yaşıyoruz.

 

 

www.medyasafak.net