Neden Suudi Arabistan kendi halkını bombalıyor?

Neden Suudi Arabistan kendi halkını bombalıyor?
Kalkınma önceliği, Sünni çoğunluklu bölgelere verildi. Hatta Aramco firmasının Şii işçilerine Sünni işçilerden daha az ücret ödeniyor ve bu, rejim karşıtı hislerin artmasına yol açıyor.

 

 

Merve Osman

 

 

Russia Today

 

 

 

Geçtiğimiz hafta boyunca bu soru soruldu. Yanıt ise gayet açık. Doğudaki Katif vilayetinde bulunan Avamiye ve Musavara'ya düzenlenen sebepsiz saldırılar, buralarda yaşayan insanlar Şii olduğu için oluyor.  

 

Bu, Ortadoğu dışında yaşayan insanlara şok edici gibi görünebilir; ben de sizi daha fazla şok edeyim ve dini özgürlükleri sınırlayan, hükümetin de genellikle bu sınırlamaları zorla uyguladığı Suudi Arabistan Krallığı'nın kanunları ve politikaları hakkında size daha fazlasını anlatayım.

 

Şiiler ikinci sınıf vatandaşlar

 

Din özgürlüğü Suudi Arabistan Krallığı kanunları tarafından ne tanınır ne de korunur ve uygulamada katı sınırlamalara tabidir. Ülke, bir monarşi tarafından yönetilen bir sözde İslam devletidir; kral hem devletin hem de hükümetin başıdır.

Temel yasaya göre Sünni İslam resmi dindir ve ülkenin anayasası Kuran ve Sünnet'tir. Hukuk sistemi hükümetin Sünni İslam'ın Hanbeli mezhebi içtihadını uygulamasına dayanır, ancak İslam'ın Vehhabi formu yaygın bir şekilde uygulanmaktadır. İslam'dan başka herhangi bir dinin kamuda pratiğe dökülmesi yasaktır ve devlet ile din arasında herhangi bir ayrım yoktur.  

 

Hükümet kanunlarda dini özgürlüğe saygı göstermez. Hükümetin İslam yorumuna itaat etmeyen bazı Müslümanlar büyük çaplı siyasi, ekonomik, hukuki, sosyal ve dinsel ayrımcılıkla karşı karşıya kalır ve buna istihdam ve eğitim fırsatlarının sınırlılığı, resmi kurumlarda sınırlı temsiliyet ve dini pratikler üzerinde kısıtlamalar da dahildir.

 

Şubat 2014'te yürütlüğe giren ve terörizmle mücadele konusunda bir dizi önlem getiren bir yasa, “ateist düşünce için çağrıda bulunmayı”, “İslam dinini sorgulamayı” ve “toplum içinde fitne ekmeyi” suç haline getiren hükümler de içeriyordu. Yeni düzenlemeler, bağımsız aktivistleri ve barışçıl muhalifleri gözdağı, soruşturmalar, tutuklamalar, kovuşturmalar ve hapis yoluyla susturmayı amaçlayan bir kampanyanın orta yerinde geldi.

 

Hükümet, başka suçlamaların yanı sıra sihirbazlık veya “kara büyü” yapmakla suçlanan bazı kişileri idam etti. Aynı zamanda, içlerinde önde gelen din adamı Şeyh Nimr El Nimr'in de olduğu birkaç Şii din adamını ölüme mahkum ederken, Şii vatandaşlara ayrımcılık yapılmasını açıkça eleştiren birkaç kişiyi tutukladı.

 

Bir cümleyle söylemek gerekirse, Suudi otoriteleri Şii Müslümanlara eşit yurttaş muamelesi yapmamaktadır. İnsan Hakları İzleme Örgütü bile 2009 yılında yayınlanan bir raporunda Suudi hükümetinin “Şiilerin keyfi olarak tutuklanmasını araştıracak ve sistematik devlet ayrımcılığına son verecek adımlar için tavsiyelerde bulunacak komisyonlar kurması” gerektiğini söylemiştir.

 

Doğu vilayetinde tarih tekerrür ediyor

 

Şiilerin yaşadığı, doğudaki Katif vilayetindeki altüst oluş, yahut savaş hali yeni değil. Bu, on yıllardan beri olan ve kökeni 1970'lerin sonlarına kadar giden bir durum.

 

El-Hasa ve Katif vilayetlerinin 1913 yılında ele geçirilip Riyad Emirliği'ne ilhak edilmesinden bu yana bölgedeki Şiiler devlet baskısını deneyimledi. Suudi Arabistan'ın çoğu kısmının aksine Katif ve doğu vilayetinin önemli bir bölümü Şii çoğunluğa sahip. Bölge aynı zamanda bolca petrol rezervine sahip olması ve Katif'in yakınlarındaki Ras Tanura'da Suudilerin başlıca rafinerisi ve ihracat terminalinin bulunması nedeniyle Suudi hükümeti için kilit önemde.

 

Bununla birlikte bölge, Suudi monarşisini finanse eden bol miktarda petrole sahip olmasına rağmen geleneksel olarak merkezi hükümet tarafından ihmal edildi ve azgelişmiş halde bırakıldı, özelikle de sağlık hizmetleri bakımından tecrit edildi. Kalkınma önceliği, Sünni çoğunluklu bölgelere verildi. Hatta Aramco firmasının Şii işçilerine Sünni işçilerden daha az ücret ödeniyor ve bu, rejim karşıtı hislerin artmasına yol açıyor.

 

Tüm bunların sonucu olarak Şii göstericiler 11 Kasım 1979 akşamını kraliyet ailesi ve jetlerini tatbikat için Zahran hava üssüne indiren Amerikalılar aleyhine sloganlar atarak geçirdi. Suudi rejimi bu gösterilere Katif bölgesindeki bütün kasabalarda sokağa çıkma yasağı ilan ederek, bölgeyi tanklar ve zırhlı araçlarla kapatarak yanıt verdi. Silahlı kuvvetlerle Şiiler arasındaki kanlı restleşme 30 Kasım 1979 tarihine kadar devam etti ve aktarıldığına göre bu süreçte binlerce kişi tutuklandı, yüzlerce kişi yaralandı ve 24 kişi hayatını kaybetti.

 

Hızla bugüne geldiğimizde, Suudi monarklarının Katif vilayetindeki vatandaşlara Avamiye ve Musavara kasabalarında halen tastamam aynı biçimde baskı uyguladığını görüyoruz.

 

Hem solcu hem de İslamcıların yer aldığı El Ahsa Şiilerinin oluşturduğu muhalefet grupları ve Şii önde gelenlerinin yayınladığı yüzlerce imza metni on yıllardır aynı şeyleri talep etti:  kamu istihdamında ve bakanlık düzeyi de dahil olmak üzere başlıca devlet sektörlerindeki temsiliyette mezhep ayrımcılığına son verilmesi, Şii bölgelerin daha fazla kalkındırılması, Şii yargısının güçlendirilmesi, Şiilerin dini ya da siyasi nedenlerle keyfi olarak tutuklanmasına son verilmesi. Suudi Arabistan Krallığı'nda yaşayan Şiilerin bütün isteği, hükümetin kimliklerine saygı göstermesi ve onlara eşit muamelede bulunması; ancak onlar, ABD yapımı silahlarla kasten bombalanıyorlar.

 

Şiiler uzun zamandan beri, Vehhabi mezhebinin kendi inançlarını sapkın olarak gördüğü bir ülkede derinlere kök salmış bir ayrımcılıkla karşı karşıya olduklarından yakındı. Vehhabi din adamları, canlı televizyon programlarında ve Vehhabi camilerinde onların öldürülmesini savunuyor ve Şiiler bu tür nefret suçlarına karşı ayağa kalktıkları zaman “terörist” diye yaftalanıyor.

 

Bu temel yakınmalar yıllar içinde, Katif sakinlerinin kendi cemaatlerine yönelen şiddet yumruğu olarak adlandırdığı şeyle ağırlaştı. Katifliler otoriteleri adaletsiz tutuklamalar ve cezalar uygulamakla, silahsız protestoculara ateş açmak ve şüphelilere işkence yapmakla suçluyor.

 

Suudi saldırganlığı karşısında uluslararası sessizlik

 

Batı dünyası, devamlı olarak ırkçılığa ve bağnazlığa karşı söylemler geliştirse de, görünen o ki Suudi Arabistan Krallığı'nın insan hakları ihlalleri gerçekleştirdiği acı gerçeğini görmezden gelmeyi seçmişler. 

ABD, Birleşik Krallık ve BM'nin istisnai bir “dostluk” biçimi altında devamlı olarak Suudi monarklarını koruduğunu ve bütün bunların petro-dolar sistemi üzerinden ekonomik pragmatizm adına yapıldığını görmemek mümkün değildir.

 

Ancak El Suud'un “en iyi dostlarının” serveti, krallığın insan hakları ihlallerine kör olmayı seçerek ahlaki inandırıcılıklarını kaybetme pahasına gelişmiştir.

 

Bu ülkede yüzlerce kişi barışçıl protestolarda tutuklanıyor ve “düzeni bozmakla”, hatta daha da kötüsü, “terörizmle” suçlanıyor. Tutuklanan pek çok kişiye, bir daha protestolara katılmama yemini ettiriliyor ve bu kişiler seyahat yasağıyla birlikte salıveriliyor. İçlerinden bir kısmı ise suç isnatlarıyla ve yargılamalarla karşı karşıya kalıyor. Uluslararası Af Örgütü'nün bu koşullara ilişkin bir raporu Suudi polisine ve yargıçlarına muhalefeti bastırmak için “gerekli bütün önlemleri alma” talimatı verildiğini iddia ediyor.

 

Medeni dünya”nın sözde “Arap Baharı” için yaptığı destek beyanlarına ve Suriye'deki insan hakları ihlalleri için döktüğü timsah gözyaşlarına rağmen birbirini izleyen ABD yönetimleri, Birleşik Krallık hükümetleri ve Avrupalı güçler, Suudi Arabistan'daki protestoculara uygulanan gaddarca baskı ve krallık topraklarının demokratik haklardan tamamen yoksun olması karşısında kör kaldı.

 

Emperyalist güçler tam tersine Bahreyn gibi ülkelerde işçi sınıfı ayaklanmalarının bastırılması için Suudi rejimine bel bağladı, müttefik diktatörleri güçlendirdi ve Arabistan kitlelerinin demokratik ve sosyal beklentilerinin karşına dikilen gerici ve aşırı İslamcı grupları destekledi.  

 

Çeviri: Selim Sezer

 

 

www.medyasafak.net