Çok kutuplu dünya düzeni: Katar-Suudi çatlağındaki büyük resim

Çok kutuplu dünya düzeni: Katar-Suudi çatlağındaki büyük resim
Öte yandan neo-liberal/insan hakları kliği Obama ve Clinton’a çok yakın ve dolaylı yoldan Müslüman Kardeşler’i ve Katar’ı destekliyor. Neo-con’lar ise tarihsel olarak Suudi Arabistan ve İsrail’e daha yakın. Bu ülkelerin her ikisi de, bölgesel kontrolü Riyad ve Tel Aviv’e bırakmak suretiyle ABD’yi dikkatini Asya’ya yöneltecek şekilde serbest bırakacak olan bir Arap NATO’su sayesinde ABD’nin Ortadoğu’daki rolünü daha az merkezi hale getirmek için Trump’ı destekliyor gibi görünüyor.

 

 

 

Federico Pierraccini

 

 

Global Research

 

 

 

Açık bir karşı karşıya geliş ortamında, Körfez monarşileri bile eşi görülmemiş bir dizi olayın etkisi altına girdi. Katar'la Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn arasındaki farklılaşmalar tırmanışa geçerek, sonuçlarının öngörülmesi zor olan tam kapsamlı bir diplomatik kriz halini aldı.

 

Resmi olarak her şey, Katar Emiri Tamim bin Hamad el-Sani'nin 23 Mayıs 2017 tarihinde Katar Haber Ajansı'nda (QNA) yer bulan açıklamalarla başladı. 50 Arap ülkesinin temsilcileri ve ABD Başkanı'nın katıldığı konferansın başlamasından birkaç saat önce El-Sani'nin QNA'da görülen sözlerin aynısını söylediği aktarıldı. Konuşma İran konusunda epey müsamahakârdı ve bir “Arap NATO'su” fikrini gereksiz olarak tanımlıyordu. Tam olarak hangi ifadelerin kullanıldığı bilinmiyor, zira El-Sani'nin bu tür yangın çıkarıcı vurgular yapığı etkinlik askeri meselelerle ilgiliydi ve bu yüzden genel kamuoyuna açık değildi. Bu noktada, QNA'nın söz konusu sözleri yayınladığını inkâr ettiğini ve bunları bir siber saldırıya atfettiğini özellikle belirtmek gerekiyor.

 

Emir'in sözlerinin QNA üzerinden yayılması, Körfez'de eşi görülmemiş bir diplomatik krize yol açtı. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Mısır ve Maldivler El-Sani'nin iddia edilen sözlerinin yarattığı kafa karışıklığından derhal istifade ederek Doha'yı uluslararası terörizmi desteklemekle suçlayıp bir dizi aşırı önlemi hayata geçirdi. Katar'ın bahsi geçen ülkelerdeki büyükelçilerinin 48 saat içinde ülkelerine dönmeleri istendi ve Katar vatandaşlarına Bahreyn, Suudi Arabistan ve BAE'yi terk etmek için 14 gün süre verildi. Eş zamanlı olarak Riyad hava sahasını ve kara ve deniz sınırlarını Katar'a kapamaya ve yarımadayı dünyanın geri kalanından etkin bir şekilde tecrit etmeye yöneldi.

 

Gerçekçi olmak gerekirse, Katar'ın Riyad ve Abu Dhabi ile karşı karşıya gelmeyle sonuçlanacak şekilde El-Sani'nin sözlerini yayınlamaktan nasıl bir çıkarı olabilir? Emir gerçekten bu tür sözler sarf etmişse bile kuşkusuz Doha, bunları web sitesinde yayınlaması için QNA'ya vermeyebilirdi. Olan şey bir siber saldırı değilse, kuşkusuz Doha'nın yaptığı yanlış bir hesap, yahut daha kötüsü, belki de El Sani ailesine zarar vermeyi amaçlayan bir iç sabotajdı.

 

Resmi olarak bu eşi görülmemiş durumu yaratan dinamikleri açıklamak için, gerçekliği kurgudan ayırmak üzere, olguları tetkik etmek gerekir.

 

Suudi Arabistan ve Katar arasında fark yoktur

 

Suudilerin Katar'a yönelttiği terörizm destekçiliği suçlaması olgular tarafından destekleniyor: Doha, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da, Libya'dan Mısır'a, Suriye'den Irak'a kadar terörist grupları uzun süre boyunca destekledi. Sorun şu ki, bu suçlamada bulunan taraf olan Suudi Arabistan da, en az onlar kadar suçlu. Her iki ülke de on yıllardan beri yerküreyi istila eden aşırıcılığın önemli bir bölümüne mali destek sağladı. Suudi kraliyet ailesi, tarihsel olarak El Kaide'ye denk düşen Vehhabi sapkınlığın en yüksek ifadesidir. Riyad'ın terör örgütlerine verdiği destek, yakın zamanda ölen Zbigniew Brzezinski'nin kabul ettiği üzere SSCB karşıtı jeopolitik bağlamında, Afganistan'ı istikrarsızlaştırmak üzere tasarlanan yeni-muhafazakâr ABD stratejisiyle tamamlanmaktadır.

 

Suudi Arabistan ve Katar arasındaki rekabet derin köklere sahiptir ve yalnızca Vehhabiler ile Müslüman Kardeşler arasındaki ideolojik farkı değil, aynı zamanda Riyad'ın ideolojik uzlaşmazlığıyla Doha'nın artan dinsel hoşgörüsü arasındaki karşıtlığı ilgilendirmektedir.

 

Katar, Müslüman Kardeşler aracılığıyla, Mısır'da Mübarek'i deviren ve Mursi'yi göreve getiren Arap Baharı'nı destekledi ve bu durum süreç içinde Suudilerle güçlü gerilimler meydana getirdi. Riyad ise durumu halletmek için Sisi'yi destekledi ve Mursi'yi hapse gönderen darbeyi finanse etti. 2014 yılında bu durum Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) içinde bir krize yol açtı ve Katar büyükelçileri BAE ve Suudi Arabistan'dan sınır dışı edildi. Bu ayrışmalar kısa süre sonra iki ülkenin Suriye ve Irak'ı aşırıcı terörizmle istikrasızlaştırmada kesişen çıkarları sayesinde – ki burada Türkiye'nin de önemli katkısı oldu – onarıldı.

 

Neo-con Siyonist ve Vehhabi planları

 

Körfez kriziyle bağlantılı olarak vurgulanması ilginç olacak bir şey de, geçtiğimiz aylarda ABD, İsrail ve Suudi Arabistan'ın stratejisinde meydana gelen değişimdir. Washington'un Tel Aviv tarafından paylaşılan ve Riyad tarafından desteklenen planı, uluslararası terörizmin desteklenmesi nedeniyle Tahran ve Doha'yı suçlamak, Hamas, El Kaide ve Daeş'in baş finansörü olarak Katar'a işaret etmek üzerine kuruludur. Bunun arkasındaki sebep ve amaçlar ise birden fazladır.

 

İslami terörizm sorunu, sık sık gerçekleşen saldırılar nedeniyle Avrupa ve Amerika vatandaşlarının dikkatinin odak noktasına yerleşen bir konu haline geldi. Güvenlik kuruluşlarının, İran karşıtı ve Suriye karşıtı stratejilerinin parçası olarak yıllardır finanse ettikleri ve destekledikleri unsurların terörist saldırılarını (terörist ağlara Operasyon Gladio tarzı yardım eden haydut gizli servislerin aksine) engellemeyi başaramıyor olması insanlarda sorgulamaya yol açtı.

 

Güvenlik yokluğu nedeniyle giderek daha fazla korkan ve hükümetlerine öfke duyan yurttaşlar, aşırıcıların sahip oldukları mali desteği, pek çok Avrupa başkentiyle iş yaptığı bilinen Körfez ülkelerinden aldığını anlamaya başlıyor. Fransa, İtalya, Almanya, Birleşik Krallık ve ABD hükümetlerinin istediği en son şey, jeopolitik amaçlarla İslami terörizmle işbirliği içinde olduklarının ifşa olmasıdır. Bunu sonuçları, Batı'nın zaten kırılgan olan güvenirliği açısından felaket getirici olacaktır.

 

Katar'a karşı toplu saldırıya geçme üzerine kurulu bu stratejinin bir diğer teyidi ekonomi sahasında bulunabilir. S&P kuruluşu kısa süre önce Katar'ın kredi derecesini AA-'ye indirdi ve emirliğin gelecekteki ekonomik istikrarı bakımından önemli etkileri olabilecek yeni bozulmalar için zemin hazırladı.

 

Trump ve öteki G7 liderleri kararlarını almış, Suudilerin arzularıyla ortaklaşmış ve Vehhabi terörizmin bütün suçunu Katar'a yüklemeye karar vermiş gibi görünüyor. ABD yönetimi, Avrupalı vassallarından çok daha hevesli bir şekilde Tahran'ın da terörizme devlet desteği suçlamasına dâhil edilmesinde ısrarcı. Washington için amaç, terörizme verilen örtülü Batı desteğinin üzerine perde çekmek ve bu, Avrupa'daki durumların bozulması nedeniyle giderek daha acil hale geliyor. Eski Kıta'dan politikacılar, bu terörizmi durduramamakla suçlanmadan önce bir günah keçisi bulmanın temel önemde olduğunu anlıyor. Bu, temel suçu Katar'a, ikincil suçu İran'a atfetmeyi amaçlayan çaresiz bir çıkış stratejisidir.  

 

Yaptırımların kaldırılmasının ardından İran'da Avrupalı özel sektör için ortaya çıkan ticaret fırsatları nedeniyle Avrupalılar bu vizyonu destekleme konusunda daha tereddütlü. Katar'ın milyarları bulan yatırımlarının ölmekte olan Avrupa ekonomisine akması nedeniyle bazı Avrupalı liderlerin Trump'ın fikrine karşı olması bile muhtemeldir ve bu belki de İtalya'daki G7 zirvesinde tartışılmıştır.

 

İsrail resmi olarak Arap Baharı karşısında tarafsız bir tutum aldı ve bölgedeki kaostan ve Suriye ve Mısır gibi jeopolitik hasımlarının zayıflamasından faydalandı. Katar'ın İsrail'in tarihsel düşmanı Hamas'a verdiği destek, Tel Aviv'in Riyad'ın Doha karşıtı manevralarına verdiği desteğe katkı yapan bir faktördür.

 

Öte yandan Suudilerin Katar'a saldırmak için çok sayıda sebebi var. Öncelikle, Tahran'a eğilim göstermesi sonrasında Doha'nın dış politikasını yeniden hizaya getiriyor. İkinci olarak, Suudi Arabistan'ın felaket durumdaki ekonomik durumunu çözümleyecek aşırı bir önlem olarak, muazzam mali kaynaklarını emmek için Katar'ı kendi bünyesine almayı amaçlıyor.

 

Küresel hegemonyayı korumanın bir aracı olarak kaos

 

İsrail-Suudi Arabistan-Katar üçlüsünü içine alan bir kesişmenin arkasında, Tahran'ın bir bölgesel hegemonik güç olmasını önlemeyi amaçlayan, taslağı hazırlanmış bir proje yatıyor. Suudiler İran'ı İslam açısından sapkın bir ülke olarak görüyor ve her zaman Tahran karşıtı politikaları savundular. İsrail İran'ı, aynı zamanda kendisi gibi bir askeri güç olduğu için bölgedeki tek gerçek tehlike olarak görüyor. ABD'ye gelince, onların temel hedefi, İsrail ve Suudi Arabistan arasında bir diplomatik yakınlaşmaya aracılık etmek. Buna, iki ülkenin Tahran'a karşı resmi bir ittifak geliştirmesi için ihtiyaç duyuluyor. Nihai amaç ise İran'ı kontrol altında tutmak için bir Arap NATO'sunun kurulması ve bu, NATO'nun Rusya Federasyonu karşısındaki duruşuna ayna tutuyor.

 

Buradaki fay hattı Katar'da yatıyor.

 

Washington, bir yandan kendi ülke içi kitlesine aşırıcılarla savaştığı izlenimi verirken çok sayıda İslamcı saldırısına maruz kalan Avrupalı müttefiklerinin kaygılarını da hafifletmek için tek bir yolun mümkün olduğunu düşünüyor. Bunu, bu terörizme en yakın iki ülkeyle – İsrail ve Suudi Arabistan – büyük bir anlaşmaya girip, üçüncü bir terörist destekçisi ülkeyi – Katar – bütün terörizmin suçlusu ilan ederek yapmayı planlıyor. Elbette ki bu üç ülke içinde en zayıf ve stratejik açıdan en az ilgili ülke Katar'dır.

 

Gerçek meydan okuma: tek-kutupluluğa karşı çok-kutupluluk

 

Bu hikayedeki en göze çarpan nokta, yeni çok-kutuplu düzen ile Amerikan tek-kutuplu dünya düzeni arasındaki karşıtlıktır. Katar, devasa mali kaynakları sayesinde, Riyad'la birlikte hareket etmek zorunda olmayan bir dizi ülkeyle üst düzey temaslar kurabildi.

 

Enerji açısından bakıldığında Katar bölgenin Riyad'dan sonraki en büyük ikinci gücü olup, gelirlerinin %90'ını, İran'la paylaşılan dünyanın en büyük tabakasından gelen sıvılaştırılmış doğal gaz ihracatından elde etmektedir. Moskova'yla ilişkiler konusunda, Suudi Arabistan ve Rusya Federasyonu arasındaki ilişkiler nedeniyle sorun ciddi düzeyde değildir. Örneğin Katar yakın zamanda büyük bir aksiyon hissesi almak suretiyle Rosneft'e sermaye enjekte etti. Katar Dışişleri Bakanı birkaç gün önce Moskova'da Lavrov'la görüşerek gerilimlerin nasıl dindirileceğini tartışırken, aynı zamanda Doha ve Moskova arasındaki ilişkilerin önemini bir kez daha teyit etti. Katar, ekonomik servetinin desteğiyle, Riyad'dan uzaklaştırmak suretiyle siyasi ufkunu genişletti ve bu şekilde Washington ve Tel Aviv'i öfkelendirdi.

 

İran'ın bölgedeki konumunun güçlenmesi, iki ana faktör sayesinde mümkün oldu: Suriye savaşındaki zaferler ve Obama yönetiminin İran'ın nükleer gücü konusunda anlaşmaya varması. Anlaşmanın imzalanmasını ardından İran'ın uluslararası sahnede yaşadığı iyileşme, Doha'yı yavaş yavaş, özellikle Güney Pars / Kuzey Kubbesi gaz sahasının işletilmesi konusunda bir uzlaşmaya varmak için Tahran'la perde arkasından diyalog kurmaya yöneltti. Yaklaşık üç ay önce Katar, sahanın işletilmesi üzerindeki moratoryumu kaldırdı ve geliştirilmesi konusunda İran'la diyaloga girdi. Gelecekte İran'dan Akdeniz'e veya Türkiye'ye gidecek ve aynı zamanda Katar gazını Avrupa'ya taşıyacak bir doğalgaz boru hattının inşa edilmesi konusunda Katar ve İran arasında bir anlaşmaya varılmış gibi görünüyor. Bunun karşılığında Doha'nın terörizme verdiği desteğe son vermesi istendi ve bu, Suriye'yi yok etme yönündeki Suudi ve Amerikan direktifleriyle açıkça ters düşüyordu.

 

Suudiler bütün hesaplarını Amerikan hegemonyasının devam etmesi üzerine yaptılar. Çin'e yuan cinsinden petrol satışı yapmaktan imtina ederek ABD'yi hoşnut etmeyi tercih ediyorlar ve sonuç olarak bunun bedelini ödüyorlar, zira Çin gitgide onlar yerine Angola ve Rusya'dan petrol satın alıyor. Moskova Merkez Bankası Şangay'da yuanı altına çevirmek için bir banka şubesi bile açtı ve bu şekilde geçmişteki ABD doları altın standardına benzer bir şey meydana getirdi.

 

Yemen'de Riyad, devasa bir serveti tüketerek kendi geleceğini riske attı ve elde ettiği tek şey dünyanın en fakir Arap ülkesinden bir askeri yenilgi almanın ufukta gözükmesi oldu. Petrol fiyatların çöküşü bu zorlukları yalnızca daha da ağırlaştırdı. Katar, dev doğalgaz rezervlerine sahip olması ve Riyad'a göre bir düzeyde çeşitlilik içeren bir dış politika izlemesi sayesinde bu sorunlardan uzak kalabildi. Suudiler için dünyanın en büyük gaz rezervini ve kelimelerle ifade edilemez bir nakit miktarını kendi kontrolleri altına almak, yakın zamanda gelen dev kayıpları en azından kısmen telafi etme fırsatı sunacaktır.

 

Bu kanlı oyunda Katar yanlış zamanda yanlış yerde duruyor ve ana akım medyanın haberleri, Doha'nın geleceğinin ne olacağı konusunda şüpheye pek de yer bırakmıyor. CNN'in Katar'ın ABD büyükelçisiyle yaptığı röportaj, büyükelçi CNN sunucusunun Katar'ın teröristlere verdiği desteğe dair suçlamalar karşısında utandığı zaman, ender görülen bir eksiksiz gazetecilik örneği ortaya koydu.

 

Neo-con derin devlet, neo-liberal derin devlete karşı

 

ABD derin devleti içindeki kardeş kavgası aynı zamanda Ortadoğu'yu da etkiliyor ve bu etkisini özellikle Katar ve Suudi Arabistan arasındaki çatışmada gösteriyor. Huma Abidin'in, tıpkı önceki Amerikan yönetimi ve Hillary Clinton gibi Müslüman Kardeşler'le derin bağları olduğu uzun zamandır biliniyor. Bu yakınlığın Obama ve Sünni ülkeler, özellikle de Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler üzerinde yansımaları oldu.

 

Birkaç ay öncesine kadar Washington, Trump'ın eski danışmanı Michael Flynn'in Erdoğan adına lobi faaliyetleri yürüttüğüne dair dedikodularla doluydu. Eski generalin kovulduğu dikkate alındığında, bu Trump'ın Katar karşısındaki pozisyonunun önemli bir göstergesi olabilir, zira Türkiye Cumhurbaşkanı, Doha destekli bir ideolojik hareket olan Müslüman Kardeşler'e hayli yakın. Flynn, Trump tarafından, Müslüman Kardeşler'le olan yakın dolaylı ilişkileri nedeniyle kovulmuş olabilir.

 

Clinton/Obama kliğine yakın ana akım medya, Flynn ve Rusya arasındaki varsayılan bağları, Washington ve Müslüman Kardeşler arasındaki gizli bağların üzerini örtmek için kullanmış olabilir. Öte yandan Müslüman Kardeşler ve Washington arasındaki işbirliğine dair kanıtlar 2010 öncesine, Obama'nın 2009'da Kahire'de yaptığı konuşmaya ve buradan doğan, Washington'un onayıyla Müslüman Kardeşler aracılığıyla Katar tarafından finanse edilen Arap Baharı'na kadar gidiyor. Bu adımların sonuçları gayet iyi biliniyor: tüm bunlar bölgede kaosu arttırdı, Ortadoğu'da daha büyük bir ABD varlığını beraberinde getirdi ve terörist saldırganlığa karşı Şii ekseni arasındaki sinerjinin artmasına katkıda bulundu.

 

Bu bağlamda Türkiye, Katar'ın ve Suudi Arabistan'ın desteklediği silahlı grupların aynılarını destekledi ve başarısız olan Temmuz 2016 darbesi yalnızca, Erdoğan ve onu destekleyen Müslüman Kardeşler hizbinin iktidar üzerindeki kontrolünün daha da güçlenmesi sonuncu getirdi. Bugün bile darbe girişiminin sonuçları bölgede kendini aksettiriyor; örneğin Ankara ve Doha arasındaki ittifak yakın zamanda, Katar'daki Türk askeri varlığını arttırdı. Hafife alınamayacak bir diğer unsur da İran'ın başarısız darbe girişimi sonrasında Ankara karşısında aldığı tutum ve Tahran'ın Ankara'yla dayanışmasını ilan etmiş olmasıdır.

 

Ortadoğu'daki önceki yönetimlerin stratejik seçimleri, her açıdan felaket getirdi. Düşmanlarını güçlendirdiler ve tarihsel düşmanlarını zayıflattılar. Trump'ın geri sarma butonuna basması ve güçlü bir şekilde Ortadoğu'daki başlıca iki müttefiki olan İsrail ve Suudi Arabistan'a bel bağlaması şaşırtıcı değildir.

 

Trump ve kendisine bağlı derin devlet kanadı, kendi başına İran'la karşı karşıya gelebilecek ve Washington'u Ortadoğu'da daimi olarak bulunmaktan azat edecek bir Arap NATO'su kurmayı amaçlıyor. Amerika Birleşik Devletleri bu stratejide iki kilit faktöre odaklanmış durumda: Suudi petrolünün ABD dolarıyla satılması ve askeri-endüstriyel bloğun memnun halde tutulması için ABD müttefiklerine silah satılması. Bu amaçlar, yakın zamanda Trump'ın ziyaretiyle birlikte emirliklerde olan şeyle kesişiyor. ABD ve Suudi Arabistan, 350 milyar doların üzerinde değer taşıyan anlaşmalara imza attı.  Suudi Arabistan, bir Arap NATO'sunun kurulmasına güçlü bir destek veriyor. Böyle bir kuruluş resmi olarak Tahran'ın rolünü bütün bölge için en büyük tehdit kabul edecektir. Dahası, Arap NATO'su projesi, Tahran'dan nefret ettiği için İsrail'in de hoşuna gidecektir.  

 

ABD derin devleti için, yahut en azından bir kısmı için en acil strateji, Amerikan güçlerinin varlığının ve odak noktasının Ortadoğu ve Avrupa'dan Asya'ya taşınması ve bu şekilde gelecekteki en büyük zorlukla, yani Çin'in Asya bölgesine hakim olma niyetiyle mücadele edilmesidir.  Bu yazarın geçen hafta yazdığı üzere Filipinler'de Daeş konusunda olan şey yalnızca, Suudi-Katar çatışmasını da etkileyen daha geniş bir stratejinin devamıdır.

 

Obama ve Demokratların iktidarıyla birlikte, insan hakları meselesine epey ilgi gösterilmişti. Özel olarak, derin devletin Clinton/Obama kliğine yakın kısmı, Müslüman Kardeşler'in Arap Baharı sürecinde Ortadoğu bölgesindeki iktidarları devirme girişimlerini kucaklıyordu. Neo-con'ların ve neo-liberallerin hegemonya karşısındaki yaklaşımı çok farklıdır ve çatışan stratejileri gösterir; ABD derin devleti için uzun zamandır birbiriyle savaşan iki ruh arasındaki farklılığı vurgular.

 

Öte yandan neo-liberal/insan hakları kliği Obama ve Clinton'a çok yakın ve dolaylı yoldan Müslüman Kardeşler'i ve Katar'ı destekliyor. Neo-con'lar ise tarihsel olarak Suudi Arabistan ve İsrail'e daha yakın. Bu ülkelerin her ikisi de, bölgesel kontrolü Riyad ve Tel Aviv'e bırakmak suretiyle ABD'yi dikkatini Asya'ya yöneltecek şekilde serbest bırakacak olan bir Arap NATO'su sayesinde ABD'nin Ortadoğu'daki rolünü daha az merkezi hale getirmek için Trump'ı destekliyor gibi görünüyor.

 

Bu açıdan bakıldığı zaman Obama yönetimi ve Tahran arasındaki nükleer anlaşması da açıklık kazanıyor. Neo-liberaller Arap Baharı'nın gelişiyle birlikte İran'da da isyanların başlamasını ve bu isyanların rejimin devrilip demokrasinin gelişine yol açmasını umuyordu. Neo-liberal insan hakları müdahalecileri “demokrasi” kelimesini bir sopa gibi kullanır ve istismar eder. Bu çabaların sonuçları Libya ve Suriye'deki felaketlerde görülebilir. Paradoksal olarak Obama ve Clinton'un stratejisi Washington üzerine geri tepti, zira İran, nükleer anlaşması sayesinde bölgedeki ağırlığını arttırdı ve Neo-con-Suudi-Siyonist kanadı, bir yolunu bulup anlaşmayı sabote etmeye çalışmak zorunda bıraktı.

 

Sonuç

 

Katar bir yol ayrımında. Suudi basıncına boyun eğmek, onun hizasına gelmek ve çok-kutuplu dünya düzeniyle olan yakınlaşmayı terk etmek anlamına gelecektir. Doha'nın yazgısı muhtemelen şimdiden belirlendi ve İran ve Rusya, kanlı oyuna çok da fazla dahil olmak istemiyor. Muhtemel bir sonuç, El-Sani ailesinin yabancı ortakların yardımı sayesinde direndikten sonra en sonunda Suudilerin taleplerine boyun eğmesidir. Dikkat çekici bir nokta ise Washington'daki durumun, Washington'un tarihsel müttefikleri birbiriyle boğuşacak kadar bozulmuş olduğudur.  

 

İran, Rusya ve Çin, Irak, Suriye, Yemen ve Libya'ya yardım ederek Ortadoğu'daki istikrarsızlaşmanın son bulması için gerekli koşulları yarattı ve hatta Körfez İşbirliği Konseyi içinde bir iç krize yol açtı. Riyad, Tel Aviv ve Washington'un Doha'ya karşı saldırganlık yoluyla içine girdiği arayış, affedilemez bir stratejik hata olduğunu gösterebilir ve hatta Körfez İşbirliği Konseyi'nin son bulmasına ve bölgedeki İran karşıtı koalisyonun zayıflamasına yol açabilir.  

 

Eğer Katar Suud basıncına direnmeye karar verirse – ki bu yalnızca Rusya, Çin ve İran'ın örtülü desteğiyle mümkün olabilir – Suriye savaşının sayılı günleri kalabilir. Kuşkusuz böyle bir sonuç aynı zamanda Türkiye'nin Avrasya ittifakına daha kolay geçmesini sağlayacak bir yol da sunacaktır.

 

Doha'nın Riyad'ın taleplerine karşı çıkmaya karar vermesi halinde (ki bunu yapabilecek ekonomik kapasiteden kesinlikle yoksun değiller) bölgeyi istikrarlı hale getirmek için Suudi Arabistan'a karşı Katar'ı destekleme riskinin alınıp alınmayacağı Rusya, İran ve Çin'in kendi kararı olacaktır. Amerika Birleşik Devletleri, Suudi Arabistan ve İsrail'in Katar karşısındaki husumeti, var olan haliyle dünyada zaten pek çok zorluk ve engelle karşı karşıya olan Avrasya bloğu için ikaz işaretleridir.  

 

Buna rağmen Tahran ve Moskova Katar'a gıda ve ilaç bakımından temel ihtiyaç malzemelerini temin ediyor. İran ayrıca hava sahasını Doha merkezli şirketlere açıyor. İran, genellikle kendisinden istendiği zaman yardım etmeye hazır bir ülke olmasına ilave olarak, kendisinin karşısında yer alan eksenin çökmesinin devam etmesi fırsatını görüyor. İzlenecek en iyi stratejinin hangisi olduğunu belirlemek için genel bir değerlendirme (belki Astana'da ŞİÖ toplantısında?) gerekecektir. Her şeyin ötesinde, Katar'ın Körfez bölgesindeki bu eşi görülmemiş krizde nasıl ilerlemek istediğini anlamak gerekecektir.

 

Suriye'de bile monarşiler ve Türkiye tarafından desteklenen terörist gruplar birbiriyle savaşıyor ve bu durum Körfez içindeki bölünme ve gerilimleri yansıtıyor. Çeşitli örgütler arasındaki çatışmaların Suriye'nin başka yerlerine yayılması ve muhalefet gruplarının çöküşüne yol açması yalnızca zaman meselesidir. Bu gelişmelerin ışığında, İran ve Suriye, Katar'a terörizmi desteklemekten uzaklaşmayı ve bunu yerine Çinli ve İranlı ortaklarıyla birlikte Suriye'nin yeniden inşa edilmesi için işbirliği yapmasını önermiş gibi görünüyor. Böyle bir öneriye güvenilir yanıtlar almak imkânsızdır, ancak Doha ve Tahran arasında Kuzey Pars Gaz Sahası'nın geliştirilmesi konusunda yürütülen diyalogların ardından, orta vadede Suriye'de bir anlaşmaya varılması ihtimali göz ardı edilemez ve böyle bir anlaşma hem Doha'ya, hem de Şam ve Tahran'a muazzam faydalar sağlayacaktır.

 

Amerikan yüzyılı hızla sona yaklaşıyor. Teröristler efendilerinin ellerini ısırıyor ve vassallar isyan ediyor. Amerika Birleşik Devletleri'ne boyun eğen tek kutuplu dünya hızla ortadan kalkıyor ve bunun sonuçları dünyanın pek çok bölgesinde hissediliyor.

 

 

www.medyasafak.net