Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (72)

Ayetullah Kemal Haydari'den Sekaleyn Hadisi dersleri (72)
Ortada garip bir durum var. İmam Ahmed’den, Sahihü’l-Buhari’den, Sünenü Ebi Davud’dan ve benzerlerinden hadis almakta sıkıntı yokken, Ehl-i Beyt kanalından hadis geldiğinde yüz çevirmemiz isteniyor. Bir şahıs Hz. Rasulullah (s.a.a.) ile altı ay birlikte yaşasa bile ondan hadis alabiliyoruz...

 

 

- Rahman Rahim Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.), tertemiz Âl'ine olsun. Değerli izleyiciler es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu. Kum Kevser TV kanalının Utruhatü'l-Mehdeviyye programının stüdyolarından yeni bir bölümle sizlere merhaba diyoruz.

 

Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'e “Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz” diyorum. Bildiğiniz gibi programımızın vakti sınırlı olduğundan doğrudan konuya geçmek istiyorum. Önceki programlarda Sekaleyn hadisinin “Allah'ın Kitabı ve ıtretim olan Ehl-i Beyt'im” şeklindeki varyantının içini boşaltmak için ortaya konulan çabaları ve uğraşıları konu edindiniz.

 

Bu durumda şöyle bir soru gündeme geliyor; bu varyantın içini boşaltmaya ve önemsiz göstermeye yönelik bu çabanın arka planında ne var? Bunca ısrar nedendir?  

 

- Kovulmuş şeytandan her şeyi işiten ve bilen Allah'a sığınır, Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun. Allahümme salli ala Muhammedin ve Âli Muhammedin ve accil feracehum.

 

Aslında bu soru sadece Şiî âlimler tarafından ortaya konulmuş değildir. Bu önemli bir noktadır. Defalarca işaret ettiğimiz gibi Ehl-i Beyt ve Itrete karşı Ehl-i Sünnet âlimlerinin kalbinde herhangi bir müşkil bulunmamaktadır. Gerçi Resulullah'tan sonra Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'inden (a.s.) aktarılan şeyleri yorumlamada bizimle ittifak etmemektedirler. Zira bizler Ali ve Ehl-i Beyt'in (a.s.) masum olduğuna inanmaktayız. Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinin bu okumada bizimle uyuşmadıklarını varsayalım. Ancak onlarda Ehl-i Beyt'e karşı garaz bulunmamaktadır. Bundan dolayıdır ki en önemli hadis mecmualarında “Sizlere sımsıkı tutundukça benden sonra asla sapmayacağınız şey/ler/i bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve ıtretim olan Ehl-i Beyt'im” şeklindeki Sekaleyn hadisini naklettiklerini görmekteyiz. Gerçi, “Bu hadis bütün azametine rağmen Ehl-i Beyt'in (a.s.) masumiyetine delalet etmemektedir”, derler. Hadisi görmezden gelmez ve Resulullah'tan (s.a.a.) aktarılan kültürün ve İslam düşünce sisteminin dışına çıkarmaya da çalışmazlar.

 

Ancak Ehl-i Sünnet'in bu genel yaklaşımın karşısında Ümeyyeoğulları'nın tesis ettiği, İbn Teymiyye'nin geliştirdiği, şimdilerde Muhammed İbn Abdulvehhab'ın bağlısı Vehhabî âlimlerin komuta ettiği bir yaklaşım bulunmaktadır.

 

“Seyyidim, bu fazileti sümen altı etme, hadisin içini boşaltma ve önem vermemenin nedeni nedir ki?” şeklinde bir soru gelebilir. Bu soru sadece Şii âlimlerine özgü değildir. Bu soru çağdaş eserlerde de görülmektedir.

 

İki kaynağa işaret edeceğim.

 

İlk kaynak; Dr. Muhammed Ali el-Barr el-İmam Ali er-Rıza ve Risaletühu fi't-Tıbbı'n-Nebevi er-Risale ez-Zehebiyye adlı eseri. Yazar bu eserinde şöyle diyor: “Son derece gariptir ki, Sekaleyn hadisi Sahihü Müslim'de, Sünenü't-Tirmizi'de -ki Tirmizi hadisin sahih ve hasen olduğunu belirtir- el-Müstedrek'te, Müsnedü İmam Ahmed'de, Taberanî'nin el-Mucemü'l-Kebir'inde geçtiği ve isnadı sahih olduğu halde çağdaş âlimlerin ve hatiplerin büyük bir çoğunluğu ya hadisi bilmiyor veya bilmezden geliyorlar. Sekaleyn hadisinin ıtretim sözcüğünü içeren hadis metninin yerine şu hadisi zikretmektedirler: ‘Aranızda benden sonra tutundukça asla sapmayacağınız şey/ler/i bırakıyorum: Allah'ın Kitab'ı ve Sünnetim.' Hadisin bu varyantı İmam Malik'in el-Muvatta adlı eserinde geçmektedir. Bu hadis her ne kadar metin ve içerik itibariyle doğru ise de hadisin senedinde kopukluk ve zayıflık bulunmaktadır. Bu meyanda önemine binaen her iki hadisi birlikte sunmaları gerekirdi. Bu sahih hadisin gizlenilmesi davranışı, Allah-u Teâlâ'nın ve Rasulünün tehdit ettiği ‘ilmi gizlemenin' ta kendisidir. İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder. Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tövbelerini kabul ederim. Ben tövbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim.'”(2/el-Bakara/159) [i]

 

Kanaatimce yazarın “Çağdaş âlimlerin ve hatiplerin büyük bir çoğunluğu” ifadesinden kastettiği kimseler Suudi Arabistan'daki hatiplerin çoğunluğudur. Yazar daha sonra bir takım rivayetler okur.

 

Yani bu insan ‘Bu bilmezlikten gelmenin nedeni nedir?' diyor.

 

İkinci kaynak; Dr. Hüsamüddin Affane'nin ‘Sana Soruyorlar' (Yeseluneke) adlı eseridir. Bu şahsın ibarelerine dikkat çekmek istiyorum.

 

Diyor ki:

 

“(Soruyu soran); Ben sahifelerden birinde Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) “Sizlere sımsıkı tutundukça sapmayacağınız şey/ler/i bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve Ehl-i Beyt'im hadisine talikat yazan kişi tarafından şöyle bir notun düşüldüğünü okudum: Ehl-i Sünnet -onlar şu beldelerin ehlidir- nezdinde hadisin sahih olan şekli şöyledir: Sizlere tutunduğunuz müddetçe benden sonra sapmayacağınız şey/ler/i bırakıyorum: Allah'ın Kitabı ve Sünnetim. Akl-ı selim de böyle kabul etmektedir.

 

Acaba talikat yazanın bu notu doğru mudur?”[ii]

 

Şu beldeler, dediği yerler Hicaz topraklarıdır. Akl-ı selim ifadesini kullanmakla da sanki varid olan nassların mantığa bakılarak kıyas edilmesi gerektiğini söylemektedir. Hadise düşülen nota göre selim mantık Resulullah'ın (s.a.a.) ‘ve Itretim' şeklindeki hadisi değil de ‘ve Sünnetim' şeklindeki varyantı söylemesini gerektirmektedir. Bu hangi mantık acaba?

 

Devamında şöyle diyor: “el-cevap; Hadis akl-ı selime veya akl-ı gayr-ı selime boyun eğmez. Her hadis red veya kabul noktasında uzman olan ehl-i hadis'in ortaya koyduğu kurallara ve kaidelere boyun eğer. Talikat yazanın inkâr ettiği hadis Sabit'in Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) aktardığı sahih bir hadistir. Birçok rivayetleri bulunmaktadır. Ben bir bölümünü sunayım.”[iii]

 

Aslında hadisin sabit olmasının mantıkla pek de öyle bir alakası bulunmamaktadır.

 

Yazar Sekaleyn hadisinin ‘ve Itretim' şeklindeki varyantının bulunduğu bazı rivayetleri aktarıyor. Sonra dönüyor ve hadise not düşen bu muallik neden bu gerçeği inkâr etmektedir diye bir soru soruyor ve cevaben “Bunun tek bir nüktesi vardır. Galiba bu hadisin sıhhatini inkâr etmesinin nedeni hadisin metninde Ehl-i Beyt'im ve ıtretim sözcüğünün geçmesidir'[iv] der. Öyleyse derdi mantığa uyup uymamasıyla değil, Ehl-i Beyt iledir.

 

- Hz. Resulullah (s.a.a.) ile…

 

- Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) Ehl-i Beyt'i ile sıkıntısı bulunmaktadır. İşte Ümeyyeci din anlayışı budur. Ümeyyeci din anlayışı nebevî kültürün yok edilmesi esası üzerine kurulmuştur. Nebevî kültür Ehl-i Beyt'i korumaktadır. Ben eminim ki bu programı izleyen dostlardan bazıları “Sahabe nereye gitti?” diyecekler. Dostlar ben olumlu katkıları bulunan ve bu kültürü koruyan sahabenin rolünü inkâr etmiyorum. Aziz dostlar, bir şeyi ispat etmek onun dışındaki şeyleri olumsuzlamak demek değildir. Ben şimdilik Ehl-i Beyt'i devre dışı bırakmaya çalışan Ümeyyeci din anlayışını ele alıp değerlendirmelerde bulunmak istemiyorum. Onları hilafet döneminde fikrî olarak devre dışı bırakmaya çalıştılar. Özellikle Osman ve Muaviye dönemlerinde. Yezid dönemine gelindiğinde ise fiziksel olarak da onları uzaklaştırmaya başladılar. Çünkü fikrî olarak devre dışı bırakmak yeterli değildir. Ümmet söz konusu dönemlerde duygusal, dinî ve akidevî olarak hala onlarla bağlantılı bir halde bulunuyordu. Zaten oligarşik ve despotik devletlerde de durum bu şekildedir. İlk önce karşıt düşünceyi düşünsel olarak devre dışı bırakmaya çalışırlar. Bu fayda sağlamadığında ve başarılı olamadıklarında ise fiziksel tasfiye başlar. Şimdilerde bunu çokça görüyorsunuz. Dolayısıyla örnek vermeye de gerek yoktur.

 

Bu mantığın aynısını açık ve net bir şekilde Ümeyye metodunda da görmekteyiz. Günümüzde o mantığın uzantılarını Mescid-i Haram'da, Mescid-i Nebevî'de ve Ümeyyeci din anlayışı ile bağlantılı birçok mescitte görmekteyiz.

 

Israrın nedenine gelince, kanaatimce bu hadisi bilmiyormuşçasına davranmanın, önem vermemenin, hadisin senedini zayıf gösterme ve içeriğini boşaltma çabasının sebebi önceki programda işaret ettiğimiz iki esas noktadır.

 

İlk olarak; eğer bu hadis akidevî içerikler ve yüce mearifi taşımamış olsaydı, bu hadisi görmezlikten gelme veya bilmiyormuşçasına davranma gibi bir çaba ve uğraşı olmazdı. Bu tavır şu anlama gelmektedir: İslam Ümmetinin kültüründe dinî marifetler noktasında bu hadis farklı ufuklar açmaktadır.

 

Bu hadis mearif, dinî ufuklar ve Resulullah'ın (s.a.a.) sağlamlaştırmak istediği ilkelerde gerçekleşecek herhangi bir bozulmanın önüne geçmektedir. Öyleyse onların gösterebilecekleri en iyi tavır hadisi, bilmezlikten gelme ve önem vermeme yoluyla bu hususta bir ölçü olmaktan çıkarmaktır. Yani İslam Ümmetinin zihninden bu hadisi silmektir. Kanaatimce onların bu tavırlarının arka planındaki ilk neden budur.

 

İkinci etmen, ilkinden daha önemli olmasa da ondan aşağı da kalmamaktadır. Ehl-i Sünnet âlimlerinin bir bölümü Ehl-i Beyt kavramının Hz. Resulullah, Hz. Ali, Hz. Fatıma ve Hasaneyn'e (a.s.) özgü olmadığı ve Resulullah'ın (s.a.a.) hanımlarını da kapsadığı hususunda ısrar etmektedirler.

 

Eğer durum böyleyse, kaide gereği ya bu hadisi teyid etmeleri ve pekiştirmeleri ya da bertaraf etmeleri gerekiyor.

 

- Hadisi pekiştirmeleri ve kabul etmeleri gerekiyor…

 

- Bu hadis, Ehl-i Beyt ve Itret kavramının kapsamına Peygamber hanımlarının girmediğinin oldukça güzel bir kanıtıdır. “Zevcat/zevceler” tabiri dil kuralları gereğince basit ve avami bir tabirdir. Kur'an-ı Kerim, “zevcat/zevceler” sözcüğünü değil, “ezvac/eşler/çiftler” tabirini kullanıyor. “Zevc” kelimesi hem kocayı hem kadını kapsamaktadır. Her neyse Rağıb el-İsfahanî'nin dediği gibi çirkin ve avami bir kullanımdır.

 

Bu hadis, Ehl-i Beyt ve Itret kavramının Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarını kapsamadığının en hayırlı kanıtıdır. Öyle olmasaydı,  kuşkusuz onlar, “Bu hadis bizim yararımızadır, bizi desteklemektedir zira Hz. Peygamber (s.a.a.) ‘Bu ikisi asla ayrılmayacaklardır' buyurmaktadır” derlerdi. Böylelikle Aişe'nin de aralarında bulunduğu Peygamber'in (s.a.a.) hanımları lehine bu hadisten yararlanmaya çalışırlardı. Zira Aişe, Emirü'l-Müminin'in (a.s.) karşısında takındığı tavır gereği şerî bir hüccete gereksinim duymaktadır. Sekaleyn hadisinden de daha kuvvetli bir delil olmadığına göre…

 

Buradan ilmî olarak meydan okuyorum. Aişe'nin kendisi de dahil olmak üzere sahabeden “Aişe Ehl-i Beyt'tendir. O da Ehl-i Beyt'in kapsamına girmektedir. Sekaleyn hadisinin veya tathir ayetinin kapsamına girmektedir” şeklinde aktarılmış tek bir söz göstersinler.

 

- Esasında bu tür bir hadis o dönemde bulunmamaktaydı.

 

- Esasında Sadr-ı İslam'da bu kavramın belirli kimselere özgü olduğu zihinlerdeki müsellem/kesin hakikatlerdendi. Ancak facir ve günahkâr kimseler eliyle “Ehl-i Beyt” kavramının kapsamını genişleterek, Ehl-i Beyt'in (a.s.) dışındaki kimseleri de içermesini ve böylelikle kavramın kendilerine has olduğu kimselerin uzaklaştırılmasını sağladılar. Sahihü Müslim'de ve başka kaynaklarda Ehl-i Beyt kavramının ıstılahi kapsamına girmeyen kimselerin de bu kavrama dahil olduğunu ispat etmeye çalışan rivayetler geçmektedir. Bizler Ehl-i Beyt kavramının dilsel, fıkhî ve örfî kullanım açısından Peygamberin (s.a.a) hanımlarını da kapsadığını defalarca açıklamıştık. Bizim şu an ve bu konu bağlamında bahsettiğimiz şey kavramın Tathir ve Mübahale ayetlerinde ve Sekaleyn hadisinde geçen kullanımıdır.

 

Rasulullah (s.a.a.) akide ve marifet sahasında Ehli Beyt'in Müslümanların zihninde özel bir konuma sahip olmasını sağlamak için buna değer vermiştir. Ümeyyeci din anlayışının; İslam, Kur'an ve Ehl-i Beyt düşmanlarının karşı koyduğu hat işte budur.

 

Bu durum Rasulullah'ın (s.a.a.) vefatından sonra gerçekleşti. Yöneticiler, Ebu Hureyre ve Müslüman olan Yahudiler gibi kıssacılar ve hadis uydurukçularına verilen imkânlar sayesinde otoritelerini pekiştirdiler. Hakikatleri rivayet eden İbn Abbas, Abdullah İbn Mesud, Selman, Ebuzer ve Ammar gibilerini devre dışı bıraktılar. Bunların konuşmalarına ve açıklamalarına izin vermezken daha dün Müslüman olanlar ve sahih İslam'ı bilmeyenler Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) minberine çıktılar ve insanlara hadis rivayet etmeye başladılar. Bu olaylar Osman ve Muaviye döneminde gerçekleşti ve yüzlerce yıl sürdü. Şimdilerde ise bu durumun sonucunu görmekteyiz. Mescid-i Haram'da, Mescid-i Nebevî'de ve İslam dünyasındaki çeşitli mescitlerde bu yaklaşımın meydana getirdiği sonuçları görmekteyiz. Onlar, sahih dinî marifetlerin içini boşaltmaya ve din kisvesi giydirdikleri ancak gerçekte dini bilmeyen insanları söz sahibi kılmaya çalışmaktalar.

 

Kanaatimizce onların bu tavrı, Ehl-i Beyt kavramının Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarını kapsamadığının en hayırlı kanıtıdır. Bunu Allame Alusî, Ruhu'l-Meanî adlı eserinde açıkça dile getiriyor. O, Ahzab Suresi'nin 33. ayetinin tefsirinde şöyle diyor: Sen de biliyorsun ki Aranızda halife -başka bir rivayette Sekaleyn olarak geçmektedir- bırakıyorum; uzanan bir ip olan Allah'ın kitabı ve ıtretim Ehli Beyt'im. Bu iki şey kıyamet günü havuz başında bana gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmayacaklardır' sahih hadisi mutahhar hanımların Sekaleyn'in iki öğesinden biri olan Ehl-i Beyt'in kapsamına girmemelerini gerektirmektedir.”[v]

 

Allame Alusî'nin “mutahhar” ifadesini nereden getirdiğini ve nasıl elde ettiğini bilemiyorum.

 

- Bu ifadeler hadisin gerektirdiği şeylerdir.

 

- Bundan dolayıdır ki o devamında şöyle diyor: Sahihlerde geçtiği üzere kişinin ıtreti ehl-i beytidir ve en yakın topluluğudur. Hanımları ve kadınları değildir. Hadiste geçen “Ehl-i Beyt'im” ifadesi açıktır ki onlar için bir açıklamadır.[vi]

 

“Ehl-i Beyt” kavramının Peygamber'in (s.a.a.) hanımlarını kapsadığını kabul etsek dahi “ıtret” kavramı söz konusu beş kişiye özgüdür ve hanımları içermemektedir.

 

Bu hadisin yüce mazmunlar içerdiği anlaşılmaktadır. Bundan dolayıdır ki Allame Albanî'nin Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eserinde şu ifadeleri kullandığını görüyoruz: Bil ki ey değerli okuyucu, bu rivayetin Şia'nın dayandığı ve kanıt olarak kullandığı hadislerden olduğu malumdur. Onlar bu rivayetleri o kadar çok dillerine doladılar ki Ehl-i Sünnet'ten kimileri de yanılgıya düşmüş ve Şiilerin doğruya ulaştığı sanısına kapılmıştır ki hepsi de yanılgı içindedirler.[vii]

 

- Yani Alusî de yanılgıya düşenlerden birisidir.

 

- Bu hadisin yüce mazmunları haiz olduğu ortaya çıkmaktadır. İnşallah ilerleyen programlarda bunları ele alacağız.

 

- Seyyidim, ikinci soruya geçmeden önce bir hususa dikkat çekmek istiyorum; Ruhu'l-Meanî'den alıntıladığınız pasajı çokça tekrar ediyorsunuz. Okuyucuların Alusî'yi tanımaları gerektiği kanaatindeyim.

 

- İnşallah yarın akşam bu nokta üzerinde etraflıca duracağım. Bu meseleyi ele alarak Irak'taki Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinin tutumlarını ve tavırlarını ortaya koymaya çalışacağız. Bu topraklara Ümeyyeci din anlayışı girinceye kadar Şiî âlimler ile Ehl-i Sünnet âlimleri arasında tam bir uyum olduğunu görüyorduk. Bu son dönemlerde şu tekfirci hareketi bu topraklarda görmeye başladık.

 

- Cihad kisveli hareketleri…

 

- Değerli izleyicilere söz veriyorum yarın akşam Allame Alusî'yi ele alacağız inşallah.

 

- “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” şeklindeki Sekaleyn hadisinin sahih olduğunu kabul etsek dahi yine ortaya şöyle bir soru çıkıyor: “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” şeklindeki varyant ile “Allah'ın Kitabı ve Itretim” şeklindeki varyant arasında bir çatışma bulunmakta mıdır?

 

- Dile getirdiğim hususları tetkik ediniz.

 

Ümeyyeoğullarının gerçekleştirdiği uğursuz çabalardan biri de bu iki varyant arasında herhangi bir insicamın bulunmadığı aksine tezat olduğu zehabını yaymaktır.

 

- Aslında her şeyde bu zıtlığı ortaya koymaya çalışmışlardır.

 

- Öyle bir hale getirmeye çalıştılar ki hakikati araştıran Müslümanlar ya Sünneti ya da Itreti tercih etmek ve kabul etmek zorunda kaldıklarını düşündüler. Sanki Sünnet ile Itret arasında bir ikilik ve çatışma varmış gibi. Sanki Itret ayrı bir vadide, Sünnet ayrı vadide. Bu mesele düşünsel, dinî, akidevî boyutlarına ek olarak önemli bir konudur. Yani Sünni olmak istiyorsan Itretten, Şii olmak istiyorsan Sünnetten uzaklaşman gerekiyor, dediler. Böylelikle, Sünni ile Şii arasında çatışma, tezat ve uyuşmazlık hali yaratmaya çalışıyorlar.

 

Kanaatimizce bu tavır İslam Ümmeti arasında son derece tehlikeli bir duruma neden olmaktadır. Esasında bizler Sünnet ile Itret arasında herhangi bir çatışmanın ve tezadın olduğuna inanmıyoruz. Hatta Itretin Sünnete ulaşmayı sağlayan katışıksız, saf, arı ve duru bir kaynak ve selim bir yol olduğuna inanıyoruz. Bizler onların hadislerinin Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) hadisleri olması itibarıyla Ehl-i Beyt İmamlarına özel bir değer veriyoruz.

 

- Nitekim kendileri de bunu söylüyor.

 

- Bunu açıkça dile getiriyorlar. Önümüzdeki hafta uygun bir ortam oluşacak olursa “Bizim hadislerimiz Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) hadisleridir” şeklindeki anlamı açıkça dile getiren rivayetleri göstereceğiz. İmamların hadislerinden dolayı kendilerine verdiğimiz bu önem bir esas üzerine yükselmektedir. Onlar Kur'an-ı Kerim'i ve Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) kültürünü ve Sünnetini korumuşlardır. Kimse bize, “Sahabenin rolünü neden inkâr ediyorsunuz?” demesin. Bizler asla sahabenin rolünü inkâr etmiyoruz. Bizler hadis içerikli kaynaklarımızda şu hususu belirtmiş ve vurgulamışız: Sahabe kanalıyla Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) gelen sahih rivayetler de bizim katımızda kabuldür ve onları da dayanak olarak alırız. Hadis mecmualarımız ortadadır, bakabilirsiniz. Ancak Ümeyyeci din anlayışı Şii raviyi doğrudan itibardan düşürmektedir.

 

Bu tezadı Ümeyyeci din anlayışında da açıkça görebilirsiniz. Dayandığımız yegâne kaynaklar Ümeyyeci din anlayışının, İbn Teymiyye ve bağlılarının kaynaklarıdır. İbn Teymiyye ise Ümeyyeci din anlayışını tasarlayan/ formüle eden kişidir.

 

Azizlerim bir örnek vereceğim. Salih İbn Abdülaziz Âl-i Şeyh'in el-Leali'l-Behiyye fi Şerhi'l-Akideti'l-Vasıtiyye adlı eserine bakınız: “‘Bu iki şey kıyamet günü havuz başında bana gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmayacaklardır' fazlalığına gelince bazı âlimler hadisten birbirinden ayrılmayan bu iki şeyin Allah'ın Kitabı ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'i olduğunu anlamışlardır.”[viii]

 

Pasajına aldığı hadis Sahihü Müslim'de geçiyor. Öncelikle yazar “bazıları” diyor. Yani Müslümanların hepsi değil. İkinci olarak da “Onlar hadisi bu şekilde anlamışlar, hadisin anlamı gerçekte böyle değil” demeye çalışıyor. Öncelikle, hadisi zayıf göstermeye çalışıyor. Ehl-i Beyt ile problemin nedir? Ehl-i Beyt'i İslam Ümmetinin zihninden çıkarmaya çalışıyor.

 

Yazar devamında şöyle diyor: “Hadisi bu şekilde anlamak hatalıdır… Kimi muhaddisler de hadisin şazz olduğunu söylüyorlar… Sekaleynden birinin Âl-i Beyt veya Itret olduğunu söyleyen kimse konuları karıştırmıştır, hadise eklemede bulunmuştur… Size iki şey bırakıyorum hadisinde söz konusu edilen iki şeyden biri Ehl-i Beyt-i Nübüvvet değildir.”[ix]

 

Yazar, Muhammed İbn Abdülvehhab'ın torunlarındandır.

 

Ey Allame! Aişe de Ehl-i Beyt'ten değil midir? Ehl-i Beyt Aişe'yi de kapsamıyor mu? Yani Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hanımları senin kastına göre Ehl-i Beyt'in kapsamına girmiyor mu? O zaman cevaben diyor ki hayır, Aişe hakkında “Dininizi Humeyra'dan alınız” hadisi ve benzerleri bulunmaktadır. Yani Ehl-i Beyt'ten murad Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyn değildir. Açıkça belli ki bu türden şahısların Ehl-i Beyt-i Nübüvvet ile sorunları bulunuyor.

 

- Esasında Allah Rasulü (s.a.a.) ile dertleri var.

 

- Tabi. Çünkü bunlar asil İslam kültürünü taşıyan kimselerdir.

 

Bundan dolayıdır ki “Ehl-i Beyt” şeklindeki rivayet söz konusu olunca yanlış anlama-algılama, rivayette ihtisarın söz konusu olması, manen nakil, şazz, Itreti hadise karıştırma gibi şeyler devreye giriyor. Çünkü onlar Sünnet ile Itret arasında bir tezadın bulunduğunu söylüyorlar. Onlara göre, ya Sünneti ya da Itreti kabul etmelisin. Allah-u Teâlâ'nın “De ki: Ben buna karşılık sizden akraba sevgisinden başka bir ücret istemiyorum” buyruğunu hiç okumamış gibi davranıyorlar! Ey kardeşim! Şurası kesindir ki Kur'an-ı Kerim Itrete ve Ehl-i Beyt'e bir hususiyet vermiştir. En azından Tathir ayetinin Hz. Ali, Hz. Fatıma ve Hasaneyni (a.s.) kapsadığında herhangi bir kuşku yoktur.

 

Sorunuza dönelim. Itret ve Sünnet arasında çelişki, tezat ve birbirlerine alternatif olma durumu var mıdır? El-cevap; hayır, aralarında hiçbir çelişki yoktur. “Allah'ın Kitabı ve Peygamberinizin Sünneti” şeklinde bir rivayetin elimizde bulunduğunu varsaysak dahi bu iki rivayet arasında herhangi bir çatışma söz konusu değildir.

 

- Hâlbuki bu rivayet de zayıftır.

 

- Sahih olduğunu kabul etsek bile iki rivayet arasında bir çatışma söz konusu değil ki. Bu sebeple aziz dostlar imkânlar ölçüsünde bu konuya eğilsinler. Biz bu konuyu Mealimü'l-İslami'l-Emevî adlı eserimizde etraflıca ortaya koyduk. Bu eser bu programın bereketlerindendir ve son çıkan eserimizdir. Eserin tam ismi Mealimü'l-İslami'l-Emevî mine'l-Kadhi fi'l-İtreti'n-Nebeviyyeti't-Tahirati ilâ İstibahetiha” şeklindedir ve Ali el-Miden'in kalemiyle ve onun tasarımıyla çıkmıştır.

 

Yazar şöyle diyor; “Allah'ın Kitabı ve Peygamberinizin Sünneti” şeklindeki hadisi kabul ettik diyelim, peki bu sünnete ulaşmamızı sağlayacak vasıta ve vesileler nelerdir?[x]

 

Yani şu an rivayetleri ne Hz. Resulullah'tan (s.a.a.) ne de sahabeden dinleyebiliyoruz. En sağlıklı yol hakkında kaynak şöyle diyor: Müslümanların yalan ve batıl olarak kabul ettikleri şeyleri Sünnet-i Nebeviyye'ye katmaksızın… İşte Müslümanlarla ihtilafa düştüğümüz asıl nokta da burasıdır.[xi]

 

Diğer yönelişlerle görüş ayrılığımızın temelini burası oluşturmaktadır. Onlar Itretin bu sahada özel bir rolünün olmadığını söylerken, bizler Sekaleyn hadisinin gereği olarak Itrete özel bir önem ve merkeziyet veriyoruz.

 

Devamında şöyle diyor: Sünnete ulaşmanın en sağlıklı yolu Itretten geçer.

 

- Ben ilmin şehriyim Ali de kapısıdır.

 

- Elbette. Seyyidim, bu ikisinin birbirine alternatif olmadığı ve aralarında çatışma bulunmadığı şeklindeki okuma sizin görüşünüzdür, diyebilirsiniz. Hayır azizlerim, bu okuma ve değerlendirme bir grup Müslüman âlimin de okumasıdır. Onlar da Sünnet ile Itretin birbirinin alternatifi olmadığını ve aralarında bir çatışmanın da bulunmadığını dile getirmekteler. Değerli izleyiciler bu husus önemlidir. Büyük Müslüman âlimler de “ve Sünnetim” şeklindeki rivayetin sahih olduğunun varsayılması halinde dahi “ve Itretim” şeklindeki nakille çatışmadığını kabul etmektedirler. Konuyla ilgili bazı kaynaklara müracaat etmek istiyorum.

 

İşte İbn Hacer el-Heytemî'nin es-Savaiku'l-Muhrika alâ Ehli'r-Rafdi ve'd-Dalali ve'z-Zandaka adlı eseri. Bazı dostlar bir takım internet sitelerinde bize şöyle itiraz ediyorlar: Seyyid Kemal Haydarî kitabın isminin geriye kalan bölümünü (alâ Ehli'r-Rafdi ve'd-Dalali ve'z-Zandaka) neden okumuyor? Doğrusu bunu okumak benim yararımadır. Çünkü kitabın isminin bu son bölümü müellifin Rafızîlerden olmadığını ve onlara muhalif olduğunu ortaya koymaktadır. Bu eserde dile getirdiği şeyler de Rafizîleri desteklediğinden sonuçta bu bizim için daha iyi. Çünkü hiç kimse “İbn Hacer el-Heytemî de Rafızî mi?” şeklinde bir soru soramaz, zira kitap Rafızîlere reddiye amaçlı yazılmıştır. 

 

İbn Hacer “ve Itretim” ve “ve Sünnetim” şeklindeki rivayetleri okuduktan sonra şöyle diyor: Özetle Peygamber (s.a.a.) tarafından Allah'ın Kitabına, Sünnete ve Ehl-i Beyt'inden olup her ikisine vakıf âlimlerin dediklerine sıkıca sarılmaya teşvik edilmektedir. [xii]

 

Öyleyse Hz. Resulullah (s.a.a.), Sünnetime müracaat etmek istiyorsanız âlimlere müracaat ediniz, demek istiyor. Bizler de öyle diyoruz. Biz, Ehl-i Beyt'ten sıradan insanlara müracaat edebiliriz demiyoruz ki!

 

- Genel anlamıyla değil tabi.

 

- Tam isabet. Bizler genel anlamıyla Ehl-i Beyt'i değil de özel anlamıyla Ehl-i Beyt'i kastetmekteyiz. Kisa hadisinde, Tathir ve Mübahele ayetlerinde ve benzeri yerlerde söz konusu edilen, Hz. Peygamber'in (s.a.a.) belirlediği kişileri kapsayıp hanımlarını dışta bırakan Ehl-i Beyt'i kastetmekteyiz.

 

Devamında şöyle diyor: Bahsi geçen tüm bu hadislerden anlaşılıyor ki, her üçü de kıyamete kadar baki kalacaklar­dır.[xiii]

 

Biz Sekaleyn hadisinin önemli delaletlerinin olduğunu belirtmiştik.

 

- Ehl-i Beyt âlimleri.

 

- Yani Kitab, Sünnet ve Ehl-i Beyt'ten âlimler. Öyleyse ey Müslümanlar, işte bu İbn Hacer el-Heytemî “Sahih ilmi elde etmek istiyorsanız Ehl-i Beyt'ten Kitab ve Sünneti bilen âlimleri araştırınız. Her zaman bunlardan birisi vardır”, diyor.

 

- Çünkü mantık Hz. Ali'nin rolünü devre dışı bırakmamayı ve O'ndan ilim almayı gerektirmektedir.

 

- İlerde okuyacağız. Onlar bunu açıkça dile getirmektedir. Onlar, “Evin sahibi evin içinde olanları en iyi bilendir,” demektedirler. Çünkü onlar Hz. Peygamber (s.a.a.) ile birliktedirler.

 

Bir iki kaynağa daha değinecek ve sözlerime son vereceğim.

 

- İnşallah önümüzdeki programda Sekaleyn hadisinin vermek istediği mesajları soracağız.

 

- İkinci kaynak İmam Semhudî'nin (h. 911) Cevahirü'l-Akdeyn fi Fadli'ş-Şerafeyn Şerefi'l-İlmi'l-Celî ve'n-Nesebi'n-Nebevî adlı eseridir. O, bu eserinde şöyle diyor: Özetle Kur'an-ı Azim ve Itret-i Tahire'den her biri dinî ilimlerin, Şerî değerli hikmetlerin ve sırların madeni, dakik nüktelerin hazinesi olduğundan Hz. Rasulullah (s.a.a.) bu iki olgu hakkında “siklayn” veya “sekaleyn” ifadelerini kullanmıştır. Geçen rivayetlerin bazısında da görüldüğü üzere Ehl-i Beyt'e tutunmaya ve onlardan ilim öğrenmeye teşvik etti… “Ayrılmazlık” ifadesinden kıyamet kopuncaya kadar her dönemde Itret-i Tahire'den ve Ehl-i Beyt-i Nübüvvet'ten temessük edilmeye ehil bir kişinin var olacağı anlaşılmaktadır.'[xiv]

 

- Buradan İmam Mehdi konusuyla bağlantı kurulabilir.

 

- Elbette. İlerleyen sayfalarda şöyle diyor: Özetle, Allah'ın Kitabına, Sünnete ve Ehl-i Beyt'inden olup her ikisine ilmi olan âlimlerin dediklerine sıkıca sarılmak hakkında teşvik bulunmaktadır. Bahsi geçen tüm bu hadislerden anlaşılıyor ki her üçü de kıyamete kadar baki kalacaklar­dır.[xv] Yani Kitab, Sünnet ve Ehl-i Beyt; fakat mutlak olarak Ehl-i Beyt değil, Ehl-i Beyt'ten olan âlimler.

 

Üçüncü kaynak Allame Albanî'nin Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eseridir. O, bu eserinde şöyle diyor: Ehl-i Beyt genellikle evin sahibini ve hallerini daha çok tanıyan kimselerdir. Ehl-i Beyt ile murad edilen, onlardan ilim ehli olup da Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) siretine muttali olan kimselerdir… Yukarıda geçen açıklamaları bildiğine göre bu hadis Muvatta'da geçen “ve sünnetim” şeklindeki hadis için de kuvvetli bir kanıttır…[xvi]

 

Albanî'ye göre Muvatta'da geçen hadis her ne kadar senet açısından zayıf ise de metin itibariyle “ve Itretim” şeklindeki varyant ile çatışmamaktadır. Diğer bir ifadeyle “ve Itretim” şeklindeki varyant ‘ve Sünnetim' şeklindeki varyant ile çelişmez.

 

- Tuhaf olan nokta şu ki zayıf bir hadisi ispat etmek için sahih hadise dayanıyor.

 

- İmâmiyye âlimlerinden bir grup da bu anlama işaret etmiştir. Allame Muhammed Taki el-Hekim el-Usulu'l-Amme li'l-Fıkhı'l-Mukaren adlı eserinde şöyle diyor: Çünkü “ve Sünnetim” şeklindeki rivayet senet açısından sahih olsa dahi Itret rivayetiyle çatışmamaktadır. Zira Itret Sünnete ulaştıran kaynaktır.[xvii]

 

Biz bu hususu İlmü'l-İmam adlı eserimizde detaylı bir şekilde açıkladık. Bu eserimizde şu ifadeyi kullanmıştık: “ve Sünnetim” şeklindeki rivayet senet açısından sahih olsa dahi Itret rivayetiyle çatışmamaktadır. Zira iki rivayet arasında bir çelişki bulunmamaktadır.[xviii]

 

“Ve Sünnetim” şeklindeki rivayet sahih olsa bile Sünnet Itrete tutunmamızı istemektedir. Yani Sekaleyn hadisinin ikinci varyantı Itreti ifade etmektedir. Öyleyse Sünnet bize “Itrete tutunun” diyor. İkisi arasında herhangi bir çelişki yoktur. İlk hadis “Allah'ın Kitabına ve Peygamberinizin Sünnetine tutunduğunuz müddetçe”, demektedir. Peygamberimizin sünnetine gittiğimizde ve Sünnet ile amel etmek istediğimizde de “Itretime tutununuz” deniyor. Özetle “ve Sünnetim” şeklindeki varyant ile “ve Itretim” şeklindeki varyant arasında hiçbir çelişki bulunmamaktadır.

 

Sünnet ile Itret arasında oluşturulmak istenen bu düzmece tezat doğru değildir. Doğru olan Itretin de Sünnet dairesinde olduğudur. Itret Sünneti aktaran güvenilir bir yoldur. Sünnet-i Nebeviyye'nin tedvininin yasaklandığını bildiğimize göre bu Sünnete ulaşmayı sağlayan selim yoldur Itret-i Tahire. Ümeyyeoğulları gibi facir ellerin Sünnet-i Nebeviye ile oynadığını, hadis uydurucuların yüz binlerce hadis uydurduklarını da bilmekteyiz. Bunun için de selim bir kanala ihtiyaç duymaktayız. Bu kanala ulaşan en selim yol ise Ehl-i Beyt ve Peygamberinizin Itretinden geçmektedir.

 

- Ortada garip bir durum var. İmam Ahmed'den, Sahihü'l-Buhari'den, Sünenü Ebi Davud'dan ve benzerlerinden hadis almakta sıkıntı yokken, Ehl-i Beyt kanalından hadis geldiğinde yüz çevirmemiz isteniyor. Bir şahıs Hz. Rasulullah (s.a.a.) ile altı ay birlikte yaşasa bile ondan hadis alabiliyoruz...

 

- Velev ki bir saat olsa... Ölüm döşeğinde dahi Rasulullah'ı (s.a.a.) görse sahabi oluyor, adalet özelliğini kazanıyor ve sözü hüccet oluyor!

 

- Tuhaflık burada işte. Peygamberi ölüm döşeğinde görenden hadis alırken, ilk Müslüman'dan (Hz. Ali) hadis almamız mümkün değil!

 

Bahreyn'den Ebu Ahmed kardeş hatta.

 

Ebu Ahmed: Selamun aleykum. Bu savaşın nedeni nedir? Bu hadisi niçin ortadan kaldırmaya çalışıyorlar? Diğer sorum da şudur: Berrak bir su içmek istediğim zaman nehre mi giderim yoksa kaynağın başına mı giderim? Resulullah'tan (s.a.a.) sonra yaşayan bir sahabiye mi yoksa Ehl-i Beyt'e mi müracaat ederim? İlmi sahih kaynaktan nasıl alabilirim?

 

- Sorunuz anlaşıldı. Kaynağa mı gitmemiz lazım yoksa sağa sola mı ayrılmamız gerekiyor?

 

- Bu işaret ettiğimiz hususun başka bir şekilde dile getirilmiş şeklidir. Rasulullah (s.a.a.) bir sünnet ortaya koyup da bu sünnetin bir kutsiyete ve Kur'an seviyesinde delil olma kudretine sahip olduğunu belirttiğine göre bize bu sünnete ulaştıracak yolu da göstermiştir. Bu yol da Itret-i Tahire'den geçmektedir. Itret ve Ehl-i Beyt de mutlak değildir. Bunlar Allah Rasulünün tathir ayetiyle ilgili olarak abası altına aldığı kimselerdir. Bunlar mübahele ayeti gereğince Resulullah'ın (s.a.a.) kendisiyle birlikte meydana götürdüğü kimselerdir.

 

- Suriye'den Ebu Mahmud kardeş hatta.

 

Ebu Mahmud: Selamun aleykum. Ben öncelikle Allah-u Teâlâ'nın fazlı ve Seyyidin de inayetiyle Ehl-i Beyt mektebine geçmiş bir Müslüman'ım. “Allah'ın Kitabı ve Sünnetim” şeklindeki varyant ile ilgili olarak bir not düşmek istiyorum. Bu hadisin eğer sahih ise- beraberinde tamamlayıcı unsur olarak Itretin olmasına inanmıyor musunuz? Kitab ve Sünnetin Allah-u Teâlâ'nın indirdiği talimatlar ve kanunlar olduğunun kabulünde bu kanunları ve öğretileri yorumlayacak ve insanlara öğretecek bir kimsenin bulunması gerekmiyor mu?

 

- Saygıdeğer Seyyid, es-Semhudî'nin de bu görüşte olduğunu belirtti.

 

- Elbette bu tamamlayıcı unsur Itrettir. Bundan dolayıdır ki “ve Sünnetim” şeklindeki varyantın varid olduğunu kabul etsek dahi bu sünneti açıklayacak, koruyacak, şerh edecek kimselerin bulunması gerekiyor. Diğer bir ifadeyle Kur'an-ı Kerim Rasulullah'a (s.a.a.) indirilen bu Kitab hakkında “Sana indirileni insanlara açıklayasın diye” buyurmaktadır. Kitab'ın ilk mübeyyini (açıklayıcısı) Hz. Rasulullah'ın (s.a.a.) bizzat kendisidir. Peki Rasulullah'ın sünnetini kim açıklayacak? Sünnet bir açıklayıcıya ihtiyaç duymakta mıdır yoksa duymamakta mı? Elbette ki ihtiyaç duymaktadır. Eğer bunun sahabe olduğunu söyleyecek olursan, ben soruna “evet” cevabını veririm, zira “sahabe bunu açıklamamış” demiyorum. Ancak durum iki kanaldan birisi arasında kalmışsa bir tarafta Itret-i Tahire diğer tarafta da başka bir kanal varsa -diğer kanalın müşkil ve problemlerini konu edinmiyorum- acaba aklıselim bu konuda neyi gerekli kılmaktadır? Hz. Rasulullah'ın (s.a.a.) “Tutunduğunuz müddetçe benden sonra asla sapıtmayacağınız Allah'ın Kitabı ve ıtretim olan Ehl-i Beyt'im” buyruklarıyla bizlere tutunmamızı emrettiği sağlam yolun arkasından mı yoksa diğer yoldan mı gitmem gerekiyor?

 

Dile getirmek istediğim husus şudur; Sizler sahabeye tutunmak ve onları takip etmek istiyorsunuz. Peki, bizler Ehl-i Beyt'e tutunmak istediğimizde bizi niçin Yahudilik ve dinsizlik vs ile suçluyorsunuz? Bizler Ehl-i Beyt'e ve Ali'ye (a.s.) tutunuyoruz. Ali (a.s.) sahabenin başı değil mi? Ali (a.s.) Allah-u Teâlâ'nın kendilerinden kiri giderdiği kimselerden değil mi? Ali (a.s.) Allah Rasulünün (s.a.a.) hakkında “Seni ancak mümin kimse sever; sana ancak münafık kimse buğzeder” buyurduğu kimse değil midir?

 

- Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Sizleri Allah'a emanet ediyoruz. Es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu.  

  

 



[i] Doktor Muhammed Ali el-Barr, el-İmam Ali er-Rıza ve Risaletühu fi't-Tıbbı'n-Nebevi er-Risale ez-Zehebiyye, s. 21, ed-Darü's-Suudiyye, Suudi Arabistan.

[ii] Hisamüddin Affane, Yeseluneke, c. 2, s. 424, Mektebetü Dendis, 1. Basım, Ürdün.

[iii] Age, agy.

[iv] Age, c. 2, s. 425.

[v] Ebu's Sena Şihabuddin Mahmud el Alusî, Ruhu'l Meani fi Tefsiri'l Kur'ani'l Azim ve's-Sebi'l-Mesani, c. 21, s. 305,  Tahkik Mahir Habuş, Müessetü'r-Risale,1. Basım, 1431.

[vi] Age, agy.

[vii] Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha ve Şey min Fıkhıha ve Fevaidiha, c. 4 s. 355 1761, hadisin zeyli.

[viii] Şeyh Salih İbn Abdülaziz İbn Muhammed İbn İbrahim Alı'ş-Şeyh, el-Leali'l-Behiyye fi Şerhi Akideti'l-Vasıtiyye, c. 2, s. 461-2, Tahkik Adil İbn Muhammed Mürsî Rıfaî, Darü'l-Asıme, 1. Basım,1430, Riyad.

[ix] Age, agy.

[x] Seyyid Kemal Haydarî, Mealimü'l-İslami'l-Emevî mine'l-Kadhi fi'l-İtreti'n-Nebeviyyeti't-Tahirati İla İstibahetiha, s. 56, Derleyen Ali Miden.

[xi] Age, agy.

[xii] Şihabüddin Ahmed İbn Muhammed İbn Ali İbn Hacer el-Heytemi, es-Savaiku'l-Muhrika Ala Ehli'r-Rafdi Ve'd-Dalali ve'z-Zandaka, c. 2, s. 439, Tahkik Abdurrahman İbn Abdullah et-Türki ve Kamil Muhammed el-Harrat, Müessesetü'r-Risale.

[xiii] Age, agy.

[xiv] Nureddin es-Semhudî, Cevahirü'l-Akdeyn fi Fadli'ş-Şerafeyn Şerefi'l-İlmi'l-Celî ve'n-Nesebi'n-Nebevî, s. 244, Dirase ve Tahkik Mustafa Abdülkadir Ata, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye,

[xv] Age, s, 257.

[xvi] Allame Albani, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha, c. 4, s. 360-1.

[xvii] Muhammed Taki el-Hekim, el-Usulu'l-Amme li'l-Fıkhı'l-Mukaren, s. 170.

[xviii] Seyyid Kemal Haydarî, İlmü'l-İmam, s. 24-5, Şeyh Ali Hamud el-İbadî.

 

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net