Suudi Arabistan Ortadoğu’daki ABD nüfuzunu zayıflatıyor

Suudi Arabistan Ortadoğu’daki ABD nüfuzunu zayıflatıyor
Bin Selman’ın yıkıcı eylemlerinin ve Trump’ın yetersizliğinin riskleri, yüz yıldan fazla zamandır yürütülen savaş ve ihlaller üzerine kurulu olan Anglo-Amerikan Ortadoğu mimarisinin olası çöküşü gibi, tahayyül edilemeyecek sonuçlar getirebilir.

 

 

Federico Pieraccini

 

 

Strategic-culture.org

 

 

Yaygın şekilde öngörüldüğü gibi, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyeleri arasındaki gerilimler, Washington'un Ortadoğu'daki müttefiklerinin birliğini yavaş yavaş aşındırıyor.

 

Washington'un bölgesel müttefikleri arasındaki, neredeyse eşi görülmemiş bir olaylar dizisi içinde, Suudi Arabistan ile Katar arasındaki kriz giderek kötüleşiyor gibi görünüyor. Doha'ya Riyad tarafından sunulan, uzun zamandır beklenen talepler listesi, kasıtlı olarak uygulanamaz bir liste biçiminde, adeta Katar'ı Suudi krallığının varsaydığı suçlara karşı kendini savunmaya veya halen bilinmeyen sonuçlarla yüzleşmeye zorlamak için hazırlanmış gibi görünüyor.

 

Sürreel talepler, uluslararası televizyon ağı El Cezire'nin kapatılması ve Müslüman Kardeşler'in finansmanının durdurulmasıyla başlıyor. Meselenin kalbinde, Suudi kraliyet ailesinin varlığı için bir dert olan İran'la siyasi ve diplomatik ilişkiler meselesi duruyor. Sani Hanedanı'nın, sunulan tüm talepleri kabul etmek için yalnızca 3 Temmuz'a kadar vakti var. Bu makalenin yazıldığı an itibariyle Doha, karma mesajlar veriyor gibi görünüyor; Suudilerin önerilerini değerlendirmek istediğini duyuruyor, fakat aynı zamanda taleplerin çoğunun “makul olmadığının” bilinmesini sağlıyor.

 

Bir diğer ilginç haber ise Muhammed bin Nayif'in Suudi kralı tarafından haleflikten alınması oldu. 31 yaşındaki yeğen Muhammed bin Selman, eski veliaht prens ve CIA ile Avrupalı ve Amerikalı hükümetlerin baş müttefiki Muhammed bin Nayif'in yerini aldı. Muhammed bin Selman, şu anda Ortadoğu'daki en tartışmalı kişilik. Yemen'deki yıkıcı savaşın ve Riyad maliyesinin çaresiz durumunun sorumlusu olan veliaht, hazırladığı Vizyon 2030 ile krallığını iflasa götürmesi muhtemel İran karşıtı tasarıları arasında salınıyor. Yemen'de on milyarlarca dolara mal olan ve tek sonucu Rasyonel olmayan İran karşıtı duruşu onu, Doha'nın dış politikada aşırı özgür olması hususunda KİK içinde (BAE'nin ABD büyükelçisi Yusuf el-Uteybe'nin değerli lobicilik rolü sonucunda) bir çatışma riskine dahi götürdü.

 

Başlangıçta bu felaket yalnızca iki Körfez ülkesiyle sınırlı gibi görünüyordu ve Trump'ın Twitter hesabından, Washington'un Muhammed bin Selman'ın İran ve Katar'a karşı yürüttüğü kutsal savaşa yakından destek verdiğine işaret ediliyordu. Durumun keskinliği, Türkiye tarafından hemen algılandı. Ankara ve Doha, Riyad'ın bir terör örgütü ve aynı zamanda kendi Selefi krallığına bir tehdit olarak gördüğü Müslüman Kardeşler için her zaman bir öncü rolü oynamıştır.

 

Türkiye, El Sani hanedanına desteğini Doha'da bulunan yeni askeri üsse 3 bin askeri personel göndererek pekiştirdi ve aynı zamanda Suudilerin kendilerine yönelttiği, üsten çıkma ve birliklerini geri çekme talebini “faydasız ve sonuçsuz” diye  tanımladı. Bir dizi eşi görülmemiş adım içinde Bin Selman, Ankara'nın Doha'yı desteklemeye devam etmesi halinde Irak ve Suriye'deki Kürt birlikleri destekleme olasılığını ortaya koydu. Bir zamanlar Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan arasında dağılmaz bir birlik olarak görünen şey bugün çatlak ve gerilimden çok daha fazlasını ortaya koyuyor ve bütün bunlar İran ve Rusya gibi ülkelerin Suriye'de meşru Şam hükümetinin yanında terörizme karşı verdiği savaşa fayda sağlıyor. Bu, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan gibi bazı ülkelerin kör itaati üzerinden Ortadoğu'ya kendi iradesini dayatmaya devam edebilmeyi uman ABD gibi ülkeler için bir kâbustur. Bu ülkelerin karşı karşıya gelmesi, ABD'nin olayları etkileme rolü çok daha karmaşık hale gelmektedir.

 

Washington'un müttefikleri arasındaki gerilimler, herkesin herkese karşı olduğu bir durum yaratıyor ve bu, şu günlerde gerçekten de Washington'da herkes tarafından hissediliyor. Sessiz geçen günlerin ardından ABD Savunma Bakanlığı ve Pentagon, başkanın Katar'ın terörizmi finanse eden bir devlet olduğu yönündeki ifadeleriyle çelişecek şekilde Katar'a olan desteğini ifade etti. ABD'deki kafa karışıklığı ve çelişkiler artan oranda istikrarsızlaştırıcı bir etki yaratıyor ve stratejik yönelimi olmayan bir ülke gösteriyor. Dışişleri Bakanlığı, son iki haftadır Katar'a karşı izlediği tutum nedeniyle Suudi Arabistan'ı güçlü bir dille eleştirdi. Bu hiçbir bakımdan şaşırtıcı değil, zira ABD Dışişleri Bakanlığı'nın içinde halen eski Obama yönetimine bağlı kişiler bulunuyor; bu kişiler ise Müslüman Kardeşler'le yoğun bağlara sahip – tıpkı eski başkanlık adayı Hillary Clinton ve onun güvendiği yardımcısı Huma Abedin gibi. Bu derin devlet iç savaşında Pentagon, Katar'a taktik bir perspektiften bakıyor: Suriye'ye yönelen ABD uçaklarının %90'ı Katar'daki El Udeyd hava üssünden kalkıyor. Katar'a 12 milyar dolar değerinde savaş uçaklarının satılması, Katar'ın askeri-endüstriyel kompleksin en iyi müşterilerinden biri olduğunun kanıtı. Tek sesle konuşmayı beceremeyen bu ABD yönetiminden gelen çelişkili mesajlar, Amerika'nın bölgedeki en yakın müttefiklerini istikrarsızlaştırmaya devam ediyor.

 

Besbelli ki fark edilmeden geçen bir diğer adım, birkaç İsrail taktik ve operasyonel uçağının Suudi Arabistan'a konuşlandırılması. Bu iki ülke arasındaki yakınlaşma süreci hız kesmeden devam ediyor ve bölgede daha da fazla güvensizlik yaratıyor.

 

Şu an geri dönüşsüz gibi görünen şey, bu fırsatı kendi yollarını Riyad'dan bağımsız olarak çizmek için kullanmaya karar vermiş gibi görünen Doha otoritelerinin tutumu. Katar Havayolları'nın CEO'su, El Cezire'ye verdiği bir röportajda İran sayesinde firmanın, BAE, Suudi Arabistan ve Bahreyn tarafından yasadışı şekilde kapatılan semaların etrafından geçme şansının olduğunu vurguladı. CEO, beklenen dev kayıplar dikkate alındığında yola nasıl devam edeceği sorulduğunda, firmanın ufkunu şu ana kadar keşfedilmemiş yeni yollara doğru genişletmek niyetinde olduğunu ifade etti.

 

Suudi taktikleri muhtemelen, İran'ın ve başka bölge ülkelerini desteğini alsa bile Katar için zorluk ve sorunlar yaratacak. Şu anda Doha'nın sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) taşıyan gemileri serbestçe hareket etmeye devam ediyor. Gelirinin neredeyse %90'ını LNG satışlarından elde eden bir ülkenin gemilerinin bloke edilmesi, Katar'ın köşeye sıkıştırılması ve konvansiyonel bir savaşa daha yakın bir durumun oluşması demek olacaktır. Bin Selman'ın deneyimsizliği ve beceriksizliği nihayetinde, halen Katar LNG'sinin Akdeniz'e ulaşmak ve Avrupalı müşterilere gaz tedarik etmek için Süveyş Kanalı'ndan geçmesine izin veren Mısır'la sorunlar yaratacaktır. Riyad'ın Kahire'ye sunacağı Katar gemilerini bloke etme talebi büyük bir ihtimalle kabul edilmeyecek ve bu durum Katar ablukasına katılanlar arasında yeni çatlaklar ve gerilimler meydana getirecektir.  

 

Belki Trump, bu bölünmelerin Arap NATO'su planı açısından ne kadar yararsız olduğunu daha iyi anlamıştır. Eğer Türkiye ve İsrail karşı taraflarda yer alır, Katar ve Suudi Arabistan da savaşın eşiğine gelirse, Washington kendi çıkarlarını korumak niyetiyle Ortadoğu'ya stratejik vizyonunu dayatmaya çalışmaya devam edemeyecektir.

 

ABD ve müttefiklerinin yaşadığı bu kaotik karmaşada, her zaman olduğu gibi, Şii direniş ekseni en büyük kazanımı sağlıyor – özellikle de, Suriye'de Esad hükümetine bağlı birliklerin yaklaşık beş yıldır dışında kaldıkları Deyrezzor'a doğru ilerlemesiyle. Türkiye, İran ve Rusya Astana'da ateşkes anlaşmalarına varırken, kalan problemlerin çoğu, Katar ve Türkiye ya da Suudi Arabistan tarafından desteklenen terörist gruplara ilişkin. Birkaç gün önce yaşanan bir dizi çarpışmaya ilave olarak, Suriye'deki terörist kontrolünün giderek azalması ve ülkenin tamamen kurtarılması ihtimalinin ufukta görülmesiyle, taraflar arasında güvensizlik ve karşılıklı yer değiştirmeler gündeme gelmiş gibi görünüyor.

 

Washington bir kez daha, neredeyse eşi görülmemiş bir durumun içine giriyor. Trump Suudi Arabistan'ın Katar'a karşı gerçekleştirdiği fiillere rıza göstersin veya göstermesin, önemli olan şey bunun bölge için getireceği sonuçlardır. İran gitgide, bütün taraflarla diyaloga girmeye hazır ılımlı bir güç rolünü oynuyor gibi görünüyor. Suudilerin tutumunun iki stratejik partneri – Türkiye ve Mısır'ı – soğutması muhtemel; Mısır, çok fazla zorlanması halinde Suudileri terk etmeye hazır. Türkiye, Rusya'nın yoğun çabalarının ardından Esad karşıtı güçlere verdiği desteği bırakmanın eşiğinde görünüyor, ancak ihtiyat, onun bu değişikliklere devam etmeden önce biraz oyalanmasını zorunlu kılıyor. Erdoğan çoğu zaman ikili, hatta üçlü oynamıştır.

 

Bin Selman'ın stratejisi Yemen savaşıyla başladı, Katar'a karşı husumetle devam etti ve şimdi veliaht prens tayin edilmesiyle tepe noktasına ulaşıyor. Trump, kaybedenler arabasına binmiş gibi görünüyor ve hem kendi krallığını yok etme, hem de Washington'un müttefikleri arasındaki temel ilişkileri bozma konusunda pek az tereddüdü var gibi görünen Bin Selman gibi bir serseri mayını desteklemesi şimdi hiç olmadığı kadar zayıf ihtimal.  

 

Amerikan devletinin kendi içinde mücadele etmesi ve çatışmanın etrafında dönmesi, zamana karşı verilen bir mücadele. Bin Selman'ın yıkıcı eylemlerinin ve Trump'ın yetersizliğinin riskleri, yüz yıldan fazla zamandır yürütülen savaş ve ihlaller üzerine kurulu olan Anglo-Amerikan Ortadoğu mimarisinin olası çöküşü gibi, tahayyül edilemeyecek sonuçlar getirebilir.

 

 

www.medyasafak.net