Siyonizm’in kıyamet senaryosu – İsrail’in caydırıcılık kapasitesinin çöküşü

Siyonizm’in kıyamet senaryosu – İsrail’in caydırıcılık kapasitesinin çöküşü
Demir Kubbe’nin varsayılan başarısı, düzmece gibi görünüyor. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden (MIT) füze uzmanı Theodore Postol’a göre Demir Kubbe, Hamas’ın roketlerinin yalnızca %5’ini, yahut daha azını engelliyor. Buna dair başka bir kanıt da Tümgeneral Uzi Dayan’dan gelmiş, Dayan, “Eğer İsrail Hamas’ı durduramıyorsa İran’ı nasıl durdursun” diyen bir İsraillinin hikâyesini anlatmıştı.

 

 

Zakir Ahmed Mayet

 

 

Crescent International

 

 

 

Politikacılar, güvenlik yapısı ve belli çıkarlar peşinde koşan partiler sömürgeci devletin geleceğine yön vermek için mücadele verirken, İsrail bayrağının her yerine kan bulaşmış gibi görünüyor. Kavga sürerken, İsrail'in politikasının şu andaki gidişatının Apartheid dönemi Güney Afrikası'nınkinin bir yansıması olduğu gerçeği, en katı çizgide olanlar da dahil olmak üzere bütün ana oyuncular tarafından idrak edildi. Nihai sonuç, bütün halkı temsil eden demokratik bir devleti yerleştirmek üzere sömürgeci ileri karakolun dağıtılması anlamına gelen tek devletli bir çözüm olacaktır.

 

Herzliya konferansındaki (Mayıs 2017) açıklamalar, derinden çatırdamış bir İsrail manzarası yansıtıyor. Eski İsrail Başbakanı (bir dönem savunma bakanı) Ehud Barak, konferansta mevcut politikanın “kesinlikle bir ‘tek devletli çözüm'le sonuçlanacağını, bunun ya bir  ‘Apartheid Devleti', ya da Yahudilerin birkaç nesil içinde bir azınlık haline geleceği ‘iki uluslu bir devlet' olacağını ve muhtemelen bunun devamlı bir iç savaş getireceğini” söyledi. Bir dönemin dışişleri bakanı Tzipi Livni koroya, “İki devletli bir çözüm mü yoksa tek ve birleşik bir ülke için mi çalışılacağı kararı, ‘demokratik Yahudi İsrail'imizi geri almak' için ulusal bir karar olmalıdır” sözleriyle katıldı. Yakın zamanda 200 eski İsrail generali, Şabak ve Mossad görevlileri ile Yeni Amerikan Yüzyılı Merkezi tarafından yayınlanan “Önce Güvenlik” raporu, benzer bir kutuplaşma resmi çiziyor. İsrail güvenlik yapısının İsrail'in karşı karşıya olduğu sorunların artık askeri güçle çözülemeyeceğini kabul etmesi, İsrail politikaları için ezici bir ithamdır. Bu sebeple şu andaki söylemler iki devletli veya tek devletli çözüm etrafında dönmekte, bunlardan ikincisi ise İsrail'in şu andaki sağcı rejimi tarafından sergilenen apartheid doğasının üzerindeki örtüyü kaldırmaktadır. Siyasi kriz sürerken, İsrail çok daha ciddi bir meydan okumayla karşı karşıya gelmektedir.

 

İsrail devleti terör ve orantısız güç temelinde kurulmuştu. Bu yerleşik politikanın ilk işaretleri, Deir Yasin katliamlarında kendini göstermişti. Bu katliam öyle bir vahşetle karakterize olmuştu ki, yerli Filistinli nüfusun kitlesel kaçışı ve onlara yönelik etnik temizliğin başlangıcı işlevi gördü. Menahem Begin, “Deir Yasin'de yapılanlar olmadan, bir İsrail Devleti olmazdı” diyordu. Begin, “Hagana [Yahudi terörist örgütü] başka cephelerde başarılı saldırılar geçekleştirirken (…) Araplar panik içinde, ‘Deir Yasin' diye bağırarak kaçmaya başladı” diye de eklemişti.

 

Bu politika İsrail militarizminin köşe taşı olarak kaldı. Tarih çoğu zaman muzafferler tarafından yazılır ve Haziran 1967 savaşı hakkındaki hakim anlatı da bunun istisnası değildir. İsrail, kendisinden daha büyük olan Arap komşularının korkuttuğu ve ezdiği bir kurban olarak betimlendi. 1967 zaferi de, varsayılan ilahi yardımı ve Siyonist işgalin haklılığını doğrulayan bir mucize olarak yansıtıldı.

 

Zaman zaman gerçek anlatı, herkesçe bilinen propaganda örtüsünde bir gedik açar ve hakikat oradan geçer. Katalizör caydırıcılık kapasitesi politikası, 1967 savaşının kıvılcımını çakmak üzere İsrail'in gerçekleştirdiği ilk vuruşun temel motivasyon kaynağıydı. O dönemde bir bölük komutanı olan Ariel Şaron, “caydırıcılık kapasitesi, yani bizden korkulması, bizim temel silahımızdır” diyordu. İsrail'in caydırıcılık kapasitesi politikası, orantısız güç ve ceza meydana getiren, cezalandırma yoluyla caydırma politikası olarak karakterize oldu.

 

İsrail'in caydırıcılık doktrininin bu özel ayrım noktası, Dahiye doktrininin benimsenmesiyle İsrail ordusu tarafından genel yönelimle bütünleştirildi. Bu doktrinin arkasındaki gerçek beyin olduğu düşünülen Tümgeneral (em.) Giora Eiland, “Hizbullah'ı yenmenin imkânsızlığını” ileri sürüyordu. Eiland, “Lübnan ordusunun ortadan kaldırılmasına, ulusal altyapının yok edilmesine ve nüfus arasında yoğun acıya” yol açacak bir politika tasarladı; öyle ki, bu doktrinde “yüz binlerce insanın çektiği acı, Hizbullah'ın davranışını geri kalan her şeyden daha fazla etkileyebilecek sonuçlar” olarak görülüyordu. Orantısız gücün acımasız taktik tahtası, dönemin Kuzey Komutanlığı şefi Gadi Eizenkot tarafından kullanılırken, Eizenkot şunları söylüyordu:

 

2006 yılında Beyrut'un Dahiye mahallesinde olan şey, İsrail'e ateş açılan her köyde olacaktır... Buralara orantısız güç uygulayacağız ve büyük hasar ve yıkıma yol açacağız. Bizim bakış açımızdan buralar sivil köyler değil, askeri üslerdir...

 

Bu doktrin, yıkımın devasa büyüklükte olmasının savaş sahasında daha fazla çarpışmadan yıldıracağı öncülüne dayanır ve üç konsepti pekiştirir. Birincisi, İsrail ordusu, salt bombardıman gücüyle muarızını silme kapasitesine sahiptir (şok ve dehşet). İkincisi, İsrail bombardımana bir kez başladıktan sonra ister sivil ister savaşçı olsun, herkese karşı acımasızca davranacaktır. Üçüncüsü, onların hareket tarzları, yollarına çıkan herkese kaderlerinin ne olacağını gösteren bir işaret olmalıdır.

 

Bu cezalandırma yoluyla caydırıcılık doktrini bütün büyük Arap-İsrail savaşlarında, özellikle de 1967 savaşında başarılı oldu. İsrail'in caydırıcılık politikasını benimsemesi aynı zamanda daha kısa süreli ve giderek acımasızlaşan çatışmalara da dayanak oluşturdu. Bu kısaltılmış çatışmaların amacı, bir yandan bir yıpratma savaşını engellerken diğer yandan caydırıcılık sergilemektir. Ancak bu kural, 2006'da Hizbullah'la girişilen savaşta İsrail militarizminin ve caydırıcılık kapasitesinin köşe taşının ilk etkin başarısızlığını yaşamasıyla yeniden yazıldı. Bu, Hizbullah'ın kahramanca direnişi nedeniyle 2000 yılında İsrail'in Lübnan topraklarının bir kısmından çıkmak zorunda kalmasının akabinde geldi. Kudüs Kamusal İşler Merkezi'nin himayesinde düzenlenen bir konferansta Tümgeneral Uzi Dayan, caydırıcılık doktrinine ve İsrail'in 2006 sonrasında sergilediği başarı görüntüsüne ağır bir darbe indirdi. İsrail'in Lübnan'la olan son savaşta (2006) caydırıcılığından çok şey kaybettiğini ifade eden Dayan, bunun yalnızca İsrail için değil, öteki direniş hareketleri için de bir dönüm noktası olduğunu söyledi. Bu itiraf, dönemin muhalefet lideri Benyamin Netanyahu'nun şu sözlerinden ileri gelmişti: “Savaş sonucunda ortaya çıkan en büyük başarısızlık, İsrail'in caydırıcılık kapasitesinin ciddi zarar görmüş olmasıdır.”

 

İsrail'in değişen çevreye kendini uyarlayamaması, doktrinin 2008'de Gazze'de daha da yoğun şekilde uygulanması sonucunu getirdi. Dökme Kurşun operasyonunun ifade edilen amacı Hamas'ın roket saldırılarına son vermekti ve bu, İsrail'in caydırıcılık kapasitesini restore etme yönünde zayıf bir girişimdi. Ancak aksine küresel kamuoyunun tepkileri çarpıcı bir şekilde İsrail aleyhine döndü ve İsrail liderlerinin savaş suçlarından ötürü yargılanması yönündeki çağrılar daha yüksek sesle dillendirilir hale geldi. Birleşmiş Milletler'in araştırma misyonunun bulguları küresel alanda İsrail'e ciddi bir darbe oldu. Gazze Şeridi içinde başka çatışmalar da meydana geldi. 2014'teki Koruyucu Hat operasyonunun gaddarlığına rağmen, Hamas İsrail'e oldukça fazla sayıda roket ve havan topu saldırıları düzenledi. İsrail tarafından mı yoksa Filistinliler tarafından mı başlatıldığından bağımsız olarak, önceki çatışmaların sicili, İsrail'in caydırıcılık veya korkutabilirliğinin yeniden tesis edilemediğini kanıtlıyor. Washington Institute kuruluşuna göre “Zaman içinde, Gazze üzerindeki caydırıcılık muhtemelen başarısız olacaktır. Caydırıcılığın en iyi işlediği durumlar temelde istikrarlı olan, tarafların diğerinin hesabını açıkça anladığı durumlardır.”

 

Gazze'deki devam eden abluka, direnişi isteklendiren istikrarsızlığı besliyor. Buradan doğan denklem şu: İsrail'in işgali olmasa, direnmeye gerek olmayacaktır. Gerçekte, direnişin tırmanmasının caydırılması bir yana, ABD analizine göre Gazze'deki direniş daha da güçleniyor. Washington Institute tarafından hazırlanan aynı raporda şu ifadelere de yer verilmişti: “Kassam Tugayları'nın ve öteki örgütlerin askeri kapasiteleri arttı ve bu durum onları belki de daha kendinden emin ve daha tehlikeli hale getirdi. Bu, tampon bölge üzerinde daha sert çatışmalara – ve kaçınılmaz olarak İsrail Ordusu askerleri dahil daha fazla ölüm ve yaralanmaya – yol açabilir ve daha büyük bir güçle yanıt vermesi için İsrail ordusu üzerindeki basıncı arttırabilir.” Bu caydırıcılık başarısızlığı, Jim Zanotti'nin hazırladığı bir Kongre Hizmet Raporu'nda da yer bulmuş, raporda şu ifadelere yer verilmişti:

 

Mühendisler, kimyacılar ve makinistlerden oluşan ekipler, zaman içinde Kassam serisi roketlerin menzilini ve yükünü geliştirdi ve İsrail ordusunun hava saldırıları roket araştırma ve üretim operasyonlarıyla bağlantılı bazı kişileri ve tesisleri hedef aldı. Yıllar içinde roketlerin menzili, Gazze sınırındaki Sderot kasabası (nüfusu yaklaşık 24,000) gibi görece küçük İsrail yerleşim merkezlerinin ötesinde, Aşkelon (nüfusu yaklaşık 120,000) ve Aşdod (nüfusu yaklaşık 200,000) gibi daha büyük kıyı şehirlerini ve Negev'deki Beerşeva şehrini (nüfusu yaklaşık 185,000) içine alacak şekilde genişledi. Hamas, Filistin İslami Cihad hareketi (El Kuds serisi) ve Halk Direniş Komiteleri (Nasr serisi) tarafından Gazze'den, Kassam roketlerinden daha uzağa giden (ve Gazze'ye gizlice sokulduğu düşünülen) orta menzilli Grad tipi roketler fırlatıldı.

 

Demir Kubbe'nin varsayılan başarısı, düzmece gibi görünüyor. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden (MIT) füze uzmanı Theodore Postol'a göre Demir Kubbe, Hamas'ın roketlerinin yalnızca %5'ini, yahut daha azını engelliyor. Buna dair başka bir kanıt da Tümgeneral Uzi Dayan'dan gelmiş, Dayan, “Eğer İsrail Hamas'ı durduramıyorsa İran'ı nasıl durdursun” diyen bir İsraillinin hikâyesini anlatmıştı. Hamas'ın ortaya koyduğu meydan okuma son çatışmada direniş güçlerinin deniz yoluyla İsrail topraklarına girmesiyle daha da artmıştı. Sızdırılmış gibi görünen video görüntüleri, Hamas dalgıçlarının Zikim plajındaki askeri tesise sızdığını gösteriyor. Birlikler, İsrail'e Akdeniz'den gelen bir askeri tehdit ortaya koyan yeni bir savaş çağını açtı. Bu yeni operasyonlar cephesi şimdi, Hizbullah üzerinden kuzeyden de açık. Nitekim Hizbullah, 2006 Lübnan savaşı esnasında İsrail askeri aygıtının en sofistike parçalarından biri olan deniz kuvvetleri füze korveti Saar-5'i hedef almıştı. Şubat 2017'de Times of Israel gazetesi, Hizbullah'ın Suriye çatışması esnasında sofistike gemisavar füzeleri elde ettiğini ifade eden bir haber yayınladı. İsrailli kaynağa göre Hizbullah'ın elinde olan bu silah bir oyun değiştirici olacak ve İsrail'in hâkimiyetini ciddi bir şekilde sınırlayacaktır. Bu nedenle kıskaç gibi bir tehdit İsrail'i hem kuzey hem de güneyden sıkıştırmakta, bu şekilde Siyonist Devlet'in batı sınırlarını tehlikeye atmakta ve İsrail'in gaz sahalarına erişimi bakımından elle tutulur bir tehdit meydana getirmektedir. Bu durum bu yılın Mart ayında, BESA Center (Begin-Sadat Stratejik Araştırmalara Merkezi) direktörü ve Bar-Ilan Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünde fahri öğretim üyesi olan Dr. Efraim Inbar tarafından da ifade edilmişti.

 

İsrail'in 2006'da aldığı yenilgi, Hamas için çıtayı yükseltti ve sözü edilen raporda da buna donuk bir gönderme yapıldı:

 

Lübnan'daki İran destekli Hizbullah hareketi, Hamas'a maddi ve manevi destek sağladığı gibi, bazı bakımlardan onun için bir akıl hocası veya rol-model işlevi gördü. Hamas, Lübnanlı grubun siyasi başarısını ve medya başarısını taklit etme arayışında oldu.

 

Suriye çatışması sürecinde Hamas İran'dan bir düzeyde uzaklaştı ve bu durum direniş eksenini zayıflattı. Ancak Hamas içindeki seçimlerden sonra, hem İran hem de Hizbullah Hamas'a kucak açtı. Bunun bir göstergesi olarak Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah'ın son konuşmasında Hamas'ı onurlandırması, önemli bir yakınlaşmayı sembolize ediyordu. 2016 yılında İran ve Hamas arasındaki görüşme özel bir önem taşıyordu, zira bu, Hamas ile Kudüs Gücü komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani arasındaki kilit görüşmelerden biriydi. Bu görüşme güçlerin bir kez daha Siyonist işgale karşı yan yana gelmesini ifade ediyordu. Bu durum İsrail'in ve ABD'nin korkularını yeniden körükledi, zira İsrail gerçekten de ABD'nin Müslüman Doğu'daki hegemonik politikasının uzantısıdır. İsrail'in varoluşunun karşısındaki tehdit, vaktiyle bir Kongre raporunda şu sözlerle yer bulmuştu:

 

İsrail aynı zamanda İran, Suriye ve bölgedeki olası başka aktörlerin Hamas'ın İsrail'e olan yakınlığını ya koordineli çok cepheli bir askeri saldırıyı kolaylaştırmak için, yahut krizlerin ve herkesin gündemine giren meselelerin yoğunlaşmasıyla İsrail'e karşı bölgesel ve uluslararası siyasi baskıyı harekete geçirmek için kullanabileceğinden çekiniyor.

 

 

 

www.medyasafak.net