İsrail’in yaklaşan felaketteki rolü

İsrail’in yaklaşan felaketteki rolü
Nihayet, Arap Baharı’nın çekirdeği, Foreign Policy dergisinde Jonathan Spyer tarafından yayınlanan bir makale yoluyla ifşa oldu. İsrail Ortadoğu’da tam hâkimiyet için savaş halinde ve Küresel Uluslararası İlişkiler Araştırmaları Merkezi (Rubin Center) araştırmacısı ve Jerusalem Post yazarına göre Tel Aviv, İran’la mücadele etmek için Suriye’ye müdahale etmek üzere.

 

 

Phil Butler

 

 

New Eastern Outlook / Global Research

 

 

 

Nihayet, Arap Baharı'nın çekirdeği, Foreign Policy dergisinde Jonathan Spyer tarafından yayınlanan bir makale yoluyla ifşa oldu. İsrail Ortadoğu'da tam hâkimiyet için savaş halinde ve Küresel Uluslararası İlişkiler Araştırmaları Merkezi (Rubin Center) araştırmacısı ve Jerusalem Post yazarına göre Tel Aviv, İran'la mücadele etmek için Suriye'ye müdahale etmek üzere.  

 

Söyleyebileceğim tek şey şu ki, eğer İsrail'in Disiplinler Arası Merkez'de (IDC) bulunan araştırma merkezlerinden birinin direktörü olan Spyer haklıysa, Kıyamet'in başlangıcı ufukta olabilir. Birkaç aydan beri benim Suriye ve daha geniş krizler hakkındaki araştırma ve haberlerim, İsrail'in dünya meselelerindeki rolünün etrafında döndü. Bu yüzden, bu ifşaatla birlikte, krizlerin kışkırtıcısı olarak İsrail'in kaygılandığı noktada eldivenlerin yakında çıkarılacağı açık gibi görünüyor. Bibi ve Trump'ın Washington'daki görüşmesi, AIPAC'ın Rusya, İran ve Kuzey Kore'ye yaptırımlar için basınç yapılmasındaki rolü ve Netanyahu hükümetinin provokatif jeo-stratejik rolü, bu küçük ülkenin Ortadoğu'daki kaostaki rolüne dair eşit ağırlıkta dolaylı kanıtlar sundu. Spyer'dan alıntı yapalım:

 

“İsrailli yetkililer, Ortadoğu'daki hâkimiyet yarışını İran'ın kazandığına inanıyor ve bunun arkasından gelme tehlikesi bulunan bölgesel yeniden hizalanmayla mücadele etmek için harekete geçiyor. Odak noktası, İsrail'in Suriye'deki askeri ve diplomatik kampanyası.”

 

Ben kendi bakış açımdan, bu haberin hangi boyutunun – üst düzey İsrailli analistlerin şu anda kamuoyunu önemsemiyor olmaları mı yoksa İsrail'in gerçekten İran'a karşı nükleer kullanabileceği ihtimali mi – daha ürkütücü olduğuna karar veremiyorum. Foreign Policy'de yayınlanan makale aynı zamanda İsrail'in uluslararası olaylara yön veren motivasyonlarını da açığa çıkarıyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin Esad hükümetinin kendi halkına karşı kullandığı iddia edilen kimyasal silahlar hakkındaki başlangıçtaki psikozlu evresi örnek verilecek olursa, bu “silah korkularının” Suriyelilerle herhangi türden bir ilişkisi yoktu. Spyer, Masyaf'taki kimyasal silah tesislerine yönelen İsrail misyonlarını özellikle belirtiyor. Bununla yüzleşelim: İsrail, uçaklarını tehlike altındaki Arapları kurtarmak için uçurmuyor.  Fakat İsrail rejimi için yakıcı sorun artık Esad da değil. Suriye Ordusu Rusya ve İran'ın desteğiyle IŞİD'i neredeyse imha ettiği için, Tel Aviv Suriye karmaşasının ertesi günü hakkında endişeler taşıyor. Ve elbette kıymetli Golan Tepeleri'nin akıbeti hakkında. Yine FP'den aktaralım:

 

“İran güçleri şimdi, Golan Tepeleri'nin İsrail kontrolündeki kısmının ve orayı Suriye kontrolündeki kısımdan ayıran Kuneytra kapısının yakınında veya bitişiğinde bulunuyor. Suriye savaşı boyunca İsrail, İranlıların ve onların Hizbullah üyesi uydularının bu bölgeyi, Güney Lübnan'a ilave olarak Yahudi devletine karşı ikinci bir aktif çatışma hattı haline getirmek istediğini fark etti.”

 

İsrailli uzman devamında “Suriye'nin bugün varlığını zar zor sürdürdüğünü” iddia ediyor ve İran ve Rusya'yı savaşın yıprattığı ülkenin “efendileri” ilan ediyor. Foreign Policy makalesi, müphemlikten gayet uzak bir şekilde, İsrail'in komşusu olan düşmanlarına ve müttefiklerine karşı izlediği temel zihniyet ve stratejinin çerçevesini ortaya koyuyor – yazar bunu yapmak niyetinde olmasa da. Spyer, İsrail'in en çok neden korktuğunu göstererek ve Tel Aviv'in jeopolitik ve askeri karşı ağırlıklarını ikna edici bir biçimde listeleyerek, İsrail'in fiili niyetlerine ihanet ediyor. İsrail'in Suriye içindeki isyancılarla nasıl çalıştığını okuyalım:

 

“İsrail, şu anda halen sınırın büyük bir kısmını kontrol eden, Fursan el-Culan grubu gibi yerel isyancı gruplarla pragmatik tarzda birlikte çalışma ilkeleri geliştirdi. Bu işbirliği, yaralı savaşçıların ve sivillerin tedavi edilmesine ve insani ve mali yardım sağlanmasına odaklanıyor. Her ne kadar doğrudan silah tedarik edildiğine veya İsrail güçlerinin isyancıların adına doğrudan müdahil olduğuna dair şu ana kadar bir kanıt ortaya çıkmış değilse de, muhtemelen saha veya istihbarat desteği de sağlandı.”  

 

Son olarak, Rubin Center'ın web sitesindeki raporlar tarandığı zaman, İsrailli grubun yalnızca bölgesel meselelere odaklanmadığı görülüyor.  Öncelikle, Spyer'ın gözlerini Ukrayna ve oradaki Yahudi toplumuna yönelttiği bir Jerusalem Post yazısında Rusya yanlısı grupların Nazi olarak tasvir edildiğini görüyoruz. Ardından, Kafkaslar ve Gürcistan'ın derinlemesine ele alınmasını ilginç buluyorum. Mahir Khalifazadeh (1999 yılında Kosova'daki OSCE misyonunda yer almış bir isim) tarafından kaleme alınan Eylül 2014 tarihli ve “Güney Kafkaslar: Obama'nın Rusya'daki Başarısız ‘Sıfırlama' Girişimi ve Pratikte Putin Doktrini” başlıklı makale, bu daha uzaktaki felaketin kalbinde İsrail'in jeo-stratejisine ihanet ediyor. Pragmatik bir kişi burada, “İsrail, ABD-Rusya ilişkilerinin sıfırlanmasına karşı mıydı?” diye sorabilir. Buna verilecek yanıt ise bize, şu andaki batı-doğu bölünmesinin arkasında “kimin” olduğuna dair yeni fikirlere götürecektir. Yazıdan bir alıntı yapalım:

 

“2009 yılından beri, Başkan Barack Obama yönetimindeki Obama, önceden gergin olan ilişkilerde taze bir başlangıç vaadiyle, ‘Rusya'yla sıfırlama' politikası izledi. Ancak bu politika, özellikle, hem İsrail'in hem de ABD'nin büyük Ortadoğu'ya ve Sovyet sonrası alana yönelik politikaları bakımından stratejik önem taşıyan Güney Kafkasya bölgesinde Amerikan çıkarlarını geliştiremedi.”  

 

Azerbaycanlı uzmanın hazırladığı bu metin, ABD ve İsrail'in “enerji güvenliğine” temas ediyor ve bu aynı zamanda bu bölgelerdeki krizin çekirdek katalizörünü yansıtıyor. Azerbaycan'la Batı'daki petrol ağır topları arasında gerçekleşen ve Yüzyılın Anlaşması denilen anlaşma hakkında çoğu zaman bir şeyler okumaz veya duymayız bile, fakat bu alıntı, meseleye dair gayet iyi bir çerçeve sunuyor:

 

“Bu bölgede Azer-Çırak-Güneşli petrol sahalarının keşfedilmesi, ABD politikasına ve diplomasisine, bölgeyi Ortadoğu dışı enerji için önemli bir kaynak haline dönüştürmeleri için kayda değer bir enerji sağladı. Dev Azeri petrol ve doğalgaz rezervleri aynı zamanda Rusya'yı bypass edecek enerji nakil yolları meselesini gündeme getirdi.”

 

Rusya ve İran'ın by-pass edilmesi, Suriye'nin bir enerji sağlama geçidi olmaktan çıkarılması, İsrail'in bölgedeki gücüne karşı her türlü direniş belirtisinin yok edilmesi, Amerika'nın küresel sahadaki hâkimiyetine payanda sağlanması – bu anlaşma ve stratejiler, büyük çaplı krizler yaratan alışverişleri gösteriyor.  Ve İsrail'i yöneten Siyonistler bütün bunların tam orta yerinde. Bu artık tartışılabilir bir mesele değildir. Eldeki soru ise şudur: “Bu konuda ne yapabiliriz?”

 

Bu soruya verilecek yanıt pozitif bir yanıt değildir, zira Batı'da oyun epey hileli hale gelmiştir. Ya yurttaşların dikkatleri yerel krizler nedeniyle başka tarafa çevriliyor ya da yurttaşlar eğitimsiz ve küresel jeopolitik karşısında ilgisiz. Kısacası, herhangi bir şey yapma konusunda hazırlıklı değiliz. Bu, Foreign Policy gibi globalist dergilerin ve hatta önde gelen politikacıların yalın bir şekilde planları ortaya koymaktan korkmamasının bir sebebidir. Gördüğümüz bu ifşaatlar, bizim kendi kayıtsızlığımızın bir sonucudur ve İsrail'in ya da ABD'nin saldırılarına getirilebilecek çözümler, halkın kolayca kabul edebileceği türden değildir. Tel Aviv söz konusu olduğunda, hak ettiği sonucu getirebilecek tek araç güçtür. Kanaatimce, uluslararası toplum (yahut belki Rusya) İsrail'i (sert bir şekilde) durduruncaya kadar, bu krizler sadece daha da tırmanacaktır. İsrail, Arap Baharı'nda ve Esad ve Suriye'yi hedef alan rejim değişikliği girişiminde kilit roldeydi. Sonuç olarak milyonlarca insan yerinden oldu ya da daha kötülerini yaşadı. Bu Siyonist otokratların bedel ödemesinin zamanı geldi de geçiyor. Aksi halde diğer seçenek bir felaket olacaktır.

 

 

Çeviri: İlyas Halitoğlu

 

 

www.medyasafak.net