Suudiler on yıllardır İsrail’le yakınlaşıyor, Muhammed bin Selman ise bunu resmileştiriyor

Suudiler on yıllardır İsrail’le yakınlaşıyor, Muhammed bin Selman ise bunu resmileştiriyor
Önümüzdeki hafta Suudi Arabistan’ın, MBS’nin babasının tahttan feragat etmesiyle resmen tahta çıkmasına tanık olabileceği yönünde söylentiler de var. Bundan sonra, Suudilerin Riyad’daki bir çatıda İsrail bayrağının dalgalandığını göreceği gün çok uzak olmayabilir.

 

 

 

Azzam Tamimi

 

 

Middle East Eye

 

 

 

Suudilerin Riyad'daki bir çatıda İsrail bayrağının dalgalandığını göreceği gün çok uzak olmayabilir. 

 

Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, yerel ve küresel düzeyde kamuoyunu – belki de kasıtlı olarak – şoke etmekten hiçbir zaman geri durmaz.

 

İsrail Genelkurmay Başkanı Korgeneral Gadi Eisenkot'un geçen hafta Arapça yayın yapan Suudi Elaph haber sitesine verdiği röportaj, veliaht prensin ülkesindeki iktidar merdiveninin tepesine tırmanmasından bu yana Suudi Arabistan'ın bölgesel ve uluslararası siyasete yaklaşımında önemli bir kayma yaşandığının yeni bir alametidir.

 

Suudi-İsrail yakınlaşması

 

Röportajın yayınlandığı ve İsrail'de İngilizce yayın yapan Haaretz gazetesinde aktarıldığı gün Middle East Eye, hazırladığı özel haberde Ürdün monarşisinin, Suudilerin hem Ürdünlüler hem de Filistinliler aleyhine olacak şekilde İsrail'le barış yapma ve ilişkileri normalleştirme telaşında olmasından aşırı derecede kaygılı olduğunu yazdı.

 

Ürdün, 1994 yılında İsrail'le kendi barış anlaşmasını yapmış olmasına karşın, Suudilerin Filistinlilerin geri dönüş hakkını ortadan kaldıran bir anlaşma yapması halinde bunun bir geri tepmeye yol açmasından korkuyor gibi görünüyor.

 

Bununla birlikte Suudi-İsrail yakınlaşmasının, Suudi veliaht prensi için yapılan meşhur adlandırmayla MBS'nin bu mevkiye gelmesiyle başladığını ileri sürmek isabetli olmayacaktır. Yıllardan beri, görünüşte kendi kişisel sıfatları adına hareket eden az sayıda Suudi birey, suları test etmekle görevli oldu ya da en azından bunu yapmaları için kendilerine yeşil ışık yakıldı.

 

Özel olarak iki ismin İsrailli yetkililerle farklı düzeylerde ve çeşitli dünya forumlarında görüştüğü ve hatta İsrail'e ziyarette bulunduğu biliniyor: eski Suudi istihbarat şefi Prens Türki el-Faysal ve emekli Suudi generali Enver Eşki.

 

Bazıları, Suudilerin İsrail'le iş yapmaya ilgi göstermesinin başlangıcını 1981 yılına kadar götürebilir. O yılın Kasım ayında, Fas'ın Fez şehrinde düzenlenen Arap zirvesi konferansında dönemin veliaht prensi Fahd bin Abdülaziz, sekiz maddelik barış planını sunmuştu.

 

O tarihte, Mısır'ın 1978 yılında Camp David'de İsrail'le kendi barış anlaşmasını tek başına imzalayarak Arap dünyasını bölmesinin üstünden sadece üç yıl geçmişti.  Fahd'ın barış planı, Arapların çoğunluğunun onayını alamaması nedeniyle hiçbir zaman hayata geçirilemedi.

 

Başlangıçta Suudi Veliaht Prensi Abdullah bin Abdülaziz tarafından geliştirilen bir barış inisiyatifi olup daha sonra Arap Barış Planı haline gelen şey için Suudilerin Araplar arasında neredeyse bir konsensüs elde etmesi, 20 yıldan daha uzun bir zaman aldı.

 

Ancak İsrail'e Haziran 1967 öncesi sınırlarına çekilmesi karşılığında Araplar tarafından tam tanınma ve normalleşme öneren plan, İsrail tarafından hiçbir zaman kabul edilmedi; yahut en azından bu, çok sayıda şerh olmadan olmadı.

 

Karşı-devrim başarısız oldu

 

Suudilerin şu anda İsrail'le ilişkileri normalleştirme yönündeki telaşını tetikleyen şey, siyasi sahnedeki çarpıcı değişimler oldu.

 

Öncelikle, Birleşik Arap Emirlikleri'yle birlikte, Arap dünyasındaki demokratikleşme arayışının rayından çıkarılmasında birinci derecede sorumlu olan Suudiler, karşı-devrimlerinin kendilerinin bakış açısıyla ve kendilerinin lehine olacak şekilde düzenin restore edilmesiyle sonuçlanmasından çok mutlular. Bu, iktidar üzerindeki kontrollerinin ve kaynaklar üzerindeki tekellerinin güvence altına alındığı bir düzen.

 

Arap Baharı'nın yenilgisinin ve Arap Baharı'ndan önce İran, Suriye, Hizbullah, Hamas, İslami Cihad ve FKÖ'ye bağlı bazı grupların oluşturduğu, direniş kampı olarak adlandırılan koalisyonun dağılmasının sonucu olarak Filistinliler, kendilerini eşi görülmemiş bir krizle karşı karşıya buldu ve kurtuluş hareketleri, özellikle de Hamas, hayatta kalabilmek için çabalıyor.  

 

Ardından, Beyaz Saray'a gelişinin ABD politikasında, Ortadoğu'ya farklı bir yaklaşım vaat eden yeni bir dönemin başlangıcını temsil ettiği Donald Trump geldi. Trump'ın işletme tarzı politikalar yürütmesi, Körfez bölgesindeki kraliyet yöneticilerine ve Mısır'daki askeri yöneticilere uygun gibi görünüyordu.  

 

Trump yönetimiyle yapılacak ilk iş anlaşması, ABD'de yüzlerce milyarlık Suudi yatırımı yapılması karşılığında MBS'nin geleceğin Suudi Arabistan kralı olarak desteklenmesi oldu. Bu anlaşma aynı zamanda Körfez ülkeleriyle İsrail arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesinin yolunu döşedi.  

 

Abu Dhabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zeyd, yahut bilinen adıyla MBZ aracılığıyla hazırlanan anlaşma, 50'ye yakın Müslüman ülkenin liderlerinin yeni ABD başkanıyla bir araya gelmek için toplandığı Riyad zirvesi esnasında tamamlandı. Bu zirve sonrasında Trump meseleyi, İsrail'le olan hususi iş bağları ve siyasi ve ideolojik bağlarla bilinen damadı Jared Kushner'e devretti.

 

Faydalı bir bahane

 

İran ve bölgedeki vekil güçleri, Suudi veliaht prensinin İsrail'le anlaşma hazırlama yönünde son sürat ilerlemesi için aşırı derecede faydalı bahaneler oldu.

 

Yemen, Suriye ve Irak'ta sefil bir şekilde yenilen Suudi Arabistan, başarılarıyla ve en sonunda dört Arap ülkesinin – Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen – başkentlerine hâkim hale gelmekle pek çok defa övünen İranlılara son derece büyük bir alan kaptırdı.

 

İran ve Hizbullah konusunda Suudi Arabistan artık, İsrail'le aynı yerden baktıklarını söylemekten çekinmiyor. Hem Suudi Arabistan hem de İsrail'in karşısındaki en ciddi tehdit olduğu söylenen İran karşısında duyulan ortak husumet, iki rejimi birbirine hiç olmadığı kadar yakınlaştırdı.

 

Eylül ayında, İsrail'i ziyaret eden alt kademeli bir Suudi prensinin aslında bizzat veliaht prensten başkası olmadığı şayiaları bile dolandı. Ancak Suudilerin İsrail'le kucaklaşmaya yönelmesindeki en belirgin faktör, MBS'nin kral olma ve Beyaz Saray'ın efendisi tarafından kutsanma yönündeki ateşli arzusu.  

 

Prens, en yoğun ihtiyacını yerine getirmek için ne gerekiyorsa yapmak ve ne bedel gerekiyorsa ödemek isteğinde olduğunu gösterdi. Yerel düzeyde her türlü potansiyel muhalefeti bastırmak için alınan bir dizi önlemin, İsrail'le normalleşme arayışından bağımsız olmaması da oldukça muhtemel.

 

İlk kayda değer işbirliği

 

MBS, entelektüelleri, araştırmacıları, akademisyenleri, alt kademeli prensleri, büyük işadamlarını ve medya patronlarını sahneden çıkararak ve geleneksel dini kurumları tümüyle yetkisizleştirerek, yolunun her türlü muhtemel engelden temizlendiğine inanıyor. 

 

Bu, Lübnan Başbakanı Saad Hariri'nin alıkonulması ve Suudi başkenti Riyad'dan istifasını açıklamaya zorlanması fiyaskosuyla da ilgisiz değildir.

 

Besbelli ki Suudiler, kendi hesaplarına göre, Lübnan'da bir İsrail-İran karşı karşıya gelişine sebep olabilecek ve belki de krallık ile İsrail arasındaki ilk kayda değer işbirliğini teşkil edecek bir kriz çıkarma arayışındaydı.

 

Hizbullah lideri Hasan Nasrallah bir televizyon konuşmasında, grubunun elinde güvenilir kaynaklardan gelen ve Suudi Arabistan'ın Hizbullah'la bir sonraki savaşın maliyetini karşılamak için İsrail'e milyarlarca dolar ödemeyi teklif ettiğini gösteren bilgiler olduğunu ileri sürdü.

 

Son haftaların çarpıcı olayları arasında, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'ın Riyad'a çağrılması da vardı. Burada Abbas'a açıkça, ABD Başkanı Trump'ın barış inisiyatifiyle işbirliği yapma ya da görevini bırakma arasında bir seçim yapması söylendiği iddia ediliyor.

 

Bunun, Trump'ın barış inisiyatifi için yolu hazırlamakla görevlendirilen Kushner'e MBS tarafından yapılmış bir iyilik olduğuna inanılıyor. 

 

Filistinlilere şantaj yapılması

 

Filistinliler şu anda kendilerini oldukça zorlu bir durumda buluyor. Suudi veliaht prensinin İsrail'le ilişkileri normalleştirme acelesi, başka pek çok kesimle birlikte onları da şaşırtmış gibi görünüyor.

 

Her ne kadar Abbas'a yakın kaynaklar Riyad'a yaptığı kısa ziyaret esnasında kendisine ultimatom verildiğini yalanlasa da, özel alanda Filistin Yönetimi, en kötünün yaşanmasından korktu.

 

Bu korkuların hayata geçmesi de çok uzun sürmedi. Suudi ultimatomu kısa süre sonra teyit edildi ve Trump yönetiminden önemli bir destek aldı.

 

Bariz bir şantaj olarak ABD Dışişleri Bakanlığı, Filistinlilere, iki koşulun yerine getirilmemesi halinde FKÖ ofisinin lisansının yenilenmeyeceğini duyurdu: İsrail'le barış sürecine girilmesi ve İsrail'i Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne götürmekten imtina edilmesi.

 

Olayların gidişatı açık bir şekilde, Trump yönetiminin verdiği ve Filistin Yönetimi'ne uluslararası hukuka ve kuruluşlara başvurması halinde sürgün edileceğini söyleyen ultimatomun, hem Suudiler hem de İsraillilerle koordinasyon kurulmadan verilemeyeceğini gösteriyor.

 

Filistinliler bu şoku atlatamadan İsrail Enerji Bakanı Yuval Steinitz'in kamuoyu önünde yaklaşan Suudi-İsrail işbirliğinden söz etmesi bir tesadüften ibaret olamaz.

 

Her ne kadar odak noktasının İran yayılmacılığına karşı koyma çabası olduğu söylense de, Filistinlilere verilen mesaj, “siz olsanız da olmasanız da biz yola çıkıyoruz” oldu. Steinitz'in yaptığı vurgular, İsrail genelkurmay başkanının hafta başlarında Elaph sitesine İsrailliler ve Suudiler arasında oluşan yakın bağlar ve güvenlik koordinasyonu hakkında söylediklerini doğruluyor.

 

Önümüzdeki hafta Suudi Arabistan'ın, MBS'nin babasının tahttan feragat etmesiyle resmen tahta çıkmasına tanık olabileceği yönünde söylentiler de var. Bundan sonra, Suudilerin Riyad'daki bir çatıda İsrail bayrağının dalgalandığını göreceği gün çok uzak olmayabilir. 

 

 

 

Çeviri: İlyas Halitoğlu

 

www.medyasafak.net