Şia ve Kur’ân’ın tahrif olunamazlığı

Şia ve Kur’ân’ın tahrif olunamazlığı
Kimi Vehhabî müellifler, mevcut koşulları fırsata çevirerek ilahî kitabın azametine halel getirecek birtakım görüşler ileri sürmüşler, Ehl-i Beyt Mektebi’nin, Şia’nın Kur’ân’ın tahrif edildiğine inandığını iddia etmişlerdir. Bu makalede, Şiî ulemanın görüşleri çerçevesinde Vehhabîlerin bu iddiası çürütülmeye çalışılacaktır.

 

 

 

 

Esedullah Rızayî

 

 

 

Sirâcun Münir, Bahar 1391, 5. Sayı

 

 

 

 

 

Kur'ân-ı Kerim, semavî kitaplar içerisinde en özel olanıdır; Allah onu muhafaza edeceğini vadetmiştir. Ayrıca semavî kitaplar içerisinde ayrıcalıklı bir konuma sahiptir; kalemler şüphe doğuracak ifadeler yerine Kur'ân'ı açıklamaya yönelik şerhler yazmışlardır. Günümüzde ise kimi Vehhabî müellifler, mevcut koşulları fırsata çevirerek ilahî kitabın azametine halel getirecek birtakım görüşler ileri sürmüşler, Ehl-i Beyt Mektebi'nin, Şia'nın Kur'ân'ın tahrif edildiğine inandığını iddia etmişlerdir. Bu makalede, Şiî ulemanın görüşleri çerçevesinde Vehhabîlerin bu iddiası çürütülmeye çalışılacaktır.

 

 

 

Giriş

 

Kur'ân-ı Kerim, bütün Müslümanların nezdinde yüce bir makama sahiptir. Müslümanlar sadece kendilerinden olanların değil, bigânelerin de kitaplarına saygısızlık etmelerine göz yummazlar. Çünkü Kur'ân'ı, insanların, yapıcı ve hidayet edici mesajları sayesinde kulluğu ve doğru yaşam biçimini öğrenecekleri, güvenilir Cebrail tarafından emin Peygamber'e nazil olan Allah'ın kelamı olarak kabul ederler. Baştan sona “mucize”, “hidayet”, “ilim” ve “hikmet” olan bir kitap, bin dört yüzyıldan fazla bir süredir, Müslümanların ruhuna ve bedenine hükmetmektedir. İçeride ve dışarıda kurgulanan planlara rağmen Kur'ân Müslümanların kalbinde yer edinmiş, bir şahsın veya bir topluluğun eleştirileri hiçbir zaman Kur'ân'ın azametini ve maneviyatını gölgeleyememiştir.

 

Tahrif şüphesi, ilahî kitaba yöneltilen eleştirilerin başında gelmektedir. İslâm dünyasında bir topluluk, tahrifi Şia'nın dinî inançlarından saymakta, Şiîleri bu yüzden kınamaktadır. Biz burada, tarih, hadis ve tefsir ilimleri açısından incelenebilecek olan bu konuyu tartışmaya açacak, bu haksız iddiayı ele alacağız.

 

 

Eleştirinin ortaya konulması

 

eş-Şia ve's-Sünnet'in müellifi İhsan İlahi Zahir, Kur'ân-ı Kerim'in tahrife ve değişime uğradığı inancının Şia'nın inanç esaslarından biri olduğunu ileri sürerek şöyle yazar: “Şia, insanların elinde bulunan ve Allah tarafından korunan Kur'ân'a inanmaz. Bu inancıyla Ehl-i Sünnet'in karşısında yer alır. Dolayısıyla Şiîler, Kur'ân ve Sünnet hakkında varid olan bütün sahih rivayetleri inkâr ederler.”[1]

 

Gafarî'ye[2] göre Şia'nın tahrif inancını delilleriyle birlikte kitabında kaydeden ilk müellif olan Âlusî ise şunları yazar: “Şia'nın itikadına göre Osman, hatta Ebu Bekir ve Ömer dahi, (Kur'ân'ı) tahrif etmiş, ayetlerinden ve surelerinden çoğunu çıkarmışlardır.”[3]

 

Muhibüddin el-Hatib de imamet bağlamında Kur'ân'ın tahrif edildiği inancını Şia'ya nispet etmektedir.[4] Beyyumî, Şia ile Ehl-i Sünnet arasındaki en önemli ihtilaf konusunun Kur'ân'ın tahrifi olduğunu iddia ettikten sonra şöyle yazar:  “Şia, Kur'ân-ı Kerim'in tahrife uğradığına ve değiştirildiğine; ona çok sayıda ayetin eklendiğine ve çıkarıldığına, mevcut Kur'ân'ın eksik olduğuna inanır.”[5]

 

 

Eleştirinin incelenmesi ve cevabı

 

Müelliflerin yukarıda alıntıladığımız ifadelerinden Şia'nın itikadının Kur'ân-ı Kerim'in tahrifi üzerine kurulduğu, Kur'ân-ı Kerim'in değişime ve dönüşüme uğradığı inancının Şia'nın inanç sistemini şekillendirdiği sonucuna ulaşmaktayız. Bu büyük suçlamayı analiz etmeye tahrif kavramını inceleyerek başlayacağız.

 

 

Tahrif kavramı

 

“H r f” (çoğulu “ehruf”) kökünden türeyen tahrif sözlükte, bir şeyin tarafı, kenarı anlamlarına gelir.[6] Sözlük bilimcilere göre “harf” kelimesinin üç ayrı kökü bulunmaktadır. Bu üç kökten birincisi, bir şeyden sapmak (udul etmek), inhiraf anlamına gelmektedir. “İnhiraf anhu” cümlesi ile “adalet bihi anh” cümlesi anlamdaş olup “bir şeyden inhiraf etmek, sapmak” anlamına gelmektedir. Kelamın tahrifi ise, kelam yönünden sapmak anlamı taşımaktadır.[7] Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Sözlerin yerlerini değiştirip tahrif ediyorlar.”[8] Tahrif, değiştirmek, dönüştürmek, bir tarafa meyletmek anlamlarında da tanımlanmıştır.[9] Tahrif sözcüğü Kur'ân bağlamında kullanıldığında, harfin ve sözün asıl anlamının değiştirilmesi anlamına gelmektedir.[10]

 

Sözcük anlamlandırılırken düşülen “taraf” ve “sapma” kayıtları[11] göz önüne alındığında tahrif şu anlama gelir: Bir şeyi asıl yerinden saptırıp inhiraf ettirerek başka bir yere yerleştirmek.[12] Kelamın tahrifi ise şu manaya gelir: Kelamı, ihtimallerden biriyle bağdaşacak biçimde değiştirmek ve inhirafa uğratmak.[13]

 

Tahrifin terim anlamı ise şudur: Kur'ân bağlamında kullanıldığında tahrif sözcüğü birkaç anlamda kullanılır ve bu kullanımlardan kimisi caiz iken kimisi caiz değildir ve caiz olmayan kullanımlar Müslümanların icmasına göre akıl dışı ve batıldır. Tahrif sözcüğü şu birkaç anlamda kullanılır:

 

a) Nüzul sırası (tertip) açısından tahrif: Bu, Kur'ân'ın ayetlerin nüzul sırasına riayet edilmeksizin tanzim edildiği anlamına gelir ve hiç tartışmasız Kur'ân bu anlamda tahrife uğramıştır.[14]

 

b) Manevî tahrif: Sözcüğün kastedilen anlamının aksine bir anlamda kullanılması şeklindeki tahrife “dirayet tefsiri” de denilmektedir ve tefsirin bu türü, şeriatta şiddetle nehyolunmuştur.[15] Bu tahrife başvuran kimse, Yahudiler hakkında nazil olan “Sözlerin yerlerini değiştirip tahrif ediyorlar”[16] ayetinin kapsamına girer.

 

c) Lafzî tahrif: Bu tahrif iki şekilde gerçekleşebilir:

 

Kıraat: Bir kelime, bilinen kıraatinin hilafına kıraat edilir. Bu tarz değiştirmenin örnekleri Kur'ân-ı Kerim'de bulunmaktadır. (Ehl-i Sünnet'in inandığı) yedi kıraat veya on kıraat da bu türdendir. Şiî ulemanın kahir ekseriyeti, tevatürle sabit olmadığından yedi kıraati caiz kabul etmemektedir.[17]

 

Önceleme ve sonraya bırakma: Önce gelen bir sözcüğün sonraya bırakılması veya sonra gelen bir sözcüğün öncelenmesi, Kur'ân'ın belagatine halel getireceğinden caiz değildir. Örneğin, “Üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu” ayetinde  “aşağılık” sözcüğünü “yoksulluk” sözcüğünün önüne geçirmek caiz değildir.

 

d) Çoğaltmak ve eksiltmek suretiyle tahrif: Bu tür tahrif birkaç şekilde mümkündür:

 

1. Kur'ân harflerinin veya harekelerinin tahrifi: Anlamda bir değişikliğe sebep olmaksızın harf çoğaltmak veya eksiltmek ya da sözcüklerin harekelerini değiştirmek, her ne kadar tahrifin bir türüyse de, Kur'ân'da bulunmaktadır.[18]

 

2. Kur'ân kelimelerinin tahrifi: Orijinalini koruyarak ayete bir ya da iki kelime eklemek veya çıkarmak, eklenen veya çıkarılan kelimelerin Kur'ân'dan olduğuna inanılmaksızın, sırf anlamı netleştirmek amacıyla olursa caizdir.[19] Erken dönemde, Osman öncülüğünde yapılan Mushafları birleştirme çalışmasında bu türden tahrifin vuku bulduğu bir gerçektir.[20]

 

3. Kur'ân'ın eksik olduğu inancı: Hz. Peygamber'den (s.a.a.) sonra Kur'ân'dan bir ayetin veya surenin taammüden veya sehven hazfedildiği varsayımı, bütün Müslümanların icmasına göre batıldır, kabul edilemez bir görüştür.[21]

 

4. Besmele konusundaki görüş ayrılığı: Tahrifin bu türünde görüş ayrılığı vardır: Bir kısım Ehl-i Sünnet âlimi, besmelenin Tevbe Suresi dışındaki surelerin bir parçası olduğu; bir kısmı ise olmadığı görüşündedir.  Yine Sünnî ulemadan bazıları besmelenin surelerden ayrı olduğuna inanır. Âlusî, Sünnî ulemanın bu konuda dokuz farklı görüş ileri sürdüğünden söz etmektedir.[22] Şiî ulema ise besmelenin Tevbe Suresi dışındaki bütün surelerin bir parçası olduğunda görüş birliğine varmıştır.[23]

 

 

Şia ve tahrifin yadsınması

 

Konumuzun sınırları belli olduğuna göre şu soruyu sorabiliriz: Gerçekten Ehl-i Beyt (a.s.) takipçileri, bir grup Vehhabî müellifin iddia ettiği gibi, Kur'ân'ın tahrif edildiğine mi inanmaktadır ve bu inanç, onların itikadının bir parçası mıdır? Bu sorunun cevabı birkaç açıdan menfi olup aslında bir yalan ve iftiradır. İmamî Şiîler, Kur'ân'ın tahrif edilmediğine inanmakla birlikte aşağıda ele alacağımız delillerden ötürü, Kur'ân'ın tahrif edilemeyeceğine de inanmaktadır.

 

 

Birinci delil: Kur'ân ayetleri

 

Kur'ân ayetleri tahrif iddiasının asılsız olduğunun en sağlam delilleridir. Kur'ân- Kerim açık bir dille şöyle buyurur: “Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) de çağırın.”[24]

 

Kur'ân, Allah'ın her türlü müdahaleden masun olduğunu vadettiği bir kitaptır: “Zikr'i kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.”[25]

 

Kur'ân'ı değiştirmeye kimin gücü yetebilir? “O, eşsiz bir kitaptır. Ona önünden de ardından da batıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah'tan indirilmiştir.”[26] sözleriyle tavsif edilen ve hakkında daha onlarca ayet bulunan[27] bir kitabın değiştirilip dönüştürülebileceğine inanmak, Allah'ın sonsuz kudret sahibi olduğuna ve vaadinden dönmeyeceğine iman etmekle bağdaşabilir mi? Sadece bu iki ayet, Kur'ân'ın, kutsallığıyla ve azametiyle çelişecek herhangi bir tahriften masun olduğunu ispatlamak için yeterli değil midir? Aslında Kur'ân'ın tahrif edilebileceğine inananların, Allah'ın sonsuz kudretine imanlarını sorgulamaları gerekir. Çünkü onlar Allah'ın “Zikr'i kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız” kesin vaadine ve Allah'ın geniş kudretine inanmamaktadırlar. Aksi durumda böyle bir iddia ortaya atılmazdı.

 

 

İkinci delil: Ehl-i Beyt İmamları (a.s.) ve mevcut Kur'ân

 

Şiîler bütün inanç esaslarını Ehl-i Beyt İmamlarından (a.s.), Ehl-i Beyt İmamları da Hz. Peygamber'den (s.a.a.) öğrenmiştir.[28] Ehl-i Beyt İmamları, mevcut Kur'ân'ı dikkate almışlar ve takipçilerini mevcut Kur'ân'a yönlendirmişler, onu insanlığın kurtarıcı kılavuzu kabul etmişlerdir. Söylediklerimizi daha net ifade edebilmek için her biri bir hidayet yıldızı olan Ehl-i Beyt İmamlarının sözlerinden örnekler nakledeceğiz:

 

 

1. Emirelmüminin Ali (a.s.)

 

İmam Ali b. Ebi Tâlib (a.s.), Hz. Peygamber'e en yakın insandı; nitekim İmam Ali, Hz. Peygamber'le olan yakınlığını şu sözlerle dile getirir:

 

“Ben daima Hz. Peygamber'le birlikte idim. Hz. Peygamber her yıl (birkaç ayını) Hıra Mağarası'nda geçirirdi. Onu orada gören yalnızca ben idim; benim dışımda biri onu orada göremezdi. Ben, Hz. Peygamber'e vahiy nazil olduğunda, vahiy ve risalet nurunu müşahede ediyor, nübüvvet ıtırını kokluyor, vahyin nüzulü sırasında şeytanın çıkardığı sesi işitiyordum.”[29]

 

İbn Ebi'l-Hadid şöyle yazar: “Bütün herkesin ittifak ettiği üzere Hz. Peygamber zamanında Kur'ân'ı Ali hıfzederdi; O'nun dışında Kur'ân'ı ezberleyen yoktu. Sonradan Kur'ân'ı ilk defa cem eden, toplayan da O olmuştur.”[30]

 

Muâviye, Sıffin'de yenilgiyi tattığında Amr b. As'ın hilesine başvurarak İmam Ali'nin askerlerini aldatmak için Kur'ân'ı mızrakların ucuna taktırdığında İmam Ali Kur'ân hakkında şöyle buyurmuştur:

 

“Ben onlarla bu kitabın hükmünce savaşıyorum. Onlar, Allah'ın onun (kitabın)  içindeki emirlerine asi oldular ve ahitlerini unutup (Allah'ın) kitabını bir kenara bıraktılar.”[31]

 

 

2. İmam Hasan Mücteba (a.s.)

 

İmam Hasan b. Ali (a.s.), mevcut Kur'ân'ın hakikatini şu şekilde beyan eder:

 

“Şüphesiz Kur'ân'da nur kandilleri vardır ve o, sinelere şifadır. O halde (kalbini) aydınlatmak isteyen onun ışığıyla aydınlatsın.”[32]

 

Bir başka sözünde şöyle buyurur:

 

“Bu dünyada şu Kur'ân'dan başka geriye ne kalmıştır. Onu kılavuz edinin. İnsanların en iyisi Kur'ân'la amel edendir, onu ezberleyen değil.”[33]

 

Yine şöyle buyurur:

 

“Kur'ân'da her şeyin ayrıntılı bilgisi vardır. Ona önünden veya arkasından batıl sokulamaz. O her şeyde dayanaktır. Biz onun tefsirinde yanılmayız. Tersine, onun gerçeklerini kesinliğe kavuştururuz. Buna göre bize itaat edin. Çünkü bize itaat etmek, Allah'a, Peygamber'e ve ululemre itaatle bir arada mütalâa edildiği için farzdır…”[34]

 

İmam Hasan, Muâviye ile imzaladığı anlaşma metninin ilk maddesinde,  onun, Allah'ın Kitabı'na ve Resul'ün sünnetine amel etmesini şart koşmuştur.[35]

 

 

3. İmam Hüseyin (a.s.)

 

Kur'ân'ın unutulmuşluğunu ortadan kaldırmak için varlığını feda eden İmam Hüseyin b. Ali (a.s.), Mekke'den Kerbela'ya varıncaya dek[36] ve Kerbelâ'da şehid düşünceye kadar, hatta şehadetinden sonra[37], konuşmalarında ve uyarılarında mevcut Kur'ân'dan bölümler okumuştur.[38] İmam Hüseyin bir sözünde Kur'ân ayetlerini dört bölüme ayırır:

 

“Allah'ın Kitabı dört şey üzeredir: İbare, işaret, incelikler (letâif) ve hakikatler. İbareler avam içindir, işaretler havas içindir, incelikler veliler içindir, hakikatler ise nebiler içindir.”[39]

 

Mevcut Kur'ân, Allah'a sığınarak söylüyoruz, eksik olsaydı, İmam Hüseyin sözlerinde bu duruma işaret ederdi. Hâlbuki mevcut Kur'ân'ı okumanın sevabı hakkında şöyle buyurur:

 

“Kur'ân'dan bir ayeti namazın kıyamında okuyana Allah okuduğu her harf için yüz iyilik, namaz dışında okuyana on iyilik yazar. Kur'ân'ı dinleyene ise bir iyilik yazılır.”[40]

 

 

4. İmam Zeynelâbidin (a.s.)

 

İmam Ali b. Hüseyin (a.s.), münacatlarında mevcut Kur'ân'ı nur, bütün kitapların üstündeki şahit, hak ile batılı ayıran ölçü, ilahî ahkâmı kullara açıklayan, Hz. Peygamber'e nazil olmuş kitap sözleriyle nitelemiştir.[41] Âşurâ Olayı'ndan sonra esaret halindeyken sürekli Kur'ân ayetlerini okumuştur. Ubeydullah b. Ziyad, İmam Zeynelâbidin'in Ali b. Hüseyin olduğunu öğrenip gözünü üzerine dikerek, “Meğer Ali b. Hüseyin Kerbelâ'da öldürülmedi mi?” diye sorduğunda, “Ali adında bir kardeşim vardı, onu öldürdüler” buyurmuş, bu cevabı üzerine öfkelenen Ubeydullah b. Ziyad'a şu ayeti okumuştur[42]: “Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır.”[43]

 

İmam Zeynelâbidin, Şam'da “Allah'a hamdolsun ki sizi helak etti!” diyen bir adamın hakaretlerine maruz kaldığında meveddet[44], humus[45] ve tathir[46] ayetlerini okumuştur.[47]

 

İmam Zeynelâbidin Yezid'in karşısına çıkarıldığında ise Hadid 22-23, Şura 30 ve Bakara 49 ayetlerini okumuş, ayetlerde kendisinden ve Ehl-i Beyt'ten söz edildiğini bildirmiştir.[48]

 

 

5. İmam Muhammed Bâkır (a.s.)

 

İmam Muhammed Bâkır b. Ali (a.s.), Katade'nin Kur'ân'ı tefsir ettiğini haber aldığında onun tefsirinin hatalı olduğunu ifade etmiş ve şöyle buyurmuştur:

 

“Ey Katade! Eğer Kur'ân'ı kendi düşüncelerine dayanarak tefsir ediyorsan, helak olduğun gibi başkalarını da helak ediyorsun. Eğer başka adamların görüşlerine dayanarak tefsir ediyorsan, yine hem kendini hem de başkalarını helak ediyorsun. Ey Katade! Yazıklar olsun sana! Kur'ân'ı ancak muhatap olanlar bilir!”[49]

 

 

6. İmam Cafer Sadık (a.s.)

 

İmam Cafer Sadık (a.s.), mevcut Kur'ân'ı şöyle tanıtır:

 

“İşte bu Kur'ân'da hidayet meşaleleri ve karanlık gecenin kandili vardır. Her arayan bakışını ona çevirsin ve ondan nur almak için gözlerini açsın. Çünkü tefekkür, gören gönlün hayatıdır; (tefekkür eden) gece karanlığında nurun ışıltısında yürüyen kimseye benzer.”[50]

 

Bir başka hadisinde şöyle buyurur: “Kuşkusuz Kur'ân sakındıran ve emredendir. Cenneti emreder, cehennemden sakındırır.”[51]

 

Sonraki Ehl-i Beyt İmamları da mevcut Kur'ân'ın Allah'ın Kitabı ve hidayet kaynağı olduğunu söylemişlerdir. Şayet bu Kur'ân -Allah'a sığınırız- tahrif edilmiş olsaydı hidayet edici olamazdı.

 

Masum İmamların hadislerinden öncelikle mevcut Kur'ân'ı Hz. Peygamber dönemindeki özellikleriyle Allah'ın Kitabı olarak kabul ettikleri ve onunla amel ettikleri anlaşılmaktadır. İkinci olarak, mevcut Kur'ân'dan ayet okumaları, bu ayetleri delil göstermeleri ve savunmaları, onların bu Kur'ân'ı Hz. Peygamber zamanındaki Kur'ân'ın aynısı kabul ettiklerini göstermektedir ve bu, Kur'ân'ın tahrife uğramadığının (ona bir şey eklenmediğinin veya ondan bir şeyin hazfedilmediğinin) şahididir. Şayet tahrife uğramış olsaydı onu bu şekilde övmezlerdi. Üçüncü olarak, Emirelmüminin Ali (a.s.), Kur'ân mızrağın ucuna takıldığında, “Bu Kur'ân tahrif edilmiştir, ben onu kabul etmiyorum!” dememiş; batıl karşısında kıyam eden İmam Hüseyin (as) de batılın en bariz örneği olacak Kur'ân tahrifinden söz etmemiş, Kur'ân'ın terk edildiğini, onunla amel edilmediğini söylemiş,[52] bu uğurda canını vermiştir. Bu bakımdan O, Kur'ân'ın tahrif edilemeyeceğinin en açık şahididir.

 

 

Üçüncü delil: Şiî ulemanın görüşleri

 

İmamî Şiî âlimler Kur'ân'ın tahrif edildiği iddiasına şiddetle karşı çıkmışlar ve tahrifi ima eden birtakım hadisleri İmamiye mezhebinin itikadına aykırı kabul etmişlerdir. Aşağıda Şiî düşünce tarihinde etkili olmuş âlimlerin görüşlerini ele alacağız.

 

 

1. İbn Babuveyh Kummî (ö. 381)

 

İbn Babuveyh Şiî itikadını anlattığı kitabında şöyle yazar: “Bizim inancımıza göre Allah'ın peygamberi Muhammed'e (s.a.a.) nazil ettiği Kur'ân, insanların elinde dolaşan Kur'ân'ın aynıdır; fazlası değil. Surelerinin sayısı yüz on dörttür. Birilerince bize nispet edilen başkaca sözler yalandır.”[53]

 

 

2. Şeyh Müfid (ö. 413)

 

Şeyh Müfid birkaç eserinde tahrif konusuna değinmiştir. Söz gelimi bir yerde Kur'ân'ın insanların elinde dolaşan Kur'ân'la aynı olup olmadığı sorusuna şu cevabı verir: “Hiç kuşkusuz iki kapak arasında olan Kur'ân, Allah'ın kelamının tamamıdır.”[54]

 

Kur'ân'ın eksik olduğu iddiası hakkında ise şunları yazar:

 

“Aklen muhal olmasa da Mutezile ve diğerleriyle yaptığım uzun tartışmalarda Kur'ân'ın eksik olduğuna dair ikna edici bir delil bulamadım. İmamiye'den bir grup âlim Kur'ân'dan bir kelimenin, ayetin veya surenin hazfedilmediği kanaatindedir. Bununla birlikte, Emirelmüminin Ali'nin Mushafı'ndan Kelamullah'ın bir cüzü sayılmayan birtakım tevil ve tefsirler hazfedilmiştir. Fakat bu görüş, bana göre, tevilin değil de Kur'ân'ın eksik olduğu iddiası gibi görünmektedir. Ben bu görüşü (Kur'ân'ın tahrif edilmediği görüşünü) benimsiyorum.”[55]

 
Mevcut Kur'ân'a ilaveler yapıldığı görüşü hakkında ise şunları yazar: “Çoğalmasından maksat Kur'ân'a bir surenin ilave edildiği ise bu görüş kesinlikle hatalıdır; çünkü bu, tahaddi (Kur'ân'ın bir benzerini getirmeleri konusundaki meydan okuma) ile çelişmektedir. Ama eğer kastedilen Kur'ân'a bir veya iki kelimenin ya da bir veya iki harfin eklendiği ise buna da karşı çıkarım. Böyle bir şey söz konusu olamaz, Kur'ân salim kalmıştır.”[56]

 

 

3.  Alemü'l-Huda (ö. 436)

 

 Alemü'l-Huda Kur'ân'ın fazla veya eksik olduğu konusunda şunları yazar:

 

“Kur'ân'ın sıhhatine dair ilim, şehirlere ve büyük olaylara, meşhur kitaplara dair ilim gibidir. Kur'ân'ın intikaline ve korunmasına yönelik büyük bir ilgi olmuştur; zira Kur'ân, nübüvvet mucizesi, şerî ilimlerin ve dinî ahkâmın kaynağıdır. Müslüman âlimler Kur'ân'ı hıfzetmek ve korumak için büyük gayret göstermişlerdir. Harekelendirmede, kıraatte, harflerde ve ayetlerde ortaya çıkan meşhur görüş ayrılıklarının sebebi de bu gayrettir. Bunca inayete ve korumaya rağmen Kur'ân'ın değiştiğini ve eksildiğini düşünmek nasıl mümkün olabilir?”[57]

 

 

4. Şeyh Tusî (ö. 460)

 

Şiî düşünce tarihi üzerinde en fazla etki bırakan âlim Şeyh Tusî şöyle yazar:

 

“Kur'ân'ın fazla veya eksik olduğu hakkındaki sözler Kur'ân'a yakışmaz. Kur'ân'a bir şey eklenmediği konusunda icma bulunmaktadır, aksi görüş batıldır. Kur'ân'ın eksik olduğuna gelince; Müslümanlar arasında (eksiklik bulunmadığına) karşı bir görüş bulunmamaktadır. Bizim mezhebimizde de sahih olan inanç budur. Seyyid Murtaza da bu görüştedir.”[58]

 

 

5. Allame Hıllî (ö. 726)

 

Allame Hıllî, Minhacü'l-Kerame adlı eserinde mevcut Kur'ân'dan deliller öne sürmenin yanı sıra bir başka eserinde “Kur'ân'da eksiklik veya fazlalık var mıdır, tertibinde bir değişiklik olmuş mudur?” sorusuna şu cevabı verir:

 

“Hakikaten onda (mevcut Kur'ân'da) herhangi bir değişiklik, (ayetleri) arkaya veya öne alma söz konusu değildir. Kuşkusuz onda bir fazlalık veya eksiklik de bulunmamaktadır. Böyle bir şeye inanmaktan Allah'a sığınırız. Böyle bir inanç tevatürle sabit olan Kur'ân'ın Hz. Peygamber'in mucizesi olduğu inancına halel getirir.”[59]

 

 

6. Ebu Ali Tabersî (ö. 548)

 

Ebu Ali Tabersî Tefsir'inin mukaddimesinde şöyle yazar:

 

“Kur'ân'ın eksik ve fazla olduğundan söz etmek yersizdir. Şu kadarını söylemek gerekir ki, Kur'ân'da fazlalık olduğu iddiasının batıl olduğunda icma vardır. Kur'ân'ın eksik olduğu iddiasına gelince; her ne kadar bizim ashabımızdan bazıları ve Ehl-i Sünnet'in Haşeviyye kolundan bir grup Kur'ân'ın değiştiğini ve eksik olduğunu ileri sürmüş olsa da, İmamiye içerisinde sahih olan görüş bunun aksidir.”[60]

 

 

7. Ali b. Yunus Beyazî (ö. 877)

 

Ali b. Yunus Beyazî şunları yazar: “Kur'ân'ın tamamı ve tafsilatı zarurî olarak bilinmektedir ve onun korunması yolunda da büyük çabalar harcanmıştır; öyle ki sahabe sureleri isimlendirirken dahi ihtilafa düşmüştür. Büyük bir topluluk Kur'ân'ın korunması için çalışmış, anlamı ve ahkâmı üzerinde düşünmüştür. Şayet onda herhangi bir fazlalık veya eksiklik olmuş olsaydı herhalde farkına varılırdı. Bunun için Kur'ân hafızı olmalarına da gerek yoktu; çünkü eklenenler ve çıkarılanlar her halükarda Kur'ân'ın fesahat ve üslubuna aykırı olurdu.”[61]

 

 

8. Muhakkik Erdebilî (ö. 993)

 

Ünlü Şiî fakih Muhakkik Erdebilî her namazda tam bir sure okunması gerektiğine, okunan surenin Kur'ân'dan olduğunun da tevatürle sabit olması lazım geldiğine inanır ve şöyle ekler:

 

“Kur'ân tevatürle sabit olduğundan, herhangi bir karışım veya değişimden amandadır. Öte yandan Kur'ân kitaplara kaydedilmiş, hatta harfleri ve harekeleri sayılmış, kitabet şekli de belirlenmiştir.”[62]

 

 

9. Feyz Kaşanî (ö. 1091)

 

Muhaddis, müfessir ve mütekellim olan Feyz Kaşanî, Kur'ân'ın tahrif olduğu zannı uyandıran hadisleri naklettikten sonra şunları yazar:

 

“Bu hadisler şu problemi ortaya çıkarıyor: Kur'ân'ın tahrif edildiği varsayımını esas alırsak bu durumda Kur'ân'a ve ayetlere hiçbir güven kalmaz ve neticede, her ayetin, Allah tarafından nazil olduğu şeklin dışına çıkarılmış veya değiştirilmiş olma ihtimali söz konusu olacağından Kur'ân'ın delil olma özelliği ortadan kalkar. Oysa bize Kur'ân'a uymamız emredilmiştir ve ayetlerde ‘O, eşsiz bir kitaptır. Ona önünden de ardından da batıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah'tan indirilmiştir.', ‘Zikr'i kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.' diye bildirilmiştir ve müstefid rivayetlerde, hadislerin Kur'ân'a arz edilmesi emredilmiştir. Bu durumda Kur'ân'ın tahrif edildiği veya değiştirildiği nasıl düşünebilir?”[63]

 

10.  Şeyh Hür Âmilî (ö. 1104)

 

Muhaddis Şeyh Hür Âmilî, çağdaşı bir âlimin Kur'ân hakkındaki risalesine yazdığı reddiyede şöyle yazar:

 

“Hadisleri, tarihi ve kaynakları inceleyen herkes yakînen bilir ki Kur'ân tevatürün en üst düzeyidir; binlerce sahabî onu ezberlemiş ve nakletmiştir ve Hz. Peygamber zamanında toplanmış ve bir araya getirilmiştir.”[64]

 

 

11. Şeyh Cafer Kaşifülgıta (ö. 1228)

 

Nüfuz sahibi bir başka âlim olan Kaşifülgıta, Kur'ân'ın tahrif olmadığı inancının Şia mezhebinin usulünden olduğunu ifade eder ve Kur'ân'a eklemeler yapıldığı iddiası hakkında şunları yazar:

 

“Kur'ân'a bir sure, bir ayet, besmele ve benzerinin ya da bir kelimenin veya harfin eklendiği iddiasına gelince; iki kapak arasında olanın Allah'ın kelamı olduğuna inanmak mezhebin (Şiîliğin), hatta dinin gereklerindendir. Müslümanların icması, Hz. Peygamber'in ve Masum İmamların hadisleri de bu yöndedir.”

 

Kur'ân'ın eksik olduğuna dair ise şunları yazar:

 

“Hiç kuşkusuz Kur'ân eksiklikten korunmuştur; Melikü'd-Deyyan (herkese amelinin karşılığını veren) onu korumuştur. Nitekim Kur'ân buna açıkça delalet ettiği gibi her dönemde ulemanın icması da bu yönde olmuştur.”[65]

 

 

12. Allame Muhammed Hüseyin Âl-i Kaşifülgıta (ö. 1372)

 

Allame Muhammed Hüseyin Âl-i Kaşifülgıta şunları yazar:

 

“Kuşkusuz insanların elinde bulunan mevcut Kitap, Allah'ın mucize yoluyla ve meydan okuyarak indirdiği Kitap'tır. Onunla hükümler bilinir, helal ve haram temyiz edilir. Hiç kuşkusuz onda ne bir eksiklik vardır, ne bir tahrif söz konusudur, ne de ilave yapılmıştır. Ulemanın icması böyledir.”[66]

 

 

13. Seyyid Muhsin Emin (ö. 1371)

 

Şia Ansiklopedisi'nin müellifi Seyyid Muhsin Emin İmamiyye'nin itikadını şöyle özetler:

 

“Eskiden ve günümüzde hiçbir Şiî âlimi az veya çok Kur'ân'a ilaveler yapıldığını söylememiştir. Ulemanın kahir ekseriyeti, hatta hepsi ona bir şeyin ilave olmadığı üzerinde görüş birliğine varmıştır. Öte yandan Şiî ulema Kur'ân'dan bir şeyin çıkarılmadığında da hemfikirdir.”[67]

 

 

14. Abdülhüseyin Şerefüddin (ö. 1381)

 

Ehl-i Sünnet ve başka mezhep âlimleriyle en fazla diyalog içerisinde olan Abdülhüseyin Şerefüddin, Kur'ân'ın tahrifi konusuna diğer Şiî âlimlere oranla daha fazla eğilmiştir. Allame Şerefüddin bu konudaki şüpheden söz açtıktan sonra şöyle yazar:

 

“Kur'ân'ın tahrif olduğuna inanmaktan Allah'a sığınır, bu konudaki cehaleti Allah'a şikâyet ederim. Bizim mezhebimizin tahrife inandığını ileri süren kimsenin mezhep konusunda hiçbir bilgisi bulunmamaktadır ve iftira etmektedir. Zira Kur'ân-ı Azim, hiç kuşkusuz, bütün ayetleri, kelimeleri, harfleri, harekeleri ve sükûnlarıyla, kesin bir tevatürle, Masum İmamlar (a.s.) aracılığıyla Hz. Peygamber'den ve Allah'tan bize ulaşmıştır.”[68]

 

Allame Şerefüddin görüşünü şu şekilde delillendirir:

 

“Kur'ân'ın zahiri Allah'ın en açık hüccetidir. Mezhebin (Şia'nın) inancı gereğince hadisler Kur'ân'a arz edilmelidir. Mezhebe göre Kur'ân bütün kelimeleri, harfleri ile birlikte bir araya getirilmiştir ve hiçbir eksiklik veya fazlalık bulunmaksızın tertip edilmiştir. Ayrıca farz namazlarda Fatiha'dan sonra tam bir surenin okunması gerekmektedir. Mevcut Kurân sahabe tarafından Hz. Peygamber'e okunmuştur.”[69]

 

 

15. Allame Belağî (ö. 1352)

 

Allame Belağî tahrif konusunu etraflıca incelemiş, Şiî ulemanın birçoğunun görüşlerini naklederek Kur'ân'ın tahrif edildiği iddiasının asılsız olduğunu ortaya koymuştur.[70]

 

 

16. Şeyh Bahaî (ö. 1031)

 

Şeyh Bahaî şöyle yazar: “Doğru olan Kur'ân-ı Azim'in tahriften korunmuş olduğudur. Onda ne bir fazlalık vardır ne de bir eksiklik. Allah Teâlâ'nın ‘Onu biz koruyacağız' sözü buna delalet eder.”[71]

 

 

17. Allame Eminî (ö. 1349)

 

el-Gadir'in müellifi Allame Eminî, kitabının farklı bölümlerinde, bilhassa İbn Hazm'ın suçlamalarını ele aldığı bölümde, Şia'nın önde gelen âlimlerinin Kur'ân'ın tahrifi konusundaki görüşlerini naklettikten sonra şunları yazar:

 

“İmamiyye'nin önde gelenleri iki kapak arasında bulunanın (mevcut Kur'ân'ın) ‘kuşku bulunmayan' kitap olduğunda hemfikirdir.”[72]

 

 

18. Allame Muhammed Hüseyin Tabatabaî (ö. 1402)

 

Allame Tabatabaî, Zikr'i kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” ayetini tefsir ederken Kur'ân'ın tahriften masun oluşu konusunu etraflıca incelemiştir. Allame Tabatabaî, tarihin zorunluluklarından birinin on dört asır önce Hz. Peygamber'e nazil olan ve Hz. Peygamber'in mucizesi sayılan Kur'ân olduğunu ifade eder. Hz. Peygamber'in bu Kur'ân ile meydan okuduğunu, mevcut Kur'ân'ın da bu Kur'ân olduğunda şüphe bulunmadığını, anlayışı kıt olandan başkasının bunu inkâra kalkışmayacağını ekler.[73]

 

 

19. İmam Humeynî (ö. 1368)

 

İmam Humeynî, Ahbarîlerin tahrif edildiğinden dolayı Kur'ân'ın zahirinin kanıt sayılamayacağına dair iddialarını çürüttükten sonra Müslümanların Kur'ân'ı toplama ve koruma yönündeki dikkatlerini ele almış ve bunun tahrifin olmadığının en büyük delili sayılacağını ifade etmiştir. İmam Humeynî ayrıca, tahriften söz eden hadislerin ya zayıf ya da uydurma olduğunu yazar veya mazmunlarını Kur'ân'ın tevili veya tefsiri olarak yorumlar. İmam Humeynî düşüncelerini şu şekilde özetler:

 

“Açıkladığımız üzere bu kitap (Kur'ân), iki kapak arasında olduğu gibidir. Kariler arasındaki ihtilaf yeni bir şey değildir ve bu tartışmaların Ruhu'l-Emin tarafından Peygamberlerin Efendisi'nin kalbine indirilenle bir ilgisi yoktur.”[74]

 

 

20.  Ayetullah Hoyî (ö. 1371)

 

Ayetullah Hoyî, Müslümanların semavî kitabının tahrif edilmediğini ispatladıktan sonra şunları yazar:

 

“Yukarıda ifade edilenlerden de anlaşılacağı üzere, Kur'ân'ın tahrif edildiğini iddia edenin iddiası batıldır. Böyle bir kimsenin iddiası, açık delillere ve akla muhalif bir iddiadır.”[75]

 

Şia tarihinde etkili olmuş ulemanın görüşleri çerçevesinde şimdi iki hususu hatırlatmamız faydalı olacaktır:

 

Birincisi, Vehhabî müelliflerden bir kısmı yalnızca Şia'nın Kur'ân'ın tahrif edildiğini iddia etmekle kalmamış, Şia'ya bir başka suçlamada daha bulunmuşlardır. eş-Şia ve'l-Kur'ân kitabının müellifi, dört Şiî âlimin[76] isimlerini zikrettikten sonra (ona göre bu âlimlerden biri Nehcü'l-Belağa'yı derleyen Seyyid Murtaza'dır[77]) şöyle yazar:

 

“İmamiyye'nin hicrî dördüncü yüzyıldan sekizinci yüzyıla kadar telif edilmiş hadis, tefsir ve akaid kitaplarını inceledim ve bu dört âlim dışında hiç kimsenin Kur'ân'ın tahrif edilmediğine inandığını görmedim. Bu dört âlime bir tane daha eklemek mümkün değildir.”[78]

 

Bir başka müellif, önceki müellif gibi Nehcü'l-Belağa'yı tedvin edenin Şerif Murtaza olduğunu yazarak, şunları söyler: “Araştırmam sonucunda bu dördü dışında geçmiş Şia ulemasının çoğunun Kur'ân'ın tahrif edildiğine inandığını gördüm.”[79]

 

Dr. Gafarî de aynı sözleri tekrarlar[80] ve muahhar ulemadan yalnızca Aslü'ş-Şia ve Usuliha'nın müellifi Muhammed Hüseyin Âl-i Kaşifülgıta'nın, Nakzü'l-Veşia ve Ayanü'ş-Şia'nın müellifi Seyyid Muhsin Emin'in ve el-Beyan'ın müellifi Ayetullah Hoyî'nin Kur'ân'ın tahrif edilmediğine inandığını yazar.[81] Hâlbuki Şeyh Saduk'tan sonra Kur'ân konusunda görüş bildiren bütün Şiî ulema Kur'ân'ın tahrife uğradığı iddiasını kabul etmemiştir. Bu iki müellifin birkaç âlimin adını anması, onların Şiî âlimlerin görüşleri hakkındaki yetersiz bilgilerinin göstergesidir. Bilhassa Kur'ân'ın tahrif olduğu kanaatini bütün Şia âlimlerinin taşıdığını öne süren eş-Şia ve'l-Kur'ân'ın müellifi, Gaffarî'nin itirazına maruz kalmıştır.[82]

 

İkincisi: Israrla Ehl-i Beyt takipçilerinin Kur'ân'ın tahrif olduğuna inandıklarını[83] iddia eden müellifler, iddialarına delil olarak adı geçen dört âlimin (Şeyh Sadûk, Şerif Murtaza, Şeyh Tusî ve Tabersî) Masum İmamların ve selefleri âlimlerin sözlerine istinat etmemelerini göstermektedir.[84] Ne yazık ki tam bir cehalet ve taassupla düşünceleri şöyle ortaya koymaktadırlar:

 

“Akıl sahibi olan herkes tahrifin Şia'nın inanç ilkelerinden olduğunu bilir. Kimilerinin bunu inkâr etmesi, takiyye, münafıklık ve yalancılık nedeniyledir; onlar fırka-i naciyye olan Ehl-i Sünnet tarafından tekfir edilmekten korkarlar. Şia bu türden inançları dolayısıyla İslâm'dan başka bir dine sahiptir.”[85]

 

Bu suçlamanın cevabında şunları söylemek icap eder: Öncelikle Kur'ân'ın tahrif olmadığının ilk delili bizzat Kur'ân'ın kendisidir. Açık bir dille, “O, eşsiz bir kitaptır. Ona önünden de ardından da batıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah'tan indirilmiştir.”[86] ve “Zikr'i kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.”[87] buyuran ve meydan okuyan[88] Kur'ân'dan daha sağlam ve daha açık bir delil olabilir mi?

 

İkincisi, bu konuda görüş bildiren bütün âlimler, Kur'ân'ın korunduğunu bildiren ayetleri sağlam birer delil olarak kabul etmişlerdir. Şeyh Sadûk, Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'i koruduğunu bildiren ayetlerine dayanmış ve tahrife delalet eden rivayetleri tekzip ederek tahrif iddiasını reddetmiştir. Şeyh Sadûk konuyu etraflıca ele almış olmasa da başka birçok âlim bu konuda sağlam deliller ortaya koymuşlardır. Şeyh Müfid, iki kapak arasında bulunan kitabın gerçek Kur'ân olduğunu ifade etmiş, tahriften söz eden rivayetleri ise uydurma addetmiş ve Şiî fıkhına göre farz namazda tam bir sure okunmasını tahrifin olmadığına delil göstermiştir.[89] Şeyh Tusî, Şia'nın Kur'ân'ın eksik olduğu hakkındaki icmasına dair tarih rivayetlerini reddetmiş[90]; Şerif Murtaza Kur'ân'ın mucize olduğunu ve tarih boyunca âlimler tarafından korunduğunu ifade etmiş[91]; Allame Hıllî, Kur'ân'ın mucizevî ve mütevatir bir kitap olduğunu yazmış[92]; Beyazî ve Muhakkik Erdebilî, sahabenin Kur'ân'ı koruma gayretinden söz etmiş[93]; Feyz Kaşanî Kur'ân'ın korunduğunu bildiren ayetlerin yanı sıra hadislerin Kur'ân'a arzı kaidesini hatırlatmış[94]; Hür Âmilî, sahabenin tevatürünü ve Kur'ân'ın Hz. Peygamber zamanında bir araya getirildiğini hatırlatmış[95]; Kaşifülgıta ayetlerin yanı sıra ulemanın her asırdaki icmasını delil göstermiş[96]; Seyyid Muhsin Emin, icmayı[97]; Seyyid Şerefüddin Kur'ân'ın harf ve harekelerinin dahi mütevatir oluşunu[98] Kur'ân'da tahrifin olmadığına delil göstermişlerdir.

 

Bütün bunlara rağmen eş-Şia ve'l-Kur'ân'ın, İntisarü'l-Hakk'ın ve Hakikatü'ş-Şia'nın müellifleri asılsız bir iddiada bulunabilmektedirler! Söz konusu müellifler Şiî fakihlerin Kur'ân'ın tahrif olduğu iddiasını inkâr etmelerini yalan addederek sanki gaip bilgisine, niyet okuma yetisine sahip olduklarını ileri sürmektedirler ki böyle bir şeyin olamayacağı muhakkaktır. Öte yandan, ulemanın sözlerini esas alıp yargıda bulunan akıl sahiplerinin hilafına amel etmektedirler. Kuşkusuz bu yönteme başvurarak kendi sözlerini de zahirin delil oluş ilkesinin dışına taşımaktadırlar. Netice itibariyle Şia'nın tahrife inandığı ithamını yalnızca Şia'yı kendileri için ciddi bir tehdit olarak gören zorba yöneticileri memnun etmek için ortaya atmaktadırlar. Zira eğer Şiî ulema tahrifi sırf korkudan ve tekfir edilmekten kurtulmak için inkâr etmiş olsalardı -ki bu asla doğru değildir- bu müelliflerin ısrarcı ithamı salt güç sahiplerine hizmet olurdu ve tavırları insafsızca bir tavır addedilir, ilmî değere sahip olmazdı.

 

Üçüncüsü, söz konusu müellifler Şiî ulemanın tahrifin olmadığını ispat babında Masum İmamların sözlerine istinat etmediklerini, bilakis onlardan tahrife dair çok sayıda rivayet nakledildiğini iddia etmektedirler.[99]

 

Bu iddia da araştırma ruhundan yoksundur; çünkü onlar itikadî mesele ile itikadî olmayan meseleyi birbirine karıştırmışlardır. Tahrifi ima eden rivayetlerin itikadla bir ilgisi bulunmamaktadır. Zira tahrife inanmak başka bir konudur ve hadis ve tefsir kitaplarında nakledilen zayıf rivayetler müelliflerin itikadlarının göstergesi sayılamaz. Bu sözümüzün delili İmamiyye'nin nüfuz sahibi âlimlerinin yukarıda naklettiğimiz sözleridir. Netice itibariyle Şia, Kur'ân'ın tahrif olduğuna inanmamaktadır ve Şeyh Sadûk'un ifadesiyle bunun dışında bir iddiada bulunan yalancıdır.[100]

 

Dördüncüsü: Vehhabilerce kabul gören kaynaklarda açıkça Kur'ân'ın tahrife uğradığından söz eden ve uydurma oldukları aşikâr olan rivayetler bulunmaktadır. Biz makalemizde bu konuda yalnızca iki örnek vereceğiz.

 

 

1. Kur'ân'dan recm ayetinin çıkarılması

 

İbn Abbas, Ömer'in minberde şöyle dediğini nakleder:

 

“Allah, Muhammed'i (s.a.a.) seçti ve O'na Kur'ân'ı indirdi. Ona indirilen ayetlerden biri de recm ayetiydi. Biz recm ayetini okurduk, ezberimizde bulunmaktadır ve ne demek istediğini anlamaktayız. Resulullah recmi uygulardı; biz de ondan sonra recmi uyguladık. Korkarım zamanın geçmesiyle biri çıkacak ve ‘Vallahi biz recm ayetini Kur'ân'da bulamadık!' diyecek. Halk bu farzın terki sebebiyle dalalete düşecek. Oysa recm cezası,  Allah'ın kitabına göre, muhsine zinasını (delillerle veya kadının gebe kalmasıyla ya da itiraf yoluyla kanıtlanmış evli kişinin zinası) mürtekip olan her erkek ve kadın için haktır.”[101]

 

Suyutî (ö. 911) Ebu Bekir'in Kur'ân'ı bir araya getirmesi hakkında şunları yazar:

 

“Zeyd b. Sabit'e bir ayet ve sure getiren kimseden getirdiğinin iki şahitle kabul etmesi ve onu yazması emredildi. Ömer recm ayetini getirdi; tek başına geldiği için ayet kabul edilmedi.”[102]

 

 

2. el-Hafad ve el-Hal surelerinin hazfedilmesi

 

Suyutî, kimilerince sahih kabul edilen[103] birkaç tarikle[104] Ömer b. Hattab'ın namazın kunutunda okuduğu ve İbn Abbas'ın, İbn Mesud'un ve Übey b. Kab'ın mushaflarına kaydettiği el-Hafad ve el-Hal isimlerinde iki sure bulunduğunu nakletmiştir. Suyutî kitabında sözde surelerin metinlerini de nakletmektedir.[105]

 

Ehl-i Sünnet kaynaklarında tahrife delalet eden daha onlarca rivayet bulunmaktadır. Biz burada bütün bu rivayetlere yer veremiyoruz.

 

Kadı Abdülcabbar (ö. 415) tahrif şüphesini çürütür ve şunları yazar:

 

“Tahrif olması nasıl mümkün olabilir? Şayet tahrif olmuş olsaydı Müminlerin Emiri Ali (a.s.) niçin mevcut Kur'ân'ı inkâr etmedi? Başlangıçta bununla mücadele etme gücüne sahip değildiyse hilafeti döneminde niçin bunu yapmadı? Hepimiz biliriz ki Kur'ân'a ihtimam göstermek dinî emirlerin başında gelmektedir. Bu yüzden de Ali Efendimize bu konuda bir girişimde bulunmak farzdı. Çünkü Kur'ân'ın tahrifiyle ortaya çıkan fesat, Muâviye tarafından ortaya çıkarılan fesattan çok daha büyüktü ve Kur'ân'ı asıl mecrasına döndürüp ıslah etmek Muâviye'yi ıslah etmekten çok daha önemliydi.”[106]

 

 

Tevil ve tefsir tartışmalarını tahrif tartışmalarıyla karıştırmaktan kaçınmak

 

Ehl-i Beyt İmamları döneminde, dönemin en ciddi tartışmalarının başında Kur'ân'ın tevili[107] ve tefsiri konusu geliyordu. Nitekim Ehl-i Sünnet ve Şia'nın kaynaklarında Kur'ân'ın tefsir ve teviline dair rivayetlerle sıkça karşılaşırız. Ehl-i Sünnet kaynaklarından Buharî (ö. 231) ile Müslim'in (ö. 261) Sahih'lerinin tefsir bölümlerini, Taberî'nin (ö. 310) Tefsir'ini ve Dürrü'l-Mensur'u; Şia kaynaklarından Usulu Kâfi'nin ilgili rivayetlerini, Tefsiru Furat'ı, et-Tibyan fi Tefsiri'l-Kur'ân'ı, Tefsiru Ebi'l-Fütuh er-Razi'yi incelediğimizde tabiîn döneminde hangi tartışmaların gündemde olduğunu görebiliriz.

 

Dönemin ikinci önemli tartışma konusu, kelamî bir bahis olan Kur'ân'ın mahlûk olup olmadığı meselesiydi. Abbasî halifesi Memun zamanında alevlenen bu tartışma bilhassa Hanbelî ve Mutezile[108] mezhepleri arasında gündemdeydi. Memun Mutezile'yi himaye ettiğinden Müslümanlar arasında büyük bir fitne çıktı; inançlar teftiş edildi. Hatta İbn Hanbel'in sürgün edilmesiyle Kur'ân'ın mahlûk olduğu düşüncesi, Kur'ân'ın kadim olduğu düşüncesini tasallutu altına aldı.[109] İş öyle bir noktaya vardı ki Abbasî sarayının şeyhülislâmı İbn Ebi Davud, İbn Hanbel tarafından tekfir edildi. İbn Hanbel'e , “Kur'ân'ın mahlûk olduğuna inanan kimsenin hükmü nedir?” diye sorulduğunda, “Allah'a andolsun ki kâfirdir,” cevabını verdi. [110]Bu nedenle Kadı Abdülcabbar Halkü'l-Kur'ân adında bir kitap kaleme almış (kendisi de Kur'ân'ın mahlûk olduğuna inanır) ve kitabında bu konuda görüş sahibi olan âlimlerin düşüncelerini incelemiştir.[111] Dolayısıyla Büyük Gaybet dönemine kadar Kur'ân'ın tahrifi ve değiştirilmesi tartışılmamış, Masum İmamlar da bu konuda bir görüş bildirmemişlerdir.

 

 

Netice

 

Hicrî beşinci yüzyıldan itibaren, Ehl-i Beyt (a.s.) takipçileri Kur'ân'ın tahrifine inanmakla itham edilmişlerdir. Kur'ân'ın değiştiği inancı, Şia'nın inanç ilkesiymiş gibi gösterilmiştir. Bu itham, son yıllarda Vehhabilerce daha çok dillendirilmiştir. Hâlbuki Kur'ân'ın eksik olduğu inancı yalnızca bu semavî kitabın içeriğiyle ve insan aklıyla çelişmekle kalmaz Masum İmamların hadisleriyle de bağdaşmaz. Bu konuda görüş bildiren Şiî âlimlerin kahir ekseriyeti bu suçlamayı kabul etmemiş ve Allah'ın Kitabı'nın bu tür iftiralardan münezzeh olduğunu söylemişlerdir.

 

 

Kaynakça:

 

Suyutî, Celaleddin, el-İtkan fi Ulumi'l-Kur'ân, tahkik: Muhammed Salim Haşim, Kum 1429.

Allame Hıllî, Cemaleddin Ebu Mansur Hasan b. Yusuf b. Mutahhar, Evcibetü'l-Mesaili'l-Mehnaiyye, Kum 1401.

Abdülhüseyin Şerefüddin, Ecvibe Mesaili Carullah, Sayda 1953.

İbnü'l-Arabî, Muhammed b. Abdullah, tahkik: Ali Muhammed Becavî, Beyrut (t.y.).

Muhammed Hüseyin Âl-i Kaşifülgıta, Aslü'ş-Şia ve Usuliha, Beyrut 1410.

Kuleynî, Muhammed b. Yakub, Usulu Kâfi, tahkik: Ali Ekber Gaffarî, Kum 1365.

Nasır b. Abdullah Gaffarî, Usulu Mezhebi'ş-Şiati'l-İmamiyye, Ceyze (t.y.).

Mahmud Ebu Reyye, Edva ale's-Sünneti'l-Muhammediyye ev ed-Defa ani'l-Hadis, Kum 1427.

Şeyh Saduk, el-İtikadat fi Dini'l-İmamiyye, tahkik: Gulamrıza el-Mazenderanî, Kum 1412.

Alamü'l-Hidaye, “el-İmam el-Bâkır”, el-Mecma el-Alemî li-Ehli'l-Beyt, Kum 1422.

Alamü'l-Hidaye, “el-İmam el-Hasan el-Mücteba”, el-Mecma el-Alemî li-Ehli'l-Beyt, Kum 1422.

Alamü'l-Hidaye, “el-İmam Zeynelabidin”, el-Mecma el-Alemî li-Ehli'l-Beyt, Kum 1422.

Seyyid Muhsin Emin, Ayanü'ş-Şia, tahkik: Hasan el-Emin, Beyrut 1403.

İhsan İlahi Zahir, eş-Şia ve's-Sünnet, Lahor (t.y.).

Mecdi Ali Muhammed Ali, İntisarü'l-Hak, Riyad 1418.

Martin J.McDermott, Endişeha-yi Kelamî-i Şeyh Müfid, Farsçaya çev. Ahmed Aram, Tahran 1363.

Musa Mirza Tebrizî, Evsekü'l-Vesail fi Şerhi'r-Resail, Kum (t.y.)

Seyyid Ali Fani Isfahanî, Ara havle'l-Kur'ân, Beyrut 1411.

Bakıllanî, Abdullah Muhammed Ramazan, el-Bakıllanî ve Arauhu'l-Kelamiyye, Bağdat 1986.

İbn Kesir, Ebu'l-Fida İsmail, el-Bidaye ve'n-Nihaye, tahkik: Ali Şirî, Beyrut 1408.

Ayetullah Hoyî, Seyyid Ebu'l-Kasım, el-Beyan fi Tefsiri'l-Kur'ân, Farsçaya çev. Seyyid Cafer Hüseynî, Kum 1384.

Zebidî, Seyyid Muhammed Murtaza, Tacü'l-Arus min Cevahiri'l-Kamus, tahkik: Ali Şirî, Beyrut 1414.

Taberî, Muhammed b. Cerir, Tarih, Beyrut (t.y.)

Hatib Bağdadî, Ebu Bekir Ahmed b. Ali, Tarihu Bağdad ev Medinetü's-Selam, Beyrut (t.y.)

Şeyh Tusî, Ebu Cafer Muhammed b. Hasan, et-Tibyan fi Tefsiri'l-Kur'ân, Beyrut (t.y.)

Hasan Mustafavî, et-Tahkik fi'l-Kelimati'l-Kur'ân, Tahran 1368.

Feyz Kaşanî, Tefsirü's-Safi, tahkik: Hasan el-Alemî, Meşhed (t.y.)

Muhammed Cevad Muğniyye, et-Tefsirü'l-Kâşif, Beyrut 1968.

Ebu'l-Kasım b. İbrahim Furat Kufî, Tefsiru Furat el-Kufî, tahkik: Muhammed el-Kazım, Beyrut 1420.

Taberî, Tesfirü't-Taberî el-Müsemma Camiü'l-Beyan fi't-Tevili'l-Kur'ân, Beyrut 1420.

İmam Humeynî, Tehzibü'l-Usul, takrir: Cafer Subhanî, Kum 1405.

Belazurî, Ensabu'l-Eşraf, neşr: Süheyl Zekkar, Beyrut 1417.

Muhammed Beyumî, Hakikatü'ş-Şia, Kahire 1427.

Muhammed Ali el-Muallim, el-Hakikatü'l-Mazlume, (y.y.) 1418.

Ravendî, Kutbeddin, el-Haraic ve'l-Ceraih, Kum 1409.

Muhabüddin Hatib, el-Hututu'l-Ariza, Ürdün 1420.

Suyutî, ed-Dürrü'l-Mensur, Beyrut 1403.

Samir Haşim Habibullah el-Umeydî, Defa ani'l-Kâfi, Kum 1416.

Alusî, Şehabeddin Seyyid Mahmud, Ruhu'l-Maani fi Tefsiri'l-Kur'ân ve Seba'l-Mesani, Beyrut (t.y.)

Nişaburî, Hüseyin b. Ali b. Muhammed b. Ahmed, Ravzatü'l-Cinan ve Ruhu'l-Cinan fi Tefsiri'l-Kur'ân, tashih: Muhammed Cafer Yahakkî, Meşhed 1368.

İbn Tavus, Zindeganî-i Eba Abdillah, Farsçaya çev. Seyyid Muhammed Sahfî, Kum 1373.

Sicistanî, Süleyman b. Eşas, Sünenu Ebi Davud, tahkik: Said Muhammed el-Leham, Beyrut 1410.

Kadı Abdülcabbar, Şerhu Usuli'l-Hamse, talik: Ahmed b. Hüseyin b. Ebi Haşim, tahkik: Abdülkerim Osman, Kahire 1408.

İbn Ebi'l-Hadid, Şerhu Nehci'l-Belağa, tahkik: Ebufazl İbrahim, Beyrut 1380.

Muhammed Cevad Muğniyye, eş-Şia fi'l-Mizan, Beyrut (t.y.)

Komisyon, eş-Şia ve'l-Kur'ân, Pakistan (t.y.).

Buharî, Sahih, şerh: Mustafa Deybü'l-biğa, Beyrut-Dımaşk, 1414.

Müslim, Sahih, tahkik: Muhammed Fuad Abdülbaki, Beyrut 1398.

İmam Zeynelabidin, Sahife-i Seccadiyye, Farsçaya çev. Ali Rıza Recaî, Tahran 1381.

Beyazî, Zeynelabidin Ebu Muhammed b. Yusuf Âmilî, es-Sıratü'l-Müstakim, tashih: Muhammed Bakır el-Behyudî, (y.y.) 1384.

Muhammed Hadi Marifet, Sıyanetü'l-Kur'ân mine't-Tahrif, Kum 1428.

İbn Sad, Tabakatü'l-Kübra, Beyrut 1405.

Allame Eminî, el-Gadir fi'l-Kitab ve's-Sünnet ve'l-Edeb, Beyrut 1408.

Abdülkahir b. Tahir el-Bağdadî, el-Fark beyne'l-Firak, Beyrut 1408.

Komisyon, Ferheng-i Suhanan-i Hüseyin b. Ali (a.s.), Kum 1383.

İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed, el-Fasl fi'l-Milel ve'l-Ehva ve'n-Nihal, tahkik: Muhammed İbrahim Nasr-Abdurrahman Amire, Beyrut 1405.

Şeyh Cafer Kaşifülgıta, Keşfü'l-Gıta an Mübhemati'ş-Şeriat, Kum 1422.

Tabersî, Ebu Ali Fazl b. Hasan, Mecmaü'l-Beyan, Beyrut 1415.

Erdebilî, Mevla Ahmed, Mecmaü'l-Faide fi Şerhi'l-İrşad ve'l-Ezhan, Kum 1403.

İsmail b. İbad, el-Muhitü'l-Lugat, tahkik: Muhammed Hasan Âl-i Yasin, Beyrut 1414.

Abdülhüseyin Şerefüddin, el-Müracaat, Tahran 1425.

İbn Hanbel, Müsned, tahkik: Sıdkî Muhammed Celilü'l-Attar, Beyrut 1414.

Şeyh Müfid, Müsennefat, Kum 1413.

Ebufazl İslâmî, Maa ed-Doktor el-Gaffarî fi Usuli'l-Mezhebihi havle'l-Kur'âni'l-Kerim ve't-Teşeyyu, Kum 1428.

İbn Faris, Mucemü'l-Mekayisi'l-Lugat, tahkik: Abdüsselam Muhammed Harun, Tahran 1404.

Kadı Abdülcabbar, el-Muğni an Ebvabi't-Tevhid ve'l-Adl, tahkik: Emin el-Havlî, (y.y.), (t.y.)

Rağıb Isfahanî, Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredat, Beyrut 1428.

Eşarî, Ebu'l-Hasan Ali b. İsmail, Makalatü'l-İslâmiyyin ve İhtilafü'l-Musallin, tahkik: Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Beyrut 1419.

Abdülhüseyin Şerefüddin, Mevsua el-İmam es-Seyyid Abdülhüseyin Şerefüddin, Beyrut 1427.

Muhammed Cevad Belağî, Mevsua el-Allame el-Belağî, tahkik: Latif Muradî-Abbas Muhammedî, Kum 1428.

Allame Tabatabaî, Seyyid Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi Tefsiri'l-Kur'ân, Farsçaya çev. Seyyid Bakır Musevî, Kum 1366.

Seyyid Muhsin Emin, Nakdü'l-Veşia ev eş-Şia beyne'l-Hakaik ve'l-Evham, Beyrut 1403.

Seyyid Radi, Nehcü'l-Belağa, neşr: Feyz el-İslâmî, Tahran 1365.

Necah et-Taî, el-Vehhabiyyun: Havaric ev Sünnet, Beyrut 1422.

 

 

 

 

 

Çeviri: İbrahim Erkin

 

www.medyasafak.net



[1] İhsan İlahi Zahir, eş-Şia ve's-Sünnet, s. 61.

[2] Nasır b. Abdullah b. Ali Gafarî, Usulu Mezhebi'ş-Şia: el-İmamiyyetü'l-İsna Aşeriyye, c. 1, s. 257.

[3] Âlusî, Ruhü'l-Meani fî Tefsiri'l-Kur'âni'l-Azim ve's-Seb'i'l-Mesani, c. 1, s. 23.

[4] el-Hatib'e göre Şia, velayet ayetinin Kur'ân'dan çıkarıldığına inanır. Seyyid Muhibüddin el-Hatib, el-Hututü'l-Arida, s. 16-17.

[5] Beyyumî, Hakikatü'ş-Şia, s. 238.

[6] Rağıb el-Isfahanî, el-Müfredat, “Harf” maddesi.

[7] İbn Faris, Mu'cemu Mekayisi'l-Luga, “Harf” maddesi.

[8] Maide, 13.

[9] Ebü'l-Kâsım İsmail b. Abbad b. Abbas Talekani Sahib b. Abbad, el-Muhit fi'l-Luga, c. 3, s. 82.

[10] Zebidî, Tâcü'l-Arûs min Cevâhiri'l-Kâmûs, c. 12, s. 136.

[11] Hasan Mustafavî, et-Tahkik fî Kelimati'l-Kur'âni'l-Kerim, c. 2, s. 198.

[12] Hasan Mustafavî, age., aynı yer.

[13] Rağıb el-Isfahanî, age., s. 119.

[14] el-Amidî, Defa ani'l-Kâfi, c. 2, s. 220. Mekke'de nazil olmuş bir ayet veya sure Kur'ân'ın başında yer almalıyken Kur'ân'ın sonuna yerleştirilmiştir. Muhammed Hadi Marifet, Siyatetü'l-Kur'ân mine't-Tahrif, s. 16.

[15] Ayetullah Hoyî, el-Beyân fî Tefsiri'l-Kur'ân, s. 263-264; Muhammed Hadi Marifet, age., s. 16.

[16] Maide, 13.

[17] el-Amidî, age., c. 2, s. 220; Muhammed Hadi Marifet, age., s. 17.

[18] Ayetullah Hoyî, age., s. 244.

[19] Muhammed Hadi Marifet, age., s. 18; el-Âmidî, age., c. 2, s. 265.

[20] Ayetullah Hoyî, age., s. 265.

[21] Ayetullah Hoyî, age., s. 265; el-Âmidî, age., c. 2, s. 221; Muhammed Hadi Marifet, age., s. 19.

[22] Âlusî, age., c. 1, s. 39; Muhammed Cevad Muğniye, Tefsirü'l-Kâşif, c. 1, s. 25; İbnü'l-Arabî, Ahkamü'l-Kur'ân, c. 1, s. 2-3.

[23] Ayetullah Hoyî, age., s. 266-267; Muhammed Cevad Muğniye, Tefsirü'l-Kâşif, c. 1, s. 25.

[24] Bakara, 23.

[25] Hicr, 9.

[26] Fussilet, 41-42.

[27] Yunus, 37; Zümer, 28; Âl-i İmran, 3; Nisa, 105; Secde, 2; Nahl, 89.

[28] Şerefüddin Âmilî, el-Müracaat, s. 64.

[29]  Seyyid Radi, Nehcü'l-Belağa, 234. Hutbe.

[30] İbn Ebi'l-Hadid, Şerhu Nehci'l-Belağa, c. 1, s. 27.

[31] Taberî, Tarih, c. 4, s. 34.

[32] Alamü'l-Huda, “el-İmam el-Hasan el-Mücteba (a.s.)”, s. 196.

[33] Age. s. 196.

[34] Age., s. 196.

[35] Belazurî, Ensabu'l-Eşraf, c. 3, s. 287; Taberî, age., c. 4, s. 123.

[36] İmam Hüseyin yolda Müslim b. Akîl'in şehid olduğu haberini aldığında “Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” (Ahzab, 23) ayetini okumuştur (bkz. İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 5, s. 188). Âşurâ gecesi ashabına “İnkâr edenler sanmasınlar ki kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır.” (Âl-i İmran, 178) ayetini okumuştur. (bkz. İbn Kesir, age., c. 5, s. 195). Düşman askerlerine hücceti tamamlamak için ise, “Ben yalnız Allah'a dayanıp güvenirim. Siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınızı kararlaştırın.” (Yunus, 71) ayetini okumuştur. (bkz. İbn Kesir, age., c. 5, s. 193).

[37] Birkaç yerde, ezcümle Şam'da İmam Hüseyin'in mübarek kesik başı “Yoksa sen, bizim ayetlerimizden (sadece) Kehf ve Rakim sahiplerinin ibrete şayan olduklarını mı sandın?” (Kehf, 9) ayetini okumuştur. (bkz. Kutbuddin Ravendî, el-Haraic ve'l-Ceraih, c. 2, s. 577).

[38] Bkz. Komisyon, Ferheng-i Suhanan-i Hüseyin b. Ali.

[39] Alamü'l-Hüda, “el-İmam el-Hüseyin b. Ali (a.s.)”, s. 217.

[40] Kuleynî, Usulu Kâfi, c. 2, s. 611; Alamü'l-Hüda, s. 217.

[41] Sahife-i Seccadiye, 42. Dua. “Allahım! Hiç kuşkusuz, ben senin yardımınla kitabını hatmetmeye muvaffak oldum. Sen onu, bir nur olarak indirdin; daha önce göndermiş olduğun kitapların koruyucusu/denetleyicisi, anlatmış olduğun tüm sözlerin en üstünü kıldın. Onu, helalini haramından ayıran Furkan, hükümlerini, yasalarını açıklayan Kur'ân, kulların için ayetlerinin açıkladığın Kitap ve peygamberin Muhammed'e (s.a.a.) indirdiğin Vahiy olarak niteledin.”

[42] İbn Sad, Tabakatü'l-Kübra, c. 5, s. 212.

[43] Zümer, 42.

[44] “Buna karşılık sizden o yakınlarımı (Ehl-i Beyt'imi) sevmekten başka bir mükâfat istemem.” Şura, 23.

[45] “Şunu bilin ki, elde ettiğiniz her türlü ganimetin (maddi yararın) beşte biri Allah'a, Resulü'ne, Peygamber'in yakınlarına ve (onlardan olan) yetimlere, fakirlere ve yolda kalmışlara aittir.” Enfal, 41.

[46] “Kuşkusuz Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt'ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” Ahzab, 33.

[47] Alamü'l-Huda, “İmam Zeynelâbidin (a.s.)”, s. 61-64.

[48] İbn Sad, age., c. 5, s. 219; Belazurî, age., c. 3, s. 419.

[49] Alamü'l-Huda, “el-İmam el-Bâkır”, s. 215.

[50] Kuleynî, age., c. 2, s. 600.

[51] Kuleynî, age., c. 2, s. 600.

[52] Komisyon, Ferheng-i Suhanan-i Hüseyin b. Ali, s. 479.

[53] İbn Babuveyh, el-İtikadat, s. 59.

[54] Musennefatu'l-Şeyh el-Müfid, c. 7, s. 78.

[55] age., c. 4, s. 81.

[56] Muhammed Hadi Marifet, age. s. 60-61.

[57] Tabersî, Mecmuaü'l-Beyan, c. 1, s. 42; Feyz Kaşanî, Tefsirü's-Safî, c. 1, s. 47; Muhammed Hadi Marifet, age., s. 62.

[58] Şeyh Tusî, et-Tibyan fi Tefsiri'l-Kur'ân, c. 1, s. 3-4.

[59] Allame Hıllî, Ecvibetü'l-mesail, s. 121.

[60] Tabersî, Mecmaü'l-Beyan, c. 2, s. 42.

[61] Beyazî, es-Sıratü'l-Müstakim ila Müstehakki't-Takdim, c. 1, s. 45.

[62] Muhakkik Erdebilî, Mecmaü'l-Faide, c. 2, s. 218.

[63] Feyz Kaşanî, Tefsirü's-Safî, c. 1, s. 46; Feyz Kaşanî, İlmü'l-Yakîn fi Usuli'd-Din, c. 1, s. 465.

[64] Mevsua el-İmam es-Seyyid Abdülhüseyin Şerefüddin, c. 3, s. 1160.

[65] Şeyh Cafer Kaşifülgıta, Keşfü'l-Gıta, c. 3, s. 453; Şeyh Cafer Kaşifülgıta, Kitabu'l-Kur'ân, 7-8. Mebhas.

[66] Allame Muhammed Hüseyin Âl-i Kaşifülgıta, Aslu'ş-Şia ve Usuliha, s. 143.

[67] Seyyid Muhsin Emin, Ayanü'ş-Şia, c. 1, s. 41; Seyyid Muhsin Emin, Nakzü'l-Veşia ev eş-Şia beyne'l-Hakaik ve'l-Evham, s. 160.

[68] Abdülhüseyin Şerefüddin, Ecvibe Mesaili Carullah, s. 23.

[69] Abdülhüseyin Şerefüddin, age., s. 23-36.

[70] Mevsua el-Allame el-Belağî, c. 1, s. 59-68.

[71] Age., s. 61; Muhammed Hadi Marifet, age., s. 67.

[72] Allame Eminî, el-Gadir, c. 3, s. 116, 135.

[73] Allame Tabatabaî, el-Mizan, c. 12, s. 150.

[74] İmam Humeynî, Tehzibü'l-Usul, c. 2, s. 96.

[75] Ayetullah Hoyî, age., s. 299.

[76] Şeyh Saduk, Şerif Murtaza, Şeyh Tusî ve Ebu Ali Tabersî.

[77] Nehcü'l-Belağa'yı derleyen Seyyid Radi'dir, Şerif Murtaza değil!

[78] Komisyon, eş-Şia ve'l-Kur'ân, s. 64.

[79] Muhammed Beyumî, Hakikatü'ş-Şia, s. 240.

[80] Nasır b. Abdullah Gaffarî, Usulu Mezhebi'ş-Şia, c. 1, s. 338.

[81] Nasır b. Abdullah Gaffarî, age., c. 1, s. 305.

[82] Nasır b. Abdullah Gaffarî, age., c. 1, s. 245.

[83] Komisyon, eş-Şia ve'l-Kur'ân, s. 64.

[84] Muhammed Beyumî, age., s. 240; Mecdi Ali Muhammed Ali, İntisarü'l-Hak, s. 134.

[85] Mecdi Ali Muhammed Ali, age., s. 135; Komisyon, eş-Şia ve'l-Kur'ân, s. 65.

[86] Fussilet, 41-42.

[87] Hicr, 9.

[88] Bakara, 23; Yunus, 38; Hud 13.

[89]Şeyh Müfid, age., c. 7, s. 78-81.

[90] Şeyh Tusî, et-Tibyan fi Tefsiri'l-Kur'ân, c. 1, s. 3.

[91] Tabersî, Mecmaü'l-Beyan, c. 1, s. 42.

[92] Allame Hıllî, Ecvibetü'l-Mesail, s. 121.

[93] Beyazî, age., c. 1, s. 45; Muhakkik Erdebilî, age., c. 2, s. 218.

[94] Feyz Kaşanî, Tefsirü's-Safî, c. 1, s. 46.

[95] Mevsua el-İmam es-Seyyid Şerefüddin, c. 3, s. 1160.

[96] Şeyh Cafer Kaşifülgıta, age., c. 3, s. 453; Şeyh Cafer Kaşifülgıta, Kitabü'l-Kur'ân, 7-8. Mebhas.

[97] Seyyid Muhsin Emin, Ayanü'ş-Şia, c. 1, s. 41.

[98] Seyyid Şerefüddin, age., s. 23.

[99] Komisyon, eş-Şia ve'l-Kur'ân, s. 64; Mecdi Ali Muhammed Ali, age., s. 135; Muhammed Beyumî, age., s. 240.

[100] Şeyh Saduk, el-İtikadat fi Dini'l-İmamiyye, s. 59.

[101] Buharî, Sahih, c. 6, s. 25; Müslim, Sahih, c. 3, s. 1317; Sicistanî, Sünenu Ebi Davud, c. 2, s. 343; İbn Hanbel, Müsned, c. 1, s. 23; Taberî, Tarih, c. 3, s. 204; Muhammed Ali Muallim, el-Hakikatü'l-Mazlume, s. 99; Necah et-Tai, el-Vehhabiyyun: Havaric ev Sünne, s. 263.

[102] Suyutî, el-İtkan fi Ulumi'l-Kur'ân, c. 1, s. 118.

[103] Taberanî sahih senetle İbn İshak'dan tahriç etmiştir.

[104] Ubeyd b. Ömer, Ömer b. Hattab'dan; Abdullah b. Abdurrahman babasından; İbn Cüreyh ve İbn Mesud tarikleriyle.

[105] Suyutî, age., c. 1, s. 130-131; Muhammed Ali Muallim, age., s. 103.

[106] Kadı Abdülcabbar, el-Muğni, s. 385.

[107] O dönemde tefsir yerine daha çok tevil kavramı kullanılıyor; nitekim Taberî, tefsirine, Camiü'l-Beyan fi't-Tevili'l-Kur'ân adını vermiştir. Kitapta, “Allah'ın bu sözünün tevilinde şöyle denilmiştir…” ifadesi çokça geçmektedir.

[108] İmamiyye, Kur'ân'ın mahlûk olduğu inancındadır, bkz. Muhammed Cevad Muğniyye, age., s. 315. Eşarî, İmamiyye'nin iki görüşü olduğunu yazar: İlki, Hişam b. Hakem'in Kur'ân'ın ne mahluk ne de halik olduğu görüşüdür. İkinci görüş ise, Kur'ân'ın mahlûk olduğu yönündedir, bkz. Eşarî, Makalatü'l-İslâmiyyin ve İhtilafu'l-Musallin, c. 1, s. 114.

[109] Hatib Bağdadî, Tarihu Bağdad, c. 4, s. 142.

[110] Hatib Bağdad, age., c. 4, s. 153.

[111] Kadı Abdülcabbar, Şerhu Usuli'l-Hamse, s. 527-530.