Filistin ve İsrail’in her şeyi açıklayan kısa tarihi

Filistin ve İsrail’in her şeyi açıklayan kısa tarihi
Yahudilerin mistik kitabı Kabala’ya göre, Yahudi olmayanlar şeytanın bedenleşmiş formudur ve dünya Yahudiler uğruna yaratılmıştır. ABD ve İsrail’deki takipçileri arasında azizlik statüsü kazanmış olan Haham Kook’a göre, “Bir Yahudi’nin ruhu ile Yahudi olmayan birinin ruhu arasındaki fark… Bir insan ruhu ve sığırların ruhları arasındaki farktan daha büyük ve derindir.”

 

 

 

Dana Visalli

 

 

Global Research

 

 

 

Günümüzde Filistin ve İsrail olarak adlandırılan topraklarda Yahudilerin görece daha derin köklere sahip olduğu kesinlikle doğru olsa da, bu bölge insan türünün başlangıcından bu yana bir kavşak noktası. Öyle ki, Afrika dışında yer alan en eski Homo Sapiens fosili yakınlarda “İsrail”de bulundu ve 180.000 yaşında olduğu tahmin ediliyor. Ayrıca Doğu Akdeniz'de Neandertallere ait kemikler de bulundu.

 

Tarihsel süreç içinde Filistin ve/veya çeşitli parçaları, çok sayıda halk ve bölgesel güç tarafından kontrol edildi; bunların arasında Kenanlılar, Amoriler, Antik Mısırlılar, Moavlılar, Ammonlular, Antik Filistinliler (Filistler), Asurlular, Babilliler, Persler, Antik Yunanlar, Romalılar, Bizanslılar ve Müslümanlar sayılabilir. Doğu Akdeniz, binlerce yıl boyunca, üç kıtanın halkların kesiştiği bir alan oldu.

 

1800'lerin sonlarında, Avrupa'da yükselen Siyonist hareket, dünyanın her tarafındaki Yahudilerin tarihsel köklerinde yer alan topraklara dönmesi fikri üzerine kurulmuştu. “Zion” sözcüğünün kökeni ise net değildir; ilk kez Tevrat'ta, “kale” anlamıyla, bir Kenanlının (Yahudi'nin değil) adı olarak kullanılmıştır, kullanımı Yahudilerden öncedir. 1897'de İsviçre'de yapılan bir Siyonist toplantısında, kurulması amaçlanan Yahudi devleti için, o dönemde nüfusunun %96'sı Müslüman ve Hristiyan olmasına karşın, Filistin lokasyon olarak belirlenmiştir. O dönemde Filistin'e inceleme yapmaya giden bir Yahudi keşif grubu, durumu şöyle açıklamıştır: “Gelin güzel; ancak başka bir adamla evli.” Siyonist anlayış, başından beri Filistin'de yaşayan insanları bölgeden çıkarmak ve ana yurdu orası olan insanları yerleştirmek için güç kullanımının gerekli olduğu temelindeydi.

 

O dönemde Filistin, Osmanlı İmparatorluğuna ait bir bölge, Osmanlı Suriyesinin bir parçasıydı. Siyonistler, Osmanlı Türklerine bölge bir Yahudi devleti kurmanın olası olup olmadığını sordular. Türkler, herhangi bir gruptan gelecek göçmenlere açık olduklarını; fakat bölgenin zaten işgal altında olduğunu; ırk ve/ veya din temelli bir devlet kurulmasının söz konusu olamayacağını belirterek yanıt verdiler.

 

Siyonistler yüzlerini İngiltere'ye çevirdi, İngiltere, Siyonistlerin devlet kurma fikrine, birkaç nedenden ötürü rıza gösterebilecek konumdaydı. Bu nedenlerden biri, 1916 yılının Temmuz ayında İngiltere, Somme Muharebesi'nin ilk günü 57.000 askerini kaybetmişken ve Birinci Dünya Savaşı'nı kaybetme riski ile karşı karşıyayken Siyonistlerin İngiltere'ye yaptıkları teklifti. Teklife göre Siyonistler, yüksek statülerde bulunan Yahudi çevreleriyle beraber ABD'yi İngiltere'nin safında savaşa girmek üzere ikna edebilirlerdi. ABD'nin Kudüs'te başkonsolosluk görevinde bulunmuş dış ilişkiler sorumlusu Evan M. Wilson, bu anlaşmayı Filistin Kararı kitabında anlatmıştır. Kitapta Wilson, Balfour Deklarasyonu üzerine şöyle der: “Yahudilere bu söz, büyük ölçüde savaşta Yahudi desteğini kazanmak ve benzer bir sözün Merkez Güçler (Almanya ve Osmanlı) tarafından verilmesini engellemek amacıyla verilmişti.”

 

Ayrıca İngiltere, başlıca kolonisi Hindistan'da; 19. yüzyılda uyuşturucu bağımlılığını yaygınlaştırmak için tütün ve afyonu karıştırmak suretiyle bir komplo hazırladığı Çin'e satmak üzere afyon yetiştirmek fikri ile oldukça yakından ilgileniyordu. Bu nedenle Süveyş Kanalı'nın getireceği gelir akışı ve kanalın güzergâhının güvenliği oldukça önemliydi. Bölgede Müslüman Araplar yerine bir Yahudi devletinin bulunması, İngiltere'nin emperyal amaçları için daha uygundu.

 

İngiltere'nin, Yahudilerin Filistinlileri bölgeden çıkarma fikrini benimsemesinin üçüncü bir nedeni ise şuydu ki, köktenci Hristiyanların sahip olduğu bir inanışa göre, “İsa'nın yeniden doğuşu” ancak “Yahudiler Kudüs'e döndükten sonra” gerçekleşecekti. 1917 yılında imzalanan ve Filistin'de kurulacak bir Yahudi devletine İngiltere'nin desteğini sağlayan Balfour Deklarasyonu'nun başyazarı Arthur Balfour, tam olarak bu inanışta bir köktenci Hristiyandı.

 

Sonuç olarak İngiltere, Filistin'de bir Yahudi devletinin kurulmasını, dünya çapında bir imparatorluk olarak varlığını sürdürmek (bu, Birinci Dünya Savaşı'nın da başlıca nedeniydi), Çin'deki kârlı afyon pazarını korumak ve “İsa'nın yeniden doğuşu” için destekledi. Filistinlilere uygulanan büyük şiddet ve zulüm, o zamandan bu yana, Barışın Prensi (İsa) ve kapitalizm tanrıları adına sürdürüldü.

 

1920 yılında, Hayfa'da düzenlenen Üçüncü Filistin Kongresi'nde, İngiltere'nin Siyonist projeye destek planları kınandı ve uluslararası hukukun ihlâli olarak nitelendi ve yerli halkın haklarını korumak için reddedildi. Wilson, durumu bizzat incelemeleri için bölgeye bir heyet gönderdi. Heyet üyeleri, bölgede iki ay geçirip toplumun her kesiminden insanla konuştuktan sonra hazırladıkları raporda, Filistin'de bir Yahudi devleti kurma fikrinin ancak “Filistin'de yaşayan Yahudi olmayan toplulukların sivil ve dinsel hakları en ağır biçimde ihlâl edilirse” başarılı olabileceğini ifade ettiler. Ayrıca Filistinlileri, topraklarını terk etmeleri için sürekli bir ekonomik ve sosyal baskıya maruz bırakmanın insan haklarına ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesine aykırı olduğunu da vurguladılar.

 

Raporda ayrıca, Yahudi temsilcilerle yapılan görüşmelerin “Siyonistlerin, bölgedeki Yahudi olmayan yerleşimlerin tamamen boşaltılmasını sabırsızlıkla beklediğini” net olarak ortaya koyduğu ifade edildi. Sonuç gösteriyordu ki bir Yahudi devleti kurmak hedefini gerçekleştirebilmek için silahlı güç kullanmak mutlaka gerekliydi ve heyet Siyonist hedeflerinin reddedilmesi için bir barış konferansı toplanması için çağrıda bulundu. Heyet aynı zamanda, “Filistin'in bir Yahudi bölgesi olması projesinden vazgeçilmesi” önerisini dile getirdi. Rapor örtbas edildi ve İngiltere, Milletler Cemiyeti'nde yetki elde ettiğinde buna Filistin'de bir Yahudi yerleşimini destekleyen Balfour Deklarasyonunu da dahil etti.

 

Bu noktadan itibaren Filistin'e Yahudi göçü, büyük bir hızla arttı. Yeni kurulan Birleşmiş Milletler, 1947 yılında Filistinliler ve Yahudiler arasında bir toprak bölme planını onayladığında; 1917 yılında %4 olan Yahudi popülasyonu %30'a çıkmıştı. Birleşmiş Milletler, büyük ölçüde Batılı güçler tarafından kontrol edildiğinden, toprağın %55'i Yahudilere verilmişti. Yahudiler, bölme planını kabul ederken, ana yurtlarının büyük bir kısmını kaybeden ve Batılı emperyal güçlere vermek durumunda kalan Arap/ Müslümanlar reddetti. 1938 yılındaki iç tartışmalarda David Ben-Gurion (İsrail'in ilk başbakanı) “Büyük bir güç olduktan sonra… Bölünmeyi ortadan kaldıracağız ve tüm Filistin'e genişleyeceğiz.” dedi.

 

1947 yılında bölünme kararının geçmesi ABD Dış İşleri Bakanlığına bağlı heyetin tahmin ettiği ve Siyonistlerin hazırlandığı şiddeti tetikledi. En az 33 köyde katliamlar gerçekleşti ve bu katliamların yarısı gerçekleştiğinde henüz tek bir Arap ordusu dahi çatışmaya girmemişti. Siyonist güçler daha donanımlıydı ve karşı taraftan daha fazla askere sahiptiler. İsrail'in “Bağımsızlık Savaşı”nın sonunda 750.000'in üzerinde Filistinli erkek, kadın ve çocuk acımasızca bölgeden çıkarıldı ve 500'ün üzerinde Filistin köyü yerle bir edildi. Filistinliler bu savaşı Nakba (Felaket) olarak adlandırıyor. İsrailli tarihçi Tom Segev şöyle yazıyor:

 

“İsrail terör, savaş ve devrimden doğdu ve oluşabilmesi için bir ölçü fanatizm ve zalimlik gerekliydi.”

 

İyi belgelenmiş katliamlardan biri de Deir Yassin adlı küçük bir tarafsız Filistin köyünde, Nisan 1948'de, herhangi bir Arap ordusu savaşa girmeden önce gerçekleşti. İngiliz Ceza Soruşturma Departmanı Genel Müfettiş Yardımcısı Richard Catling, Siyonist güçler tarafından işlenen cinsel eziyet suçları üzerine verdiği bilgilerde, pek çok okul çağında genç kızın önce tecavüz edilip ardından katledildiğini, pek çok yaşlı kadının da tacize uğradığını aktardı. Deir Yassin'deki cesetleri bulan Kızılhaç temsilcisiyse, bazı ölümleri canlı göreceği bir zamanda bölgeye gelmişti. Günlüğüne, bölgeye vardığında Siyonist milislerin ellerinde silah ve bıçaklarla hâlâ evlere girmekte olduğunu, elinde kanla kaplı bir hançer taşıyan genç bir Yahudi kadın ve kapılarının önünde bıçaklanan yaşlı bir çift gördüğünü, tanık olduğu sahnelerin ona Atina'da gördüğü SS birliklerini hatırlattığını yazdı.

 

Deir Yasin saldırısı, iki Siyonist milis grubu tarafından, elit birlikleri operasyona katılan ana Siyonist güçlerle koordinasyon halinde yapıldı; bu iki milis grubun liderleri Menahem Begin ve İzak Şamir sonradan İsrail'de başbakanlık görevinde bulundular.

 

Irgun milis grubunun lideri Begin, Deir Yassin'deki zaferleri için birliklerine şu mesajı gönderdi: “Bu muhteşem fetih hareketi için tebriklerimi kabul edin. Tüm komutanlara ve askerlere saygılarımı iletin… Askerlere deyin ki: Hücumlarınız ve fethinizle İsrail'de tarih yazdınız. Zafere kadar buna devam edin. Deir Yassin'de olduğu gibi, her yerde düşmana saldıracağız ve vuracağız. Tanrım, Tanrım, sen bizi fetih için seçtin.”

 

Yahudilerin mistik kitabı Kabala'ya göre, Yahudi olmayanlar şeytanın bedenleşmiş formudur ve dünya Yahudiler uğruna yaratılmıştır. ABD ve İsrail'deki takipçileri arasında azizlik statüsü kazanmış olan Haham Kook'a göre, “Bir Yahudi'nin ruhu ile Yahudi olmayan birinin ruhu arasındaki fark… Bir insan ruhu ve sığırların ruhları arasındaki farktan daha büyük ve derindir.”

 

Ancak Siyonist hedefler için acıklı bir durumdur ki Filistin'i yok edemediler. Bugün dünyadaki yaklaşık 12 milyon Filistinlinin 3 milyonu Batı Şeria'da, 2 milyonu Gazze Şeridi'nde ve neredeyse 2 milyonu “İsrail”de yaşıyor.

 

Filistinlilerin İsrail tarafından ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüklerini söylemek oldukça hafif kalacaktır. Filistinlilerin hayatının her yönü, İsrail tarafından baskı ve şiddet içeren bir tutumla kontrol ediliyor. Batı Şeria'da en az 7500 İsrailli asker ve 98 kontrol noktası mevcut. Filistinliler bu kontrol noktalarında durdurularak saatlerce ve hatta günlerce bekletilebiliyor. Askerler düzenli olarak tüm Filistin topraklarına baskınlar düzenliyor; Şubat 2018'de, Hebron'da bir Filistin ilkokulunda öğretmenlik yapıyordum, bir gün okul, bahçeye göz yaşartıcı gaz atan onlarca asker tarafından basıldı. İsrail hapishanelerinde 18 yaşın altında 600 Filistinli çocuk ve yaklaşık 6000 Filistinli yetişkin var.

 

1967'den bu yana İsrail, Gazze ve Batı Şeria'nın %73'üne (Doğu Kudüs dahil) el koydu. İsrail hükümeti, işgal altındaki topraklarda Yahudi yerleşimleri kurulmasını teşvik ediyor ve maddi olarak da destekliyor. 1967 ve 1999 yılları arasında İsrail, Doğu Kudüs'ü de içine alan bölgede 200 yerleşim yeri kurdu. Bu kolonyel bölgeler, yüzlerce kilometrekare alan üzerine kurulular ve savunma için, çevrelerinde oldukça geniş bir askeri mevcudiyet gerektiriyorlar. Ancak böyle yerleşim inşaları uluslararası hukuka aykırı; Dördüncü Cenevre Sözleşmesi, işgalci gücün işgal ettiği bölgeye sivil nüfus transfer etmesini yasaklıyor. Geniş ve bakımlı yollardan oluşan bir ağ, her Yahudi yerleşimini İsrail'e bağlıyor. Bu yollarda Filistinlilerin seyahat etmesi, hatta yürümesi dahi yasak. “Kamulaştırılan” Filistin toprağı üzerinde inşa edilmiş bu yollar, Batı Şeria'yı izole bölgelere ayırıyor.

 

Ayrıca İsrail, 1967'den bu yana Filistin'de 48.000 evi imha etti ve yüzbinlerce Filistinliyi evsiz bıraktı. Kendi topraklarında ev inşa etmek isteyen Filistinliler, oldukça uzun ve masraflı bir izin başvurusu işlemine tabi tutuluyor ve başvuruları neredeyse her zaman reddediliyor. İsrail ordusu, evleri tahrip ve imha etmesini, izin eksikliği ile meşrulaştırıyor. Bunun yanında İsrail, 1967'den bu yana, çoğunluğu zeytin olmak üzere, çeşitli meyveler üreten 800.000'den fazla ağacı kesti. Bu devam eden zulmün amacı Filistinlileri Filistin'den sürmek. İsrail, Ürdün'ün Filistinliler için iyi bir yurt olabileceğini öne sürüyor.

 

Açıkça görülüyor ki İsrail, ırkçı bir devletten daha fazlası. İsrail sözcüğü, Güney Afrika'da “ayrılık” anlamına geliyor. İsrailli Siyonistler, ayrıcalık talep ediyor-özellikle İsrail ve Filistin'deki Yahudiler. Fakat bu ayrıcalık, kendi içinde bir mit; genetik olarak kanıtlandı ki Yahudilerin saf bir genetik ırkları yok ve hatta Doğu Akdenizli Yahudilerin DNA'ları, Filistinlilerle %100 eşleşiyor. (Ayrıca tüm homo sapiens %99.9 aynı DNA'ya sahip.) Dinsel bir açıdan bakıldığında da görülüyor ki Yahudiler, herhangi bir dini grup kadar kendi içlerinde bölünmüş durumdalar. Özel olarak seçilmiş olma efsanesi adına; genelde İsrailliler, özelde Siyonistler, kendi Filistinli kardeşlerine karşı, devamlılık içindeki suçlara, vahşete ve zulme imza atıyor.

 

 

Çeviri: Öykü Altunbaş

 

www.medyasafak.net