"NATO’nun Medya Savaşı"

"NATO’nun Medya Savaşı"
Suriye rejimi, ABD destekli ölüm mangaları tarafından işlenen katliamlar için suçlanıyor / Hula olayları kanıtlıyor ki: En iyi hile, eski hiledir

NATO'nun Medya Savaşı:

Global Research


Tony Cartalucci


Suriye rejimi, ABD destekli ölüm mangaları tarafından işlenen katliamlar için suçlanıyor / Hula olayları kanıtlıyor ki: En iyi hile, eski hiledir

Humus yakınlarındaki Hula kentinden ve Lübnan Suriye sınırından bilgiler sızarken, Suriye hükümetinin, Batılı medya tarafından dile getirilip sonra bizzat BM tarafından yalanlandığı gibi 32 çocuğun ve ailelerinin bombardımanla öldürülmesinden sorumlu olmadığı net bir şekilde ortaya çıkmış oldu. Aslında öyle görünüyor ki, bu kişiler yakından çalışan ölüm mangalarıydı -hükümet karşıtı “aktivistler tarafından rejim yanlısı militanlar, Suriye hükümeti tarafından ise yabancı işgüzarlarla bağlantılı el Kaide teröristleri oldukları söyleniyordu-. 

Ölümler meydana gelirken ABD, İngiliz ve Fransız temsilciler acil bir şekilde BM Güvenlik Konseyi oturumu için çağrıda bulunup Suriye dostları ekibini toplayarak militanlara geniş çaplı silah ve askeri yardım temin etmek amacıyla Suriye hükümetini yaftalamak, onu kınamak ve cezalandırmak için hazırlıklara çoktan başlamışlardı bile. Politik motivasyonu olan bir telaştı bu, öyle ya da böyle, Batı'nın rejim değişikliğinden sonra arayışa gitmesi için bir fırsat doğmuştu. NATO bu olayın olduğu sırada Afganistan'da 6 çocuğun bulunduğu 8 kişilik bir aileyi katletmişti. Şayet burada yabancıların ilgisini harekete geçiren şey insani kaygılarsa, Afganistan'ın Hula Katliamı kadar gündeme getirilmesi gerekirdi. Maalesef yüzüne bile bakan yok.  

Bu telaş içerisinde şiddeti her tarafa yaymak ve çarpıtarak daha yüksek bir etki yaratması için BBC, bir sene önceye ait olup Suriye'de demokrasi yanlısı aktivistlerden edinildiği iddia edilen Irak'taki toplu mezar fotoğrafını basıp yayınladı. Bu olay, şüpheli kaynaklardan gelen iddiaların dürüstlüğünü bir kez daha sorgulanır hale getirmiştir.

Tipik bir suçtan sonra dahi, bu bilgileri bizzat kendileri elde etmediği ya da birileri tarafından aldatılmadığı sürece istikrarlı bir Batı ülkesinde polis, ortalama bir gün içerisinde, suç mekânıyla ilgili aldığı bilgiye dayanarak böylesine hızlı sonuçlar çıkarmazdı.

Şu açıktır ki Hula'da her ne olduysa Batı'nın bir sonraki planına ulaşabilmesi için umutsuzca bir kaldıraç gibi kullanıldı. Bunu Seymour Hersh New Yorker dergisinde 2007'de “Yönlendirme” adlı makalesinde bütün ayrıntılarıyla tanımlamıştır. Burada Hersh, Suriye'nin nasıl da ahlaksız mezhepçi ekstremistleri silahlandıran ABD-Suudi-İsrail komplosuyla karşı karşıya kaldığını anlatıyordu. Aslında Hersh'un makalesinde kendileriyle röportaj yaptığı farklı kaynaklar, şiddetin kaçınılmazlığından duyulan korkuları ifade ediyorlardı. Korkulan başa geldi ve şimdi Hula'da görülmekte ve samimiyetsizce kaldıraç olarak kullanılmaktadır.

Bazıları Batı'nın Hula'da görülen şiddeti tertip, teşvik ve istismar ettiğine inanmak istemezken kendimize sormalıyız: “Olayla ilgili olarak bizi öngörülü kılacak ‘ise' ya da ‘niçin'lere götürecek ipuçları var mı?” Evet var.

Nazilerin 1939 yılında yanlış bir şekilde komşu Polonya'yı işe bulaştırmayı amaçlayan bir sınır olayı tertip ederek hem askeri saldırıyı meşrulaştırmalarını hem de kendilerini şanslı kurbanlar olarak nitelemeye çalışmalarını hatırlamalıyız. Hâlbuki gerçekte olan, bir Alman birliğinin Alman radyo istasyonuna saldırması ve bu durumun Nazi Almanya'sının Polonya'yı işgale götürmesiydi. İronik bir şekilde ABD'deki Holokost Hatıra Müzesi, bize sadece bu olaylara ilişkin bir takım sonuçlar vermekle kalmamış aynı zamanda halkın aldatılmasıyla ilgili de bize tam bir ders vermiştir.

II. Dünya Savaşı boyunca Nazi propagandacıları, Polonya'ya ait toprakların bir kısmını işgal ettikleri askeri saldırıyı, nefsi müdafaayı gerekli kılan haklı bir eylem gibi göstermeye çalışmışlardır. Almanya'yı, halkını korumak ya da Avrupa medeniyetini Komünizme karşı korumak için silahını eline almış ama aslında barışsever bir millet olarak bir kurban ya da yabancı saldırganların potansiyel kurbanı gibi göstermişlerdir.

Düşmanlığın her aşamasında dile getirilen savaş amaçları, neredeyse daima Nazilerin ırkçı savaşlarını ve bölgesel yayılmacılıklarını gizlemiştir. Bu, Alman halkını, Almanlar tarafından işgal edilmiş topraklardaki veyahut tarafsız ülkelerdeki halkları yanlış yönlendirmek veya onları enayi yerine koymak için yapılmış aldatıcı bir propagandadır. 

1939 yazında Hitler ve yaverleri, Polonya'yı işgal etmek için planlarını sona erdirirken, Almanya'daki ruh hali, gergin ve korku doluydu. Almanlar, tek bir kurşun dahi atmadan ülke sınırlarının Almanya ve Çekoslovakya içlerine kadar genişlemesiyle oldukça cesaretlenmiş ancak 1914'te yapıldığı gibi sokakları doldurmamışlardır.

1 Eylül 1939'da Polonya'ya saldırı gerçekleşmeden önce Nazi rejimi, birkaç Alman'ın arzuladığı savaşa destek bulabilmek için saldırgan bir medya kampanyası başlattı. İşgali ahlaken haklı görülebilir bir nefsi müdafaa olarak göstermek için Alman medyası, Polonya'da yaşayan Almanlara yönelik fiziki şiddet ile sözde bir ayrımcılığa atıfta bulunarak “Polonya vahşeti”nden bahsetmeye başladı. Polonyalı “savaş kışkırtıcılığı” ve “şövenizmi”ne hayıflanan basın, herhangi bir Alman işgalinde Polonya'yı savunma sözü verdiği için İngilizlere de saldırdı.

Nazi rejimi, Polonya'nın Almanya'ya karşı bir düşmanlık girişimi içerisinde olduğu yanılsaması yaratmak için iki ülke sınırında bir olay tertip etti. 31 Ağustos 1939'da Polonya ordusu üniforması giymiş SS görevlileri Gleiwitz bölgesinde bulunan bir radyo istasyonuna saldırıda bulundu. Ertesi günü Hitler, Alman halkına ve dünyaya, Polonya birliklerinin baskınına yanıt olarak birliklerini Polonya'ya gönderme kararını deklare etti. Nazi Partisi, basın bürosuna savaş kelimesini kullanmaktan kaçınması talimatını verdi. Onlar sadece Polonya birliklerinin saldırılarını püskürttüklerini söyleyeceklerdi, bir başka deyişle Almanya'yı saldırı kurbanı olarak göstermek için tasarlanmış bir taktikti bu. Savaş ilan etme sorumluluğu, İngiliz ve Fransızlara bırakılmıştı.

II. Dünya savaşının muazzam kayıplarından sonra hiçbir şekilde yabancı müdahalelerinin müsamahayla karşılanmayacağına dair yemin eden Batı için, biz, Wall Street iktidarına, Londra'ya ve onların yörüngesinde bulunan ülkelere Afganistan'dan Irak'a, oradan Libya, Yemen, Somali ve şimdi Suriye'ye yapmayı düşündükleri müdahale ve fetihleri yapmalarına izin verdik. Tüm bunlar, savaşın eşiğine geldiğimiz İran'la ve tıpkı Nazi Almanyasında yapıldığı gibi, başka bir milletin sınırlarını geçmek, halklara karşı savaş dayatmak ve bizim sürdürdüğümüz sistem ve kurumlarımızın “daha üstün” olduğunu empoze etmek için bir dizi tehdit, terör gibi savunulamaz mazeretler bulunduğu sonucuna götürmektedir.

1990'dan bu yana, ABD ordusu General Wesley Crack'a göre Batı, Ortadoğu'yu burada bulunan ülkelerin başına işbirlikçi rejimler getirerek bölgeyi bütünüyle fethetmeyi planlıyordu. 2002'den bu yana Batı, Suriye hükümetini devirme arayışına girdi. 2007'den beri Batı, Suriye'ye karşı açıkça komplo kurdu. Batı medyası tarafından kullanılan Arap Baharı terimi ortaya çıkmadan yıllar önce şu anda Suriye'yi kasıp kavuran şiddet, ta o zamanlardan eğitilen, fonlanan ve silahlandırılan askerlerle çoktan planlanmıştı bile. Batı'nın şimdi Suriye'ye yönelik müdahale arzusu, kesinlikle Suriye halkını şiddetten kurtarmak için değil ama bu şiddeti tıpkı Hitler'in yaptığı gibi askeri fetihte kullanmak amacıyla yapmaktadır.

Şayet BM, “medeniyetin müdafileri” giysisi giydirilmiş küresel faşizm güçlerine, Suriye'ye müdahale etmeye trajik bir şekilde izin verirse, Alman halkının bir zamanlar yaptığı gibi, bu hareketi meşrulaştıracak en küçük bir şey olduğuna inanarak kendi kendinizi aptallaştırmayın.

Hula da tıkı Gleiwitz gibi, ahlaki bir zorunluluk değil, savunulamaz bir gerekçedir. Almanya daha sonraki süreçte insanlığa karşı devam eden saldırılarının bedelini; milyonlarca ölü, kaybolan yıllar ve ülkenin bölünmesiyle pahalı bir şekilde ödediği gibi sırtında bu geçmişin hatırasını ebediyete kadar taşımak zorunda kaldı. Cehalet ve duygusuzluğumuzla yaptığımız meydan okumanın bedeli ne olacak?

 

medyaşafak