8 Günlük Gazze Savaşından Sonra Ortadoğu’da Yeni Güç Dengesi

8 Günlük Gazze Savaşından Sonra Ortadoğu’da Yeni Güç Dengesi
Fars Haber Ajansı’nın hazırladığı bu raporda 8 gün süren Gazze Savaşından sonra Ortadoğu’daki yeni güç dengesi, “askerî güç”, “kamuoyu” ve güvenlik” boyutları çerçevesinde incelenmiştir.

8 Günlük Gazze Savaşından Sonra Ortadoğu'da Yeni Güç Dengesi

Fars Haber Ajansı
 


Fars Haber Ajansı'nın hazırladığı bu raporda 8 gün süren Gazze Savaşından sonra Ortadoğu'daki yeni güç dengesi, “askerî güç”, “kamuoyu” ve güvenlik” boyutları çerçevesinde incelenmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasından ve Fransa ile Britanya'nın İslam toprakları üzerinde sulta kurmasından sonra Ortadoğu'da güç dengesi her zaman Batı bloğunun lehine işlemiş, Soğuk Savaş yıllarındaki Doğu ve Batı blokları arasındaki çatışma sürecinde güç dengesi Ortadoğu'da yeni bir şekil almıştır.

Soğuk Savaş döneminde Ortadoğu'da tanık olunan Doğu-Batı blokları arasındaki çatışma, Arap-İsrail Savaşı'nda da etkisini göstermiştir. Rusya'nın desteklediği Pan-Arap cenah, Batı'yı arkasına alan Siyonist rejimin karşısında yer almıştır. 1967'deki Altı Gün Savaşı'nda, Küba'da yaşadığı füze krizinden ve Doğu Asya'da Komünizm karşısında uğradığı başarısızlıktan yalnızca birkaç yıl sonra Batı bloğu elde ettiği büyük başarıyla Ortadoğu'da Doğu bloğunu yenilgiye uğrattı.

Doğu bloğunun yenilgisinin başlıca nedeni, Cemal Abdülnasır'ın Altı Gün Savaşı'ndaki stratejik hatasıydı; nitekim sonradan kendisi de hatasını itiraf etmiştir. Pek tabiidir ki bu hata, her ne kadar olayın ardından Abdülnasır birkaç yıl daha Mısır'da hükümeti elinde tutmayı başarmışsa da, hem Nasır dönemini hem de Nasırizmi sonlandırmıştır.

1967 yenilgisi Mısır'ın Doğu'nun etkin kadrosundan çıkmasını da beraberinde getirmiş ve bu durum, güç dengesini Batı'nın lehine değiştirmiştir. Bu yeni güç dengesi yaklaşık olarak 2000 yılına kadar devam etmiş, ancak İsrail ordusunun Lübnan'dan geri çekilmek zorunda kalmasıyla farklı bir sürece girilmiştir.

İran İslam Devrimi ile şekillenen ve Ortadoğu'ya yayılan İslamî mukavemet düşüncesi, Ortadoğu halkları arasında, sahip olduğu maddî güce karşın “sonuçların kontrolünü” Siyonistlerin karar mekanizmasının dışına çıkarmanın mümkün olduğu inancının doğmasına sebep oldu. Başka bir deyişle, gücü “etkileme ölçütü” şeklinde tanımlayan yeni gerçekçi bakış tarzı, klasik bakış tarzına dönüş yaptı ve böylelikle Ortadoğu halkı, İslamî kimliğinden güç alarak, baskı ve zulme rağmen işgalcileri istemedikleri sonuçlarla karşılamaya mecbur bırakabileceğini kabul etti. Bu meyanda, kökü İslam'a dayanan mukavemet kültürü Ortadoğu'da gücü yeniden tanımlayarak bölgedeki direniş ruhunu ihya etti.

İslamî mukavemet tarafından Ortadoğu'da sonuçları kontrol etmek amacıyla geliştirilen, daha doğru bir ifadeyle Siyonizmi ve Batı bloğunu bölge halkının şartlarını kabul etmeye zorlayan “asimetrik savaş” stratejisi 2006 yılındaki İsrail'in Lübnan'a açtığı savaşta daha önce görülmemiş bir şey ortaya koydu: İşgal altındaki topraklardaki hedeflere zarar vermek amacıyla kullanılan “küçük füze dalgaları” sayesinde büyük Arap ordularına teslim olmayan Siyonist ordu çok kısa bir sürede dize getirildi. Gücün bu yeni tanımıyla, her ne kadar Siyonist rejim 33 Gün Savaşı'nda Lübnan'a ağır zararlar vermeyi başardıysa da istediği sonuca ulaşamadı.



Bu yöntem 2008 yılındaki 22 günlük Gazze savaşında da uygulandı. 22 Gün Savaşında Filistin İslamî mukavemetinin kullandığı çok küçük füzeler bir kez daha sonucu değiştirdi. Gazze şeridinde ağır kayıplar verilse de savaşın sonucunu kontrol etme gücü Siyonist rejimin liderlerinin elinden alındı.   

Yalnızca 8 gün süren son savaşta Filistin İslamî mukavemeti ileri teknoloji ürünü füzeler kullanarak Siyonist rejime bazı taleplerini kabul ettirmeyi başardı. Filistin mukavemeti işi öyle bir noktaya vardırdı ki, ateşkesin sağlanması için Siyonistler, onca vahşi saldırıya maruz kalan Filistinlilerden önce harekete geçtiler.

Bu şartlarda 8 gün süren Gazze savaşından sonra Ortadoğu'da güç dengesinin tekrar gözden geçirilmesinden fayda var. Bu yazıda, 8 Gün Savaşı'ndan sonra Ortadoğu'nun geleceğini etkileyecek muhtemel güç dengesi, “askerî güç”, “kamuoyu” ve güvenlik” boyutları çerçevesinde incelenmiştir.

8 Gün Savaşı'ndan Sonra Askerî Güç Dengesi

Siyonist rejim ordusu özellikle 1967'den sonra kendisini Ortadoğu'nun yenilmez ordusu olarak lanse etti. Siyonistler bilinen silah kapasitesinin yanında, tek taraflı vahşet icat etme gücünü artıran 200-400 nükleer başlığa sahipler.

Arap ülkeleri bugüne değin bu güçlü orduyla klasik yollardan mücadele etme düşüncesindeydiler. Bu yüzden de Siyonist rejimle başa çıkamadılar. Ancak Siyonistleri zaaf noktasından yakalamak, yani Yahudi yerleşim merkezlerine yönelik saldırılar dengeyi alt üst etti. Bu yöntemi ilk kez Hizbullah 33 Gün Savaşı'nda uyguladı ve Filistin direnişi onu izledi.

Konunun daha iyi anlaşılması için şu hususa dikkat etmek gerekir: Siyonistler müreffeh bir yaşam vaadiyle Yahudileri dünyanın dört bir yanından “vaat edilmiş topraklara” (arz-ı mevud) getirdiler. Yahudi yerleşim merkezlerinin güvenliğini tehdit etmek, Siyonistler açısından bütün dengeleri değiştirdi.

8 günlük Gazze savaşı Filistin direnişinin asimetrik savaş taktiklerini kullanmadaki gücünü ortaya koymuştur. Daha doğru bir ifadeyle, artık İsrail gönül rahatlığıyla askerî araç gereçlerini kullanamaz. Her bir rampası elli milyon, her bir füzesi altmış bin dolar olan demir kubbe savunma sistemi İslamî mukavemetin füzelerinin yalnızca üçte ikisini engelleyebildi. Obama'nın İsrail'e füze savunma sistemlerini geliştirmesi için daha fazla bütçe ayrılacağını söylemesi boşuna değil!

Bu bakımdan İsrail artık askerî sahada Ortadoğu'da en güçlü ordunun sahibi değil. Bu, Ortadoğu'da güç dengesinin İslamî mukavemet lehine değiştiği anlamına gelmektedir. Ortadoğu'daki yeni güç dengesi İsrail'e İslam ülkelerine, bilhassa Filistin halkına yönelik her türlü askerî saldırının pahalıya patlayacağı, bu yüzden bundan böyle maceraperestliğin tasarruf politikalarına uygun düşmeyeceği mesajını vermektedir.

8 Gün Savaşı'ndan Sonra Bölgede ve Dünyada Kamuoyu

Kassam Tugayları komutanı Ahmed El Cabiri suikastından ve İsrail'in Filistin halkına karşı başlattığı 8 Gün Savaşından önce de Ortadoğu, Arap devrimlerinin etkisiyle Siyonist rejime farklı bakmaya başlamıştı. Başka bir ifadeyle İsrail'e duyulan nefret, Arap halkları arasında yıllardan beri küllenmiş bir kor gibiydi. Devrimci ülkelerdeki İslamcı akımlar Ortadoğu halklarının İsrail'e duydukları nefreti her zamankinden daha çok körükledi.

8 Gün Savaşı'nda, her ne kadar Mısır hükümetinin tavrı eleştiriye açıksa da, 22 Gün Savaşı'ndaki Mübarek hükümetinin tavrıyla asla kıyaslanamaz. Mübarek, Refah Sınır Kapısı'nın açılmasına, yaralıların hastanelere intikali, ilaç ve yiyecek akışı için dahi izin vermedi. Fakat Mursi yönetimi böyle davranmadı ve Filistin mukavemetine sözle de olsa destek olmaya çalıştı. Mısır hükümeti ayrıca İsrail ve Filistin arasında ateşkes sağlanmasında önemli rol oynadı.

Bununla birlikte, halkın bu konuda ne düşündüğünü, başka bir ifadeyle yeni kamuoyu dengesini en iyi sosyal paylaşım sitelerinden takip etmek mümkündür. Bir Rus haber kanalı 8 gün savaşının başından itibaren bu konuyu dikkatlice inceledi ve elde ettiği verileri paylaştı.

Söz konusu haber kanalının raporunda Gazze savaşının sadece Gazze şeridinde ve işgal altındaki Filistin topraklarında yaşanmadığını, anbean canlı olarak takip edildiğini yazdı. Rapora göre bu savaş, sosyal paylaşım sitesi Twitter'dan yayınlanan ilk savaş oldu. Filistin mukavemetinin ve İsrail ordusunun karşılıklı yayınladıkları haberlerle savaş, sivil habercilik sahasında vuku bulan bir mücadeleye dönüştü.

Her ne kadar Siyonistler sanal âlemde fizikî savaşta olduğu gibi daha fazla imkâna sahip olmuş olsalar da istatistikler İslamî direnişin Twitter'da paylaştığı bilgilere kamuoyunun daha fazla ilgi gösterdiğini ortaya koymaktadır. “Gazze ateş altında” etiketi “İsrail ateş altında” etiketinden on kat, “Gazze için dua edin” etiketi ise “İsrail için dua edin” etiketinden yirmi kat daha fazla twitlendi.

Öte yandan büyük medya patronlarının her zamanki gibi 8 Gün Savaşı'nda da İsrail'in yanında yer aldığını unutmamak gerekir. Buna rağmen Filistinliler sosyal paylaşım ağlarında destek toplayabilmişlerdir. Sosyal paylaşım ağları, Filistinlilerin uğradıkları zulmü dünya halklarına duyurmalarına vesile oldu. İnsanlar Filistin'de öldürülenlerin fotoğraflarını bu sitelerde başka aracılara gerek kalmaksızın bizzat Filistinli kullanıcıların hesapları üzerinden doğrudan görebildi.

Siyonist rejimin hunharca saldırıları karşısında Filistin halkı yalnızca sosyal paylaşım ağlarında destek görmedi; bölge ülkelerin sokaklarında, hatta Avrupa ve Amerika şehirlerinin sokaklarında gösteriler düzenlendi. Tabii ki kimi zaman aynı sokaklarda İsrail'i destekleyen gösteriler de yapıldı; ancak Filistinlileri destekleyen gösterilere katılım çok daha fazlaydı.

Güç dengesinin belirleyici unsurlarından olan kamuoyu dengesinin, dünya medyasının İsrail'in yanında yer almasına rağmen bu rejimin aleyhine değiştiğini görüyoruz. Bu da maceraperestliğin Siyonistlere yalnızca askerî sahada değil, kamuoyunu etkileme alanında da bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da pahalıya patlayacağını gösteriyor.

8 Gün Savaşından Sonra İsrail'in ve Filistinlilerin Güvenliği

Filistin halkı ve Siyonist yerleşimciler açısından güvenlik iki farklı olgu. Filistin halkı mahrumiyet içinde yaşarken, dolayısıyla kaybedecek çok şeyi yokken kapitalist sistem Siyonist yerleşimcilere olabildiğince müreffeh bir hayat sunmuştur.

Güvenliğin Filistin halkı için her şeyden önce somut bir yönü vardır. Oysa Siyonistler açısından güvenlik daha soyut bir kavramdır. Siyonistler açısından tehdit düşüncesi tehdidin ta kendisidir. Siyonist toplumda korku, sosyal dağılma etkeniyken Filistinliler onlarca yıldır korkuya ve mahrumiyete alışmışlardır.

Dolayısıyla Siyonist medya ve kimi zaman da işgalci rejimin güvenlik birimleri, Kopenhag güvenlik ekolünün açıkladığı üzere, “güvenlik sağlayıcı” gibi davranarak daha önce güvenliksiz olan meseleleri emniyetli hale getirebilmektedir. Siyonistler İran'ın nükleer programı bağlamında da bunu yaptılar.

Ancak Siyonist toplumun bu yönü Siyonistler açısından ciddi zararlar doğurmaktadır. İsrail gerçek bir tehditle, örneğin Filistin mukavemetinin füzeleriyle karşı karşıya kaldığında tehdidin soyut zararı somut kayıplardan çok daha fazla olmaktadır. 8 Gün Savaşı'nda mukavemetin füzeleri çok sayıda siyonistin ölümüne yol açmadı ama büyük bir facia gibi derin psikolojik etki yarattı.

33, 22 ve 8 Gün Savaşlarından sonra İsrail toplumu daha güvenlikçi bir zihniyete sahiptir ve Netanyahu hükümetinin doğrucu politikaları bu sorunu daha da karmaşık hale getirmektedir.

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere güvenlik dengesi Siyonistler aleyhine değişmiştir. Bu, bölgesel güç dengesi formülü açısından İsrail'in çıkarına olmayan bir durumdur.

İsrail, kendi bekasından endişe duyan bir rejimdir. Çünkü yalnızca sahte sınırlar içerisinde kurulmuş bir rejim değildir, aynı zamanda halkı da ithal bir halktır, geneli göçmendir. Siyonistlerin çoğunluğu çift vatandaşlığa sahiptir; tehlike hissettiklerinde anavatanlarına dönme şıkkını seçmeleri mümkündür. Buna göre Siyonist rejimin yalnızca siyasî bekası değil sosyal bekası da tehlike altındadır. İşgalci rejimin vatandaşlarının zihinsel güvenliği, rejimin bekası açısından oldukça önemli bir husustur.

Buna karşın 8 Gün Savaşı'ndan sonra güvenlik dengesi İsrail'in aleyhine değişmiştir ve bu durumun daha da kötüleşmesi muhtemeldir.

Yeni Güç Dengesi ve İsrail'in Maceraperestliği

8 Gün Savaşı'ndan sonra İsrail maceraperestliğine devam etmek için geçmişteki gibi askerî güce sahip olsa da yumuşak güç açısından büyük ölçüde maceracılık kabiliyetini kaybetmiştir.

Siyonist kamuoyu, HAMAS'la ve onun füzeleriyle baş edemeyen bu rejimin hangi cüretle İran'a saldırmaktan söz ettiğini sormaktadır.

Öte yandan, Obama ve Netanyahu arasındaki söz düellosunda yeni güç dengesi Obama'nın lehine sonlanmış gibi görünmektedir. İsrail'in başarısızlığı bu rejimi her zamankinden daha çok stratejik müttefikine bağımlı hale getirecektir. Dolayısıyla Obama Netanyahu ile kişisel hesabını görmek için eline iyi bir fırsat geçirmiştir. Netanyahu Kasım seçimlerinde Obama'nın rakibine verdiği desteği gizlemek için bir çaba sarf etmedi. Ancak bu desteğe rağmen Obama seçimden büyük bir farkla galip çıkarak Netanyahu'yu dört yıl daha kendisine tahammül etmek zorunda bıraktı.

Netanyahu, Obama karşısında büyük bir yenilgi yaşadı. Artık yalnızca Obama değil bütün dünya kamuoyu İsrail'in tek başına kendisini savunamayacağını çok iyi biliyor.

Düne kadar rejiminin tek başına kendisini savunabileceğini haykıran Netanyahu şimdi yürümek için yardıma ihtiyaç duyan küçük bir çocuğa benziyor; çok yakında bağırtıları da bir çocuğun çığlıklarına dönüşecek.

medyasafak.com