İran’ın niçin neo-liberal değil de bir savaş ekonomisine ihtiyacı var?

İran’ın niçin neo-liberal değil de bir savaş ekonomisine ihtiyacı var?
Dünyanın en gelişmiş kapitalist ülkesi himayeciliğe başvururken ve rekabetçi olmayan endüstrilerini desteklemek için gümrük duvarları oluştururken Başkan Ruhani ve ekonomik danışmanlarının serbest ticaret türküleri söylüyor olması o kadar ironik ki… Bu yanlış yönlendirilmiş İranlı serbest ticaret müdafileri Papa’dan daha Katolik olma temayülünde.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ismael Hossein-Zadeh

 

Counterpunch.org

 

 

ABD'nin amansız ekonomik savaşına maruz olan İran'ın bir savaş ekonomisine ihtiyacı var. Aslında savaş ekonomisi planını hayata geçirmek, bunun bir benzerini tam anlamıyla başarıyla tecrübe etmiş İran için çok da zor olmamalı. Zira Saddam Hüseyin'li Irak'la 8 yıllık savaşı esnasında İran, hem askeri hem de sivil gereksinimlerini sağlamak için devlet güdümlü geniş çaplı bir ekonomi yönetimine koyulmuştu. Zamanın devrimci atmosferi ve onun âlicenaplık, diğergamlık, sosyal dayanışma ve milli birlik ruhu dolayısıyla ülke, topraklarına ve halkına yönelik hem askeri hem de ekonomik savaşlarla etkin bir şekilde başa çıkabildi. O günün; muazzam hayati ve iktisadi maliyeti olan savaşına, bugüne kıyasla İran'ın toplam giderinin çokluğuna ve şimdikinin sadece küçük bir kısmına tekabül eden milli gelirine rağmen, İran halkı bugünkü kadar ekonomik zorlukları müşahede etmemişti. Neden? Temel olarak; kaynakların bir finansal oligarklar ve ekonomik mafya kliği tarafından monopolize ve yağma edildiği bugünden farklı olarak o zamanda, ulusal kaynakların görece eşit dağıtılmış durumda olmasından... 

 

Bir savaş ekonomisi rotasına oturabilmek için İran'ın, her şeyden evvel ekonomisinin endüstriyel ve zirai aktiviteleri içeren reel (değer üreten) sektörünü canlandırmaya ihtiyacı var. Başkan Ruhani yönetiminin kesintisiz ve kotasız ithalatı marifetiyle -klasik ekonomist Adam Smith'in ifadesiyle “ulusun zenginliği”nin fiziki ve maddesel kaynağı olan bu reel-değer ve istihdam üreten aktiviteler, gayrı faal hale getirilmiştir.

 

İlk etapta hükümet geniş kapsamlı ve uygulanabilir bir mesken inşaatı işine koyulmalıdır. Buna ek olarak, dar gelirli vatandaşlar için inşa edilecek konutların maliyetlerinin düşürülmesi ve bu endüstrinin beslenmesi, buna bağlı diğer üretim kollarını da yeniden canlandıracaktır. Konut endüstrisinin etkin bir biçimde yeniden hayata geçirilmesi ile canlanacak olan buna bağlı üretim kolu sayısı tahmini 200 civarında olacaktır. Aslında Ruhani hükümetinin geniş çaplı ve adaletsiz eleştirilerine rağmen önceki yönetimin (Ahmedinejad) hayata geçirdiği devlet destekli konut projesi, sadece konut fiyatlarını kontrol altında tutmayı değil, aynı zamanda 4.4 milyon dar gelirli ailenin ev sahibi olmasını sağlamış ayrıca ekonomik büyümeye ve o günkü yüksek istihdam oranlarına ziyadesiyle katkı sağlamıştır.

 

İran, yarı felç ekonomisini ihya etmek için ayrıca ihracat teşvikiyle kombine bir ithalat ikamesi politikasına soyunmalı. İthalat ikamesi basitçe, yerli olanlarının yerini tutabileceği türden ürünlerin ithalatının kısıtlanması demektir. Sadece yerli üretimi bulunmayan türden temel tüketici malları ve imalata yönelik ihtiyaçlar ithal edilmeli. Bunun gibi kritik ihtiyaca haiz yabancı ürünler de doğrudan devlet tarafından ithal edilmeli ve tüketici kooperatifi zincirleri ya da belediyelerin parekende satış mağazalarında sübvanse edilmiş makul fiyatlarla satılmalıdır. İran'da pazar mekanizmasının felcinin ilanıyla eşzamanlı olarak hükümet, idari yetkilerini kullanmak suretiyle stokçuluk, fiyat hileleri ve spekülatif işlemlere karşı kati kanunlar düzenleyerek enflasyonu kontrol altına almalıdır. İdari fiyat kontrolünü etkin kılmak için hükümet ayrıca, İran-Irak savaşı esnasında kullanılan fiyatlamada ve dağıtımdaki karne sistemini yeniden tesis etmeli.

 

İhracat teşvik politikası; yerli malı ihracatçılarını desteklemek, ürünlerini yurt dışında muteber kılmak ve bu tür ürünlerin kalitesini standardize etmek ve geliştirmek suretiyle ulusal sınırların ötesindeki satış pazarlarını genişletmek demektir. Bu bağlamda iki önemli husus akılda tutulmalı. Birincisi, sadece yerli tüketicinin ya da imalatının ihtiyacının üzerinde ya da ötesinde olan ürünler ithal edilmemeli. İkincisi de, döviz kurundan kaynaklı kazançlar ulusal döviz rezervine geri döndürülmelidir.

 

Liberal-Neoliberal serbest ticaret doktrinlerinin savunucuları, güdümlü ekonomi tasavvuru oldukları gerekçesiyle bu önerilerle alay edecektir. Ama onlar bu tür önerilerin kontrollü bir kapitalist ekonominin kalkınma stratejilerinden daha fazlası olmadığını ya unutuyor ya da görmezden geliyorlar. İngiltere ve ABD dâhil neredeyse mevcut tüm gelişmiş kapitalist ekonomiler, ekonomik büyümelerinin erken dönemlerinde bu tarz himayeci stratejilere başvurmuşlardır. Hatta halen bugün bile dünyanın çekirdek kapitalist ülkesi konumunda olan Birleşik Devletler; çelik, alüminyum, otomotiv, şeker gibi rekabet yeteneği olmayan endüstrilerini Çin, Avrupa, Kanada, Güney Kore ve Japonya'ya karşı koruyor. Tüm bunlarla beraber, dünyanın en gelişmiş kapitalist ülkesi himayeciliğe başvururken ve rekabetçi olmayan endüstrilerini desteklemek için gümrük duvarları oluştururken Başkan Ruhani ve ekonomik danışmanlarının serbest ticaret türküleri söylüyor olması o kadar ironik ki… Bu yanlış yönlendirilmiş İranlı serbest ticaret müdafileri Papa'dan daha Katolik olma temayülünde.

 

Başarılı bir savaş ekonomisini yürürlüğe koymanın hayati öneme haiz şartı ülkenin parasını ve bankacılık sistemini, yani finans sektörünü kontrol etmektir. Ülkenin parasını ve bankacılığı sıra dışı biçimde farklı yönetebilmek, esası Ponzi Planı (Çev: suç kapsamı içerisinde değerlendirilen saadet zinciri) ve Piramit Planı (Çev: spekülasyon kazancını hemen yeni yatırımda kullanma) olan sanal bankaların (Farsçası “müessesat-i itibari”) asalak oluşum ve gelişimlerini yok etmeyi gerektirir. Dahası, ticari bankaları kanunla bankacılık dışı spekülatif aktivitelerden men etmeyi gerektirir. Aslında bu ABD'nin 1929-1933 yılları arasındaki Büyük Buhran'da yaptığı şeydi. Bu işten, ekonomik buhrandan daha ziyade ticari bankaların -nihayet 29 Eylül 1929'da patlayacak olan- elverişsiz bir pazar balonu yaratan tufeyli yatırımları ve verdiği spekülatif kredileri sorumlu tutuldu. Böylesi yıkıcı bir bankacılık vakasının tekrarlanmasını önlemek için ABD Kongresi dönüm noktası mahiyetinde Glass-Steagall Act adlı, ticari bankaları kanunla bankacılık dışı spekülatif aktivitelerden men etme kararını aldı. Bu karar, bu tip bankaları yatırım bankacılığı işinden sarahatle men etti.

 

Daha önemlisi, para yaratma gücü ve bunun sonucunda para arzının kontrolü ticari bankaların elinden alınmalı ve münhasıran İran Merkez Bankası'nın yetkisine verilmelidir. Anglo-Sakson tipi kısmi yedek bankacık modelinin ardından İran'daki para basma gücü hükümetin ya da Merkez Bankası'nın elinde daha fazla kalmayacak, bu yetkisini ticari bankalarla paylaşacak. Ticari bankalar ikrazat yaptığında veya kredi müşterisi portföyünü genişlettiğinde devlet tarafından basılan hâkim para ya da reel paranın karşısında aslında adına borç para ya da kaydi para denilen bir para yaratmış oluyorlar. Esas itibariyle kaydi para, gerçek para olmamasına rağmen pratikte tam olarak gerçek para gibi işlev görüyor.

 

Teoride, bankacılık sisteminin kredi ya da borç para yaratma ehliyeti: (a)  tasarruf ya da tevdiatlarının miktarı (b) bu tevdiatın merkez bankası regülasyonu (kısmi rezerv bankacılık sistemi adında düzenleyici bir mekanizma) ile tarif ve tahdit edilir. Buna rağmen pratikte bankacılık sisteminin kredi ya da borç para yaratma ehliyeti, karşıladıkları tevdiat miktarı ya da merkez bankasının para arzı regülâsyonuyla çok da zorlanmaz.

 

Ticari bankacılık sisteminin bu para yaratma ehliyetinin para arzı gücü, finans ve bunlardan dolayı milli ekonomilerin kontrolü ve manipülasyonu üzerindeki hayati öneme haiz etkisi, kapitalist ülkelerin çoğunun neden gittikçe artan sayıda onunla işini sona erdirdiğini açıklıyor. (Genelde finansal oligarşi uydularının başını çektiği bu bankalar, merkez bankası ya da hazineyle ara buluculuk görevi görüyor.)

 

Ticari bankacılık sisteminin bu para yaratma ehliyetinin (elbette borç para ya da kaydi para) son yıllarda daha çok tehlikeli hale gelişinin sebebi, -finans sektörünün kendi kendini ticari kanun ve düzenlemelerden azade kılmasıyla birlikte- yarattıkları kaydi paranın büyük kısmının üretime değil spekülasyona dayalı hale gelmesidir. Bu, birçok kapitalist ülkedeki asalak finansın üstel gelişimini açıklıyor. İran'daki finans sektörünün asalakça büyüyüşü korkunç bir felaketin habercisi mahiyetinde gelişmelerdir. Ülkenin ekonomik manzarasını ulusal bir kumarhaneye döndüren türden gelişmeler…

 

Devamla, İran ekonomisini asalak finansın zehirleyici etkilerinden arındırmak; (a) ticari bankaları spekülatif ya da bankacılık dışı faaliyetlerine (b) bunların para yaratma kabiliyetlerine son vermeyi gerektirir. Özel bankaların para yaratma ehliyetinin istikrarsızlaştırıcı ve yıkıcı ekonomik etkilerinin yanı sıra, yasal ve/veya anayasal zeminlerde duruyor olmaları da ayrı bir problematik. Kritik öneme haiz olarak herhangi bir milletin ekonomik iradesi ya da politikası devlete has bir imtiyaza sahiptir. Ulusal bir haktır, kamuya aittir, özele değil memlekete aittir. Para yaratma hakkı münhasıran, devletin mali otoritesi ve kamu malı olan merkez bankasında karar kılınmalıdır. Bu, devlet parası sistemini kısmi rezerv bankacılığına dayalı, mevcut ahlaksız banka ya da kaydi para sistemiyle devlet parasını yer değiştirecektir.

 

Özetle İran'ın, uluslararası ticaretini, bankacılık ve finans piyasasını, para arzını, döviz piyasasını, Allah vergisi ya da doğanın armağanı olan ormanlar, su kaynakları, petrol, doğal gaz ve diğer yer altı kaynaklarını yönlendirecek, yönetecek, izleyecek ve kontrol edecek bir hükümete ihtiyacı var. Ayrıca, ulusal kaynakların ve endüstrinin ahlaksızca (memlekete ait gayrimenkullerin ya da milli servetin yağmalanmasına bahane olarak düzmece yöntemler kullanılıyor) özelleştirilmesini dizginlemeye ihtiyacı var. Dahası, devletin rehberliğini üstleneceği geniş çaplı bir endüstrileşme planıyla birlikte, halkının büyük çoğunluğunun içerisinde olduğu kahredici ekonomik zorlukları ve eşitsizliği azaltacak oldukça cömert bir sosyal güvenlik ağına ihtiyacı var.

 

Bu türden azimli dernekler ve sosyal güvenlik ağları için -siyasi arzu ve yönetimsel ehliyetin hâsıl olduğu şartlarda- mali kaynak zaten hazır. Bu mali kaynaklardan birisi petrol gelirlerinden bir hissenin böyle projelere tahsis edilmesi olabilir. Başkan olduğundan bu yana Bay Ruhani, milli bütçenin imar ve bayındırlık için ayrılmış olan yüzde 20'lik payını yüzde 10'a düşürdü. Buna ilaveten kutlamalar ve bunu gibi mevcut diğer savurgan giderlerin payını cömertçe artırdı. Bütçenin bu iki kaleminin payı Ruhani öncesi durumuna ayarlanması sosyal ve kalkınma amaçlı giderler için muazzam miktarda bir kaynağı serbest bırakacaktır.

 

İkinci ve daha önemli bir başka finans kaynağı devletten yani kamu malı olan İran Merkez Bankası'ndan sağlanabilir. Yurt dışından ya da yerel özel bankalardan faizli borç almak yerine, ihtiyaç kadar para basıp bu parayı faiz ödemeden ve borçlanmadan doğrudan sosyal ve kalkınma projeleri ekonomisine harcayabilir. Neoklasik-Neoliberal iktisadi fikir ekolünün müdafileri bu önermelere -üretken yatırımların bütçe açığına ve enflasyona yol açacağı yönünde- çığlığı basacaklardır. Fakat böyle olmak zorunda değil. Enflasyona yol açıp açmayacağı bu basılmış paranın nasıl yönetileceğine bağlıdır. Eğer bu para üretken yatırımlarda kullanılırsa üretimin ve istihdamın artmasına, ekonomik büyümeye ve sosyal terakkiye ön ayak olur, enflasyona değil. Aslında dünyanın tüm çekirdek kapitalist ülkeleri ve bilhassa da Almanya, Büyük Buhran ve 2. Dünya Savaşı'yla harap olmuş ekonomilerini ahlaklı bir açık finansman (Çev: ekonomiyi canlandırmak amacıyla hükümetin gelirden çok harcama yapması) yöntemiyle yeniden yapılandırdı.

 

Savaş ya da “direniş” ekonomisiyle ilgili olarak burada cümleler halinde sıralananlar aslında hem teorik hem de pratik olarak çok iyi bilinen önermelerdir. Daha önce kaydedildiği gibi, günümüzün birçok gelişmiş kapitalist ülkesi sanayileşmenin bu himayeci stratejilerini gelişimlerinin erken evrelerinde başarıyla kullanmışlardır. Ekonomik himayeci ve stratejik ticaret politikalarından serbest ticaret politikasına, eski stratejilerinin kendilerine sağladığı rekabet gücünü elde ettikten sonra geçtiler. Yine başta söylediğimiz gibi İran, Irak'la sürdürdüğü 8 yıllık savaşında -kendisini hem sivil hem de askeri ihtiyaçları sağlama konusunda seçkin kılan- benzer ekonomik koruma ve direniş stratejilerine çokça başvurmuştur. Aynı şekilde bugün de Ayetullah Hamanei, İbrahim Rezzaki, Ahmet Tevekküli ve yardımcıları gibi birçok ekonomist, “direniş ekonomisi” olarak adlandırdıkları himayeci gelişme ekonomisini dillendirmekteler. 

 

Binaenaleyh, İran'ın bugün karşı karşıya olduğu ve ekonomisini malul eden asıl problem, teorik bilgi ya da tatbiki tecrübe yoksunluğundan ziyade böyle bir ekonomi için siyasi arzu ve yönetimsel ehliyetin eksikliğidir. Geçmiş birçok makalemde ortaya koyduğum gibi, Başkan Ruhani ve ekonomi danışmanları bir savaş ya da direniş ekonomisini başarabilmelerine engel olacak biçimde liberal-neoliberal ekonomiye adeta nikâhlanmış gibi biraz fazla bağlanmışlar. İran'ın mefluç ekonomisinin yeniden canlanmasını sağlayacak böyle bir ekonominin hayata geçirilmesi için farklı bir yönetime ihtiyaç var. Ekonomiye dair umudunu Batı'nın sermaye, uzmanlık ve pazarına çıpalamış dışa dönük değil; yerli kaynak, kabiliyet ve istidatlara güvenecek, dâhile dönük bir yönetim… Açıkça, bu baştan ayağa yeni, devrimci bir hükümet demektir.

 

 

Çeviri: Kemal Küçük

 

 

www.medyasafak.net