MEHDEVİYET DOSYASI (5): Buhari ve Müslim'de İmam Mehdi hadisleri mevcut mudur? (2)

MEHDEVİYET DOSYASI (5): Buhari ve Müslim'de İmam Mehdi hadisleri mevcut mudur? (2)
Sizlere Mehdi’yi müjdeliyorum. Halkın ihtilaf ve çekişme zamanında ümmetime gönderilecek ve yeryüzü zulüm ve haksızlıkla dolduğu gibi, onu adalet ve eşitlikle dolduracaktır. O, malları sahih olarak (doğru) taksim edecektir. Adamın birisi “Sahih olarak nasıl taksim edecek?” diye sordu. Buyurdu ki “Halkın arasında eşit olarak (dağıtacak).”

 

 

 

Rahman Rahim Allah'ın adıyla, hamd Allah'a özgüdür. Salat ve Selam Allah'ın sadık elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahabilerine olsun.

 

Allah'ın selam, rahmet ve bereketi değerli izleyicilerimize olsun. Programımızın konusu “Sahihü'l-Buharî ve Sahihü Müslim'de Mehdi-i Muntazar” idi. Hoş geldiniz, safalar getirdiniz Seyyid Kemal Haydari Bey!

 

Hoş bulduk.

 

Efendim. Her zamanki gibi önceki konuların özetini sunmanız mümkün müdür? Programımıza bir giriş olabilmesi için Sahabe Ekolünde Mehdi-i Muntazar hakkında varid olan nassları sunabilir misiniz?

 

Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Önceki programlarda geçen bilgiler az çok şimdi ele alacağımız konuya mukaddime kabilinden idi. Bu programda Mehdi-i Muntazar hakkında varid olan nassların en önemlilerini, rivayetleri ve açıklamaları sunmaya çalışacağız. Bu meseleyi Sahabe Ekolünde Mehdi-i Muntazar hakkında varid olan eserler, haberler ve nasslar üzerinden ele almaya çalışacağız. Biz “Utruhatü'l-Mehdeviyye” adlı bu programımıza başlarken şöyle bir taahhütte bulunmuştuk: Mehdi-i Muntazar akidesini Sahabe Okulunun kaynaklarından tanımaya ve tanıtmaya çalışacağız. Programın yapılış amacı da budur.

 

Esasında konunun (Mehdilik inancının) ana iskeleti hakkında birçok noktada ittifak vardır. Ben öyle düşünüyorum ki Mehdilik inancı tabii şekliyle ve doğal boyutlarıyla ortaya konulacak olursa bazılarının ileri sürdüğü gibi bu inancın Ehl-i Beyt Okulunun uydurduğu bir şey olmadığı anlaşılacaktır. Bu akidenin öz İslamî inançlardan olduğu ortaya çıkacaktır. Bir diğer gerçek olarak da Müslümanların düşünce ve akideleri hakkında televizyon kanallarına çıkıp da program yapanların önem verdiği bazı konuların Mehdilik inancından daha önemli olmadığı anlaşılacaktır. Yani Mehdilik akidesi hakkında aktarılan hadis, haber, rivayet ve nasslar ile günümüzde bazı dinî kanallarda ele alınan konular (örneğin kabir ziyaretleri) hakkındaki rivayetleri mukayese ettiğimizde, önem açısından ikincisinin ilkiyle kıyas dahi edilemeyeceğini görebiliriz. Kabir ziyaretleri ile ilgili hadisler Mehdilik inancıyla ilgili rivayetlerin 1/10'u kadardır. Hatta belki de bu tür konular hakkında elimizde sadece üç beş tane sahih, hasen ve sahih olmayan rivayet vardır. Çağdaş yazarlardan bir doktorun eserini ele alırken bu iddiamızın haklılığı anlaşılacaktır. Bu esere defalarca değinmiştik.

 

Kitap, Doktor Abdülalim Abdülazim el-Bistevî'nin el-Mehdiyyü'l-Muntazar fi Davi'l-Ehâdisi ve'l-Âsâri's-Sahiha adlı eseridir. İki cilttir. Eserin ikinci cildinin ismi el-Mevsuatü fi Ehâdisi'l-Mehdiyyi'd-Daifati ve'l-Mevdua'dır. Bu eser bize konuyla ilgili olarak 338 rivayet sunmaktadır. Bu hadislerin müellifin anlayışına göre sahih veya zayıf oluşunu şimdilik bir tarafa bırakalım. Ama sonuçta eserde 338 adet rivayet mevcuttur. Onun hadisleri taksimdeki kullandığı ölçütleri benimseyip benimsemediğimiz veya hangi oranda benimsediğimiz ileride anlaşılacaktır.

 

Öyleyse hakkında en az 338 rivayetin ve İslam âlimlerinin açıklamalarının bulunduğu bir konuyu ele alıyoruz. Hakkında bu kadar rivayet olan bu konu önemsenmeyi hak etmektedir. Seyrettiğim bazı televizyon kanallarında Mehdi inancını benimsemeyen ve bu ilkeye inanmayanları görünce şaşırıyorum. Bunlar Mehdi-i Muntazar konusu geçtiğinde cehalet veya inadından “Gerçi Mehdi-i Muntazar'a değinen bazı ahad haberler vardır” şeklinde ifadeler kullanıyorlar. Değerli izleyicilerden özür diliyorum, televizyon kanallarına çıkıp bu tür konularda açıklamalarda bulunanlar içerisinde ilim ehli hiçbir şahsiyet göremedim. İzleyicilerin zihnine bu sözü sadece Sahabe Ekolüne özgü olarak söylediğim düşüncesi gelmesin. Bizim kanallarımızda da aynı manzara ile karşılaşıyoruz. Televizyon kanallarına çıkıp İmam Mehdi hakkında konuşan, fakat bu düşünceyi sathileştirip uyku ve rüyalarla bezeyen kişiler görüyoruz…

 

Bu programın ve incelemelerin amacı sahih Mehdilik inancına dönmedir. Bir diğer ifadeyle aklî ve naklî düzlemde, sahih temeller üzerine kurulu dakik ve ilmî bir şekilde bu inancı inceleyebilmektir. Naklî düzlem dediğimde Kur'anî nasslar, varid olan hadisler ve İslam âlimlerinin açıklamaları düzleminde konuyu ele almaktayız… Değerli izleyiciler Ehl-i Beyt Okulunda, Sahabe Ekolünde veya kendilerini Şeyh İbn Teymiyye'nin bağlıları olarak nitelendirenlerde ya da başka bir ekolde durum fark etmemekte, konunun ilmî düzlemde ele alınması gerekmektedir. Araştırmacılar Mehdilik inancının Mehdi-i Muntazar'ın bir sirdapta gizlenip gizlenmediği konusu olmadığını kavrayıp bellemek zorundadırlar. Emin olunuz bu kadarıyla yetinecek olursanız bu sizin ancak cehaletinize delil olabilir. Mehdilik veya Mehdilik inancını bu tür konularla sınırlandıracak olursanız cehaletinizi ortaya koymaktan başka bir şey yapmamış olursunuz.

 

Konumuz bu inancın detayları değildir. Nitekim inanca ait diğer meselelerde de aynı durum söz konusudur. Bizler bir akideyi ve bir aslî düsturu tasdik etmekle yükümlüyüz. Yani ele alınan imamet, mead ve tevhid gibi meselelerde bu akidevî bölümlerin temel rükünlerine ve asıllarına inanmak zorunludur. Meselenin detayları ayrı bir konudur.

 

Bu meselede gözetilmesi gereken öncelikli ilkeler ve kurallar nelerdir?

 

Konuyla ilgili rivayetleri sunmadan önce bu incelemeler ve konuların girişinde dikkat çekmek istediğim bir husus var. Ben rivayetlerin ve ulemanın açıklamalarının çokluğunu belirtmiştim. Mehdilik inancı hakkında bağımsız olarak tasnif edilen kitaplar ile konuyu içeren diğer eserler sayılamayacak kadar çoktur. Konuya girmeden önce ihtiyaç duyduğumuz birtakım kaidelere değineceğiz. Mevzu ile ilgili nassların okunması ve yorumlanması noktasında bu ilkeler bize ışık tutacaktır. Bu kaideleri Ehl-i Beyt Okulunun inandığı şekilde ele alacak değiliz. Söz verdiğimiz gibi bu kaideleri Sahabe Okulunun perspektifinden sunmaya çalışacağız. Yani ellerimizde bulunan rivayetleri nasıl yorumlamalı ve nasıl okumalıyız sorusuna cevaptır bu ilkeler. Sened düzleminde Sahabe Okulunun cerh ve tadil ilmi açısından sahihlik ve zayıflığın ölçütü nedir? Yahut da delalet ve içerik açısından metni doğru anlamanın ölçütleri nelerdir? Yani Mehdi-i Muntazar hakkında aktarılan bu rivayetler arasında çatışma söz konusu ise nasıl hareket etmeliyiz? Değerli izleyicilerin bu bahsin metodik boyutlu önemli bir mevzu olduğunu kavramaları gerekmektedir. Dile getirdiğimiz hususları lütfen tahkik ve tetkik ediniz. Çünkü dile getireceğimiz bu hususlar Mehdi-i Muntazar hakkında varid olan nasslar hakkında nasıl davranmamız gerektiğini açıklayan temel noktalardan sayılmaktadır…

 

İlk asıl; -sadece bu itikadî konuda değil bütün akidevî meseleler için geçerlidir- bazen ele alınan hadisin senedi zayıf olabilir. Senedin zayıf olması yüzünden bu hadisin içeriğinin de zayıf olduğunu söylememiz doğru mudur? Bir diğer ifadeyle senedin kriterlikten düşmesi nedeniyle içerik de aynı şekilde düşecek midir?

 

Bu konuyu ortaya atmamızın nedeni şudur; kendilerini Allame veya Doktor gibi unvanlarla nitelendirip ilim ehli olduğunu iddia eden kimileri zayıf bir hadisi ele aldıklarında bu rivayet zayıftır derler ve bu yolla içeriğin de zayıf olduğunu söylemeye çalışırlar. Kaynaklara müracaat ettiğimizde biz de hadisin bu kanalla zayıf olduğunu görürüz. Ancak rivayetin içeriğine baktığımızda bu mazmunun başka sahih kanallarla aktarılan hadislerde bulunduğunu görürüz. Bunlar hadisin geliş kanallarından ve isnad zincirlerinden biri zayıf olunca hemen içeriğini de zayıf saymaktadırlar. Kimi zamanlar içeriğin kısmen değiştiğini veya farklı sözcüklerin geçtiğini görebilmekteyiz. Yahut da kimi hadislerde detay bulunurken kimilerinde bu olmamakta ve rivayet özet olarak rivayet edilmektedir. Usûl ve cerh-tadil ilmi açısından meseleye yaklaşıldığında şöyle dememiz gerekmektedir: Bu içeriğin çeşitli kanalları vardır. Bu içeriği aktaran şu kanal-tarik zayıf ise de hadisin diğer varyantı sahihtir. Hadisler arasında ihtilaf baş gösterirse de zayıf olan kanalın şu özellikleri, sahih olanının da bu özellikleri vardır, dememiz gerekmektedir.

 

Örnekler vermeye çalışalım.

 

İlk örnek Muhammed Nasırüddin Albanî'nin Silsiletü'l-Ehâdisi'z-Zaifa ve'l-Mevdua adlı eserindendir.

 

Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdular:

 

Sizlere Mehdi'yi müjdeliyorum. Halkın ihtilaf ve çekişme zamanında ümmetime gönderilecek ve yeryüzü zulüm ve haksızlıkla dolduğu gibi, onu adalet ve eşitlikle dolduracaktır. Gökte ve yerde olanlar O'ndan razı olacaklar ve O, malları sahih olarak (doğru) taksim edecektir. Adamın birisi “Sahih olarak nasıl taksim edecek?” diye sordu. Buyurdu ki “Halkın arasında eşit olarak (dağıtacak).” Sonra buyurdu ki “O zamanda Allah, Muhammed (s.a.a.) ümmetinin kalbini zenginlikle dolduracaktır ve O'nun adaleti onların hepsini kapsayacaktır.

 

Hatta nida eden, ‘Mala ihtiyacı olan var mıdır?' diye nida edecek, bir kişiden başka hiç kimse kalkmayacaktır. Bunun üzerine ona git hazinedara ‘Mehdi bana mal vermeni emrediyor de' diyecek. Bunun üzerine hazinedar ona seç diyecek, adam onu kendi evine getirip açınca pişman olup ‘Ben Muhammed'in (s.a.a.) ümmetinin en ihtiraslısı mı oldum, yoksa onlara yeterli gelen bana kifayet etmedi mi?' diyecek. Sonra şöyle buyurdu: ‘Bunun üzerine o malı geri getirecek, ancak ondan geri alınmayacak ve biz verdiğimiz şeyi geri almayız denilecektir.' Böyle yedi, sekiz veya dokuz sene devam edecektir, bundan sonra hayatın bir hayrı yoktur.”[1]

 

Bu hadis Hz. İmam Mehdi (Allah zuhurunu tez kılsın) döneminde ve O'nun Devletinde özelde İslam âlemi genelde ise insanlığın yaşayacağı iktisadî koşulları betimliyor.

 

Allame Albanî şöyle der: “Hadis zayıftır. Ahmed tahric etmiştir…”[2]

 

İlim ehlinden olduğunu iddia eden biri bu hadisi ele alıp şöyle diyebilir: Bu hadis uydurmadır, aslı ve esası bulunmamaktadır. Ancak unuttuğu bir husus var. Bu hadisin sahih kabul edilen başka bir isnad zinciri ve başka bir varyantı daha mevcuttur. İçerik hemen hemen aynıdır, ancak bu şekilde detaylı değil muhtasardır. Yani konunun özü sahihtir.

 

Hadisin diğer varyantına geçelim. Rivayet Hâkim en-Nisaburî'nin el-Müstedrek ale's-Sahihayn adlı eserindedir.

 

Rivayet şöyledir: Hâkim en-Nisaburî der ki; bize Said b. Mesud rivayet etti ve dedi ki; bize Nadr b. Şumeyl rivayet etti ve dedi ki; bize Süleyman b. Ubeyd rivayet etti ve dedi ki; Ebu's-Sıddık en-Nacî'nin Ebu Said el-Hudrî'den rivayet ettiğine göre Hz. Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: Ümmetimin sonunda Mehdi zuhur edecek, Allah O'na yağmurunu gönderecek ve yeryüzü mahsullerini çıkaracak. Malı sahih olarak bağışlayacak. Hayvanlar çoğalacak, ümmet yücelecek ve O yedi veya sekiz yıl yaşayacaktır. Hâkim der ki: Bu hadisin senedi sahihtir, ama Şeyheyn (Buharî ve Müslim) onu tahric etmemiştir.[3]

 

Hadisin içeriği açıktır. Ümmet İmam Mehdi (a.f.) döneminde müreffeh bir yaşam sürecektir.

 

Şöyle bir itiraz gelebilir: “Biz Hâkim'in sahih saymasını kabul etmiyoruz. Çünkü bu hususta o gevşek davranmıştır.”' Biz önceki programlarımızda Hâkim en-Nisaburî'nin hadisi sahih saymada niçin gevşek davranmakla itham edildiğini açıklamıştık. Gerekçesi belliydi. Çünkü Hâkim, Ehl-i Beyt'in (a.s.) faziletlerini aktarmaktadır.

 

Ancak şu var ki Hafız ez-Zehebî de el-Müstedrek'in zeylinde bu hadisin sahih olduğunu söylüyor. Yani İmam Zehebî de hadisi sahih saymaktadır. Sizler Hafız ez-Zehebî'nin büyük bilginlerden ve hadis kabulünde sıkı davrananlardan birisi olduğunu biliyorsunuz. Hiç kimse Hafız ez-Zehebî'nin sahih saydığı bir hadis hakkında kuşkuya düşemez. Allame Albanî, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha adlı eserinde bu hadisi ele alırken şöyle der:

 

“Hz. Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: Ümmetimin sonunda Mehdi zuhur edecek, Allah O'na yağmurunu gönderecek ve yeryüzü mahsullerini çıkaracak. Malı sahih olarak bahşedecek. Hayvanlar çoğalacak, ümmet yücelecek ve O yedi veya sekiz yıl yaşayacaktır. Bu hadisi Hâkim rivayet etmiştir.

 

Ben (Albanî) derim ki bu hadis sahihtir. Ricali de sikadır.”[4]

 

Demek ki hadisi sahih sayanlar mevcuttur.

 

Allame Albanî rivayetin sonunda şöyle der: Gerçi Süleyman İbn Ubeyd es-Sülemî hakkında ileri geri konuşulmuşsa da sonraları isminin İbn Hibban'ın es-Sikat'ında geçtiğini gördüm. Hâkim şöyle der: Bu hadisin isnadı sahihtir. Zehebî de onun bu sahih saymasına muvafakat göstermiştir. Bu hadisi meçhul kişilerden biri Ebu's-Sıddık'tan uzun bir şekilde rivayet etmiştir. O rivayeti diğer kitabımızda (Silsiletü'd-Daifa) rivayet ettik.[5]

 

Buna göre televizyon kanallarına çıkanlar ya ilmin gerektirdiği şekilde davranmalı ya da susmalıdırlar. Rivayeti aktardıktan sonra, “Bu hadisin zayıf olduğu söylenmiştir, Allame Albanî zayıf olduğunu belirtmiştir, falanca şahıs zayıf olduğunu tasrih etmiştir” demesinler. Bu ilmî bir tavır olmadığı gibi doğru bir metot da değildir. Hadisin bazı bölümleri, yarısı ya da tamamı zayıf olabilir. Bir içeriğini detaylı bir şekilde aktaran bir varyantı zayıf ancak başka bir detayını aktaran kanalı sahih olabilir. Son derece üzücüdür ki televizyon kanallarına çıkıp da Mehdilik akidesi hakkında konuşan bazılarının “Mehdi-i Muntazar hakkındaki sahih rivayetlerin sayısı 10'u aşmamaktadır” dediklerini görmekteyiz. Başka bir yerde sahih olarak aktarılan rivayetin zayıf olarak geçtiği yere bakıyorlar ve hemen zayıf olduğunu söylemektedirler. Gerçi konu dışına çıkacağım ancak belirtmeden de edemiyorum. Aldatmaya dayalı bu metodu İbn Teymiyye'nin çeşitli eserlerinde de görebilmekteyiz. Yani İbn Teymiyye bir nassı ele alıyor, bu nassın veya içeriğin tek ya da bazı kanallarını ele alıyor ve bu mazmunun sahih varyantlarına işaret etmeksizin “Falanca kişi bu hadisi zayıf saymıştır” diyor. Özellikle de Ehl-i Beyt hakkında varid olan fazilet ve menkıbeler konusunda bu tavrı oldukça sık gösteriyor. “Buna dair delil nedir?” diye bir itiraz gelebilir. İtham etmek o kadar da basit olmasa gerek, diyebilirler. Haklıdırlar.

 

İşte İbn Teymiyye'nin Mecmuatü'l-Fetâvâ adlı eseri.

 

Bu şahıs şöyle diyor: Resulullah'ın (s.a.a.) “Allah'ım! O'nu dost edinene dost, düşmanına düşman ol” buyruğu da bu şekildedir. [6]

 

Bu nass İmam Ali (a.s.) hakkında (Gadir-i Hum'da) varid olmuştur. “Şeyhülislam” olduğu ve kendisinden daha hafız birinin bulunmadığı söylenen bu adam bakın ne diyor:

 

“Allah'ım! O'nu dost edinene dost, düşman olana düşman ol” hadisi İslam'ın aslına muhaliftir. Çünkü Kur'an-ı Kerim birbirleriyle savaşmalarına ve birbirlerine taşkınlıkta bulunmalarına rağmen müminleri kardeş kılmıştır. “Ben kimin velisiysem bu Ali de onun velisidir” hadisine gelince İmam Buharî ve kimi hadis ehli bu rivayete ta'n etmişlerdir. Gerçi kimi âlimler hadisi hasen kategorisine yerleştirmiştir. [7]

 

Şeyh İbn Teymiyye taşkınlık ile kardeşlik arasında nasıl bağ kurabiliyor anlayamıyorum? Bu ayrı bir konu ve bu konuya girmek istemiyorum. İbareye dikkat etmenizi istiyorum. İbn Teymiyye ta'n etme ifadesinin karşısına sahih değil de hasen hadisi koyuyor. Hasen hadisin sahih hadisten daha alt seviyede olduğu biliniyor.

 

Peki İbn Teymiyye ne demek istiyor? “Bu hadise eleştiri yöneltenler Buharî gibi büyük şahsiyetlerdir. Bu hadisi sahih sayan hiç kimse bulunmamaktadır.” Çünkü eleştirinin karşısına sahih lafzını değil de hasen hadis ifadesini yerleştiriyor. Bir kuşku daha oluşturmak için şöyle diyor: Resulullah (s.a.a.) bunu söylemişse dahi bununla Ali'ye özgü bir velayeti murad etmemiştir. Aksine ortak velayete dikkat çekmek istemiştir ki bu da iman velayetidir.[8]

 

Yani “söylediğini kabul etsek dahi” diyerek rivayete karşı yeni bir kuşku daha oluşturmak istiyor. Dolayısıyla hadisin hiçbir önem ve bir fazileti kalmıyor.

 

İbn Teymiyye önce bu hadisin Hz. Resulullah (s.a.a.) tarafından söylendiğinde kuşku oluşturmaya çalışıyor. Bu kuşkuyu oluşturduktan sonra “Sadır olduğu kabul edilse dahi bu hadis Ali'ye (a.s.) özgü bir fazilet oluşturmaz. Aksine bu fazilet bütün müminler arasında ortaktır, bu tüm müminler arasındaki velayettir” demektedir. 

 

Peki gerçek bu şekilde midir? Yani hiç kimse “Ben kimin mevlâsı isem bu Ali (a.s.) de onun mevlâsıdır” hadisinin sahih olduğunu söylememiş midir?

 

Değerli izleyicilerin “Mutarahatün fi'l-Akide” adlı programda okumalarını tavsiye ettiğimiz Seyyid Şerif Doktor Muhammed Salim Subayh'ın Ehtau İbn Teymiyye fi Hakki Resulillah adlı eserine dikkatleri çekmek istiyorum. Yazar İbn Teymiyye'nin ibarelerini aktardıktan sonra içerik olarak şöyle diyor: “İbn Teymiyye bir tür aldatma yapıyor. Çünkü İmam Buharî'nin bu hadise ta'nı mutlak değildir. O, sadece hadisin bazı geliş kanallarını eleştirmiştir.”[9]

 

Yani İbn Teymiyye okuyucunun zihninde İmam Buharî'nin bu hadisten tümden yüz çevirdiği izlenimini oluşturmak istiyor. Ben bu tür nüktelerin İbn Teymiyye'ye gizli kaldığını düşünmüyorum. Onun yorumunu cahilliğine veremiyorum. Onun bağlıları kendi zamanının en hafızı (hadis hıfzeden) olduğuna inanmaktadırlar. Hatta tercüme-i halini sunan herkes onun kendi zamanının en hafızı olduğunu belirtir. Burada rivayetin bu özelliğini nasıl unutmuş bilemiyorum.

 

Yazar şöyle diyor:

 

“Buharî İsmail b. Naşit el-Amirî, Sehm b. Husayn el-Esedî ve Osman b. As Ebu Husayn el-Esedî'nin rivayetlerine ta'n etmiştir (bkz. et-Tarihü'l-Kebir, c. 1, s. 375; c. 4, s. 193 ve c. 6, s. 240). Geriye kalan sahabeden aktarılan 30 küsur rivayet nerede peki!”[10]

 

Bizim için İbn Hacer el-Askalanî'nin (h. 773) Fethü'l-Bârî'de dile getirdiği şu açıklamalar yeterlidir. İbn Hacer “Ey Ali! Bana karşı sen, Musa'ya karşı Harun'un yerinde olmaktan dolayı memnun olmaz mısın?” hadisinin zeylinde şöyle der:

 

“Ben kimin mevlâsı isem bu Ali de onun mevlâsıdır” hadisine gelince, Tirmizî ve Nesaî rivayeti tahric etmiştir. Bu hadisin geliş kanalları oldukça çoktur. İbn Ukde bu hadislerin sahih ve hasen isnadlarını toplayan müstakil bir kitap telif etmiştir. Biz İmam Ahmed'in “Bize Ali b. Ebu Talib hakkında ulaşan hadisler sahabeden hiç kimse hakkında ulaşmamıştır” sözünü aktarmıştık.[11]

 

Şeyh İbn Teymiyye, İmam Ahmed b. Hanbel'in öğrencisidir diyenleri anlayamıyorum. İşte İmam Ahmed'in sözleri!

 

Minhâcü's-Sünne adlı eseri okuyunuz. İbn Hacer'in ibarelerine bir kez daha bakalım: İbn Ukde bu hadislerin sahih ve hasen isnadlarını toplayan müstakil bir kitap telif etmiştir. Biz İmam Ahmed'in “Bize Ali b. Ebu Talib hakkında ulaşan hadisler sahabeden hiç kimse hakkında ulaşmamıştır” sözünü aktarmıştık.

 

Ancak Minhâcü's-Sünnet adlı esere baktığımızda Hz. Ali'nin (a.s.) Muaviye'den sadece bir derece üstün olduğunu görüyoruz! “Ali Muaviye'den daha haklı idi” ifadesini kullanıyor. Yani Muaviye de haklı idi, ancak Ali (a.s.) ona göre daha haklı idi! Bir tarafta sahabe içinde hakkında en çok hadisin aktarıldığı şahsın Ali b. Ebu Talib (a.s.) olduğunu söyleyen İbn Hanbel, diğer tarafta da “Muaviye de haksız değildi” diyen İbn Teymiyye!

 

Mecmuatü'l-Fetâvâ'da geçen pasaja bir defa daha dönelim:

 

“Ben kimin velisiysem bu Ali de onun velisidir” hadisine gelince İmam Buharî ve kimi hadis ehli bu rivayete ta'n etmişlerdir. Gerçi kimi âlimler hadisi hasen kategorisine yerleştirmiştir.

 

Böyle bir dil, Şeyhü'l-İslam olarak nitelenen bir şahsın kullanabileceği bir dil midir? Allah aşkına sizler Ehl-i Beyt Okuluna bağlı âlimlerin ifadelerinde böyle bir sözle karşılaştınız mı? Sizler Ehl-i Beyt Okulu ulemasının insanları aldattığını söylemiyor musunuz? Ehl-i Beyt Okulunun bilginlerinden biri “Hadislerden biri sahihtir” dediğinde sizler “Bu bir aldatmadır. Hadisin bütün varyantları sahih değildir. Bir bölümü sahih bir bölümü ise zayıftır” diyorsunuz. Peki “Ben kimin mevlâsı isem…” hadisinin eleştiriye uğramamış kanalları da vardır. Neden aynı ifadeleri kullanmıyorsunuz?

 

İbn Teymiyye'nin diğer bir aldatma ve yönlendirmesi şudur: O “Gerçi kimi âlimler hadisi hasen kategorisine yerleştirmişlerdir” diyerek bu rivayetin en üst seviyesi hasen hadistir izlenimi vermek istiyor. Hâlbuki yukarıda İbn Hacer el-Askalanî'nin “Çoğu sahih ve hasen olan” şeklindeki ibarelerini okumuştuk.

 

Doktor Muhammed Salim Subayh, Ehtau İbn Teymiyye adlı eserinde şöyle diyor:

 

“Ben kimin mevlâsı isem…” hadisine gelince, bu hadisi Ahmed, İbn Hibban, Taberanî (es-Sağir'de), Bezzar, Dıyaüddin el-Makdisî (el-Muhtare adlı eserde)  Ali b. Ebî Talib'den; Tirmizî, Nesaî, Taberanî (el-Kebir'de) ve el-Hâkim en-Nisaburî Zeyd b. Erkam'dan; Nesaî, İbn Ebî Şeybe, İbn Ebî Asım (el-Ahad ve'l-Mesanî'de), Taberanî (el-Evsat'ta) Büreyde'den; Nesaî İmran b. Husayn'den; İbn Ebî Şeybe Habeşe b. Cünade'den; Taberanî (el-Kebir'de) Huzeyfe b. Esed el-Ğıffari'den; Ebu Yala ve et-Taberani Ebu Hureyre'den; İbn Mace ve Hâkim Sa'd'dan; Hâkim en-Nisaburî İbn Abbas'tan; yine Hâkim Talha b. Ubeydullah'tan; İbn Mace Bera b. Azib'ten, İbn Asem (es-Sünnet adlı eserinde) tahric etmişlerdir.[12]

 

Yazar bu rivayeti tahric eden sıhah, musannef ve müsnedler ile hadisi rivayet eden onlarca sahabi ismi zikreder. Peki Şeyh İbn Teymiyye'nin bu hadis karşısındaki tutumu ve konumu nedir? Dikkate alınması gereken ilk ilke budur.

 

Mehdi-i Muntazar hakkında varid olan nassları yorumlama ve bu hadislerin ne şekilde ele alınacağı noktasında göz önüne alınması gereken ilk asıl budur. Şeyh İbn Teymiyye'nin “Ben kimin mevlâsı isem…” hadisinde örneğini gördüğümüz tedlise / aldatmaya dayalı yöntemden uzak durulmalıdır. İlmî bir metot uygulamak istiyor isek bütün rivayetleri bir araya getirip öyle değerlendirmeliyiz. Aksi yönde davranan insan hakikatleri ve inançsal ilkeleri yüz milyonlarca Müslümandan gizlediği için Allah nezdinde sorumludur.

 

Öyleyse değerli izleyiciler şunu sorabilmelidirler ve sormaları da gerekir. Hangi ekole bağlı olursa ilim ehlinden birisi bir hadis hakkında “Falanca âlim bunu zayıf saymıştır” dediğinde bu hadisin başka kanalı var mıdır diye sorulmalıdır. Hadisin belirttiği kanalı zayıf olmakla birlikte aynı içerik başka sahih kanallardan aktarılmış olabilir. İşte Mehdi-i Muntazar ile ilgili olarak aktarılan hadisler ve rivayetlerde bu aslî ilkeye dikkat edilmelidir.

 

Seyyidim ikinci ilkeye geçelim.

 

Şimdilik özetini sunup Allah'ın izniyle detayını bir sonraki programda ele alalım.

 

Ele aldığımız inançsal bir konunun geçtiği nassların bir bölümünde içerik belirsiz ve kapalı olabilir, müphem hususlar barındırabilir. Bunların açıklanması için başka nasslara ihtiyaç olabilir. Yani hemen “Bu hadis / nass şu inanca delalet etmemekte, şu inancı ispat etmemektedir' diyemeyiz. Sadece o hadis özelinden ilgili inanca bakmak istediğimiz zaman yeterli gelmeyebilir ancak konuyla ilgili aktarılan diğer rivayetler ışığında maksat hâsıl olacaktır. Diğer bir ifadeyle “nassların birbirini tefsir edip yorumlaması” şeklindeki aslî ilkeye dayanmamız gerekmektedir. Nasslar birbirini tefsir edici özelliktedir dediğimizde hadislerin dayanak olarak alınabilecek örfî, aklî karineler içermesini kastediyoruz. Tabii bu karineler herkesin görebileceği türden değildir, bu tür karinelerin görülebilmesi uzmanlık ister ve bunlar ilim ve ihtisas ehli içindir. Hatta bazen ilim ehli olmak da yetmez, görebilmek için büyük ve müctehid bir bilgin olmak gereklidir.

 

İmam Müslim'in (h. 261) Sahihü Müslim'de geçen şu hadisine bakınız. Rivayet uzundur: İsa b. Meryem'in Peygamberimiz Muhammed'in (s.a.a.) Şeriatı ile Hükmederek (Yeryüzüne) İnmesinin Beyanı Babı

 

Rivayet Cabir b. Abdullah'tandır. Cabir şöyle der:

 

Hz. Resulullah'ın (s.a.a.) “Ümmetimden bir grup hakka müzahir olarak kıyamete kadar çarpışmaya devam edecektir. Sonra İsa b. Meryem (a.s.) inecektir. Müslümanların emiri O'na ‘Gel bize namaz kıldır' diyecek, O da ‘Hayır, Allah'ın bu ümmete bir ikramı olmak üzere sizler birbirinize emirsiniz' diyecek” buyurduğunu işittim.[13]

 

Hadiste emirin ismi geçmemektedir. Peki Müslümanların emiri kimdir? Hadiste emirin İmam Mehdi (a.s.) olduğu geçmiyor. Bu sözü söyleyen emir kimdir diye soracak olursanız emirden kasıt İmam Mehdi'dir diyeceğiz.

 

Bugünlerde “Mehdi-i Muntazar hakkındaki sarih rivayetlerin sayısı 10'u aşmamaktadır” diyen bazı çağdaş kalem erbabına rastlıyoruz. Bizler Mehdilik inancı hakkında konuşuyoruz. Bunlar ise İmam Mehdi ile ilgili rivayetlerin haber-i ahad veya haber-i meşhur olduğunu söylemektedirler. Bu haberlerin mütevatir olduğunu kabul etmiyorlar. Öte yandan yukarıda geçen hadisteki emir ifadesinden kastın İmam Mehdi olmama ihtimali de vardır denebilir.

 

Şimdi Allame Albanî'nin konu hakkındaki açıklamalarına bir bakalım. O şöyle diyor:

 

“Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: Sonra İsa b. Meryem (a.s.) inecektir. Müslümanların emiri O'na ‘Gel bize namaz kıldır' diyecek, O da ‘Hayır, Allah'ın bu ümmete bir ikramı olmak üzere sizler birbirinize emirsiniz' diyecek.” Bu hadiste geçen emir tercüme hadisinde geçen Mehdi'dir ki o hadis, bu hadisi tefsir ediyor.[14]

 

Dikkat çekmek istediğimiz asıl da budur. Hadislerin bir bölümü açık olmayabiliyor veya belirsizlikler içerebiliyor. Sahih ve açıklayıcı olan diğer nassların yardımıyla mücmel hadisteki belirsizlikler giderilebilir. Mehdi-i Muntazar hakkındaki rivayetler bir parmağın sayısını geçmez dememeliyiz. Mehdi ile ilgili rivayetler oldukça çoktur. Bu açıklamalarda bulunmamızın gerekçesi Mehdi-i Muntazar ile ilgili rivayetleri sahihlikten uzak göstermeye çalışan bazı kalem ehline reddiyedir.

 

Irak'tan Ebu Sadık kardeş hatta.

 

Haydar: Selamun aleykum. Şeyh Muhammed b. Abdülvehhab'ın Ehâdisü fi'l-Fiten ve'l-Hevâdis adlı eserinin “Mehdi hakkında cereyan eden umurun beyanı babında” başlığı altında şöyle denir:

 

Kavlü'l-Mabud Şerhü Süneni Ebî Davud adlı kitapta şöyle geçmektedir:

 

“Bil ki Ehl-i İslam'ın tamamı arasında ahir zamanda Ehl-i Beyt'ten bir şahsın zuhur edip dini aslına iade edeceği, adaleti hâkim kılacağı, Müslümanların O'na tabi olacağı, İslam memleketlerini hükümranlığı altına alacağı ve isminin Mehdi olacağı meşhurdur. Ayrıca Deccal'in da hurucu meşhurdur. İsa'nın da O'ndan sonra inip Deccal'in öldürülmesi hususunda Hz. Mehdi'ye yardımcı olacağı, O'na tabi olacağı sahih hadiste geçmektedir.”[15]

 

Sizlere teşekkür ediyoruz Ayetullah Seyyid Kemal Haydari Bey. Sizlere de teşekkürlerimizi sunuyoruz değerli izleyiciler, tekrar görüşmek üzere. Es-selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuhu.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

www.medyasafak.net

 

 



[1] Muhammed Nasırüddin Albanî, Silsiletü'l-Ehadisi'z-Zaifa ve'l-Mevduati ve Âsâruha's-Seyyidi'l-Ümmet, c. 4, s. 91, Hadis No: 1588, Mektebetü'l-Mearif, Riyad.

[2] A.g.e., agy.

[3] Hâkim en-Nisaburî, el-Müstedrek ala's-Sahihayn fi Zeylihi Telhisü'z-Zehebîi, c. 4, s. 557, Darü'l-Fikr.

[4] Allame Muhammed Nasırüddin Albanî, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahiha ve Şeyün min Fıkhıhâ ve Feveidihâ, c. 2, s. 328, Hadis No: 711.

[5] A.g.e., agy.

[6] İbn Teymiyye, Mecmuatü'l-Fetâvâ, c. 4, s. 255, Tahric: Amir Cezzar ve Envar Baz, Darü'l-Cîl.

[7] A.g.e., agy.

[8] A.g.e., agy.

[9] Seyyid Şerif Doktor Muhammed Salim Subayh, Ehtau İbn Teymiyye fi Hakki Resulillah ve Ehl-i Beytihi, s. 94-95, Darü'r-Rukn ve'l-Makam.

[10] A.g.e., agy.

[11] Ahmed b. Ali İbn Hacer el-Askalanî (h. 773), Fethü'l-Barî fi Şerhi Sahihi'l-Buharî, c. 7, s. 93, Kitabü Fezaili's-Sahabeti, Menakıbü'l-Ensar, Menşura-ü Muhammed Ali Baydun, Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut.

[12] Ehtau İbn Teymiyye, s. 92.

[13] Müslim b. Haccac el-Kuşeyrî en-Nisaburî, Sahihü Müslim, 71. Bab, Kitabü'l-İman, Hadis No: 247, Tahkik: Ebu Suheyb el-Kerramî.

[14] Silsiletü'l-Ehâdisi's-Sahiha, c. 5, s. 276, Hadis No: 2236.

[15] Şeyh Muhammed b. Abdülvehhab, Ehâdisü fi'l-Fiten ve'l-Hevâdis, c. 11, s. 234.