Dr. Esadullahi: 33 Gün Savaşı’nda Hizbullah yok edilseydi hemen İran’a saldıracaklardı / Savaşın bilinmeyen noktaları

Dr. Esadullahi: 33 Gün Savaşı’nda Hizbullah yok edilseydi hemen İran’a saldıracaklardı / Savaşın bilinmeyen noktaları
Bu nedenle Hizbullah büyük bir cesaret ve itminanla savaşmasına rağmen gelecekte ne olacak diye sormaya başlamıştı. İşte bu noktada durumu İslam Devrimi Önderliğine sordular ve Rehber’den “Endişelenmeyin, savaş sizin lehinize sonlanacak ve bu savaştan sonra büyük bir bölgesel oyuncuya dönüşeceksiniz” cevabını aldılar.

 

 

Siyonistlere pahalıya patlayan savaş / Dr. Esadullahi: 33 Gün Savaşı'nda Hizbullah yok edilseydi hemen İran'a saldıracaklardı / İsrail artık Hizbullah'a saldıramaz

 

 

Rajanews

 

 

İranlı analist Dr. Mesud Esadullahi, katıldığı bir televizyon programında Hizbullah'ın İsrail karşısında galip geldiği 2006 33 Gün Savaşı hakkında önemli açıklamalarda bulundu:

 

 

“33 Gün Savaşı'nın tarihin dönüm noktalarından biri olduğunda şüphe yoktur. İsrail 1982'de, İran'ın Hürremşehr'i geri almasından hemen iki hafta sonra Lübnan'a saldırdı ve bu ülkenin büyük bir bölümünü işgal etti. İran, Lübnan halkına yardım etmek ve İsrail karşısındaki direnişi şekillendirmek için Devrim Muhafızlarını bölgeye yolladı ve 1982-2003 arasındaki uzun yıllar boyunca mücadele edildi. 2000 yılında ise büyük tarihi zafer elde edilerek İsrail Güney Lübnan'dan tamamen kovuldu.

 

İsrail ordusu 2000 yılındaki tarihi zaferden sonra, Lübnan toprağındaki işgalciliğinin ardından Arap dünyasının en zayıf devleti sayılan Lübnan'dan hiçbir imtiyaz elde etmeden dışarı çıkmak zorunda kaldı. Bu nedenle söz konusu geri çekilme büyük bir tarihsel hadise, dönüm noktasıdır.

 

ABD 2003 yılında Irak'a saldırıp Saddam'ı kısa bir sürede devirdiğinde -bundan önce de Afganistan'da Taliban'a saldırmıştı- bölgede yeni değişimler şekillendi. Amerikalılar buna binaen daha sonradan Yeni Ortadoğu olarak adlandıracakları projeyi yürürlüğe koydular.

 

Bu projede konu sadece Irak ve Irak'taki rejimin değiştirilmesi değildi. Amerikalı radikal sağcılar ve yeni muhafazakârların Siyonistlerle birlikte tasarladıkları bu geniş projede pek çok ülke yer almaktaydı ve tüm bölgedeki ülkelerin tamamının bölünmesi hedefleniyordu.

 

Bu proje Birinci Dünya Savaşı esnasında, Osmanlı İmparatorluğunu aralarında bölüşerek bugünlerde gördüğümüz yeni devletlerin sınırını çizen -örneğin Lübnan, Suriye, Ürdün, Filistin ve hatta Irak'ın fiili sınırları- Fransa ve Britanya arasında imzalanan Sykes-Picot'e dâhil olmayan güçlerce öngörülüyordu.

 

Dolayısıyla neo-muhafazakârların iddiası şuydu: “Biz Amerikalıların İngilizler ve Fransızlar arasındaki bu anlaşmada bir rolümüz yoktu, bunu kabul etmiyoruz. Bu ülkelerde dini, mezhebi ve etnik çoğunluk azınlıklar aleyhine rol oynadığı ve oy verdiği için, fiili demografik durum bölgedeki demokrasinin gerçekleşmesine engel oluyor.” Böylelikle bölgeyi yeniden parçalama projelerine hümanist bir görünüm veriyorlardı.

 

Onlar tüm bölgeyi parçalamak istiyorlardı ve bu bölünme Arabistan, Türkiye ve Mısır gibi ülkeleri dahi hedefliyordu. Fakat onlar İran İslam Devrimi'nde gafil avlandılar, Şahlık rejiminin sonsuza kadar kalacağını düşünüyorlardı. Fakat bu düşünceden bir yıl sonra Şahlık rejimi devrildi ve tamamen İsrail karşıtı olan yeni bir nizamla yüz yüze geldiler.

 

33 Gün Savaşı'ndan önceki savaşlarda Lübnan'ın güneyi bombalandığında Şiiler akrabalarının yanına hicret ediyordu. 33 Gün Savaşı'nda Şiilerin ikamet ettiği tüm bölgeler istisnasız bombalandı ve Şiilerin sığınacağı, İsraillilerin ateşinden uzak hiçbir yer kalmadı. 33 Gün Savaşı Lübnan'ın iç ihtilaflarının da zirvede olduğu bir dönemde gerçekleşmişti.

 

Hizbullah çok zorlu ve yıkıcı bir savaşla yüz yüze gelmişti ve İsrailliler her gün ortalama çok büyük 8 bina tahrip ediyorlardı. İsrailliler bir haftada işin sonlanacağını düşünüyorlardı. Bu bir hafta içerisinde tüm hedeflerini vurmalarına rağmen değişen hiçbir şey olmadı ve hiçbir öncü şahsı etkisiz hale getiremediler.

 

Fakat Hizbullah için bölgedeki tüm Şiilerin varlığının izmihlali endişesi baş göstermişti. Hizbullah bütün gücüyle savaşmasına rağmen kendileri için önemli bir soru doğmuştu. İsrailliler bu defasında niçin daha öncekilerden farklı savaşıyorlardı? Daha sonra İsraillilerin bu yıkıcı savaşın planlamasına 2005 Eylül'ünden itibaren başladıkları ve hazırlıklarını sürdürdükleri belli olmuştu.

 

Bu savaş için Amerikalılar İran ve Suriye'ye saldırma kararı almışlardı. Planları önce sürpriz bir baskın savaşı ile Hizbullah'ı ortadan kaldırmak, bu pürüzü ortadan kaldırdıktan sonra da İran'a saldırmaktı. Eylül ayından itibaren bu hedef doğrultusunda hazırlanmaya başlamışlardı.

 

Esir alma operasyonu gerçekleştiğinde İsrailliler ‘Elimize çok iyi bir bahane geçti, operasyonu üç ay önce başlatalım ve savaşı Hizbullah başlattı diye yansıtalım' şeklinde düşündüler.

 

Lübnan bu savaş için pilot ülke olarak seçilmişti zira İsrailliler ve Amerikalılar, İran'daki münafıklar eliyle elde ettikleri istihbarat ile Natanz ve Fordo reaktörlerindeki tüm nükleer teknolojimizi dağların içindeki çok sağlam sığınaklarda gizlediğimiz bilgisini ve normal bombaların bunlara etki etmeyeceğini öğrenmiştiler. Amerikalılar bu nedenle sığınak delen bombalar geliştirmekle meşguldüler ve bu bombaların ve füzeleri 33 Gün Savaşı'nda geniş bir ölçekte denediler.

 

Bu füzeler o kadar güçlüydü ki tek bir tanesi 10 katlı bir binayı çatıdan zemin kata kadar deliyor ve en alt katta patlayarak büyük bir çukur açıyordu. Bu tür füzeleri İran'da bize karşı kullanmayı planlıyorlardı.

 

İsrailliler ve Amerikalılar Hizbullah'ı bu şekilde yok edeceklerini düşünüyorlardı. Bu 33 günlük savaşta sadece Dahiye bölgesinde 250 apartmanı tahrip ettiler, yıkımın büyüklüğü çok şiddetliydi. Bu nedenle Hizbullah büyük bir cesaret ve itminanla savaşmasına rağmen gelecekte ne olacak diye sormaya başlamıştı. İşte bu noktada durumu İslam Devrimi Önderliğine sordular ve Rehber'den “Endişelenmeyin, savaş sizin lehinize sonlanacak ve bu savaştan sonra büyük bir bölgesel oyuncuya dönüşeceksiniz” cevabını aldılar.

 

İsrail İran'da çok kapsamlı bir savaşın çıkmasını istiyordu fakat 33 Gün Savaşı'nı tecrübe ettik. Allah göstermesin Hizbullah yok edilseydi hemen ardından İran hedeflenecekti. Fakat Hizbullah'ın sağlam duruşu, mümin gençlerin ve Şiilerin aldıkları eğitimi çok güzel uygulamaları ve silahları çok iyi kullanmaları sayesinde İran çok büyük ve acı bir hadiseden kurtulmuş oldu.

 

33 Gün Savaşı'ndan sonra Hizbullah'ın omzuna, yerlerinden göç eden kişilerin sorumluluğunun ağır yükü de binmişti. Bu noktada Suriye ve Beşar Esad çok önemli bir rol oynadı, Suriye devletinin tüm imkânlarını seferber ederek sınıra yığılan insanları büyük bir ihtiram ile karşıladı ve organize etti. Beşar Esad'ın kız kardeşi bu konuyu doğrudan uhdesine almıştı ve böylece Hizbullah'ın sırtından büyük bir yük alınmış oldu.

 

Hizbullah'ın elde ettiği bu kudret göz önüne alındığında İsrail'in tekrar Hizbullah'a saldırması imkânsızdır ve bu nedenle savaş için hiçbir ihtimal yoktur.

 

33 Gün Savaşı İsrail için her açıdan çok pahalıya sonlanmıştır. Bu savaşta Hizbullah galip gelmiştir, zira mağlup olmamıştır; İsrail ise yenilmiştir çünkü galip gelememiştir.

 

İsrail'in tüm bu askeri teçhizatına ve tüm dünyadan aldığı desteğe rağmen savaşın ortasında füze ve bomba depoları boşaldı ve Amerikalılar uçaklarla takviye yolladılar. Bu şartlar altında zayıf iradeli bir millet teslim olurdu.

 

33 günlük savaşta ateşkes ilan edilince İsraillilerin hiç kimse geri dönmesin diye ilan etmelerine rağmen aynı günün sabah sekizinde tüm halk bölgeye hücum etti. Bu da İsraillilerin yenildiğini ve bu yenilginin bölgedeki tüm menfaatlerine ciddi hasar verdiğini gösteriyordu.

 

İsrail her yıl iç cephede bir tatbikat gerçekleştiriyor. Bu durum onların iç cephede düşmanla yüzleşmeye hazır olmadıklarına ve güç dengesinin sağlandığına işarettir. 

 

Bugün İsraillilerin savaşa gücü yoktur ve Hizbullah'a saldıramazlar, çünkü Hizbullah çok daha güçlü haldedir. Elimizde 220 km boyunca İsrail'in tüm sahil şeridini ve önemli merkezlerini vurabileceğimiz füzeler var. Hizbullah Suriye savaşında elde ettiği tecrübe sayesinde insansız uçakların kullanılmasında da büyük bir maharet kazandı.

 

2011 yılında Arap dünyasında gerçekleşen dönüşümleri sahih çizgisinden çıkararak birkaç gruba köklü bir darbe vurdular. Bunlar arasında Filistinli örgütler ve Filistin davası yer alıyordu.

 

Bu durum Arap dünyasında ve Ehlisünnet devletlerinde Filistin davasını unutturdu ve Filistinliler tek başlarına bırakıldılar. İsrailliler, güvenlik durumumuz hiçbir zaman bu kadar iyi olmamıştı, diyorlardı. Zira çok kaotik bir durum meydana gelmişti.

 

Bir zamanlar bize dikenli tel bile vermiyorlardı bugün gelin füzelerinizi verin diyorlar. Biz artık onların insansız uçaklarını düşürüyoruz. İlginç olan nokta en çok ilerlediğimiz alanların en büyük ambargolara maruz kaldığımız yerler olması. Trump son hamleleriyle bizi, ekonomimize daha fazla odaklanmaya ve direniş ekonomisine yönelmeye mecbur bırakıyor.”

 

 

Medya Şafak