Bölgedeki Amerikan İmparatorluğu ve Direniş

Bölgedeki Amerikan İmparatorluğu ve Direniş
İsrail, Amerika için son derece önemli olmakla birlikte, sadece bir ülke değildir. İran ise Batı Asya savaşlarının tamamında Amerika’ya meydan okuyan bir gulyabani haline geldi. Birçok ülkede ABD’ye karşı orduları ve silahlı güçleri destekliyor.

 

 

Amir Muhsin

 

 

Al-Akhbar

 

 

Ebu Mehdi Mühendis ve Kasım Süleymani'nin suikastından “Yüzyılın Anlaşması”nın şartlarının netleştirilmesine kadar geçtiğimiz dönemde yaşanan gelişmelerin hiçbiri sürpriz ya da tuhaf karşılanan hadiseler değildir. Bunlar bir asırdan fazla süredir devam eden uzun bir sürecin parçasıdır. Bu çatışmalar hiç durmadan ve sürekli geliştirilerek devam ediyor. Her iki taraftan da bölgedeki etkin güçler, geçmiş yıllar boyunca bu yeni aşamaya hazırlık için çalışmalar yaparak bu güne geldi.

 

Daha geniş ve kapsamlı bir bağlamda ele alacak olursak, mesele 150 yıldan fazla süredir sürekli Batı saldırısı altında olan bir bölgenin halkı olmamızdır. Bu süreç, kaderimiz ve modern tarihimiz için en büyük belirleyici unsur oldu. Nitekim söz konusu süreç sadece harita ve ülkelerin sınırlarına karar vermedi, aynı zamanda bölgedeki ülkelerimizin boyun eğmesi kararlaştırıldı. Hangilerinin tecrit edilip kuşatılacağını, hangilerinin servetine konulup hangilerinin korunacağını, bölgesel ve küresel düzeyde kimin hangi rolü oynayacağını, hangi ülkenin yok edilip işgal edileceğini ve hangi halkın göçe zorlanacağını belirledi.

 

Bu sebepten dolayı,  ülkelerimize “müdahale” edilmesine karşı ağlayıp sızlamanın ya da onların her şeyi kazandığı ve bizim kaybettiğimiz bir işbirliği yapmanın bir manası yoktur. Bu ülkeler bir gün bile egemenliklerine, bağımsızlıklarına ve gerçek kararlarına sahip olmamıştır. Bizler ise bölgede en az bir asırdan beri savunma pozisyonundan çıkamadık. Burada egemenlik kazanmak, diğer her şey için bir başlangıç noktasıdır. Bir hak değil, elde etmeniz ve korumanız gereken bir “kazanç”tır. Ancak bu kazanca uzun bir direniş ve fedakârlık yoluyla ulaşılabilir.

 

Bu noktada, Amerika'nın bizim üzerimizde hâkimiyet kurması ve ona karşı koyacak bir güç olmaması durumunda, yani diğer bir manayla Direniş Projesi bölgede yenilirse, işte o zaman Yüzyılın Anlaşmasını değil daha da kötüsünü göreceğiz. Direniş devam ettiği sürece, bu melun anlaşma asla uygulamaya geçmeyecektir. Bu sözde anlaşma bir yandan İsrail'in bölgedeki yükümlülüklerinin birçoğunu uygulamayacağı ya da canı istediği zaman uygulayacağı şekilde yazılmış gibi görünüyor. Diğer yandan, Trump'ın projesinin uygulanması halinde, Filistin'deki Siyonist genişlemenin son bulacağı vehmine kapılmayalım. İsrail'in Filistin topraklarını elde etmesi, sadece Filistin'deki Araplara karşı bir demografik savaş aşamasının başlayacağı anlamına gelmez. İsrail tarihsel olarak sadece toprak almayı değil, burada yaşayan halkın da mevcut olmamasını istiyor.

 

Lübnan deneyimi, anlatmaya çalıştığımız şeyin açık bir örneğidir. Lübnan bugün topraklarının çoğunu işgalden kurtarmıştır. Mantığa dayalı bir hesapla, buradaki insanların İsrail'e karşı silah taşımayı sürdürmesi ve tehlikeyle birlikte yaşamaları için bir sebep yoktur. Ancak onlar her gün olabilecek yıkıcı bir savaşın devam etmesine karşı hazır durumdadırlar. Bazı kimseler, Filistin davasına bağlılık ve dayanışmayı, çatışma, intikam, ideoloji ve inanç tarihi gibi “akılcılık dışı” kategoriler şeklinde yorumlayabilir. Ancak bu işler ve Filistinlilere yönelik ortaya koyulan tüm duygular – doğru ya da yalan – niçin başka bir alanda pratik sonuçlar vermiyor?

 

Asıl mesele, İsrail ile çatışmamızın Siyonistler ile aramızda çözebileceğimiz “yerel” bir çatışma olmamasıdır. Bizler çok iyi biliyoruz ki İsrail Amerikan gücünün uzantısıdır. Amerika'ya itaat etmeyi reddeden bir cephenin parçası olduğunuz sürece, İsrail sizi vurmaya devam edecektir. İster toprağınızı işgal etsin, ister gasp etsin siz her daim İsrail için düşman olacaksınız. Burada asıl mesele Amerika'dır. Seçenekler ve politika buradan başlıyor. Tüm bu sebeplerden dolayı, birçok Lübnanlı, topraklarını işgal etmiş olsa bile İsrail'e karşı düşmanlığın sürdürülmesi ve onlarla askeri bir çatışma riskine girmeyi mantıklı bulmadığı için Amerika'ya itaat ediyor.  

 

Bu bağlamda, “yarı zamanlı” Direniş diye bir şey yoktur. Geçmiş yıllarda yaşananlar, Direnişe bağlı olmayanların ve bunun bedelini ödemeye hazırlık yapmayanların, ilk test karşısında dayanıklılıklarını yitirdiğini göstermiştir. Direniş, örgütlenir ve savaşır. Ne seçkinleri kendi tarafına çekmek için uğraşır, ne de hegemonya, medya ve müttefik ağlarını elinde tutan imparatorluklarla rekabet eder. Amerikan ablukası sıkılaşıyor ve bunun maliyeti artıyor. Bu anlamda bu imparatorluğa hizmette küçük de olsa bir rol oynayarak, Direnişi değil de karşı tarafı seçtiğini açıkça gösterenler, tarafsız olduğunu söyleyenlerden daha iyidir.

 

 

Savaşın sebepleri

 

Bana kalırsa, Amerika'nın bölgedeki yol haritasındaki değişiklikleri ve bunun yakın gelecek için ne anlama geleceğini anlayabilmek için üzerinde durulması gereken iki önemli unsur vardır. Bunlardan biri, Amerika'nın iç işleri ile ilgilidir. Diğeri ise Ortadoğu'nun küresel sistemdeki rolü ve ABD'nin buna ihtiyacıyla ilgili “yapısal” bir meseledir. İç nedenler hakkında,  tarihçi Patrick Wyman, Amerikan başkanlarının davranışları ve Trump'ın Ortadoğu gibi bölgeler üzerindeki açgözlülüğüne dair farklı bir yaklaşım ortaya koyuyor.  Wyman bu liderleri anlayabilmemiz için bu kişileri sıradan politikacılar olarak değil, halkın ve sistemin kazanması için yarış içinde olan “imparator elitler” olarak değerlendirmemiz gerektiğini söylüyor. Buna göre tarihteki tüm imparatorluklar otorite ve zenginlik üretirler. Bu imparatorlukları yöneten seçkinler, tahmin edildiği üzere piramidin tepesinde bulunan isimlerdir.

 

Biz burada ideolojik bir anlayış olarak “imparatorluk”tan bahsetmiyor, tarihçilerin kullandığı basit anlamla söylüyoruz: Bu güç, genişlemesini ve ustalığını, dünya düzenini, kendisi için ayrıcalık ve refah sağlayacak şekilde biçimlendirmek için kullanıyor. Bu durum, 19'uncu yüzyıldaki İngiltere ve aynı şekilde Roma İmparatorluğu için olduğu gibi bugün de ABD için geçerlidir. Wyman, imparatorlukları yöneten seçkinlerin birçok kaynaktan gelebileceğini söylüyor: Kendini savaş ve fetih, ticaret ve para ya da halk tarafından seçilerek kanıtlamış askeri bir kalıtım olabilir. Tüm bu durumlarda, yönetim çemberine ulaşan kişiler, imparatorluğa hizmetini, iyi yönetimini kanıtlayarak ve yönetim altında menfaatlerinin sürdürüleceğini garanti ederek kendisini beyan etmelidir.

 

ABD seçimleri, adayların sınıflandırılması ve her birinin imparatorluğun geliştirilmesi planı ile ABD'nin gücüne hizmet etmek için sundukları hizmetler, Wyman'ın sözlerinin bir göstergesidir. Donald Trump, demokratlardan olan muhaliflerini zayıflatma çabasıyla onları İranlılara hizmet etmenin yanı sıra Amerika'nın konumu ile gücünü baltalamakla suçluyor. Bernie Sanders'in gerçekten seçilmemesinin sebeplerinden biri budur. Zira bu adam emperyalist bir dış politika çizmeyen ve askeri kamp kurmaya şiddetli bir şekilde karşı çıkan tek siyasetçidir.

 

 

Ortadoğu'da bugün neler oluyor?

 

İmparatorluğun işleri yolunda gitmediğinde ve sınırlar üzerinde zayıflık belirtileri ile bozulmalar ortaya çıktığında, (örneğin Çin'in yükselişini kontrol altına alamadığında müttefikleri ile çelişkilerinin belirginleşmesi gibi) Trump bir kampanya ile ya da herhangi bir yere düzenlenen saldırılar yoluyla ekranlara çıkar ve seçmenlerine imparatorluğu koruduğunu ve zafer kazandığını söyler.  Bu şekilde kendisine yönelen kuşkuları giderir. Ancak mesele, seçime dair unsurlar ile sınırlı değildir. Trump'ın Kasım Süleymani gibi önemli birine suikast düzenleme kararı, İran ile savaş ihtimalini kabul etmek anlamına gelir. Bu yeni konum, en önemlisi Amerikan topraklarında dev miktarda bulunan kaya gazı başta olmak üzere bir dizi değişikliğin neticesinde gelmiştir.

 

Geçmişte Amerika'yı Körfez'de geniş bir savaştan alıkoyan şey, geleneksel bir savaştan yenilgi alma korkusu değildi. Dünya üzerinde hiçbir güç, açık sahada Amerikan Ordusunu yenebilecek yeterliliğe sahip değildir. Amerika'nın korkusu, Körfez'deki petrol kaynaklarının durdurulması, petrol üretiminin vurulması ve boğazların kapatılmasından kaynaklanıyordu. Körfez petrolü için uzun bir kesinti sadece küresel ekonominin sarsılması değil, aynı zamanda birkaç yıl öncesine kadar petrolünü yurt dışından ihraç eden Amerika için de derin bir kriz anlamına gelir. Ne var ki bugün, kaya gazıyla birlikte tüm bu hesaplar alt üst oldu. Kaya gazında yeni olan şey, Amerika'yı dünyanın en büyük ithalatçısı yaptıktan sonra neredeyse tamamen petrole doyurması değildir. Kaya gazının avantajı, geleneksel petrol alanlarının aksine üretimini büyük oranda yükseltebilmesidir.

 

Amerika gibi bir ülke ve Trump gibi bir liderin mantığına göre, bu sadece Amerika'nın doğrudan etkilerinden dolayı “güvenli limanı” anlamına gelmez, aynı zamanda bir savaş durumunda bu işten en fazla zarar görecek olanlar Amerika'nın Avrupa ve Asya'daki dostları ve düşmanları olacaktır. Bu durumda Amerika, kimin ne kadar petrol alacağına karar veren üretici olacaktır. Bu elbette savaşın ABD için kolay, maliyetsiz ya da talep edilir hale geldiğini göstermez. Ancak hesaplar değişmiştir.

 

New York Times gazetesi, Trump'ın İran'a cevap vermek istemesi durumunda saldırılara İran'daki petrol ve gaz sektörünü vurarak başlamayı hedeflediğini iddia etti. Bu durumda Körfez'deki diğer cephelere İran tarafından düzenlenen benzer saldırılarla cevap verilecektir. Daha önce Amerikan Başkanının Körfez'de bir savaşa girerse petrolü bu savaştan olabildiğince uzak tutmaya çalışacağını düşünüyordum. Ancak Trump, görünüşe bakılırsa savaşa buradan başlamaya niyet ediyor.

 

 

İntikam ve caydırma

 

Ben Amerikalıların, Şehid Ebu Mehdi el-Mühendis'in Kasım Süleymani'nin içinde yer aldığı saldırıya uğrayan konvoyda bulunduğundan, Amerikalıların haberi olmadığını düşünüyorum. Zira bu durum onların bahse girdiğinden daha pahalıya mal olacaktır. Irak, bölgenin kaderini ve Amerika'nın buradaki konumunu belirleyen en büyük ağırlık merkezidir. Amerika ise Irak'taki Direnişin liderini öldürdü. Bazı kişiler, günümüzdeki Irak'ı arkasında bırakan 2003 sonrası yaşanan olayları, basit klişeleşmiş şeyler dışında bilmiyor. Bu nedenle, Amerika'nın Irak'tan ilk kez nasıl çıktığını, buradaki adamlarının çoğunu terk ettiğini ve bölgeden çekildiğini anlamıyorlar.  Washington'un -ziyaret ettiği diğer ülkelerin aksine- kendi iradesiyle çekilmeyi kabul ettiği düşünüyorlar.

 

İkinci çatışma da kader savaşı olacaktır. Ülkenizdeki rejimi değiştirebileceğiniz ve yeni bir devlet kurabileceğinize inananların yanılgısı sayesinde, ABD gibi ülkeler sizin ortada kalmanızı sağlamakla kalmadı ülkenize, kurumlarınıza ve toplumunuza sızarak ülkenizde ayak sürüyor. Bu yaklaşım size yolsuzluk, felç ve iç savaştan başka hiçbir şey getirmedi. Nitekim Trump yönetimi, neredeyse açıkça eğer Iraklılar Washington yönetimine karşı pozisyon alırsa ülkenin bölünmesi için çalışacağı tehdidinde bulundu.

 

Burada çıkarılan sonuç, şuradaki bir saldırı ya da buradaki bir uçak düşürülmesinden değil, yıllardır elde edilen neticeye göre ölçülür. Arkaya bakmak ve on beş yıldır bu bölgede Direniş güçleri neredeydi, bugün ne durumda ve projeleri ile vekâlet savaşı ne durumda diye sormak gerekiyor. Amerika ile Direniş arasındaki çatışmayı video oyunlarını kıstas alarak kıyaslayanlar (burada kaç asker var, orada kaç asker var şeklinde) süper güçlere karşı Direnişin bağlamını, koşullarını, bugüne kadar verdiği kayıplarını ve bu kazanımları biriktirene kadar neler yapmak gerektiğini bilmiyordur. Direniş liderlerinin çoğu şehit düştü. Ragıp Harp'ın intikamı uzun soluklu bir silahlı mücadeleyle, Abbas Musavi'nin intikamı da Güney'in kurtarılmasıyla alındı. İmad Muğniye'nin intikamı ise henüz alınmadı. Direniş liderleri suikasta uğrayarak şehit olduklarında birer sembole dönüşüyorlar. Ancak liderlerinin öldürülmesi, hiçbir zaman Direnişi yok etmedi. Tuhaf bir biçimde, tüm bu yıllardan ve savaşlardan sonra, hâlâ bazılarının Hizbullah'a veya Devrim Muhafızları'na modern bir askeri kurum değil de bir tasavvuf fırkası muamelesi yapmalarıdır. Oysa Direnişin bir lideri şehit edilince hemen başka biri onun yerini alır, harekette aksama olmaz.

 

Hasan el-Halef'in 1979 yılından bu yana İran'ın bölgede merkezi sorun haline geldiği hatta Filistin'i bile ikinci sıraya düşürdüğüne dair bir teorisi gündeme geliyor. 70'li yılların sonlarından beri çatışma devletleri bölgesinden doğu bölgesine kadar -İran, Irak, Körfez ve Yemen- büyük klasik savaşlar suyunu çekti. İsrail, Amerika için son derece önemli olmakla birlikte, sadece bir ülke değildir. İran ise Batı Asya savaşlarının tamamında Amerika'ya meydan okuyan bir gulyabani haline geldi. Birçok ülkede ABD'ye karşı orduları ve silahlı güçleri destekliyor.

 

Bugün “Filistin ya da Filistinlilerle birlikte” olduğunuz iddialarında bulunurken, aynı zamanda Amerika'nın vekilleri ile omuz omuza çalışıyor ve hiçbir çelişki duygusuna kapılmıyor olabilirsiniz. Ancak şunu unutmayın ki İran hiçbir gevşeklik ve ihmal göstermeyerek emperyalistler için asıl mesele haline gelmiştir. Bu ayrım daha da büyüyecek ve uzun yıllar önce başlayan çatışma, bu yıl keskin bir sene yaşayacaktır. Amerika bizim karşımızda çok sayıda tehdit aracına sahiptir. İmparatorluğun yöntemleri gittikçe daha da şiddetleniyor. Ancak kuşkusuz, Süleymani gibi liderlere düzenlenen suikastlar ve tehditler değil, tarihteki çatışmalardan kazanılan deneyim ve caydırıcılık, güç dengelerinde önemli değişiklikler meydana getirmiştir.

 

 

 

Çeviri: Merve Soydaş

 

 

Medya Şafak