Ayetullah Kemal Haydari: İbn Arabi ve Hz. Mehdi (a.s.) (2)

Ayetullah Kemal Haydari: İbn Arabi ve Hz. Mehdi (a.s.) (2)
Şimdiki konumuz ‘‘Şeyhü’l-Ekber Muhyiddin İbn Arabî’nin Mehdîlik akidesi bağlamında O’nun hayatta oluşunun incelenmesi’’dir. Şeyhü’l-Ekber’in açıklamalarının bir bölümüne işaret etmek istiyorum. Konuyla ilgili olarak önemli ve temel bir kaynağa işaret etmek istiyorum. Abdülvehhab eş-Şârânî’nin (h. 973) el-Yevâkît ve’l-Cevâhir adlı eseri.

 

Sunucu: Rahman Rahim Allah'ın adıyla, hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selâm Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a) ve tertemiz Âl'ine, hoşnutluğu ise seçkin ve değerli sahâbîlerine olsun.

 

Değerli izleyicilerimiz sizleri en güzel duygularla selâmlıyoruz. Allah'ın selâm, rahmet ve bereketi değerli izleyicilerimizin üzerine olsun. “Utruhatü'l-Mehdeviyye” programımızın yeni bir bölümüyle yine karşınızdayız. Hoş geldiniz Seyyid Kemal Haydari Bey.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hoş bulduk. Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Şeyh İbn Arabî önceki programda da gördüğümüz gibi bazı hususları ele almıştır. Bu hususları şöyle özetleyebiliriz:

 

- Şeyh İbn Arabî, Mehdî-i Muntazar'ın İmam Hüseyin b. Ali'nin (a.s.) neslinden olduğuna inanmaktadır. Yani O'nun nesebi İmam Hüseyin'e varmaktadır.

 

- İmam Mehdî (a.f.) masumdur.

 

- Bir melek tarafından desteklenmektedir.

 

Sunucu: Çok güzel. Seyyidim birisi şöyle diyebilir: Saygıdeğer Seyyid sizinle muvafıkız. İmam Mehdî yeryüzünü adalet ve hak ile dolduracak imamdır. Şeyh İbn Arabî de bu düşüncededir. Seyyid, niçin Muhyiddin İbn Arabî'nin İmam Mehdî'nin hayatına ilişkin görüşlerine değinmiyor?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu konu da oldukça önemli ve hayatî bir konudur. Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Bu konuları ele almaktaki amacım Sahâbe Okulu, Ehl-i Beyt Okulunun inandığı Mehdî'ye inanıyor düşüncesini savunmak değildir. Neredeyse her programda tekrarladığım bir husus var. Bizler bunu ispatlama sadedinde değiliz. Asla ve kata! ‘‘Sahâbe Okulu İmam Mehdî'ye inanıyor mu?'' gibi bir konuya da ihtiyacımız bulunmuyor. Ancak bizler şu hakikati ortaya koymaya çalışıyoruz. Bizim Mehdî-i Muntazar inancımızın kök ve asılları en azından %75-80 oranında Sahâbe Ekolünde mevcuttur. Biz bunu ortaya koymaya çalışıyoruz. Yani bizler Hz. İsa b. Meryem'in arkasında namaz kıldığı kişinin fevkalade büyük bir konuma sahip olması gerektiğine inanıyoruz. Bu husus hayatî bir önemi haizdir.

 

Biz bunların bizim naslarımızda geçtiğini görüyoruz. Sahâbe Mezhebinin sıhâhına (sahih hadis kitaplarına) müracaat ettiğimizde de bunları görünce bunun bir kıymete sahip olması gerektiğini anlıyoruz. Böyle bir rivayetin Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) ilk halifenin kendisi yerine namaz kıldırmasını emreden hadisle kıyaslanması mümkün değildir. Bu rivayetin isnad zinciri bilinmediği gibi delaleti de açık değildir. Esasında bu rivayet bizim kanallarımızdan aktarılmış da değildir. Öncelikle bu rivayet sadece Sahâbe Okulunun kanallarından aktarılmıştır. İkinci olarak da bu hadisin isnadında şiddetli bir zaaf bulunmaktadır. Bunu konuyu araştıran ve uzman olan kimseler bilirler. Ancak şimdilik bu konuya girmek istemiyorum. Bu hadisin sahih olduğu kabul edilse dahi kendilerini bağlayıcıdır ve onlar için hüccettir, bizim için değil.

 

Bu içerik bizim söylediğimiz şu içeriğe aykırıdır: Ulu'l-azm peygamberlerden biri olan Hz. İsa (s.a.a.), İmam Mehdî el-Muntazar'ın arkasında namaz kılacaktır. Bu önemli bir husustur. “Aleyhisselâm” lafzını kullanmıyorum ki izleyiciler “Onun 12. İmam olduğu kesin değildir”, demesinler. Mehdî-i Muntazar'ın arkasında namaz kılma olgusu her iki mezhebin de üzerinde ittifak ettiği bir husustur. Biz Ehl-i Beyt Okulu ile Sahâbe Okulunun hakkında ittifak ettikleri rivayetlere işaret etmeye çalışıyoruz ki kanıtlık özelliğine sahip olsunlar. Ama sizler kendi hadis mecmualarınızda yer alan ve bize karşı kanıt olma özelliğinden yoksun rivayetlerle istidlalde bulunuyorsunuz. Nitekim sizler de bizim delil olarak kullandığımız ve sadece bize özgü olan rivayetleri kabul etmezsiniz. Öyleyse doğru metot, Ehl-i Beyt Mezhebinin Mehdî-i Muntazar inancına ilişkin bütün ilkelerinin veya bu ilkelerin çoğunun Sahâbe Mezhebinin sıhâhında bulunup bulunmadığının araştırılmasıdır. Bizler İmam Mehdî'nin yeryüzünü hak ve adaletle dolduracağına inanmaktayız, onlar da aynı şekilde böyle olması gerektiğine inanmaktadırlar. Bizler Hz. İsa'nın Hz. İmam Mehdî'nin arkasında namaz kılacağına inanmaktayız. Onlar da buna inanıyorlar. İmam Mehdî'ye rükûn ile makam arasında biat edileceğini söylüyoruz, onlar da aynı şeyi diyorlar. Dolayısıyla bu konunun önemi buradan kaynaklanıyor. Bizler sadece Ehl-i Beyt Okulunun aktardığı rivayetleri sunmuyoruz.

 

Örneğin onların bir bölümü Emîrü'l-Müminîn Ali'nin (a.s) falanca halifenin arkasında namaz kıldığını aktarmaktadırlar. Hâlbuki böyle bir rivayet bizim kanallarımızdan nakledilmemektedir ve sahih de değildir. Bizim kaynaklarımızda bulunsa dahi sened itibarıyla zayıftır ve kabul edilmesi mümkün değildir.

 

Bir diğer örnekte onlar Hz. İmam Hasan'ın falanca ve filancanın arkasında namaz kıldığını söylüyorlar. Bu tür rivayetlerin bizim nezdimizde hiçbir kıymeti yoktur. İmam Hasan ve İmam Hüseyin'in üçüncü halifeyi savunmak için onun kapısında nöbete durdukları sözü de bâtıldır ve sahih bir temelden yoksundur. İnşallah uygun bir zamanda bu konuyu ele alacağım. Allâme Eminî el-Ğadir adlı eserinde bunun uydurma ve düzmece rivayetlerden olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur. İmam Ali (a.s.), Hasan ve Hüseyin'i oraya göndermekten daha yüce bir konumdadır. Durum bu şekilde değildir. Sizler İmam Buharî veya İmam Müslim'den ya da müsnedlerinizden rivayetler aktarıp bunu bize karşı kanıt olarak kullanmak istiyorsunuz.

 

Bizim bu tür konuları ele almaktaki amacımız Ehl-i Beyt Okulunun Mehdîlik konusunda söylediklerinin ve benimsedikleri görüşlerin çoğunun Sahâbe Mezhebinde bulunduğunu ortaya koymaktır. Bu konu bildiğiniz gibi Ehl-i Beyt Mezhebinin ayırt edici özelliklerindendir. Masumiyet ve İmam Mehdî'yi doğrultan bir meleğin bulunması meselesi de aynı şekildedir. İmam Mehdî'nin hayatta olduğu meselesi ise Ehl-i Beyt Okulunu Sahâbe Okulundan ayırt eden özelliklerdendir. Değerli izleyicilerimizin için aşikâr olduğu üzere bu akşamki programımızın konusu ‘‘Mehdî-i Muntazar'ın hayatta oluşu'' değildir. İnşallah bu konuya ilişkin bağımsız bir program düzenleriz. Şimdiki konumuz ‘‘Şeyhü'l-Ekber Muhyiddin İbn Arabî'nin Mehdîlik akidesi bağlamında O'nun hayatta oluşunun incelenmesi''dir. Şeyhü'l-Ekber'in açıklamalarının bir bölümüne işaret etmek istiyorum.

 

Konuyla ilgili olarak önemli ve temel bir kaynağa işaret etmek istiyorum.

 

Abdülvehhab eş-Şârânî'nin (h. 973) el-Yevâkît ve'l-Cevâhir adlı eseri.

 

Bu kitaba dikkat edilmesi gerekiyor. Fakat bir problemle karşı karşıyayız. Eserde Şârânî'nin bir sözü geçiyor. Şaranî bu eserinde Şeyhü'l-Ekber'den bir söz aktarıyor. Kitabın alt tarafında Kibritü'l-Ahmer adlı eseri bulunmaktadır. Bu kitap (Kibritü'l-Ahmer), Levâkihü'l-Envâri'l-Kudsiyye adlı eserden seçmeler ve derlemelerden oluşmuştur. Levâkih, Fütûhâtü'l-Mekkiyye'nin özetidir. Burada aktarılan bilgiler Şeyhü'l-Ekber'in Fütûhâtü'l-Mekkiyye adlı eserinin muhtasarından aktarılmıştır. Şârânî'nin bu eseri iki ciltten oluşmaktadır.

 

Yazar el-Yevâkît'de şöyle naklediyor:

 

İmam Hasan-ı Askerî'nin çocuklarından İmam Mehdî'nin çıkışı gözlenmektedir. İmam Mehdî, İmam Hasan-ı Askeri'nin oğullarındandır. Doğumu hicrî 255 yılının Şaban ayının 15. gecesi gerçekleşmiştir. İsa b. Meryem ile bir araya gelinceye kadar yaşayacaktır. Buna göre içinde bulunduğumuz 958 yılı itibariyle 766 yaşındadır.[1]

 

Pasajın ilk cümlesi Şeyh İbn Arabî'ye değil de Şârânî'ye aittir.

 

Sunucu: Açık bir ifade. 958 tarihi kitabın telif edildiği tarih.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bu açık ifade, İmam Mehdî'nin hayatta olduğunun ispatı için yeterlidir. Çünkü İmam Hasan-ı Askerî'nin vefatı hicrî 260'tır. Öyleyse İmam Mehdî'nin doğmuş olması gerekmektedir. Yoksa İmam Hasan-ı Askerî olmadan İmam Mehdî nasıl kendisinden doğmuş olabilir ki! Ulemadan birisi tarafından aktarılan, Mehdî'nin İmam Hasan-ı Askerî'nin çocuklarından biri olduğunu söyleyen açık ifadeler, Mehdî'nin hayatta ve şu an mevcud olduğu anlamına gelmektedir. Neyse önemli olan husus şudur: Bu bilgin İmam Mehdî'nin İmam Hasan-ı Askeri'nin oğullarından olduğunu ve dünyaya geldiğini açıkça tasrih ediyor.

 

Falanca yerde medfun olan Şeyh Hasan el-Irakî'nin bana haber verdiğine göre kendisi İmam Mehdî ile bir araya geldiğinde ve onunla muvafakat ettiğinde… Buna göre Şeyhimiz Sidi Ali el-Hevvas da O'nunla görüşme başarısına erişmiştir.[2]

 

Konumuzu oluşturan nokta Şârânî'nin şu sözleridir. Metni olduğu gibi okuyacak ve hiçbir eklemede bulunmayacağım.

 

Şeyh Muhyiddin İbn Arabî Fütûhât adlı eserinin 366. bölümünde şöyle diyor:

 

Mehdî'nin (a.s.) zuhurunun zorunlu olduğunu bilin. Ancak yeryüzü zulüm ve haksızlıkla dolmadan O zuhur etmeyecektir. Yeryüzü zulümle ve haksızlıkla dolduktan sonra onu adaletle doldurmak için zuhur edecektir. Dünyanın ömründen bir gün bile kalsa Allah Teâlâ o günü bu halife hilafete ulaşıncaya kadar uzatacaktır. Mehdî, Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) soyundan ve Fâtıma'nın (r.a.) evlatlarındandır. Dedesi Hüseyin b. Ali b. Ebû Tâlib'dir. Babası, Ali b. Ebû Tâlib'in oğlu İmam Hüseyin'in oğlu İmam Zeynelâbidin'in oğlu İmam Muhammed Bakır'ın oğlu İmam Cafer-i Sadık'ın oğlu Musa Kâzım'ın oğlu İmam Ali Rıza'nın oğlu İmam Muhammed Taki'nin oğlu İmam Ali Naki'nin oğlu İmam Hasan Askerî'dir. Allah O'ndan razı olsun. Onun ismi Resûlullah'ın (s.a.a) ismiyle birdir. Müslümanlar rükn ile makam arasında O'na biat edeceklerdir. Yaratılış hususunda Resûlullah'a benzer.[3]

 

Günümüzdeki Fütûhât'ta ise ilk cümle şöyle geçmektedir: Bu kişi yeryüzünü adalet ve hak ile dolduracaktır. Buna göre Fütûhât'taki ilk oynama asıl budur. ‘‘Bu kişi'' ibaresini kullanıyor. Hiç kimsenin Şârâni'yi aldatma ve Şeyhü'l-Ekber'in ibaresini değiştirmekle itham etmesi mümkün değildir. Çünkü Şârânî, İbn Arabî'nin sözünü olduğu gibi aktarıyor. Diğer taraftan Ehl-i Beyt Mezhebinden de değildir ki ibareleri değiştirmekle itham edilebilsin. Şaranî el-Mısrî, Sahâbe Okuluna bağlıdır. Görüldüğü gibi “aleyhesselâm” diyemiyor, bu ifade yerine “radiyallahu anha” ifadesini kullanıyor. Bu ifade Sahâbe Ekolüne aittir.

 

Fütûhâtü'l-Mekkiyye'den okuduğumuz bölümü Şârânî bize aktarıyor. Demek ki Allâme Şârânî'nin elindeki baskı veya nüsha bu şekildeymiş. Ancak bu baskının ilgili bölümü sonraki baskılardan atılmış.

 

İnsaf sahibi değerli izleyicilerimiz! Sözlerim kalplerinde hastalık bulunan, uyarılması ile uyarılmaması arasında fark olmayan, Allah-u Teâlâ'nın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselere değil! Bizim onlarla işimiz olmaz. Bizim sözlerimiz ve açıklamalarımız Kur'ân-ı Kerim'in ifadesiyle kalbi olup, kulak veren kimselere yöneliktir. Ey dünya Müslümanları! Bu hakikatlere dikkat etmeniz gerekiyor. Sizlere Şârânî'nin (ö. h. 973) sözlerinden aktardığım bu gerçeklik üzerinde düşünmelisiniz. Demek ki Şârânî'nin elindeki Fütûhâtü'l-Mekkiyye nüshasında Mehdî-i Muntazar'ın nesebi yer almaktaydı.

 

Dikkat ediniz bazı kimseler şimdilerde şöyle demeye çalışmaktadırlar: Mehdî-i Muntazar için bu nesebi O'nun bağlıları ve Ehl-i Beyt Şiîleri uydurmuştur. Yoksa Mehdî-i Muntazar'ın bu neseple ve bu mübarek silsile ile hiçbir bağı bulunmamaktadır.

 

El-cevap; biz şimdi burada İmam Mehdî'nin hayatta olduğunu ve O'nun Resûlullah'ın “Benden sonraki halifelerim on iki kişidir”, “Benden sonra Hulefâ-yi Mehdîyyine sımsıkı sarılın” nebevî buyruklarıyla müjdelediği On İki İmamın on ikincisi olduğunu söyleyen İslam âlimlerinden bir grubun açıklamalarını nakletme sadedinde değiliz.

 

“Hulefâ-yi Mehdîyyin”den  murad bunlardır, diğerleri değildir.

 

Sunucu: Muaviye ve Yezid değildir.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Muaviye ve Yezid ha! Yezid “doğru yola yöneltilmiş halifeler”den olacak! Çünkü onlar Hüseyin b. Ali'yi şehit etmişler! Oldukça tuhaf bir durum. Değerli izleyiciler hatırlayacaklardır. Selefiyye'nin şeyhi Şeyh İbn Teymiyye'den bunu okumuştuk. O, Muaviye ve Yezid'in “Hulefâ-yi Mehdîyyin”den olduğuna inanmaktadır! Hatta sadece bunların değil, Resûlullah'ın (s.a.a.) diliyle lanetlenen Abdülmelik b. Mervan ve dört evladının da bunlardan olduğuna inanıyor!

 

Sunucu: Tevrat ve İncil'in bunları müjdelediğine de söylüyor!

 

Seyyid Kemal Haydarî: Bunlar Hz. İsmail'in müjdelendiği, soyundan gelecek büyük kimselermiş! Oldukça garip bir durum. Doğrudur, Şeyh İbn Teymiyye, Muaviye ve Yezid'in Hasan ve Hüseyin'den (a.s.) daha faziletli olduğunu açıkça söylemiyor. Sözlerinde böyle bir şeye açıkça rastlanmıyor. Ancak ifadelerinde Muaviye ve Yezid'in ‘‘uzema''dan (büyük şahıslardan) olduğu geçmektedir. Ancak İmam Hasan ve İmam Hüseyin (a.s.) bu uzemadan değildir. Dahası Ali'nin (a.s.) bu 12 Halife'nin içine girip girmediğinin tartışmalı olduğunu söylüyor! İmam Ali b. Ebû Tâlib hakkında tereddüde düşüyor.

 

Her neyse konumuz bu değil. Bu pasaj bize şunu gösteriyor. Şeyh İbn Arabî ilk olarak Mehdî-i Muntazar'ın hayatta olduğuna, ikinci olarak O'nun Resûlullah'a (s.a.a.) ulaşan nesebinin belli olduğuna inanmaktadır.

 

Şeyh'in diğer ibarelerini açıklamadan önce şu hususu vurgulamak istiyorum. Son dönemlerde “ihtisar” ve “muhtasar” adı altında (kitapların özetlenmesi) kaynaklarla oynama baş gösterdi. Yani Sahihü'l-Buharî'yi ele alıyorlar, Ehl-i Beyt ile ilgili nasları hazfediyorlar. Yahut diğer müsnedleri veya kaynakları ele alıp ilgili bölümleri atmaya yelteniyorlar. Bu atılan adımlardan biridir. Artık bunu nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum! İster ahmaklık diyelim ister habislik sonuçta bu yapılan çok yanlış bir iştir.

 

Bir diğer uygulama şöyledir: Kaynaklarda çeşitli kanallarla aktarılan beş adet nas bulunsun. Dayanaklarına göre sahih isnad zincirlerine sahip nasları atıp, sened açısından zayıf olan rivayeti bırakıyorlar. Muhtasar olarak da isimlendirilebilmesi için bunu yapmaktadırlar. Muhtasarları düzenleyen kişiler emin olmak durumundadırlar. Ancak şimdi açık bir şekilde bunların emin olmadıklarını görmekteyiz.

 

Değerli kardeşler Fütûhâtü'l-Mekkiyye'nin çeşitli baskılarının olduğunu bilsinler. Bunlardan biri taş baskı olup dört cilttir. Bir baskısı Türkiye'dedir. Bir baskısı Beyrut'taki “Dârü Sâdır” tarafından yapılmıştır. Bunların tamamında oynama gerçekleştirilmiştir. Bu oynamaların şahitlerinden biri Muhyiddin İbn Arabî'nin yolunu sürdürenlerden Şârânî el-Hanefî'dir. Şeyhü'l-Ekber'in ibaresi esasında bu kanalladır. Ama Fütûhâtü'l-Mekkiye'nin modern baskısına müracaat ettiğinizde yerine şu ifadelerin yazıldığını görürsünüz:

 

İsmi Resûlullah'ın adıyla aynıdır. Dedesi Hüseyin b. Ali b. Ebû Tâlib'dir. Kendisine rükn ile makam arasında biat edilecektir.

 

Sunucu: Üç dört satır atılmış.

 

Seyyid Kemal Haydarî: İmam Mehdî'nin mübarek nesebiyle bağlantılı olan üç dört satır tamamen atılmış. Tam isabet! Diğer sıhâhta da aynı durum söz konusudur. Bundan dolayı Sahâbe Okulunun müsnedleri, sıhâh ve diğer kaynaklarındaki bu hakikatleri araştırmak isteyen kardeşlere ilk tavsiyem şudur ki kaynağı kadim aslî kaynaklardan okusunlar, onlara müracaat etsinler. Bu muhtasarlara ve modern baskılara müracaat etmesinler. Çünkü bunlarda çokça tahrif gerçekleşmiştir. Herhangi bir değerlendirmede bulunmaksızın değerlendirmeyi okuyuculara bırakıyorum.

 

Şeyh'in bu pasajı da konuyla ilgili örneklerdendir. Şeyh burada şöyle diyor:

 

Muhammed (s.a.a.) ümmetinin kutuplarının sayısı 12'dir. Bu ümmetin kutupları 12 tanedir.  Cismanî âlem, dünya ve ahirette 12 burç üzerinde döndüğü gibi ümmetin işleri onların üzerinde döner… Bu kutbun haline gelirsek o zâhirde ve bâtında âlemde müessirdir. Allah-u Teâlâ O'nunla bu dini güçlendirir. O'nu kılıçla izhâr eder. Zulüm yapmaktan korur. O da hakkın hadiselerdeki hükmü demek olan adalete göre hüküm verir. Bazen verdiği hükme karşı çıkan mezhep taklitçileri bulunabilir. Hanefi, Şafii veya kutbun verdiği hükümle çelişkili herhangi bir imama uyanları örnek verebiliriz.[4]

 

İbn Arabî son kutuba ‘‘Hâtemü'l-Vilâye'' der. O sağlamlaştırma ibaresiyle zulüm ve haksızlıkla dolduktan sonra yeryüzünü adaletle ve hak işlerle dolduracak olan İmam Mehdî'ye işaret etmektedir.

 

Zulümden masum kılınacağına göre İmam Mehdî (a.s.) zulmetmeyecektir. Pasajın “O, karşılaştığı olaylarda” ibaresi yukarıda geçen, O'nun masumiyetini ve verdiği hükmün Resûlullah'ın (s.a.a.) hükmüyle aynı olduğunu belirten ibarenin aynısıdır. Saydığı dört mezhep ehli O'na muhalefet edecekse ey Şeyh Muhyiddin İbn Arabî geriye kim kalacak?

 

Devamında şöyle demektedir:

 

Bu durumdaki biri bazı kimselerin Üsâme ve babası Zeyd b. Harise'nin komutanlığı hakkında söz ettikleri gibi… Nihayet Resûlullah (s.a.a.) bu konuda söyleyeceğini söyledi.  Ona taan edenler ve hükümde O'na muhalefet edenler… Peygamberin öne geçirip, başkan yaptığı biri hakkında ileri geri söz edenler ve kendi düşüncelerini Allah'ın Peygamberinin düşüncesine yeğleyenler bulunabilirken, taklitçilerin kutub karşısındaki durumlarına şaşmamak gerekir! Onun şöhreti nerede bu şöhret nerede! Heyhat bizler kurtulduk, bâtılı seçenler hüsrana uğrayacaklardır.[5]

 

Şunlar Resûlullah'a (s.a.a.) muhalefet ettikleri gibi bunlar da bu şahsa muhalefet etmeyi dilediler! O, Peygamberlerin Hâtemi Allah'ın Resûlü iken kendisine karşı çıkılmışsa, Allah Resûlü'nün vasilerinden ve torunu olan bu insana karşı muhalefet neden olmasın ki? Allah Resûlü'nün makamı nerede, Mehdî-i Muntazar'ın makamı nerede? Şeyh bu iddiasında haklıdır.

 

Müsaadenizle Şeyh'in üçüncü bir ibaresine daha müracaat edeceğim.

 

Sunucu: Sanki vakıadan beri olduğunu ortaya koymaya çalışıyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Yani “Bana düşen hakkı açıklamaktı. Ben de hakkı açıkladım'' demeye çalışıyor. Şeyh Fütûhâtü'l-Mekkiyye'nin başka bir yerinde “Hatmü'l-Vilâyeti'l-Muhammediyye” konusuna değinir. Yani arifler ve sufîler Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) getirdiği velayetin bir hâteminin olduğuna inanmaktadırlar. Bu velayeti tamamlayan bir şahıs mevcuttur. İbn Arabî Hatmü'l-Vilâyeti'l-Muhammediyye konusunda şöyle diyor:

 

Hatmü'l-Vilâyeti'l-Muhammediyye Araplardan bir kişiye aittir. Aslen Arap'ın en keremlilerindendir. Zamanımızda da mevcuttur, hayattadır. 595 yılında bana tanıttırıldı. Kulların gözlerinden gizlenmiş olan alâmeti gördüm. Bu şahıs ‘‘Hâtemü'l-Vilâyet''tir.  Fas şehrinde bana keşfolundu. Nihayet O'nda hatmü'l-vilâyeti gördüm. O, Hâtemü'n-Nübüvveti'l-Mutlaka'dır. İnsanların çoğu O'nu bilmez. Allah-u Teâlâ O'nu inkâr ehlinin inkârıyla sınayacaktır. Gerçekleştirdiği hak… [6]

 

Kendisine nasıl tanıttırıldığını Allah-u Teâlâ bilmektedir. Şeyh İbn Arabî'nin ibareleri, özellikle de ilk ibaresi İmam Mehdî'nin hayatta olduğuna delalet noktasında açıktır. Ulaştığımız sonuç şudur: Şeyh İbn Arabî'nin açıklamalarına baktığımızda şunu görüyoruz: Şeyh ilk olarak İmam Mehdî'nin nesebinin İmam Hasan-ı Askerî'den geldiğine inanmaktadır. Nesebi Resûlullah (s.a.a.) ve Ali b. Ebû Tâlib'de son bulmaktadır. Ayrıca Şeyh, Mehdî'nin masum olduğuna, O'nun hayatta olduğuna ve Allah'ın hükmüyle hükmedeceğine inanmaktadır. Şöyle ki herhangi bir vakıada Resûlullah'ın hükmü ne ise O'nun da hükmü odur. Bizler Resûlullah'ın hükmünün Allah-u Teâlâ'nın hükmü olduğunu biliyoruz.

 

Öyleyse bu inanç nerede, Sahâbe Okulunun Mehdîlik inancı nerede? Sahâbe Medresesi İmam Mehdî'nin kimliğinin bilinmediğine inanıyor. Onların inancına göre İmam Mehdî'nin kim olduğu belli değildir. Defalarca tekrarladık. Ehl-i Sünnet uleması şöyle der: Mehdî, Fâtıma'nın soyundan bir Alevîdir. Çağdaş Selefî âlimlerden Allâme İbn Baz'ın ifadesiyle “İmam Mehdî, Muhammed b. Abdullah el-Alevî el-Hasenî'dir. Hasan b. Ali b. Ebû Tâlib'in (r.a.) zürriyetindendir.”

 

Kimdir, aslı nedir? Kim tanıyor ya da tanımıyor? Bundan dolayı Sahâbe Ekolünde şöyle bir problem ortaya çıkıyor: Bir kişi çıkacak ve bazı iddialarda bulunacak. Sahâbe Okulunda İmam Mehdî'nin tam kimliği belirsiz. Gerçi Alevî olduğu biliniyor. İkinci olarak Hz. Mehdî'nin masumiyetine inanmıyorlar. O'nun bazen yanılan bazen de doğruya isabet eden bir müçtehit olduğuna inanıyorlar. Bilemiyorum doğrusu, bir kişi sadece müçtehit olmakla adaleti nasıl ikame edecek? Diğer müçtehitlerin neden buna gücü yetmiyor? Diğer âlimler neden O'na itaat edecekler?  Masum olmadığına göre O'nunla diğer müçtehitler arasındaki fark nedir? Üçüncü olarak İmam Mehdî'nin müeyyed-ilâhî destekli olduğuna, dördüncü noktada da halen sağ olduğuna inanmıyorlar. Kimsenin aklına bizim şu an Ehl-i Beyt Okulunun Mehdî inancını Ehl-i Sünnet kaynaklarından birebir ispat etmeye çalıştığımız gelmesin. Hayır, asla! Böyle düşünen kimse bir yanılgı içindedir. Onların kaynaklarından sunduğum bütün bu bilgilerle bu zarurî akidenin Sahâbe Okulunun rükünleri arasında yer aldığını ortaya koymaya çalışıyorum. Ancak bunlar bu akideyi ihmal etmişler, ikincil bir konuma düşürmüşler ve inanmamaya başlamışlardır.

 

Sunucu: Seyyidim Şeyh İbn Arabî'nin İmam Mehdî'nin velâdetine, hayatta oluşuna ve İmam Hüseyin'in soyundan geldiğine dair görüşü anlaşıldı.

 

Sunucu: Sudan'dan Haydar kardeş hatta, buyurun.

 

Haydar: Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû. Bazı rivayetlerde ilk neslin, nesillerin en hayırlısı olduğu geçmektedir. Sorum şu; nesillerin en hayırlısı sayılan bu ilk tabakada ve dönemde yeryüzüne adalet ve hak mı yoksa Müslümanlar arasındaki iç çekişmeler mi hâkim oldu? Bu dönemde üç tane yıkıcı savaş gerçekleşti. Üç halife öldürüldü. Aynı şekilde Resûlullah'ın (s.a.a.) zürriyeti şehit edildi. Medineli Müslümanların ırzları ve malları mubah sayıldı, Kâbe yıkıldı. Bütün bu olaylar ilk nesilde ve ilk dönemlerde gerçekleşti. Bu neslin ve dönemin, nesillerin ve çağların en hayırlısı olması mümkün müdür?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Tam isabet. Güzel bir soru ve yerinde bir müdahale. Aziz kardeşin Sadr-ı İslam'ın başında yaşayan bu neslin ve kuşağın en hayırlı nesil ve dönem olduğuna inananlar var. Bizler ise bu inanca sahip değiliz. Bizler Resûl-u Azam'ın (s.a.a.), muhacir ve ensardan bir grubun ve bunlara güzellikle tâbi olan bir topluluğun zirvede olduğuna inanmaktayız. Ancak bu onların hepsinin tek tek adil olup eleştirilmelerinin caiz olmadığı, bunları eleştirenlerin ise zındık olduğu anlamına gelmemektedir.

 

Sunucu: Seçkinlerinden bir grup halifeleri katletti.

 

Seyyid Kemal Haydarî: İlk halife döneminde savaşlar çıktı. Ali b. Ebû Tâlib (a.s.) döneminde savaşlar çıktı. Yani Sıffın, Cemel ve Nehrevan Savaşları meydana geldi. Bunların hepsi zamanlarının İmamıyla çarpıştılar ve O'na karşı çıktılar.

 

Değerli izleyiciler “Mutarahatün fi'l-Akid”e programında Şeyh İbn Teymiyye'nin sahâbe ve tâbîûndan birçoğunun Ali'ye (a.s.) küfredip hınç duyduklarını ve O'nunla savaştıklarını belirttiğini hatırlayacaklardır. Dayanaklarınıza göre İmam Ali (a.s.) dördüncü halife olsa dahi sahâbe ve tâbîûndan pek çok şahıs O'nunla savaşmış, hınç duyarak hakaret etmiştir. Bütün bunlara rağmen çıkıp bu nesli insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmet olarak nitelendireceğiz öyle mi? En hayırlı ümmet ibaresinden kasıt ümmetinin geneli ise kabulümüzdür. Çünkü bu ümmetin içinde Hz. Resûlullah (s.a.a.), İmamlar, âlimler, veliler ve salihler bulunmaktadır. Bundan dolayıdır ki “Ümmetimin âlimleri Ben-i İsrail'in Peygamberlerinden daha hayırlıdır” şeklinde bir rivayet aktarılmıştır. Ama yok bundan tek tek her şahsın en hayırlı insan olduğu anlaşılıyorsa biz bu görüşü kabul etmiyoruz.

 

Yezid, Muaviye, Abdülmelik b. Mervan, Velid b. Ukbe, Haccâc gibilerinin aralarında bulunduğu ilk çağı çağların en hayırlısı kabul etme cüretinde bulunabilecek bir kimsenin olabileceğini düşünemiyorum. Sayılan isimlerin Hz. İbrahim, Musa, İsa ve Nuh'tan (a.s.) daha hayırlı olduğunu kim iddia edebilir?

 

Sunucu: Teşekkürler Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey. Değerli kardeşlerimize ve bacılarımıza teşekkürlerimizi sunuyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.   

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 

 

 



[1] Abdülvehhab İbn Ahmed İbn Ali eş-Şârânî el-Mısrî el-Hanefî, el-Yevâkît ve'l-Cevâhir fi-Beyâni Akâidi'l-Kebâir Yelihi el-Kibritü'l-Ahmed fi-Beyâni Ulûmi'ş-Şeyh, c. 2, s. 562, Dârü İhyâi't-Turâsi'l-Arabî, Beyrut, Lübnan, 1418, 1. baskı.

[2] A.g.e., a.g.y.

[3] A.g.e., a.g.y.

[4] Fütûhâtü'l-Mekkiyye, c. 7 s. 116.

[5] A.g.e., a.g.y.

[6] A.g.e., c. 3, s. 75.