Ayetullah Kemal Haydari: Muaviye ve Hadis Uyduruculuğu (6)

Ayetullah Kemal Haydari: Muaviye ve Hadis Uyduruculuğu (6)
Şa´bî diyor ki İbn ez-Zübeyr’in şöyle dediğini işittim: Abdullah b. Zübeyr’in şöyle dediğini işittim: Şu Beyt’in Rabbine yemin olsun ki Allah-u Teâlâ Peygamberinin diliyle Hakem’e ve ondan doğana lanet etmiştir. Bu rivayeti Ahmed, Bezzâr ve Hâkim tahric etmişlerdir. Hâkim bu hadisin isnadının Buharî ve Müslim’in şartlarınca sahih olduğunu ancak onlar tarafından tahric edilmediğini söyler.

 

 

Sunucu: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla, hamd Allah'a özgüdür. Salat ve selâm Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a), tertemiz Âl'ine, seçkin ve değerli sahâbîlerine olsun.

 

Değerli izleyicilerimiz sizleri en güzel duygularla selâmlıyoruz. Es-selâmu aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtuhû. Mutarahatün fi'l-akideti programının yeni bir bölümüyle karşınızdayız. Sizin adınıza değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'i selâmlıyoruz. Efendim hoş geldiniz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hoş bulduk.

 

Sunucu: Seyyidim alışkanlık olduğu üzere, önceki programın özetini sunabilir misiniz?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahman Rahim olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salat ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Önceki programda hakkında kimsenin kuşkuya düşemeyeceği, sahih ve açık rivayetler ile ispatlanan kesin bir hakikate ulaşmıştık. Bu hakikat, Hakem b. Ebi'l-As'a lanet edilmesiydi. Çağdaş âlimlerden ve hadisleri etraflıca inceleyip cerh ve tadil ilminin kaide ve kurallarına vakıf olan araştırmacılardan da bunu açıkça dile getirenler bulunmaktadır. Çağdaş âlimlerden Muhammed Nasırüddin Albanî ve Allame Şuayb el-Arnavut da bunu açıkça dile getirmişlerdir. Bu hakikati ispat eden rivayetleri, nasları ve isnadları okuduk.

 

Değerli izleyicilerin dikkatlerini şu hususa çekmek istiyorum. Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) aktarılan hadiste Hakem b. Ebi'l-As'a lanet söz konusu idi.

 

Şöyle bir soru gelebilir: ‘‘Hz. Peygamber'in (s.a.a.) hanımı Ümmü'l-Müminîn Aişe neye dayanarak lanetin Hakem b. Ebi'l-As'ın sulbünden gelen kimseyi -ki bu Mervan'dır- kapsadığını söylemektedir? Abdullah b. Zübeyr, Mervan'ın babasının sulbündeyken melun olduğunu nereden çıkardı?''

 

Ben rivayeti sizlere okumak istiyorum. Rivayet Hafız ez-Zehebî'nin (ö. h. 748) Tarihu'l-İslâm adlı eserinde geçiyor. Rivayet şöyledir:

 

Şa´bî diyor ki İbn ez-Zübeyr'in şöyle dediğini işittim: Abdullah b. Zübeyr'in şöyle dediğini işittim: Şu Beyt'in Rabbine yemin olsun ki Allah-u Teâlâ Peygamberinin diliyle Hakem'e ve ondan doğana lanet etmiştir. Hadisin isnadı sahihtir.[1]

 

Muhakkik Beşşar Avvad bu rivayete şöyle not düşmektedir:

 

Bu rivayeti Ahmed, Bezzâr ve Hâkim tahric etmişlerdir. Hâkim bu hadisin isnadının Buharî ve Müslim'in şartlarınca sahih olduğunu ancak onlar tarafından tahric edilmediğini söyler.[2]

 

Hâkim en-Nisâburî'nin bu hadisi sahih olarak kabul etmesini ele almayacağız. Zehebî'nin hadisi sahih saymasını incelemek ve buna değinmek istiyoruz. Her ne kadar Resûlullah (s.a.a.) lanetin Hakem'i ve Kıyamet Gününe kadar onun sulbünde gelecek kimseleri kapsadığını açıkça bildirmese de sizler selef-i salihinin anlayışının sizi bağladığınıza inanıyorsunuz. Hadisi anlama noktasında Ümmü'l-Müminîn ve İbnü'z-Zübeyr'den daha öncelikli ve daha üstün olan kimseler mi bulunmaktadır ki onlara uyulsun. Ayrıca Hakem'e ve Kıyamet Gününe kadar onun sulbünden gelecek kimselere lanet edildiği hakkında çeşitli ve sayı itibariyle birçok rivayet mevcuttur. İbnü'l-Esir, Hakem'in sürgüne gönderilmesi ve lanete uğramasına ilişkin pek çok açık nassın bulunduğunu söylemektedir. Aişe'nin veya İbn ez-Zübeyr'in bu sözleri kendi kafalarından söylediğini kimse iddia edemez. Bu hususa delalet eden birtakım rivayetler bulunmaktadır ki biz bunlara değineceğiz. Değerli izleyicilerin dikkatlice dinlemelerini istirham ediyoruz.

 

Resûlullah'ın (s.a.a.) Hakem'i sürgüne gönderdiği hususunda yaptığı açıklamalar bu rivayetlerdendir.

 

Zehebî şöyle der:

 

Bu yıl içinde Hakem b. Ebu'l-As b. Ümeyye b. Abdişems b. Abdi Menaf el-Emevî öldü. Bu şahıs Mervan'ın babasıdır. Hakem'in yirmi erkek, sekiz de kız çocuğu oldu.

 

Mekke fethi esnasında Müslüman olup Medine'ye geldi. Söylendi­ğine göre Peygamber'in (s.a.a.) sırrını ifşa ettiği için Peygamber (s.a.a.) onu kovmuş, ona kötü söz söylemiş ve Taif'teki Vecc Vadisine sürgün etmişti. Osman'ın hali­feliğine kadar burada sürgünde kaldı. Osman halife olunca, onu Medine'ye getirip akrabalık hukukunu gözetti ve ona yüz bin dirhem verdi. Zira o, Osman'ın amcasıydı. Bir rivayette ise Resûlullah'ın (s.a.a.) onu Taif'e sürgün etmesi, Efendimizin yürüyüş tarzını ve bazı hareketini taklit ederek alay etmeye kalkmasından dolayı olmuştu.[3]

 

Pasajdan anlaşıldığına göre Hakem müşriklerin casusuydu. Acaba Osman b. Affan hangi unvandan hareketle Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) sünnetine muhalefet etmiştir? Aslında bu konu ayrıca ele alınması gereken bir noktadır. Ebû Bekir ve Ömer buna cüret etmemişlerdir. Hakem insanları eğlendirmek için Resûlullah'ın (s.a.a.) hareketlerini alay konusu ediyordu! Zehebî bu rivayete herhangi bir not düşmüyor.

 

Bir başka rivayet şöyledir:

 

Hammad b. Seleme ile Cerir, Ata b. es-Saib aracılığıyla Ebu Yahya en-Nehaî'den şöyle rivayet ediyor: Ben; Mervan, Hz. Hasan ve Hüseyin'in arasında idim. İmam Hüseyin (a.s.), Mervan ile çekişiyordu. Mervan ‘‘Siz Ehl-i Beyt olarak lanetlenmişsiniz'' dedi. Bunun üzerine İmam Hasan (a.s.) öfkelenip ‘‘Sen daha babanın sulbündeyken Allah-u Teâlâ Peygamberinin diliyle senin babanı lanetlemişti'' buyurdu. Râvi Ebu Yalıya en-Nehâi meçhuldür.[4]

 

Şaşılacak şey doğrusu, Ehl-i Beyt melun ha! Ehl-i Beyt mutahhardır ve Kur'an-ı Kerim'in dengidir. İmam Hasan ve Hüseyin (as.) Resûlullah'ın iki reyhanı, cennet ehli gençlerin iki efendisidir. Mervan ise bu iki güzide İmam'ın lanete uğradığını söylüyor! Bunlara rağmen Emevîci din anlayışı, İbn Teymiyye ve onun mukallitleri, bu metodun çağdaş takipçileri Mervan'ı ve neslini övüyor ve ululuyor!

 

Hafız Zehebî, Ebu Yahya'nın meçhul olduğunu söylüyor. Meçhul olmanın, yalancılık ve hadis uydurukçuluğundan farklı olduğunu defalarca söyledik. Konuyla ilgili rivayet sayısı fazlalaşınca meçhullük diğer rivayetler tarafından telafi edilmektedir. Bu kaideyi biz önceki programlarda ele alıp irdelemiştik.

 

Bir diğer rivayet Ebu Hureyre'dendir. O, şöyle demektedir:

 

Resûlullah (s.a.a.) rüyasında, Hakemoğullarının minberine çık­maya çalıştıklarını görmüştü. Öfkelenmiş gibi sabahlayıp ‘‘Ne oluyor! Bana, Hakemoğullarının, maymunların sıçradığı gibi minberime tırmandıkları gösterildi'' buyurdu.[5]

 

Bu konuyu etraflıca ele almak istemiyorum. Çünkü konu oldukça uzundur. Niçin maymun kelimesi geçiyor? Çünkü ayet-i kerime ‘‘İsrailoğullarında olduğu gibi bunları da aşağılık maymunlara dönüştürdük'' buyuruyor. Resûlullah (s.a.a.) Hakem'in neslindeki kimseleri maymunlara benzetiyor. Bunların Resûlullah (s.a.a.) tarafından lanete uğrayan kişiler olduğu anlaşılıyor.

 

Bir diğer rivayet İbn Ömer'den. O, şöyle diyor:

 

Nebi'nin (s.a.a.) huzurundaydım. Hz. Ali (a.s.), Hakem'i kulağından çekerek getirdi. Peygamber (s.a.a.) ona üç kere lanet etti. Darekutnî, ‘‘Mutemir b. Süleyman bu haberde tek kalmıştır'' demiştir.[6]

 

Bir diğer rivayet ise Abdullah b. Amr'dandır. Abdullah b. Amr anlatıyor:

 

Hakem, Resûlullah'ın (s.a.a.) meclisine gelir ve duyduklarını Kureyş'e taşırdı. Hz. Resûlullah (s.a.a.) ‘‘Ona ve kı­yamete kadar sulbünden geleceklere lanet etti.'' Bu hadisin râvisi Süleyman b. Karm bu haberde tek başına kalmıştır. Kendisi de zayıftır.[7]

 

Rivayet açıktır. Bu rivayetler zayıf olsalar da râvilerin yalancı ve hadis uydurucusu olmadıkları takdirde, aktardıkları rivayetlerin birbirini telafi ederek zayıflıklarını bertaraf ettiklerine ilişkin kaideyi önceki programlarda okumuştuk.

 

Rivayetler Hakem'in ve Kıyamet Gününe kadar sulbünden gelecek kimselere lanet edildiği hususunda açık ve nettir. ‘‘Peki niçin lanet edilmişlerdir?'' sorusunun cevabı şudur:

 

Çünkü tamamı Nâsıbî ve Ali ile Ehl-i Beyt'ine (as) buğzeden, kin besleyen şahıslardı.

 

Şöyle bir soru gelebilir: Seyyidim bu iddianızın delili nedir? Mervanoğullarının tamamı Nâsıbîlerden midir?

 

El-cevap: Hafız Zehebî, Siyeru Aʿlâmi'n-Nübelâ adlı eserinde şöyle der:

 

Rivayet şöyledir: O, Süleyman'ın hilafetini aktardıktan sonra şöyle der: Onun hilafeti 2 yıl, 9 ay, 20 gün sürmüştür. Allah-u Teâlâ onu affetsin. Âl-i Mervan'da açık bir nasb bulunuyordu.[8]

 

Mervanoğulları, Ehl-i Beyt'e düşmanlığı gizliden yapmıyorlardı. Müslümanlar nezdinde sabit ve kesin olan ‘‘Ey Ali (a.s.)! Seni ancak mümin kişi sever, sana ancak münafık kimse buğzeder'' hadisinin gereğince Mervanoğullarının tamamı münafıklardandır. Bundan dolayıdır ki kitabın muhakkiki dipnotta ‘‘açık bir nasb bulunuyordu'' der. Yani Ali (a.s.) düşmanlıkları vardı.[9]

 

Mervanoğullarının devleti Hz. Ali ve Ehl-i Beyt (a.s.) düşmanlığı üzerine kuruluydu. Bu konunun delile ihtiyaç duymayan açık gerçeklerden olduğunu düşünüyorum.

 

Hakem, Ebû Süfyan, Muaviye, Yezid, Mervan b. Hakem, Abdülmelik b. Mervan ve oğullarına bakınız. Tamamı Hafız ez-Zehebî'nin de dediği gibi Ehl-i Beyt'e açık bir düşmanlık besliyorlardı. Ancak bunların bir bölümü sahâbeden, bir bölümü 12 halifeden sayılıyor! Tamamı cennetlik, ancak diğer taraftan son nefesine kadar Hz. Resûlullah'ı (s.a.a.) savunan Ebû Tâlib gibileri cehennemde azap çekmektedir! İşte Emevîci din anlayışının mantığı budur! Değerli izleyicilerin bunların tarihî ölçüleri nasıl değiştirip dönüştürdüklerine dikkat etmelerini istirham ediyorum.

 

Sahihu'l-Buhârî ve diğer kaynaklarda geçtiği üzere hayatının son nefesine kadar Resûlullah'ı (s.a.a.) savunan şahıs cehenneme gidecek, ancak Resûlullah'a düşmanlık yapan, O'nun aleyhinde casusluk görevini yerine getiren, O'nu alaya alan kimse bizzat Resûlullah'ın (s.a.a.) diliyle melun olduğu halde, bir miktar sahâbîliği bulunduğundan dolayı cennete gidecek! Kendilerini ilim erbabı ve ehli olarak tanıtan bazı kimseler ‘‘sahâbenin tamamı cennetliktir'' demektedirler. Sahâbenin tümü deyince Resûlullah'ın (s.a.a.) diliyle lanetlenen kimseler de bu ‘‘tümü'' sözcüğünün içine giriyorlar. Ve onlar da cennete gidecekler!

 

Allâme Muhammed Nasırüddin Albanî'nin Sahihu Sireti'n-Nebeviyye adlı eserinden bir pasaj aktarmak istiyorum. Yazar şöyle diyor:

 

Aişe kanalıyla Hz. Peygamber'den şöyle rivayet edilmiştir: Ebû Tâlib vefat edinceye kadar Kureyşliler korkuyor idiler. Rivayeti Hâkim tahric etmiş ve Buhârî ile Müslim'in şartına göre sahih olduğunu söylemiştir.

 

Ben (Albanî) derim ki; Ukbetü'l-Mecder hakkında ileri geri konuşulmuştur. Buhârî ve Müslim ondan hadis tahric etmemişlerdir. Ancak o saduktur. Dolayısıyla hadis iyi bir isnad zincirine sahiptir.[10]

 

Metinde geçen ‘‘kâatu'' sözcüğü korkaklar anlamına gelmektedir. Yani Ebû Tâlib'in Hz. Resûlullah'ı (s.a.a.) savunması o derecedeydi ki Kureyşliler'de bir tür korku oluşturmuştu. Ancak Resûlullah'ı alaya alan, aleyhinde casusluk yapan ve lanetlenen şahıs biraz sohbet etti diye cennetlik oluyor! Hak ve hakikati araştıranlar, tamamını Ümeyyeoğullarının koyduğu bu ters yüz edilmiş ölçütlere dikkat etmelidirler.

 

Sunucu: Resûlullah'ın (s.a.a.) Hakem ve sulbünden gelecek kimseleri lanetlediği yönündeki naslar açık ve nettir. Peki Ümeyyeoğulları bu açık naslar karşısında nasıl bir tutum ortaya koymuşlardır?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Değerli izleyicilerimizin İslam tarihi boyunca rivayetlerimizin ve naslarımızın başına gelenler hakkında biraz etraflıca düşünmelerini istiyorum. Resûlullah'ın (s.a.a.) Hakem ve sulbünden gelecek olan kimseleri lanetlediği yönündeki açık ve net nasları sizlere okudum. Ancak kendilerinin tesis ettikleri ve bizim de işaret ettiğimiz metodu takip eden Emevîci din anlayışı, söz konusu (Hakem vb.) Ümeyyeoğulları olduğunda hemen rivayeti tevil etmeye ve zayıf göstermeye çalışırlar. Nitekim ‘‘Allah karnını doyurmasın'' rivayetinde gerçekleştirdikleri çabaları değerli izleyiciler hatırlayacaklardır. Muaviye'yi yerici nitelikte olan bu hadisi Emevîci din anlayışının imamları, bir menkıbe ve fazilete dönüştürmeyi başarabilmişlerdir. Şimdi de bu hadisleri var güçleriyle zayıf saymaya ve Hz. Resûlullah'ın (s.a.a) sarih nassına muhalefet etmeye çalışmışlardır. Bu açıklamalar üzerinde uzunca durmak istemiyorum. İki örnek vermekle yetineceğim.

 

İlk örnek: Hafız b. Hacer el-Askalânî'nin el-İsâbe fi Temyizi's-Sahâbe adlı eseri. Yazar şöyle diyor:

 

Hakem b. Ebu'l-As el-Kureşî el-Emevî, Osman b. Affan'ın amcası ve Mervan'ın babası.

 

İbn Sa'd şöyle demektedir: Mekke'nin fethinden sonra Müslüman olmuş ve Medine'de ikamet etmiştir. Sonrasında Hz. Peygamber (s.a.a.) onu Taif'e sürmüştür. Osman'ın hilafeti döneminde Medine'ye geri dönmüş ve burada ölmüştür. İbn es-Seken şöyle der: Hz. Peygamber'in kendisine beddua ettiği söyleniyorsa da bu sabit değildir.[11]

 

İlk olarak lanet sözcüğü yerine beddua sözcüğünü kullanıyor. İkinci olarak da ki bu daha önemlidir -beddua olsa dahi- ‘‘sabit değildir ve böyle bir şey gerçekleşmemiştir'' diyor. Bir bölümünün hasen bir bölümünün zayıf olduğu -Arnavut, Albanî ve ez-Zehebî'nin sahih saydığı- bu olaya ilişkin okuduğumuz rivayetler için ‘‘sabit değildir'' diyor.  Şayet bu hadis Ali b. Ebî Tâlib hakkında vârid olmuş olsaydı bunlar ‘‘sabit değildir'' ifadesini yine kullanabilecekler miydi acaba, bilemiyorum! Nasıl hüküm vermektedirler! Evet, Kıyamet Gününde nasıl hüküm verdiğinizden de sorguya çekileceksiniz! Hakem'in Resûlullah (s.a.a.) tarafından lanete uğradığı konusunda sahih ve sarih hadisler bulunacak ve sizler de bu beddua ve lanetin sabit olmadığını söyleyeceksiniz!

 

Peki, sabit olmadığına dair deliline geçelim. Yazar şöyle diyor:

 

İbn Ebî Hayseme'nin et-Tarihu'l-Kebir adlı eserinde -nitekim biz bu rivayeti okumuştuk- Aişe'den aktardığına göre Abdurrahman b. Ebî Bekir, Yezid b. Muaviye'ye biat etmekten kaçınınca Mervan'a şöyle demiştir: Ey Mervan sana gelince, sen babanın sulbünde iken Allah Resûlünün ona lanet ettiğine ben tanıklık ederim.[12]

 

Değerli izleyiciler et-Tarihu'l-Kebir'de İbn Ebî Hayseme'den aktarılan rivayeti okuduğumuzu hatırlayacaklardır.

 

İbn Hacer el-Askalânî bu rivayete şu notu düşer:

 

Ben derim ki olayın aslı Buhârî'de geçmektedir. Ancak bu ziyade söz konusu değildir.[13]

 

İbn Hacer, Ümmü'l-Müminîn Aişe'yi yalanlamak istiyor, ancak doğrudan değil. ‘‘Aişe hata etti veya yalan söylüyor'' demiyor. Dolaylı yoldan Mervan için söz konusu olan bölümü devre dışı bırakmak istiyor. ‘‘Ey Mervan sana gelince, sen babanın sulbünde iken Allah Resûlünün ona lanet ettiğine ben tanıklık ederim'' fazlalığının rivayetin aslında bulunmadığını söylüyor. Konu Muaviye, Ümeyyeoğulları ve Mervanoğulları olunca bunlar sadece Hz. Peygamber'in hanımını değil Peygamber'in (s.a.a.) kendisini dahi kurban ederler!

 

Şimdi de bu meseleye Sahihu'l-Buhârî'den bir bakalım. Buharî'nin metod ve din anlayışının Emevîci olduğunu defalarca belirtmiştik. Değilse neden bu kanalla, rivayetlerle oynuyor.

 

Rivayet şöyledir:

 

Mervan, Muaviye b. Ebî Süfyan'ın Hicaz valisi idi. Bir hutbesinde babasından sonra biat edilmek üzere Muaviye'nin oğlu Yezid'i zikretmeye başladı. Abdurrahman b. Ebî Bekr kendisine bir şey söyleyince ‘‘onu yakalayın'' dedi. Abdurrahman, Aişe'nin evine girdiği için yakalayamadılar. Mervan “Şüphesiz bu, hakkında ‘‘Anne ve babasına: Of sizden, benden önce nice nesiller gelip geçmişken beni mi tekrar dirilmekle tehdit ediyorsunuz?'' ayetinin nazil olduğu kimsedir” dedi. Hz. Aişe de örtünün arkasından şöyle konuştu: Benim mazur olduğuma dair inzal buyurdukları dışında Allah Teâlâ Kur'an'da bizim hakkımızda hiçbir şey indirmemiştir.[14]

 

Babasının sulbündeyken kendisine lanet edilen bu şahıs, Muaviye tarafından Hicaz'a vali olarak atanıyor. Resûlullah'ın (s.a.a.) beldesine, Hazret'in isteğinin aksine olacak şekilde atanıyor ve babasının sulbündeyken lanete uğradığı mescitte minbere çıkabiliyor!

 

Şaşılacak şey doğrusu! Abdurrahman'ın ‘‘(Hilafeti) Heraklius geleneğine mi dönüştürmeye çalışıyorsunuz?'' şeklindeki sözlerini Buhârî devre dışı bırakıyor ve hiç zikretmiyor.

 

Evet, Buhârî ‘‘Allah sen onun sulbünde iken babana lanet etmiştir'' ibaresini zikretmiyor. İşte Buhârî'nin ilmi emanet duygusu!  Her ne kadar kendisiyle birçok konuda görüş ayrılığına düşsek de bu konuda Allame Albanî takdir edilmelidir.

 

Allame Albanî el-İsâbe'de geçen rivayeti ve söz konusu fazlalığın Buharî'de mevcut olmadığı şeklindeki sözleri aktardıktan sonra şöyle der:

 

Ben derim ki bu araştırmanın kıymet-i harbiyesi nedir? Askalânî'nin kendisi bu fazlalığın sened açısından sahih olduğunu biliyor. Bu sened Buhârî'nin dışında başka bir kanaldan aktarılmıştır. Sadece bu da değil. Aksine, hadisin bu fazlalık bölümünün sahih olduğuna dair birçok şahitleri bulunmaktadır. Ancak biz kanıt olmaya elverişli olan zikrettiklerimizle yetiniyoruz.[15]

 

Şaşılacak şey doğrusu, Allame Albanî, İbn Hacer'i bu meselede tekzip ediyor. İbn Hacer okuyucunun zihninde rivayetin ilgili bölümünün -Aişe'yi yalancı çıkarmayı göze alarak- sahih olmadığı izlenimini vermek istiyor. İşte bunlar ‘‘biz Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) sahâbîlerine ve hanımlarına ihtiram gösteriyoruz'' diyen kimselerdir. Vallahi yalan söylüyorsunuz! Sizler Aişe'yi sevseydiniz kuşkusuz onu savunurdunuz. Ey Askalânî, Ümmü'l-Müminîn Aişe'yi neden yalanlıyorsun? Hadisin bir başka kanalında Ümmü'l-Müminîn Aişe ‘‘ve Mervan Allah'ın lanetinden bir parçadır'' diyor.

 

Tamamı Buhârî'de geçmeyen rivayetin, sahih olmadığını kim söylüyor? Gerçi rivayetlerin bir bölümü zayıfsa da şahid ve teyid edici unsur olarak kullanılmaya elverişlidir ve birbirlerinin zayıflıklarını gidermektedirler.

 

İkinci kaynak Zehebî'nin Tarihu'l-İslâm'ıdır. Değerli izleyicilerin bu şahsın ne söylediğine dikkat etmelerini istiyorum. Bu şahsın insaf sahibi ve sorumluluk duygusu taşıyan birisi olup olmadığına izleyiciler karar versinler. Bakınız, bu şahıs Hakem b. Ebu'l-As'ın sürülmesi ve lanetiyle ilgili nasları naklettikten sonra şöyle diyor:

 

Hakem'in lanetlenmesine dair birçok münker, aslı astarı belirsiz birtakım hadisler rivayet olunmaktadır. Ancak bunlarla ihticac etmek caiz olmaz. Hakem'in kendisini, Peygamberle sohbette bulunarak sahâbî olan esas topluluğa değil ama herkesin arasında Peygamberi görmüş olanlar cümlesinden sahabe grubuna sokabiliriz.[16]

 

Çelişkiye bakar mısınız? Allah-u Teâlâ onları nasıl da çelişkilere düşürüyor!

 

Hakem sahâbîdir, adildir ve cennetliktir! Zira sahâbenin tümü adildir. Ben ara ara televizyona bakıp da bunları dinliyorum. Öyle bir şekilde konuşuyorlar ki sanki Kıyamet Gününün hâkimi “Ahkamu'l-Hâkimîn” olan Allah-u Teâlâ değil de kendileridir! Allah-u Teâlâ'nın bunları cennete koyması Allah'ın bir göreviymiş gibi konuşuyorlar! Sebep belli, çünkü Ümeyyeoğulları böyle istiyor ve bunu arzuluyor.

 

Hafız Zehebî bir sayfa sonra Hakem'in lanetiyle ilgili Şa´bî'nin haberini aktardıktan sonra “Bu haberin isnadı sahihtir” der[17] ve kendi kendisiyle çelişkiye düşer.

 

Zehebî'nin bu konuyla ilgili başka iddiaları da vardır. Ancak rivayet sened açısından sahihtir ve birçok kaynakta geçmektedir. Bunlardan bir tanesi Hâkim en-Nisaburî'nin el-Müstedrek adlı eseridir. Rivayet şöyledir:

 

‘‘… Bu durum Aişe'ye ulaşınca şöyle dedi: Mervan yalan söylemiş. Allah'a yemin ederim ki onun hakkında nazil olmamıştır. Ayetin, hakkında nazil olduğu kişinin adını belirtmek isteseydim şüphesiz adını söylerdim. Ancak Allah Resûlu (s.a.a.), daha Mervan babasının sulbünde iken Mervan'ın babasına lanet etmiştir ve Mervan Allah'ın lanetinden bir parçadır.'' Rivayet Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğu halde onlar bunu tahric etmemişlerdir.[18]

 

Zehebî burada hadis maktu olmadığı halde maktu olduğunu söylemek zorunda kalmıştır. Ancak vakit darlığından şu anda konuyu sened açısından incelemeye girmek istemiyorum.

 

Kanaatimizce buraya kadar yapılan açıklamalarla Emevîci din anlayışının uyguladığı metot anlaşılmıştır. Konu Muaviye, Ümeyyeoğulları ve Mervanoğulları olduğunda hemen rivayetleri zayıf sayma yoluna gidilmekte ve rivayetlerin münker olduğu söylenmektedir. Tabii, amaç Ümeyyeoğullarına leke gelmemesidir. Kirlenen Ümmü'l-Müminîn ve hatta Resûlullah (s.a.a.) olsa dahi Ümeyyeoğullarına hiçbir kötü söz gelmemelidir! Biz bu metodu Muaviye hakkında aktarılan ‘‘Allah karnını doyurmasın'' ve ‘‘Seni fie-i bağiye (azgın, yoldan çıkmış topluluk) öldürecektir'' rivayetlerini incelerken görmüştük. İnşallah Muaviye'nin insanları ateşe çağıran öncülerden olduğunu ispatlayan bölüme ulaştığımızda bu durum ayan beyan ortaya çıkacaktır. Ayrıca meşum ve uğursuz çabaları da göreceğiz.

 

Sunucu: Konuyla ilgili Emevîci din anlayışının ileri gelen âlimlerinin sergilediği en önemli diğer icraatlar nelerdir?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Değerli izleyiciler şu ifadeleri kullandığımızı hatırlayacaklardır: Emevîci âlimler, kimi sahâbîler ve tâbiûnun birçoğu, Ümeyyeoğullarının Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'in meşruiyetini almaya çalışmak, onların sahip oldukları faziletleri ortadan kaldırarak bu faziletleri Ümeyyeoğullarına tahsis etme çabalarını desteklemek için birkaç icraat gerçekleştirmişlerdir.

 

İlk icraat: Ümeyyeoğullarını ve özellikle de Muaviye'yi yeren rivayetleri yok etmek ve ortadan kaldırmak. Muaviye'yi dost edinen sahâbîlerden bir grup da bu cümledendir.

 

İkinci icraat: Ümeyyeoğulları, Muaviye, Mervan ve Mervanoğullarını yeren rivayetleri zayıf saymaya çalışmak. Nitekim ‘‘Allah karnını doyurmasın'' ve ‘‘seni fie-i bağiye öldürecektir'' rivayetlerinde bu tutum söz konusudur.

 

Üçüncü icraat: Genelde Ümeyyeoğulları özelde ise Muaviye'nin faziletleri hakkında metodik olarak Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) dilinden yalan, düzmece ve uydurma rivayetler yaymaya çalışmak. Ayrıca Muaviye ile dost olup Ali'den (a.s.) uzaklaşan sahâbîler hakkında da rivayetler uydurmuşlardır. Aslında Ümeyyeoğullarının hadis uydurma metotlarını uzun uzun ele almak gerekmektedir. Fakat biz kısa bir şekilde işaret edip konuyu tamamlamak istiyoruz. Ümeyyeoğulları, Resûlullah'ın Aişe gibi en yakınlarının diliyle hadis uydurmaya çalışmışlardır. Ümeyyeoğulları insanlar doğru sansınlar diye Aişe'nin dilinden birtakım rivayetler uydurmuşlardır. Nehcu'l-Belâğa'da Emîrü'l-Müminîn Ali'nin (a.s.) buna işareti mevcuttur.

 

Kimse ‘‘Seyyidim Ehl-i Sünnet Nehcu'l-Belâğa'yı kabul etmemektedir'' şeklinde bir itirazla karşımıza gelmesin. Ben Emîrü'l-Müminîn'in sözlerinden birkaç satır okuyup her bir bölümünü Ehl-i Sünnet sahih hadis mecmualarına uygulayıp delil olarak ortaya koymaya çalışacağım. Ben uyguladığımız metoda aykırı olmasın diye sadece Nehcu'l-Belâğa'da geçen cümleleri delil olarak kullanmayacağım. Buradaki ifadeleri kelime kelime diğer âlimlerin açıklamalarıyla temellendirmeye çalışacağım ki mevzu sizleri de bağlasın.

 

Bakınız, Emîrü'l-Müminîn ne buyuruyor:

 

Birisi bidatlere sebep olan ve halk arasında yaygınlaşan çok çe­şitli rivayetler hakkında soru sorunca Hz. Ali (a.s.) söyle buyurdu: ‘'İnsanların elinde hak ve bâtıl, doğru ve yalan, nâsih ve mensuh, genel ve özel, muhkem ve müteşabih, hıfzedilmiş ve şüpheli olan (rivayetler) vardır. Resûlullah'ın (s.a.a.) sağ­lığında bile hadis uydurdular. Nitekim Resûlullah bir gün minbere çıktığında ‘‘Benim adıma bilerek yalan atan kim­se cehennemde yerini hazırlasın'' buyurdu. Sana dört kişi hadis getirir. Bunların beşincisi olmaz.

 

(Bu dört kişinin ilki) İman gösterisinde bulunan, Müs­lümanların yaptıklarını yapan münafıktır. Günahtan korkmaz, suçtan çekinmez, Resûlullah'a (s.a.a) karşı kas­ten yalan isnat eder. Eğer, insanlar onun yalancı bir münafık olduğunu bilseler, söylediğini kabul etmezler, sözünü tasdik etmezlerdi. Fakat onlar, ‘‘O Resûlullah'ın arkadaşı­dır, O'nu görmüş, O'ndan duymuş, duyduğunu bellemiştir'' deyip sözünü kabul ederler. Allah, münafıkları haber vermiş, hâlleri nasılsa öylece anlatmıştır sana. Resûlullah'tan sonraya da kalan münafıklar, yalan ve iftirayla halkı ateşe çağıran dalalet önderlerine yaklaştılar, yaklaştıkları kimseler de onları iş başına geçirdiler, insanlar üzerinde hüküm sahibi yaptılar, onlarla dünyayı yediler. Allah'ın koruduğu kişinin dışındaki insanlar, dünya ve yöneticilerle beraber­dir. İşte bu (rivayet eden) dört gruptan biridir.[19]

 

Ben bu gruplardan sadece tek bir tanesine işaret ettim. Emîrü'l-Müminîn'in konu edindiği ilk grup Emevîci din anlayışının ta kendisidir. Televizyonlarda ve minberlerde gördüğümüz mantık budur. Ancak Ehl-i Sünnet mantığı bu şekilde değildir. Ehl-i Sünnet sahâbenin bir bölümünün münafık bir bölümünün ise mümin olduğunu kabul eder. Emevîci din anlayışı ise tamamının adil ve cennetlik olduğunu söyler.

 

Cehennem ateşine çağıran önderlerin en açık, en somut örneklerinden birisi de Muaviye'dir.

 

Geliniz, bakalım, gerçekten böyle midir değil midir? Emîrü'l-Müminîn'in işaret ettiği bu kaideye Muaviye b. Süfyan'ın faziletlerine uygulamaya çalışalım. Muaviye için aktarılan bütün faziletlerin aslının olmadığı noktasında âlimlerin açıklamaları ve sözleri paralellik göstermektedir. Bunu açıkça dile getirenlerden biri İbn Teymiyye'dir. O, Minhâcu's-Sünne adlı eserinde Muaviye ve faziletleri hakkında vârid olan rivayetlerin tümünün uydurma ve düzmece olduğunu söyler. Ancak yapacağını yapar ve Hz. Ali'yi de beraberinde zikreder. Hz. Ali ile Muaviye'yi eşitlemeye ve aynı seviyede göstermeye çalışır. Sadece Muaviye hakkında hadisler uydurulmadığını, Ali (a.s.) hakkında da hadisler uydurulduğunu söyler. O, şöyle der:

 

Cumhurun genelinin bu hadisi rivayet ettiği sözü onlara bir iftiradır. Zira Tayr Hadisini sıhah ashabından kimse rivayet etmiş değildir. Hadis imamlarından hiçbirisi bu hadisi sahih kabul etmemiştir. Ancak bu hadis bazı kimselerin rivayet ettiği hadislerdendir. Nitekim Ali'nin dışında bazı şahısların fazileti hakkında benzer hadisler rivayet etmişlerdir. Muaviye'nin faziletleri hakkında da birçok hadis rivayet etmişlerdir. Muaviye'nin fazileti hakkında eserler telif edilmiştir. Hadis âlimleri ne bu hadisleri ne de berikileri sahih sayar. [20]

 

İnşallah, ilerde etraflıca ele alacağımız ‘‘Tayr Hadisi'' bağlamında bu şahsın doğru sözlü mü yoksa ilmî emanet duygusundan yoksun birisi mi olduğunu göreceğiz.

 

Muaviye ile ilgili hadisleri kim veya kimler uydurmuştur? Bu hadisleri Muaviye'nin düşmanlarının uydurduğunu kimse söyleyemez.

 

İbn Teymiyye pasajın son bölümlerinde Hz. Ali ile Muaviye'yi eşitlemektedir. Hz. Ali'ye duyduğu kin O'nu Muaviye'den üstün tutmaya engeldir. Ya Muaviye'den düşük tutacak ya da onunla eşitleyecektir.

 

Bir diğer kaynağa, Hafız Zehebî'nin Siyeru Aʿlâmi'n-Nübelâ adlı eserine bir bakalım. Zehebî şöyle diyor:

 

Düzmece, bâtıl rivayetlerdendir (başlık)

 

… İbn Ömer şöyle dedi: Ey Muaviye, sen bendensin ben de sendenim, cennet kapısına varıncaya kadar benimle birliktesin.[21]

 

Zehebî bu başlık altında tamamı uydurma olan Muaviye'nin fazileti hakkında rivayetler aktarır. Rivayette de görüldüğü gibi Hz. Resûlullah'ın (s.a.a.) Hz. Ali hakkında buyurduğu rivayeti Muaviye'ye uyarlamışlar. Karar izleyicilerin…

 

Bir diğer kaynaktan örnek verelim. İmam Şevkânî'nin el-Fevâidü'l-Mecmua adlı eseri. Bu kaynaktan aktaracağımız hadis oldukça ilginç. Rivayet şöyledir:

 

Cebrail (a.s.) altın bir kalemle indi ve şöyle dedi: ‘‘Ya Muhammed, Aliyyü'l A'lâ şöyle buyuruyor: Ben arşın üzerinden kendi katımdan Muaviye'ye bir kalem hediye ettim. Bu kalemi ona ulaştır. Ona bu kalemle Âyetü'l-Kürsî'yi yazmasını, harekelemesini ve noktalamasını, sana arz etmesini emret! Ben onun bu ayeti yazdığı günden Kıyamet Gününe kadar Âyetü'l-Kürsî'yi okuyan kişilerin adedince sevabı onun hesabına yazdım.''

 

Bir diğer rivayet ise şöyle:

 

Ben Muaviye b. Ebu Süfyan dışında cennette sahâbîlerimden kimseyi aramam. Cennette 70 veya 80 yıl onu ararım. Sonra o, içi Allah'ın rahmetiyle dolu, ayakları zebercetten olan bir dişi devenin üstünde bana yönelir. Ben Muaviye ‘‘Sen ha!'', deyince o ‘‘Buyur'' der. Ben derim ki; ‘‘80 yıldır nerelerdeydin?'' O, ‘‘Ben Rabbimin arşının altında bir bahçedeydim. Rabbim benimle münacat ediyor, ben de O'na yalvarıp yakarıyordum. Rabbim bana ‘‘Bu, dünyada sana yapılan hakaretlerin karşılığıdır'' buyurdu''.[22]

 

Resûlullah (s.a.a.) 70 veya 80 yıl cennette Muaviye'yi arıyor, ancak bulamayınca bir elem ve sıkıntı içine giriyor! İşte Emevîci din anlayışı bu! Kaynaklar bu tip rivayetlerle dolu.

 

Rivayet zımnen Muaviye'nin Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) üstün olduğunu gösteriyor. Çünkü Resûlullah (s.a.a.) insanlarla, Muaviye ise Melik-i Muktedir ile birliktedir!

 

Bir de Muaviye dünyada kendisine hakaretler yağdırıldığını biliyor. Bunlar Muaviye'nin makamını yüceltmek istemektedirler. Kur'an'ın ve Resûlullah'ın (s.a.a.) yerdiği, İslam âlimlerinin hakkında çokça eleştiriler yaptığı bu münafığın durumu ortaya çıkmıştır.

 

Sunucu: Gazze'den Ebu Muhammed kardeş hatta, buyurunuz.

 

Ebu Muhammed: Selâmun aleykum, ey Şeyhimiz sizin yardım ve Ehl-i Beyt ehli olduğunuzu biliyoruz. Sizler kerim insanlarsınız. Sizler insanların en şereflilerisiniz. Sizler yardım ehlisiniz. Ey değerli alicenap şeyhimiz! Sizler bizlere ve zayıflara yardım ediyorsunuz. Hatta sizler, Müslüman olmayan zayıflara da yardım ediyorsunuz. Bizimle aynı mezhepten olduklarını iddia edenlerden kimileri bizleri kastederek ‘‘bunlara yardım etmek caiz değildir'' diyorlar. Bizler onların kanallarında ‘‘Filistin ve Gazze'' kelimelerini zikrettiklerini görmüyor ve duymuyoruz. Yardım ancak sizlerden geliyor.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Teşekkürlerimizi sunuyoruz. Allah-u Teâlâ sizlerden yardımını esirgemesin.

 

Sunucu: Teşekkürler Seyyid Kemal Haydarî Bey. Sizlere de teşekkür ediyoruz değerli izleyiciler. Bir sonraki programda görüşmek üzere. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 

 



[1] Şemsüddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Osman b. Kaymaz ez-Zehebî, Tarihu'l-İslâm ve Vefiyyâti'l-Meşâhiri ve'l-A´lâm, c. 2, s. 200, tahkik: Beşşar Avvad Maruf, Dâru'l-Ğarbi'l-İslamî.

[2] A.g.e., a.g.y.

[3] A.g.e., c. 2, s. 198.

[4] A.g.e., s. 199.

[5] A.g.e., a.g.y.

[6] A.g.e., a.g.y.

[7] A.g.e., a.g.y.

[8] İmam Şemsüddin Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebî, Siyeru Aʿlâmi'n-Nübelâ, c. 5, s. 113, tahkik: Allâme Şuayb el-Arnavut, Müessesetü'r-Risâle.

[9] A.g.e., a.g.y.

[10] Muhammed Nasırüddin Albanî, Sahihu Sireti'n-Nebeviyye Ma Sahha min Sireti Rasulillâhi ve Zikri Eyyâmihi ve Gazavâtihi ve Serayahu ve'l-Vufûdi aleyhi li'l-Hafız b. Kesir, s. 31, el-Mektebetü'l-İslâmiyye, Ürdün.

[11] Hafız b. Hacer el-Askalânî'nin el-İsâbe fi Temyizi's-Sahâbe, c. 2, s. 592, tahkik: Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî, 1429. Dâru Hicr.

[12] A.g.e., c. 2, s. 594.

[13] A.g.e., a.g.y.

[14] Sahihu'l-Buhârî, c. 3, s. 291, Hadis No: 4827, Mektebetü's-Selefiyye.

[15] Muhammed Nasırüddin Albanî, Silsiletü'l-Ehâdisi's-Sahiha, c. 7, s. 724, ikinci kısım.

[16] Tarihu'l-İslâm ve Vefiyyâti'l-Meşâhiri ve'l-A´lâm, c. 2, s. 199.

[17] A.g.e., c. 2, s. 200.

[18] Ebû Hâkim en-Nisâbûrî, el-Müstedrek ale's-Sahihayn, c. 4, s. 481.

[19] Subhî Salih, Nehcu'l-Belâğa, 210. Hutbe.

[20] İbn Teymiyye, Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye, c. 4, s. 287, tahkik: Doktor Muhammed Reşad Salim, Dâru'l-Fazilet ve Müessesetü'r-Reyyan.

[21] Hafız Zehebî, Siyeru Aʿlâmi'n-Nübelâ, c. 3, s. 128.

[22] Muhammed b. Ali eş-Şevkânî, el-Fevaidü'l-Mecmuatü fi'l-Ehadisi'l-Mecmuati, Tahkik: Abdurrahman b. Yahya el-Yemanî, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan.