"Ey Ali! Seni ancak mümin sever, sana ancak münafık buğzeder" hadisinin incelenmesi (2)

"Ey Ali! Seni ancak mümin sever, sana ancak münafık buğzeder" hadisinin incelenmesi (2)
İmam Ahmed dedi ki: … Ebû Saîd el-Hudrî’den şöyle rivayet edilmiştir: Bizler Ensar’ın münafıklarını Ali’ye buğzetmelerinden tanırdık. Aynı rivayet Fadâilü’s-Sahâbe’nin bir başka yerinde (s. 792) geçer. Rivayet şöyledir: Cabir b. Abdullah’tan şöyle rivayet edilmiştir: Biz Ensar topluluğu münafıklarımızı ancak Ali’ye buğzetmelerinden tanırdık. Bu rivayet Câmiü’t-Tirmizî’de de geçer.

 

 

Sunucu: Rahmân ve Rahîm Allah'ın adıyla… Hamd âlemlerin Rabbi Allah'adır. Salât ve selâm Allah'ın güvenilir elçisi Hz. Muhammed'e (s.a.a.), pak ve mutahhar Âl'ine ve seçkin ashabına olsun. Sizleri selâmların en güzeliyle selâmlıyoruz. “el-Mutarâhâtun fi'l-Akide” adlı programımızın yeni bir bölümüyle huzurlarınızdayız. Değerli konuğumuz Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e hoş geldiniz, sefalar getirdiniz, diyoruz.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hoş bulduk.

 

Sunucu: Seyyidim, bir giriş olsun diye önceki programın bir özetini sunabilir misiniz?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Kovulmuş şeytandan Allah'a sığınır ve Rahmân Rahîm olan adıyla ve O'nun yardımıyla programımıza başlarım. Salât ve selâm Hz. Muhammed Mustafa'ya (s.a.a.) ve tertemiz Âl'ine olsun.

 

Önceki programda Müminlerin Emiri Ali'nin (a.s.) fazilet ve menkıbeleriyle ilgili konuları ele almaya başladığımızı belirttik. Bu tür konuları ele almamızın amacı, İmam Ali'nin (a.s.) -aralarında birinci ve ikinci halifenin de bulunduğu- bütün sahâbeden üstün olduğunu açıklamak ve ispat etmektir. Dahası -inşallah programın ilerleyen bölümlerinde de anlaşılacağı gibi- İmam Ali'nin (a.s.) aktarılan fazilet ve menkıbelerinin bir benzeri hiçbir sahâbî hakkında rivayet edilmiş değildir. Tabii iki ekol tarafından ortaklaşa kabul edilen rivayetlerde geçen faziletlerden bahsediyoruz. Hatta bir adım daha ileri gidelim. İmam Ali (a.s.) diğer sahâbe ile kıyas dahi kabul edilmez.

 

İmam Ali (a.s.) Nehcü'l-Belâga'daki hutbesinde “Bu ümmetten hiçbir kimse Âl-i Muhammed ile kıyas edilemez” buyurarak buna işaret etmiştir. İnşallah diğer programlarda da buna işaret edeceğiz.

 

Değerli izleyicilerin dikkat etmelerini istediğim asıl önemli konu şudur: Değerli izleyicilerin de müşahede ettiği gibi biz sadece Ehl-i Beyt Okuluna ait âlimlerden ve hadis kaynaklarından aktarımda bulunmamaktayız. Yani biz bizim eserlerimizden olan Usûl-u Kâfî'den rivayet aktarmamaktayız. Yine aynı şekilde Bihârü'l-Envâr'dan, Şeyh Sadûk'tan veya diğer Şiî kaynaklardan rivayet nakletmiyoruz.  Bizler sadece âlimlerin üzerinde icma ettikleri rivayetleri aktarıyoruz. İlerleyen bölümlerde değerli izleyicilerin de görüp anlayacakları gibi Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Şia'nın eserlerinde geçen İmam Ali'nin sabit olan fazilet ve menkıbelerine Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) sonra hiçbir kimse sahip değildir ve bu fazilet ve menkıbelerin kimse yanından da geçemez. Peki, biz bu metodu neden seçtik? Çünkü önceki programlarda da belirttiğimiz ve Ehl-i Sünnet kaynaklarında geçtiği üzere ümmet herhangi bir meselede icma ederse o şeyde hata söz konusu olmaz, bu icmaları dalalet ve hatadan uzaktır ve masumdur. Ümmetten kastımız farklı düşünsel ve inançsal yönelişlere sahip olan ümmetin âlimlerinin tümüdür. Ehl-i Beyt ile Ehl-i Sünnet Okulu âlimlerinin de aralarında bulunduğu âlimlerin açıklamaları ve sözleri inançla bağlantılı olan bir konuda aynı kapıya çıkar ve uyuşursa ümmetin görüş birliğinin hata ve dalalet olmadığını söyleyen bu hadisler bu inançsal konuda ulaşılan noktanın hak olduğuna delâlet eder. Bu minval ve içerikte hadisler çoktur. Biz bu rivayetlerden bazıları üzerinde duracağız.

 

Kettânî'nin Nazmü'l-Mütenâsir mine'l-Hadîsi'l-Mütevâtir adlı eserinden bu rivayetlerden bazılarını sunacağız. Bu eserin sadece oldukça eski olan bir baskısını bulabildik. Zaten eserin hemen ilk sayfasında basım tarihi geçmektedir ve bu tarih de hicri 1328'dir.

 

Bu eserde şöyle der:

 

Ümmetin masumiyeti ve dalalet ve hatada birleşmeyeceği hadisleri:

 

İbn Hemmâm et-Tahrîr'de şöyle der:

 

Bu hadisler manen mütevatirdir. İcmanın semî delillerden olduğunu yani kesin bir hüccet olduğunu İbn Hemmam açıkça söylemiştir. O şöyle der:

 

‘‘Ümmetim hata üzere birleşmez'' hadisi vb. çoktur. ‘‘Ümmetim dalalet üzere birleşmez'' hadisi de bu hadislerdendir. Bu hadisi et-Tirmizî ve diğerleri bu hadisi İbn Ömer'den, Ebû Basra el-Ğıffârî'den, Ebû Mâlik el-Eşarî'den, Enes'den, İbn Abbâs'tan (…) değişik isnad zincirleri ile tahric etmişlerdir. Özetle bu hadis metin bakımından meşhur ve birçok isnad zincirine sahip olup pek çok şahidi vardır…[i]

 

Yani ümmetimin dalalet ve hata üzere birleşemeyeceklerini ifade eden hadisler arasında lafzen mütevatir hadis bulunmamaktadır. Ancak bu hadisler manen mütevatirdir.

 

Takip ettiğimiz kural gereği bir soru sormak hatta bir adım ileri giderek meydan okumak istiyorum. Sahâbe Okulundan veya İbn Teymiyye ve Emevîci din anlayışında geçen bir hadisle istidlal etmek istiyorlarsa bütün âlimler nezdinde sahih olan ve bütün âlimlerin üzerinde icma ettikleri hadislere başvurmak zorundalar. Bu hadis işaret ettiğimiz gibi mütevatir olup sened araştırmasına gerek bırakmamaktadır. Bununla birlikte Silsiletü'l-Ahâdîsi's-Sahîha'dan bir pasaj aktarmak istiyorum:

 

“Allah ümmetimi hata üzere birleşmekten korumuştur.” Bu hadisi İbn Ebî Âsım, Saîd'den tahric etmiştir… Bu hadisin isnad zincirinde bulunan bütün râviler sikadır.[ii]

 

Bu hadisin sahihliği Allâme Albânî'nin eserinde de geçmektedir. Aynı şekilde bu hadisin başka kaynaklarına vakıf olmak isteyen Müsnedü Ahmed ile Hatîb el-Bağdâdî'nin el-Fakîh ve'l-Mütefakkih adlı eserine de müracaat edebilir.[iii]

 

Biz değerli izleyicilerimize bir söz verdik. Bizler menkıbeler ve faziletleri ancak âlimlerin üzerinde ittifak ettikleri naslardan aktaracağız. Sizler de herhangi bir sahâbîye ait bir menkıbe ve fazilet sunmak istiyorsanız bu menkıbe, âlimlerin üzerinde ittifak ettikleri hadislere dayanmalıdır. Yoksa getireceğiniz delil sadece bizim için değil sizin için delil olmuş olur. İlmî deliller ve kanıtlara, selim akla dayanmak istiyorsanız… ‘‘Buhârî, Ebû Bekir hakkında şöyle dedi, Sa'd b. Ebî Vakkâs hakkında şöyle dedi, Muâviye hakkında şöyle dedi'' derseniz bu sadece sizin için bir hüccet olur. Böyle bir delillendirme ilmî ve bilimsel metot açısından hiçbir kıymeti haiz değildir ve bize karşı hüccet de olmaz.

 

İnşallah ilerleyen programlarda hem Ehl-i Sünnet hem de Ehl-i Beyt Okulu âlimlerinin sahih olarak kabul ettikleri naslarda geçen İmam Ali'nin (a.s.) faziletlerini aktaracağız. İşte takip edeceğimiz ilmî metot budur.   

   

Sunucu: Saygıdeğer Seyyid “Seni ancak mümin sever, sana ancak münafık buğzeder” hadisi açısından konuşacak olursak acaba bu hadisin senedi müttefakun aleyh midir yoksa senedi hakkında birtakım kuşkular söz konusu mudur?

 

Seyyid Kemal Haydarî: İmam Ali'nin bazı menkıbelerinin senedi sahih olduğu halde birtakım kimseler senedi hakkında kuşku oluşturmuş olabilirler. Yani İmam Ali'nin (a.s.) aktarılan bütün menkıbeleri müttefakun aleyh değildir. Bazı menkıbeler Sahâbe Okulunda sahih olarak telakki edilse dahi bu Sahâbe Okulunun tümü nezdinde sahih olduğu anlamına gelmez. Kimi muhaddisler ve bazı imamlar ve büyük ve çaplı âlimler bir fazileti sahih kabul ederken bir diğer grup ise aynı nakli zayıf görebilirler. “Beni ancak mümin sever, bana ancak münafık buğzeder” veya “Seni ancak mümin sever, sana ancak münafık buğzeder” hadisini ele alacak olursanız bu hadis hakkında kuşku oluşturmaya çalışan herhangi bir âlim var mı? Yani bu hadisin senedi veya içeriği bütün müminler tarafından sahih olarak kabul edilmekte midir yoksa herhangi bir kuşku var mıdır?

 

Bu soruya vereceğimiz cevap olumludur. Gerçi hadis hakkında birtakım sözler söylenmiştir. Ancak bu eleştiriler hadisin bazı geliş kanalları hakkındadır ki bu da hadisin sıhhatine ve bütün âlimler tarafından kabul edildiğine etki etmemektedir. Ancak genel olarak hadisin senedi Ehl-i Sünnet âlimleri nezdinde sahih ve muteber kabul edilmektedir.

 

Önceki programda da işaret ettiğimiz gibi bu hadis hakkında aktarılan naslar oldukça çoktur.  Sahîh-i Müslim'de geçen metin bunlardan bir tanesidir. Değerli izleyiciler hatırlayacaklardır, bizler bu manaya açık ve net bir şekilde delâlet eden Müslim'in rivayetini okuduk. Sahîh-i Müslim'de (c. 1, s. 60, Hadis No: 78) ve diğer kaynaklarda geçen metinleri sunduk. Ancak şimdi hatırlatma cihetiyle Hasâisü Emiri'l-Müminin adlı eserde geçen hadisi ele alalım. Muhakkik diyor ki:

 

Hadis No: 100. hadisin isnadı sahihtir. Hadis No: 101. hadisin isnadı sahihtir. Hadis No: 102. hadisin isnadı sahihtir.[iv]

 

Öyleyse İmam Nesâî'nin Hasâisü Emiri'l-Müminin adlı eserinde İmam Ali (a.s.) hakkında Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) naklettiği لا يحبك /Seni sever” “لا يحبني / beni sever” hadislerinin tümü sened açısından sahihtir.

 

Bu bağlamda işaret edilmesi gereken kaynaklardan biri de Fadâilü's-Sahâbe adlı eserdir. Bu eserin tahkikli son basımının hadis değerlendirmesini aktarmak istiyoruz.

 

Rivayet şöyledir:

 

Ali (a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Beni ancak müminin seveceği ve bana ancak münafığın buğzedeceği peygamberin bana bir ahdidir.”[v]

 

Muhakkik bu hadisin dipnotunda şöyle der:

 

Bu hadisin isnadı sahihtir. Bu hadisi İmam Ahmed Müsned'inde, İbn Ebî Âsım es-Sünne'sinde, Tirmizî ve İbn Mâce Sünenlerinde, Beğâvî Mucemü's-Sahâbe'sinde, Hatîb Tarîhü Bağdâd'ında, Ebû Nuaym Hilyetü'l-Evliyâ'sında tahric etmişlerdir. Hepsi de Ameş kanalıyla rivayet etmişlerdir. Ebû Nuaym hadisi rivayet ettikten sonra şöyle der:

 

Bu hadis sahihtir ve müttefakun aleyhtir.[vi]

 

Değerli izleyicilerin Hatîb el-Bağdâdî'nin şu ibaresine dikkat etmelerini istiyorum:

 

Bu hadis sahihtir ve müttefakun aleyhtir. Bu hadisi büyük bir grup muhaddis rivayet etmiştir.[vii]

 

Öyleyse hadisin sened açısından değerlendirilişine baktığımızda isnad zincirinde kuşkuya mahal hiçbir durumun olmadığını görmekteyiz. Dahası değerli izleyicilerin şu hakikatlere dikkat etmelerini istiyorum. Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) aktarılan bu metnin sıhhati ve senedi hakkında kuşku oluşturmaya çalışanlar ortaya konulacaktır.

 

Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ adlı eserinde şöyle der:

 

Tayr (kızartılmış kuş) hadisinin geliş kanallarını bir ciltte topladım. ‘‘Ben kimin mevlâsı isem…'' hadisinin geliş kanallarını da bir ciltte topladım. Bu hadis bir öncekinden daha sahihtir. Müslim'in Hz. Ali'den naklettiği ‘‘Beni müminden başkasının sevmemesi ve münafıktan başkasının bana buğzetmemesi ümmî olan Peygamber'in (s.a.a.) bana katî bir ahdu peymanıdır'' hadisini de bir ciltte topladım. Bu hadis diğer ikisinden daha sahihtir.[viii]

 

Yani Hafız Zehebî bu hadisin diğer iki hadisten daha sahih olduğuna inanmaktadır. “Ben kimin mevlâsı isem Ali (a.s.) de onun mevlâsıdır” hadisinin Hafız Zehebî nezdinde değeri ne kadardır, geliniz bir de buna bakalım. Hafız Zehebî Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ adlı eserinde şöyle der:

 

Resûlullah (s.a.a.) keçeden veya kıldan yapılı çadırından çıkarak eliyle üç defa şöyle işaret etti. İmam Ali'nin (a.s.) elini tutarak şöyle dedi:

 

Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır.

 

Bu hadis güzel, oldukça yüce bir hadistir ve metni de mütevatirdir.[ix]

 

Öyleyse ‘‘Gadir hadisi'' mütevatir olduğuna göre ‘‘seni ancak mümin sever…'' hadisi de hem mütevatirdir hem de ondan daha sahihtir. Bu noktaya değerli izleyicilerin dikkat etmelerini istiyorum.

 

Şöyle bir itiraz gelebilir: Hadisin isnadı hakkında neden bu kadar ısrar ediyorsunuz?

 

Şöyle ki bir tarafta Hz. Resûlullah'ın dilinden döküldüğü kesin olan mütevatir bir isnada sahip bir metin olsa, beri tarafta da zannî ve ahad haberler olsa ve bu iki hadis birbiriyle çatışsa, usûl ilminin tearuz babında geçen kurallar gereği mütevatir hadis karşısında ahad hadisler değerden düşer.

 

Öncelikle bu hadis Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt Okulunun üzerinde icma ettikleri hadislerdendir. İkinci olarak Hafız Zehebî nezdinde bu hadis metni mütevatir olan “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır” hadisinden daha sahihtir. İşte bunca vurgu ve açıklama “Seni ancak mümin sever ve sana ancak münafık buğzeder” hadisinin senedsel değerinin kavranması içindir. Bu cümle hasrı / özgülüğü ifade etmektedir. Yani seni ancak ve ancak mümin sever, sana ancak ve ancak münafık buğzeder.  

 

Sunucu: Hafız Zehebî böylece bu hadis hakkında kuşku oluşturmaya çalışanların önünü kesmektedir. Saygıdeğer Seyyid, İbn Teymiyye'nin bu hadise yaklaşımı nedir?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Hatta ona göre bu hadis, başka bir yerde mütevatir olduğu ispat edilen “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır” hadisinden daha sahihtir.

 

Değerli izleyicilerin dikkat etmelerini istiyorum. İbn Teymiyye, İmam Ali (a.s.) ve Ehl-i Beyt'in fazilet ve menkıbelerini aktaran bütün hadis ve naslara karşı şöyle bir strateji uygular:

 

İlk olarak; söz konusu hadisi hazfetmeye, atmaya ve sened yönünden düşürmeye ve değersiz göstermeye çalışır. “Sabit değildir ve uydurmadır” diyerek sened açısından yok saymaya çalışır. Bu tür tavırları çoktur. İmam Ali hakkındaki sahih ve kesin olan, sened açısından tam ve ceyyid olan rivayetleri ‘‘uydurmadır'' diyerek menkıbe ve faziletleri yok saymaya çalışır. İşe başlarken rivayetler hakkında “mevzudur” diye bir giriş yapar ve konuyu bitirmeye çalışır. 

 

Herhalde o şöyle düşünüyordur: Ben bir hadis hakkında ‘‘uydurmadır'' dersem herhalde kimse hadisi incelemez!

 

Çünkü gerçekten birçok kimse ona kör bir taassupla bağlıdır ve onu Şeyhü'l-İslâm olarak kabul etmektedirler. Bizler defalarca belirttik ki ‘‘Evet, o Şeyhü'l-İslâm'dır. Ancak Emevîci din anlayışının Şeyhü'l-İslâmıdır''.

 

Şeyhü'l-İslâm İbn Teymiyye Minhâcü's-Sünne adlı eserde şöyle der:

 

Ehl-i ilim, Hz. Peygamber'in bu sözü (İmanın alameti Ensar'ı sevmek, nifakın alameti ise Ensar'a buğzetmektir -Seyyid Kemal Haydarî) kesin bir şekilde söylediğini bilirler. Ancak Ali'yi (a.s.) sevmek hadisinden bazıları kuşku duymuşlardır.[x]

 

O, eseri boyunca bu yolu takip eder. Bu metot hakkında ne diyeceğimi bilemiyorum! Bu olsa olsa şeytanların uyguladığı bir metottur. Diyor ki kimileri Ali (a.s.) sevgisi hadisinden kuşku duymuşlardır. Peki, kim bu kuşku duyanlar? Ne bir açıklama var ne de bir not! Hâlbuki bu sözü söyleyen kimsenin kuşku duyanlar hakkında bir işarette ve açıklamada bulunması gerekir. Falanca ve filanca bu hadis hakkında kuşku duymuşlardır, demeleri gerekiyor. Bu çarpık, hastalıklı ve illetli yol ve metoda bakınız! Müslim'in rivayet ettiği bir hadis hakkında nasıl kuşku duyulur? Öyleyse sizler Sahîhü'l-Buhârî ve Sahîhü Müslim hakkında ne diyorsunuz, diye soralım. Bu satırların bir sayfa öncesinde şöyle der:

 

Her ne kadar Müslim bu hadisi tahric etmişse de Buhârî bu hadisten yüz çevirmiştir.[xi]

 

Buhârî yüz çevirdiğine göre bu hadis, hakkında kuşku bulunan hadislerdendir. İşte burada akla büyük bir soru işareti takılmaktadır. Buhârî İmam Ali (a.s.) ile ilgili bu tür faziletlerden neden yüz çevirmektedir? Hakikaten bilemiyorum. Buhârî'nin İmam Ali (a.s.) ile ne alıp veremediği var ki âlimlerin üzerinde ittifak ettiği bu tür menkıbeleri aktarmaktan yüz çeviriyor? Hakikaten bilemiyorum. Muhakkik olan bir kişi bunun sebebini araştırmalıdır. Bu tür hadisleri gizlemesine ve bunun karşılığında İmam Ali'yi (a.s.) yeren hadisleri aktarmasına sebep nedir? Güya Ali (a.s.), Hz. Fâtımetü'z-Zehrâ (a.s.) üzerine kuma getirmek istemiş, Resûlullah (s.a.a.) da “Ona eziyet eden bana eziyet etmiş olur” buyurmuştur. O öyle bir kimsedir ki onun düşünce yapısına göre İmam Ali (a.s.) hakkında yergi ve hakaret içeren rivayetler mümkündür, ancak faziletlerin aktarılması mümkün değildir!

 

İşte İbn Teymiyye'nin sözleri!

 

İlk merhale şudur: Hadisin uydurma olduğunu söyleyemiyorsa ‘‘Ali hadisi hakkında bazıları kuşku duymuştur'' diyerek problem oluşturmaya çalışmak. Yani hadis sened açısından bilinmemektedir, sabit değildir. Bizler yukarıda Fazâilü's-Sahâbe adlı eserde Ebû Nuaym'ın sözlerini okumuş ve aktarmıştık. Ebû Nuaym “Bu hadisi kalabalık bir topluluk rivayet etmiştir” demişti. Bu ilk husus.

 

İkincisi: Çağdaşlarından bir grup da ona uymuştur.

 

Seyyidim, bu mesele üzerinde neden bu kadar çok duruyorsunuz? Şöyle ki tahkik erbabından bir grup da bu metodu takip etmiştir.

 

Bakınız, Allâme Arnavut bu hadise nasıl not düşüyor:

 

Ali (a.s.) buyurdu ki: “Vallahi, beni ancak müminin sevmesi ve bana ancak münafığın buğzetmesi Resûlullah'ın (s.a.a.) bana katî surette ahdu peymân ettiği hususlardandır.”

 

Bu hadis, Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir. Hadisin isnadında Adiy b. Sâbit varsa da Buhârî ve Müslim ondan tahriçte bulunmuşlardır.

 

İmam Ahmed onun hakkında “Şiiliği vardı” derken İbn Maîn “Adiy müfrit bir Şiî'ydi” der. Ed-Dârekutnî ise “Sika olsa da Şiîliğinde aşırıya kaçardı” der.[xii]

 

Evet, İmam Ali'yi sevmek bir bidattir!

 

Allâme Şuayb el-Arnavut devamında kendi görüşünü şöyle aktarır:

 

İlim ehli, sika olan kişinin rivayet ettiği şey kendi bidat görüşünü desteklerse onu reddederlerdi. Dârekutnî et-Tetabbu (s. 427) adlı eserinde bu hadisi rivayet etmesinden dolayı Müslim'i eleştirmiş ve şöyle demiştir:

 

Müslim bu hadisi Adiy b. Sâbit'ten tahric etmiştir. Hâlbuki Buhârî bu hadisi tahric etmemişti.

 

Biz dedik ki Buhârî ve Müslim ‘‘Ensar'ı ancak mümin sever, onlara ancak münafık buğzeder. Allah'ım onları seveni sev, onlara buğzedene buğzet'' hadisini tahric etmişlerdir.[xiii]

 

İmam Ali sevgisi bir bidattir ve öyleyse bu hadis atılmalıdır.  Ancak en-Nesâî'ye gelince o, olaya bu şekilde yaklaşmaz.

 

İşte bu yaklaşım Emevîci din anlayışının semerelerindendir!

 

Dârekutnî, Müslim'i eleştirmekte ve sanki ‘‘bizi neden böyle bir çıkmaza soktun'' dercesine ona serzenişte bulunmaktadır. Bunu Buhârî'den öğrenseydin. Buhârî bu hadisi rivayet etmemiş ve bizi rahata kavuşturmuştu. Sen ise kalktın bu hadisi rivayet ettin. Şimdi sen Şeyh İbn Teymiyye ile ondan sonra gelenleri sıkıntıya ve çıkmaza soktun. Şimdi bu hadisin sened ve metnini ne yapacağız?

 

Allame Arnavut devamında İbn Teymiyye'nin yukarıda naklettiğimiz pasajını aktarır.

 

Kısacası bu hadisin senedi İbn Teymiyye hariç âlimler nezdinde müttefakun aleyhtir.

 

Defalarca şu hususu vurguladık:

 

Emevîci din anlayışının bakış açısı Sahâbe ve Ehl-i Sünnet Okulunun bakış açısından farklıdır. Yukarıda da gördüğümüz üzere İmam Nesâî rivayetleri aktarmaktaydı ve bu konuda da hiçbir sıkıntı duymamaktaydı. Ancak Emevîci din anlayışına baktığımızda bu hadisin isnad zinciri hakkında kuşku oluşturmaya çalıştıklarını görmekteyiz. “Kimileri bu hadis hakkında kuşku duymaktadırlar” demekte ancak bu kuşku duyanların kim olduklarını belirtmemektedirler.     

 

Sunucu: Saygıdeğer Seyyid, bu gerçekten bir problem olarak durmaktadır.

 

Seyyid Kemal Haydarî: Ancak muhakkik, araştırmacı, âlim, muhaddis ve ilim erbabı hadisi aktarmak istiyorlarsa bu metoda dikkat etmelidirler.

 

Evet, bu fazilet İmam Ali (a.s.) hakkındadır.    

 

Sunucu: Saygıdeğer Seyyid, müsaade ederseniz bu nebevî hadisin delâlet ve içeriğine geçelim. Bu hadisin içeriğinin önemi nedir?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Değerli izleyicilere birazdan hadisin içeriğini ve bu hadisin önemini açıklayacağım. Bu hadisin semerelerini beyan etmeye çalışacağım.

 

يا علي لا يحبك إلا مؤمن ولا يبغضك إلا منافق / Ey Ali! Seni ancak mümin sever ve sana ancak münafık buğzeder” “لا يحبني إلا مؤمن ولا يبغضني إلا منافق / Beni ancak mümin sever ve bana ancak münafık buğzeder.” şeklindeki bu mübarek hadisi İmam Ali (a.s.) Hz. Resûlullah'tan (s.a.a.) yani heva ve hevesinden konuşmayan ve konuşması vahiy olan zattan aktarmaktadır.  Bu mübarek hadis bize bir ölçüt ve kıstas vermektedir. Şöyle ki Ali (a.s.) sevgisi iman ve nifakın ölçütüdür. Yani bir kimse “Ey Allah'ın Resûlü!  İman ve nifakın ölçütü nedir?” veya “Biz kendimizin iman ehlinden mi yoksa nifak ehlinden mi olduğumuzu nereden bileceğiz” şeklinde soracak olsa Resûlullah (s.a.a.) zımnen şöyle cevap vermektedir: “Kalplerinize bir bakınız. Ali'yi seviyorsanız sizler iman ehlindensiniz; yok, eğer Ali'ye buğzediyorsanız biliniz ki sizler nifak ehlindensiniz.” Tek bir cümleyle söyleyecek olursak Hz. Resûlullah (s.a.a.) İmam Ali'yi (a.s.) iman ve nifak arasındaki en büyük ayırt edici kıstas olarak kabul etmektedir. Yani bir insanın namaz kıldığını, oruç tuttuğunu, haccettiğini, infakta bulunduğunu ve birçok hayır ve hasene işlediğini varsayalım. İmam Ali'nin mübarek ismi ve menkıbeleri anıldığında kalbinde nâhoş bir durum oluşuyorsa ve ruhu daralıyorsa bu şahıs bilsin ki kendisinde nifaktan bir nebze ve kalbinde maraz bulunmaktadır. Bu hastalık da nifak hastalığıdır. İsterse doğru sözlü olsun, namaz kılan, oruç tutan, hacceden, zekât veren biri olsun. İmam Ali'nin adı, fazilet ve menkıbeleri anıldığında kalbinde bir sıkıntı oluşuyor ve bir daralma meydana geliyorsa, ruhu daraldığı ölçüde nifaktan bir şube taşımaktadır. Aksi de böyledir.

 

Bu hadise terettüp eden sonucu açıklamadan önce kulun böyle bir makama nasıl ulaştığına işaret etmek istiyorum. Değerli izleyiciler lütfen dikkatlerini bana versinler. Bir kul nasıl böyle bir makama ulaşır? Nasıl sevilmesi ve buğzedilmesi iman ve nifakın ölçütü olacak bir mertebeye ulaşır? Bir başka ifadeyle söyleyecek olursak kul hangi dereceye ulaşır ki O'nu sevmek ve O'na buğzetmek iman ve nifakın ölçütü haline gelir?

 

El-cevap: Kişi hak ile birlikte olur ve hak da kendisi ile birlikte olursa bu dereceye ulaşır. Üçüncü bir ifadeyle bir şahıs hak ile birlikte olur, bu şahıs hangi tavrı ortaya koyarsa koysun hak da onunla bulunursa artık bu şahsı sevmek ve ona buğzetmek iman ve nifakın ölçütü haline gelir. Kul sürekli hak ile hareket eder, bir dereceye ulaşır veya hak sürekli onun etrafında döner ve dolaşırsa bu insanı sevmek iman ve buğzun ölçütüdür. Lütfen mantıki örgüye dikkat ediniz. Kul sürekli hak ile hareket ederse bu dereceye ulaşır. Hz. Peygamber (s.a.a.) “Ali hakka tâbi olursa imanın ve nifakı ayırt eden ölçüttür” dememiştir. Hz. Peygamber (s.a.a.) asla bu ifadeyi kullanmamıştır. O şöyle demiştir: “Ali'ye (a.s.) bakınız. Siz ona icabet ettiyseniz biliniz ki sizler müminsiniz. Eğer ona buğzettiyseniz biliniz ki münafıksınız.” Yani iman ve nifak, Hz. Ali sevgisine bağlıdır. İman hak, nifak ise bâtıldır. Öyle değil mi? İman hidayet, nifak ise dalalet, bâtıl ve hatadır. Resûlullah (s.a.a.) Ali (a.s.) sevgisini ve O'na kin duymayı iman ve nifakın eksenine oturtmuştur. Bu cümle ise hakkın her halükârda İmam Ali (a.s.) ile birlikte olduğu anlamına gelmektedir.

 

Bir defa daha tekrarlayalım; bazen deriz ki, Ali hak ile birliktedir, hak da Ali ile birliktedir. Hak neyi gerektiriyorsa Ali (a.s.) da ona göre hareket eder.

 

Bazen de şöyle deriz; hak -yani iman- Ali (a.s.) ile birliktedir ve O'nu sevmektedir. Nifak yani buğz ise Ali'yi (a.s.) sevmemektedir.

 

Bu son cümle Ali'nin (a.s.) hak ve bâtılın ölçütü olduğu manasındadır. İşte bu Ali'nin (a.s.) iman ve nifakın kıstası olduğunu göstermektedir. Öyleyse iman ve nifak O'nun çevresinde dolaşır.

 

Peki sonuç nedir? Sonuç: Ali hak ile birliktedir, hak da Ali ile birliktedir. Ali nereye giderse hak da oradadır. Aslında bu, başka bir açıdan da ele alınıp incelenmesi gereken bir konudur. İnşallah başka bir zeminde bu konuyu ele alırız.

 

Sadece bir cümle ile şu hususu vurgulamak istiyorum: İmam Ali'yi sevenin mümin, O'na buğzedenin ise münafık oluşunun kesin ve sabit olması İmam Ali'nin (a.s.) masumluğunu gerektirir. Değilse, yani İmam Ali (a.s.) masum olmasaydı, İmam Ali de hata eder, yanılır ve isyan ederdi. Bu isyan, Allah tarafından sevilmekte midir yoksa buğzedilmekte midir? Bu durumda Ali'ye (a.s.) buğzetmem bu nifakın değil imanın delili olurdu. Öyleyse Hz. Peygamber (s.a.a.) ‘‘İman ve nifakın ölçütü, Ali'yi sevmek ve O'na buğzetmektir'' dediğine göre İmam Ali kaçınılmaz olarak masum olmalıdır.

 

Uhrevî olarak bunun neticesi nedir? Bizler biliyoruz ki Kıyamet Gününde amellerin kabulü veya reddi iman ve nifaka göredir. Yani Allah-u Teâlâ mümin ve muttakilerin amellerini kabul eder. Kıyamet Gününde amellerin kabulünde temel mihver, iman ve nifaktır. Ortada iman namına bir şey yoksa bu durumda geriye nifak kalır. Bu durumda da kaçınılmaz olarak şu ayetin muhatabı oluruz.

 

وقدمنا إلى ما علموا من عمل فجعلناه هباءً منثوراً / Onların yaptığı her işi ele almış ve onu savrulup giden toz toprak haline getirmiş olacağız.” (Furkân, 23)

 

Bunun neticesi nedir? Kıyamet Gününde insanların amellerinin ve kabullerinin ölçütü İmam Ali'ye duydukları sevgi ve O'na yönelik buğzlarıdır. Kim İmam Ali'yi (a.s.) seviyorsa Allah onun amelini kabul eder. Kim de O'na buğzediyorsa o şahıs münafıktır ve Allah onun amelini reddeder. Aslında bu Ehl-i Beyt Okulunun “Ali, Kıyamet Gününde amellerin ölçütüdür” şeklindeki hadislerinin bir başka şekilde ifade edilmiş şeklidir. Ben bizim kaynaklarımızdan rivayetler aktarmak istemiyorum. Ancak bu metnin içeriğini arz etmek istedim.

 

Öyleyse buraya kadar yaptığımız açıklamalar ile şu sonuçlara ulaştık:

 

Bu mübarek hadis öncelikle İmam Ali'nin bir ölçüt olduğunu belirtiyor. İmam Ali sevgisi ve buğzu, iman ve nifakın ölçütüdür. Bunun doğal sonucu olarak da Kıyamet Gününde amellerin kabul veya reddi iman ve nifaka dayanır. Mümin olan kimsenin ameli kabul edilir. Münafığın ameli ise reddedilir.

 

Sunucu: Saygıdeğer Seyyidim, bu hakikate terettüp eden sonuçlara özet olarak işaret ettiniz. Bu sonuçların yanında eklemek istediğiniz başka neticeler de var mıdır?

 

Seyyid Kemal Haydarî: Başka bir çıkarsamayı arz etmeden önce bir konuya işaret etmek istiyorum. Şöyle bir soru gelebilir. Ali (a.s.) sevgisi neden imanın ölçütü, O'na buğzetmek de neden nifakın ölçütü oldu? Bu soruya cevap vermek istiyorum. Ancak değerli izleyicilerin dikkatle beni dinlemelerini ve bana kulak vermelerini arzuluyorum.

 

İmam Ali sevgisi, Allah'ı sevmenin bir başka ifadesidir. Kim Ali'yi (a.s.) severse Allah'ı sevmiş olur, kim de Ali'ye buğzederse Allah'a buğzetmiş olur. Açıktır ki bir insan Allah'ı sevmekle mümin, O'na düşmanlıkla da kesinlikle kâfir olur.

 

Haklı olarak şöyle bir soru akla gelebilir: Siz hangi delile ve neye dayanarak Ali'yi (a.s.) sevenin Allah'ı sevdiğini ve Ali'ye buğzedenin ise Allah'a buğzettiğini söylüyorsunuz?

 

Bu alanda iki veya üç metne işaret edeceğim.

 

İlk kaynak Celâlüddîn es-Suyûtî'nin (h. 991) Tarîhü'l-Hulefâ adlı eseridir. O, bu eserinde şöyle der:

 

Taberânî, sahih bir isnad zinciri ile Ümmü Seleme'den şöyle rivayet etmektedir:

 

Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurdular: Ali'yi (a.s.) seven beni sevmiş olur, beni seven ise Allah'ı sevmiştir. Ali'ye (a.s.) buğzeden bana buğzetmiştir, bana buğzeden ise Allah'a buğzetmiştir.[xiv]

 

İnşallah ilerleyen bölümlerde “Ali'ye eziyet eden bana eziyet etmiş olur, bana eziyet eden Allah'a eziyet etmiş olur.” Ve “Ali'ye söven bana sövmüş olur, bana söven ise Allah'a sövmüş olur.” şeklindeki rivayetlere İbn Teymiyye'nin nasıl yaklaştığını ortaya koymaya çalışacağız.

 

İkinci kaynak Suyûtî'nin el-Camîü's-Sağîr adlı eseridir. Rivayet şöyle:

 

Ali'yi seven beni sevmiştir. Ali'ye buğzeden ise bana buğzetmiştir. (S. H.)[xv]

 

(S.H.) rumuzları hadisin sahih olduğunu gösterir.

 

Muhakkik dipnotta şöyle der:

 

Bu hadisi el-Hâkim el-Müstedrek'inde tahric etmiş ve şöyle demiştir:

 

Bu hadis Buhârî ve Müslim'in şartlarına göre de sahihtir.

 

Zehebî de onun bu tespitine muvafakat etmiştir. Bu hadisi Ahmed ve et-Taberânî, Mucemü'l-Kebîr'de Ümmü Seleme'den tahric etmiştir.[xvi]

 

Bizler Zehebî'nin bu hususta ne derece şiddetli, titiz olduğunu biliyoruz.

 

Allâme Albânî de bu hadisi sahih kabul edenlerdendir. Albânî'nin bu hadisi sahih sayması da önemli bir adımdır. Zira bizler onun bu tür konularda hadislere yaklaşım tarzının nasıl olduğunu da biliyoruz.

 

Allâme Albânî şöyle der:

 

‘‘Ali'yi (a.s.) seven beni sevmiştir. Beni seven ise Allah azze ve celle'yi sevmiştir. Ali'ye buğzeden bana buğzetmiştir. Bana buğzeden ise Allah azze ve celle'ye buğzetmiştir.'' Bu hadisi el-Muhlas el-Fevâidü'l-Müntekât adlı eserde sahih bir isnad zinciri ile Ümmü Seleme'den tahric etmiştir. Ümmü Seleme der ki: Resûlullah'ın böyle söylediğine tanıklık ederim.[xvii]

 

Allâme Albânî daha sonra bu hadisi tahric eden diğer kaynakları zikreder.

 

‘‘İmam Ali'yi sevmek neden iman ve O'na buğzetmek neden nifaktır'' sorusunun cevabını tek bir cümle ile söyleyecek olursak şöyle deriz: Ali'yi sevmek Allah'ı sevmek, O'na buğzetmek ise Allah'a buğzetmektir!

 

Bu kürsüden herkese, bütün âlimlere ve telif ettikleri eserlere meydan okuyorum! Bize sahâbe kuşağından herhangi birisine ait bu menkıbeye benzer sadece tek bir pasaj göstersinler. Onlar nezdinde Ebû Bekir ve Ömer önemlidir. Ebû Bekir ve Ömer hakkında her iki fırka tarafından da rivayet edilen ve bu hakikati ispat eden sahih bir pasajı bize sunsunlar. Emevîci din anlayışına sahip âlimlerin şöyle dediklerini görmekteyiz: Hz. Ali'nin Ebû Bekir ve Ömer'den üstün olduğunu söyleyen bir kimse büyük bidat sahibidir. Bilemiyorum artık, Ebû Bekir ve Ömer'in Ali'den (a.s.) daha üstün olduklarını nereden çıkardılar? Sizler üstünlük için nassın olması gerektiğini söylemiyor musunuz? Değerli izleyicilerden şu hakikate dikkat etmelerini rica ediyorum. Allâme Şuayb el-Arnavut öyle bir kaide söylüyor ki bu kaide iki ucu keskin bir silah gibidir.

 

“İlim ehli, sika olan râvinin rivayet ettiği şey kendi bidat görüşünü desteklerse onu reddederlerdi.”[xviii]

 

Bizler de Ebû Bekir ve Ömer'in sahâbe kuşağının en faziletli bireyi olduğuna inanmanın bir bidat olduğuna inanmaktayız. Çünkü bu konuda sahih herhangi bir nas aktarılmış değildir. Eğer sizler ‘‘Buhârî, Müslim, falanca ve filanca şöyle şöyle demişlerdir'' diyecek olursanız biz de ‘‘bu onun bidatine uygun düşmektedir ve kanıt olma özelliğine sahip değildir'' deriz. Bir hadisi, sika olan râvisinin iddiasının görüşlerine uygun olduğundan dolayı reddedecek olursanız biz de aynısını yaparız. Deriz ki bu da onun bidatidir. Çünkü sizler Ebû Bekir ve Ömer'in İmam Ali'den üstün olduğunu ispat eden ve ortaya koyan âlimler nezdinde makbul olan sahih bir hadis getirmekle yükümlüsünüz. Eğer bunu ispat edecek olursanız bu bir sünnet olur, ispat edemezseniz bu durumda da bidat olur. İnşallah önümüzdeki programlarda bazı rivayetleri aktaracak, bu hadislerin isnad zincirine bakacağız. Sahih ve mevzu olup olmadıklarına bakacağız.

 

Buraya kadar yaptığımız açıklamaları bir cümle ile özetlemeye çalışalım. “Kim Ali'yi severse Allah'ı sevmiş olur. Kim Ali'ye buğzederse Allah'a buğzetmiş olur.” Bu durumda kendi kalplerinize bir bakınız ve Allah aşkına söyleyiniz! Resûlullah'ın (s.a.a.) sevdiği gibi Ali'yi (a.s.) seviyor musunuz, sevmiyor musunuz? Zira Resûlullah (s.a.a.) “Ali'yi seven beni sevmiştir” buyurmaktadır. Buna göre Resûlullah sevgisi her ne olursa olsun diğer bütün şeylerden üstün ve öncelikli tutulmalıdır. Resûlullah (s.a.a.) sevgisi ticaret ve çocuk sevgisi gibi diğer bütün sevgilerden üstün tutulmalıdır. Ta ki Resûlullah'ı (s.a.a.) sevelim ve dolayısıyla da Allah'ı sevmiş olalım.

 

Buraya kadar yapılan açıklamalarla konunun anlaşıldığı kanaatindeyim. Esasında Allah'ı sevmek arzusunda olan bir kimse bunun Ali'yi sevmekten geçtiğini bilmelidir...  “Kim Ali'yi severse muhakkak Resûlullah'ı (s.a.a.) sevmiş olur. Resûlullah'ı (s.a.a.) seven Allah'ı sevmiş olur. Ali'ye buğzeden ise neticede Allah'a buğzetmiş olur.” İşte dikkat edilmesi gereken önemli hususlardan biri budur.

 

Bu önemli ölçütün en önemli sonuçlarından biri de şudur: Hz. Peygamber (s.a.a.) elimize sahâbeyi ayırt etmek, sahâbe kuşağı içinde mümin ve münafıkları belirleyebilmek için bir ölçüt vermiştir. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

 

وَمِمَّنْ حَوْلَكُمْ مِنَ الْأَعْرَابِ مُنَافِقُونَ وَمِنْ أَهْلِ الْمَدِينَةِ مَرَدُوا عَلَى النِّفَاقِ لَا تَعْلَمُهُمْ نَحْنُ نَعْلَمُهُمْ سَنُعَذِّبُهُمْ مَرَّتَيْنِ ثُمَّ يُرَدُّونَ إِلَى عَذَابٍ عَظِيمٍ / Çevrenizdeki bedevîler içinde münafıklar var. Medine ahalisi içinde de nifakı huy edinmiş olanlar var. Sen onları bilmezsin; onları biz biliriz. Onları iki defa cezalandıracağız, ayrıca çok büyük bir azaba itilecekler.” (Tevbe, 101)

 

هُنَالِكَ ابْتُلِيَ الْمُؤْمِنُونَ وَزُلْزِلُوا زِلْزَالًا شَدِيدًا (11) وَإِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ مَا وَعَدَنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ إِلَّا غُرُورًا / İşte o zaman müminler büyük bir imtihan geçirdiler ve adamakıllı sarsıldılar. Yine o zaman münafıklar ve kalplerinde bozukluk bulunanlar, ‘‘Allah ve resulünün vaatleri bizleri aldatmaktan ibaretmiş!'' demişlerdi. (Ahzâb, 11-12)

 

Öyleyse Kur'ân münafıklar ile müminleri birbirinden ayırt etmektedir. Yine Nisâ Sûresinde de şöyle buyurmaktadır:

 

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا إِلَى مَا أَنْزَلَ اللَّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ رَأَيْتَ الْمُنَافِقِينَ يَصُدُّونَ عَنْكَ صُدُودًا / Onlara, ‘‘Allah'ın indirdiğine ve peygambere gelin'' denildiği zaman münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün. (Nisâ, 61)

 

Soru: Kur'ân'ın açık ve net ifadesine göre İslam toplumu mümin ve münafıklardan oluşmaktadır. Peki, mümin ve münafığı birbirinden ayırt edebilmek için temel ölçüt nedir? Bu sahadaki rivayetlere bir bakınız.

 

Ümmü Şuayb el-Vâdıiyye'nin es-Sahîhü'l-Müsned min Fadâili Ehli'l-Beyti'n-Nübüvvet adlı eserinde geçen şu rivayet bunlardandır. Ancak ilk önce kitabın öneminin kavranması için önsöz bölümünden bir ibare okumak istiyorum:

 

Bu araştırmacılar arasında değerli zahid hanımefendi Ümmü Şuayb el-Vâdıiyye'nin kaleme aldığı es-Sahîhü'l-Müsned fi Fadâili Ehli Beyti'n-Nübüvve adlı eseri Ehl-i Beyt'in faziletleri hakkında yazılan eserlerin en güzeli kabul edilmektedir. Çünkü müellif bu eserine sadece sahih hadisleri almıştır.[xix]

 

Eserin ilerleyen sayfalarında şu rivayet geçer:

 

İmam Ahmed dedi ki: … Ebû Saîd el-Hudrî'den şöyle rivayet edilmiştir: Bizler Ensar'ın münafıklarını Ali'ye buğzetmelerinden tanırdık.[xx]

 

Yani sahâbeyi değerlendirirken veya ‘‘bir kişinin mümin mi münafık mı olduğunu'' şöyle ayırt ederdik: Eğer o kişinin Ali'ye (a.s.) sevgi duyduğunu görürsek anlardık ki o mümindir. Ali'ye (a.s.) buğzediyorsa anlardık ki o münafıktır.

 

Bu hadis aynı zamanda Fadâilü's-Sahâbe adlı eserde de mevcuttur. Rivayet şöyledir:

 

Ebû Saîd el-Hudrî'den şöyle rivayet edilmiştir: Bizler Ensar'ın münafıklarını Ali'ye buğzetmelerinden tanırdık.

 

Bu hadisin isnadı sahihtir. [xxi]

 

Bu konudaki rivayetler çoktur.

 

Eserin muhakkiki Muhammed Abbâs bu hadisin isnadının sahih olduğunu belirtir. Aynı rivayet Fadâilü's-Sahâbe'nin bir başka yerinde (s. 792) geçer. Rivayet şöyledir:

 

Cabir b. Abdullah'tan şöyle rivayet edilmiştir: Biz Ensar topluluğu münafıklarımızı ancak Ali'ye buğzetmelerinden tanırdık.[xxii]

 

Bu rivayet Câmiü't-Tirmizî'de de geçer. Rivayet şöyledir:

 

Ebû Hârûn'dan, o da Ebû Saîd el-Hudrî'den şöyle rivayet etmektedir: Biz Ensar topluluğu münafıkları Ali b. Ebî Tâlib'e buğzetmelerinden tanırdık.[xxiii]

 

Allâme Albânî bu rivayet hakkında hadisin isnadının zayıf olduğunu söyler. Bu onun görüşü.

 

Ancak Tirmizî eserinin sonunda Kitabü'l-İlel'de şöyle der:

 

Ebû İsa (Tirmizî) dedi ki: Bu kitaptaki hadislerin hepsiyle amel edilir. Âlimlerin bir kısmı iki hadis dışında bu kitabın hadislerini delil olarak almışlardır.

 

Ey Albânî! Bu rivayet senin nazarında zayıf olabilir. Ancak senin nazarının pek de bir kıymeti yoktur. Bizler et-Tirmizî'nin kitabını kendi dilinden değerlendirmek istiyoruz. O şöyle diyor:

 

Benim bu eserimde iki hadis dışında bütünüyle amel edilir ve geriye kalanlar sahihtir.

 

Buraya kadar yapılan açıklamalar ile Resûlullah'ın (s.a.a.) sahâbeyi tanımak için bize bir ölçüt verdiğini anlayabiliyoruz.

 

Sunucu: Saygıdeğer Ayetullah Seyyid Kemal Haydarî Bey'e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Programımızı izleyen değerli kardeş ve bacılarımıza da teşekkürlerimizi arz ediyoruz. Es-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berekâtuhû.

 

 

 

Çeviri: Cevher Caduk

 

 

Medya Şafak

 

 

 

 



[i] Muhammed b. Cafer b. İdrîs b. Muhammed el-Fâsî el-Kettânî, Nazmü'l-Mütenâsir mine'l-Hadîsi'l-Mütevâtir, s. 104-5, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut, 1400.

[ii] Albânî, Muhammed Nasırüddîn, Silsiletü'l-Ahâdîsi's-Sahîha, c. 3, s. 319, Hadis No: 1331.

[iii] Müsnedü Ahmed b. Hanbel, c. 45, s. 200; el-Fakih ve'l-Mütefakkih, c. 1, s. 423.

[iv] Hasâisü Emîri'l-Müminîn, s. 86, Hadis No: 100, 101 ve 102.

[v] İmam Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel, Fadâilü's-Sahâbe, c. 2, s. 196, Hadis No: 948.

[vi] A.g.e., a.g.y.

[vii] A.g.e., a.g.y.

[viii] Zehebî, Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed, Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ, c. 17, s. 169, Müessesetü'r-Risâle.

[ix] Siyeru A'lâmi'n-Nübelâ, c. 8, s. 335.

[x] İbn Teymiyye, Minhâcü's-Sünneti'n-Nebeviyye, c. 7, s. 147-148, Tahkik: Muhammed Reşâd Sâlim.

[xi] A.g.e., a.g.y.

[xii] Şuayb el-Arnavut, Müsnedü İmam Ahmed, c. 2, s. 72.

[xiii] A.g.e., a.g.y.

[xiv] Es-Suyûtî, Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekir, Tarîhü'l-Hulefâ, s. 206 Tahkik: İbrahim Salih, Dâru Sadır, Beyrut.

[xv] Suyûtî, Celalüddîn, el-Câmiü's-Sağîr, c. 4, s. 1667, Hadis No: 8317, Tahkik: Hamdi Demirdâş Muhamed, Dârü Nizâr.

[xvi] A.g.e., a.g.y.

[xvii] Albânî, Muhammed Nâsırüddîn, Silsiletü'l-Ehadisi's-Sahîha, c. 3, s. 287, Hadis No: 1399.

[xviii] Müsnedü Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 72.

[xix] Ümmü Şuayb el-Vâdıîye, es-Sahîhü'l-Müsned min Fadâilü Ehli'l-Beyti'n-Nübüvvet, s. 4, Takdim: Ebû Abdurrahmân Mukbil b. Hâdi el-Vâdıî.

[xx] A.g.e., s. 63.

[xxi] Fadâilü's-Sahâbe, s. 715, Hadis No: 979.

[xxii] A.g.e., s. 792.

[xxiii] Câmiü't-Tirmizî, s. 591.